AH BİR YÜZLEŞEBİLSEK....  -2

10.03.2012

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Çerkes oldukları halde sorunumuza “dışarıdan biri” gibi bakanların bir ortak özelliği de halkımız için kendilerinin de rol alacağı bir gelecek kurgularının olmadığı, azından bu kurgularının benim gibilerin kolay anlayabilecekleri kadar açık olmadığıdır. Muğlaktır söylemleri.

Örneğin ben “Çerkesya’ya dair umutlar gitgide eriyor.”  tümcesinden bir şey anlayamıyor, ne demek istendiğini tahayyül edemiyorum. Önce Çerkesya neresi? Hangi yüzyıl ya da hangi yıllardaki Çerkesya sınırları sınır olarak alınıyor? Yüz ölçümü kaç kilometrekaredir? Tahayyül edilen Çerkesya sınırları içindeki nüfus ne kadardır? Bu nüfus içinde Çerkeslerin oranı nedir? Bu Çerkesya’da yönetim demokratik mi olacaktır? Örneğin nasıl bir seçim sistemi uygulanacaktır? Ya da anayasasına, Çerkesya Çerkeslerindir dolayısı ile seçimler Çerkes adaylar arsında yapılır, ya da bir Çerkes oyu Çerkes olmayan diyelim bin oy gücündedir gibi bir madde mi konacaktır. Tahayyül edilen Çerkesya’nın yaşamları boyu hiç Çerkes görmemiş sakinleri “buyrun, siz önden buyrun” mu diyeceklerdir. Resmi dil ne olacaktır. Dünyanın en zengin dili olduğu için, eğitimde sadece Çerkesce kullanılacak, “bizi tanımayanı biz hiç tanımayız” mı denecektir. Bizimle iletişim kurmak isteyen dünya halklarına “önce dilimizi öğrenin” mi denecektir. “Severek öğreniriz, ama hangi halkın dilini öğrenelim?” diye soranlara “elbetteki hepsini” yanıtı mı verilecektir?...  Şaka gibi gerçekler değil mi?..

Özetle, Kimin Çerkes olduğu, Çerkesya’nın neresi olduğu konusunda ortalama bir kabulün oluşmadığı, ya da anlamın anavatan bekçileri gibi algılamadığı, neredeyse her birimizin Çerkes ve Çerkesya’yı farklı tanımladığı günümüzde, “Çerkesya’ya dair umutlar gitgide eriyor.”  tümcesi sadece yazan için anlamlıdır, dolayısı ile de yanıltıcıdır... Bilinçli olarak yazılmışsa eğer sorumsuzluk örneğidir.

Bize göre korkunç olanı ise Sayın Hapae’nin, “Bize bir de Rusya Baharı lazım.” diyerek, Çerkesya’da umutların sürmesi için Rusya Federasyonu’nun parçalanması gerektiğini ima etmesidir. Çünkü sözünü ettiği “Sovyet Baharı” bilindiği gibi Sovyetlerin parçalanması ile sonlanmış, Kuzey Kafkasya’daki savaşları da ateşlemiştir.  Ha... birileri, böyle bir bahar olsun, Rusya Federasyonu dağılsın, bize de “bir şey” getirsin isteyemez mi, dile getiremez mi?  Elbette isteyebilir, elbette dile getirebilirler. Ama “bu baharın” halkımıza ne getirebileceğini somutlamaları gerekmez mi?

Bense, bunu somutlamayanların ya da , “bilinçli olarak bunu savunanların, anavatan Adığelerine bir sinek kadar bile değer vermediklerini düşünüyorum. Çünkü “Sovyet Baharı” sonucu çıkan savaşta Çeçen kardeşlerimizin verdiği kadar kayıp verebilmemiz için Adığēy’deki her Adığenin üç kez öldürülmesi, üç kez de sığınmacı olması gerekecektir. Yarısı savaşta kayıp verilecek yarısı da sığınmacı olacağı için Kheberdēy Bölgesinde  hiç adığe kalmayacaktır. Karaçay-Çerkes ve Kıyı Boyu Adığelerinin kaç kez ölmesi ve kaç kez de sığınmacı olmak zorunda kalacağını da varın siz hesaplayın ki Rusya Baharı beklentinize sağlam temel olsun.

“Çerkesya’ya umutlarla gidip yerleşmiş olanlar içinde, Rus yönetimine karşı tek bir laf edilmesine tahammül edemeyen arkadaşlarımız bile gözaltına alınıp tedirgin ediliyorsa, bu başka türlü yorumlanamaz. Onlar oraya rehin olmak için gitmediler. Yurtlarına gittiklerini sanıyorlardı, üstelik biz de öyle sanıyorduk. “ diyor Sayın Hapae.

Eh bu konuda hakkımda daha önce epeyce güzel sıfatlar kullanılmış olduğuna göre kendimi “Rus yönetimine karşı tek bir laf edilmesine tahammül edemeyen arkadaşlarından” biri saymam ve yanıt hakkımı  kullanmam yadırganmaz sanrım. Ama doğrusu ben Sayın Hapae’nin bu tanımını yazılarımı dikkatle okumadığının göstergesi olarak algılamak istiyorum. Ancak o zaman bilmezlikten kaynaklanabileceği sonucuna varılıp ve affedilebilecek bu yaklaşım,  yazılarımız okunuyor ya da başka kaynaklardan anavatanda olup bitenler ahkam kesecek kadar biliniyorsa eğer, bizlere düpedüz iftira edildiğini hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim. Ve hemen en hafifi “çok sert olmadı mı?” olan eleştirileri de beklemeye koyulurum. Çünkü Türkiye’de arkadaşlarımız, yıllardan beri yanlış yapanı değil, yanlışa yanlış diyeni, yanlış buluyorlar nedense. Dolayısı ile iftira atanı değil hak edene müfteri diyebilen beni yanlış bulacaklardır. Ama, olsun.  “İnancın doğrultusunda yürüme”nin doğal sonucudur böyle üzüntüler yaşamak. Hem, üzmeden, üzülmeden kimler ulusal amacına ulaşabildi ki bizler bu mutluluğu tadabilelim. Ayrıca, birçok halkın başarabildiğini bile başaramıyorken hiçbir halkın başaramadığını başarabileceğimizi sanmak yanlışlarımızın en büyüğü değil midir?

Peki iftira mı ne?

Rus Yönetimine karşı tek bir laf edilmesine tahammül edemediğimiz yalanı. Defalarca yazdık,  söyleye, söyleye dilimizde tüy bitti. Bir kez daha özetleyelim:

Biz;

- Yaşadığı ülkede ulusal sorunu dert etmeyenler, ulusal sorunu çözme çabası içinde olmayanlar anavatan politikasını belirlemeye kalmasınlar. Hariçten gazel okumasınlar diyoruz.

- Artık yaşamadığı köyün düzenine karşamayacağını iyi bilenlerin ziyaret bile etmedikleri anavatan üzerine ahkam kesmeleri en hafif deyimle gülünçtür diyoruz.

- Dahası böyle olanların samimi olmadığını ileri sürüyoruz.

- Gelmediğiniz, gelmeyeceğiniz ülkenin, birlikte yaşamayacağınız, kaderini paylaşmayı göze almadığınız halkımızın anavatan parçasının kaderi ile oynamaya kalkmayın diyoruz.

- Gerçekten demokrat ve gerçekten federatif bir Rusya’dan yana olduğumuzu her platformda dile getirdik getiriyoruz. Ama bu özlemleri dışarıdan “elin eşşeğini türkü çığırarak arayan  el gibi” dillendirmenin gelecek kurgumuza yarar değil zarar getirdiği bilinsin istiyoruz.  

Yeni Çarlar atalarının izindeler ve sürgün artıklarının dünyasını dar etmekten vazgeçmiş değiller henüz.

Rusya Federasyonu’nda herşeyin istediğimiz gibi gittiğini kim söyleyebilir? Ayrıca zihniye değişimi hangi ülkede bir çırpıda olabilmiştir? Rastlantıya bakın ki Sayın Ali Bayramoğlu 17 Mart 2012 Cumartesi günlü Yeni Şafak’taki yazısında işte bu değişimin bugünden yarına olmadığını bakın ne güzel anlatmış:

http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=17.03.2012&y=AliBayramoglu

2000'lerin başından bu yana yeni bir dünya, yeni bir denge, yeni bir düzen içinde soluyoruz...

 Zira krizler toplumların değişmesini ifade ederler. Yeni teknolojik girdiler, yeni sorunlar, yeni talepler toplumları kendi iç dengelerini, yönetim yapılarını, geleneklerini ve kurallarını sürekli değiştirmeye iter. Bu değişim, doğal olarak çıkar kavgalarıyla, ideolojik itişmelerle iç içe girer. Bunların ürettiği çatışmalar, yani krizler, ancak sistem tarafından bir talep göstergesi olarak kabul edilir ve entegrasyon yoluyla çözülürse biter ve değişim daha sonra bir başkasına yerini bırakmak üzere yol alır.

 İkinci ilke daha basit:

 Tabiata, insana ve topluma ilişkin bir değişim bir kopuşu, bir yeniden başlangıcı ifade etmez. Değişim her zaman "sürekliliğe" tâbidir. Örneğin her toplumsal değişim toplumsal süreklilik içinde anlam kazanır. Her değişim unsuru veya noktası bir önceki dönemin unsurlarını içinde taşır, onlar tarafından kuşatılır.

 Bu kurumlar, gelenekler ve siyasi partiler için de böyledir, devlet anlayışları için de...

 Ama sürekliliğin mutlak egemen olduğu yer "zihniyet"e ilişkindir.

 Devletde, siyasi partiler ya da kişilerde fikirlerin ve tavırların değişmesi, reflekslerin, kültürel ve siyasi

 (..)

Toplum süreklilik içinde değişiyor, ama zihniyet direniyor...”

Peki zihniyet değişim karşısında direniyor olsa bile in direniyor sonucuna varsak bile değişimleri görmemek şu gelişmeler görmemekte direnmek ne ile açıklanabilir sizc?

Çerkesleri önce kırıp sonra da süren, sürgünlerin sınırlara yakın yerleştirilmesini engelleyen, Dönüş isteklerini kabul etmeyen, Çerkesleri Balkanlardan alıp sorunlu bölgelere yerleştiren Osmanlıya yardımcı olan... Çarlık yönetimi ile, Sürgün artıklarını soydaş sayan, dönüş kolaylığı sağlayan, Yugoslavya Çerkeslerini hükümet kararı ile anavatanlarına getirip yerleştiren, Mefahable yerleşkesini kuran, Bu yerleşkede dönüş yapanlara 1500 metre kare arsa veren, RF’nda hiç çalışmamaış olsa bie oturma izni olan herkese yaşlılık aylığı bağlayan, Gürcistan’a karşı  Abhazya ve Güney Osetya’yı savunan, ğlkelerin bağımsızlıklarını tanıyan, Çerkes soydaşlarının durumunu yerinde incelemek amacı ile Suriye’ye özel delege gönderen... RF’nu bir tutabilenler ya art niyetli ya da konunun çok cahilidirler demek haksızlık olur mu?

Bir kez daha altını çizelim ki saydığımız ve daha ekleyebileceğimiz olumlu gelişmeler de Fedrasyon yönetimi ile ya da kimi yetkilileri ile sorunlarımız olmadığı anlamına gelmez. Ancak bizler halkını seven vatanını seven her insanın yapması gerektiğini yapıyor, sıkıntılara katlanmak arada bir “rehine alınmak”, biraz üzülmek, terletilmek, sorgulanmak pahasına ülkemizin daha yaşanılası olması için elimizden geleni yapıyoruz. 

Sayın Hapae ve benzerleri de keyiflerince yaşıyor arada bir de bizleri için güya üzülüyorlar. Bu arada entel havalarda ve üst perdenen akıl vermekten yalan yanlış ahkam kesmekten de geri kalmıyorlar. Halkımızın bunları yutacağını sanıyorlarsa da yanılıyorlar...

Gerçekte Sayın Hape kimileyin de doğruları görmüyor değil. Örneğin yazının şu paragrafı:

“Statüko direnmeye devam edecek elbet, bilebildiği-yapabildiği her şeyi deneyerek. Ama artık Atatürk’ün izinde değil halk. ‘Burası devlete meydan okunacak yer değil’ sloganını Ecevit, Merve Kavakçı’ya karşı bugün olsa atamazdı mecliste. Halk; Meclisin tam da devlete meydan okunan yer olduğunu yeni öğrendi. Umarım bir daha unutmaz.”

Yanlış Türkiye için yapılan bu umut dolu değerlendirmenin, Rusya Federasyonu söz konusu olduğunda yürekleri karartmak ister şekilde değişmesidir, RF’ndaki değişimleri görmemekte ısrar edilmesidir. Bunun da adı en hafif deyimle çifte standarttır.

Ayrıca Sayın Cengiz Çandar’ın CC’de de yayınlanan şu twiti,  Türkiye konusunda Sayın Hape’den farklı düşünenlerin olduğunun da bir kanıtı değil midir:

“Alevi yakarsanız zamanaşımından; Ermeni öldürürseniz delil yetersizliğinden; Kürt öldürürseniz kahramanlıktan cezasız kurtulursunuz bu ülkede.”  

Sayın Hapae, Orada bırakmış olduğumuz rehineler elimizi kolumuzu bağlayacak yine, Çerkesya konusunda derin bir sessizliğe gömüleceğiz. Bana sorarsanız Suriyeli Çerkesler Çerkesya’ya falan dönmesin. Yeni bir esarete niye? Türkiye’ye gelsinler geçici de olsa. Suriye bile daha ümit vadediyor özgürlükler açısından. Kosova çatışmaları sırasında Adıgey’e getirilen Çerkeslerden kaçı kaldı merak ediyorum. Ya da kaçı döndü? Durum sıkıntılı, bildiğiniz gibi değil.”  Diye sürdürüyor yazısını.

Biz de iredelemeyi sürdürelim ve sondan başlayalım.

Ben, Sevgili Erhan’ın “Kosova çatışmaları sırasında Adıgey’e getirilen Çerkeslerden kaçının kaldığını merak ettiği” gibi bir yalanı söylemek kaldığını gerçekten merak ediyorum. Öyle ya, gerçekten merak ediyorsa eğer, Kosova’dan getirilen Adığelerin akibetini sorabileceği, Erhan’ın sesini duyduğu için sevinecek, Maykop’ta en az  yirmi dönüşçü olduğunu biliyorum ben. Neden bu arkadaşlarına sormaz, daha güzeli hazır vize de istenmediğine, uçak bilet ücretini de zorlanmadan karşılayabileceğine  göre neden Mefehable’ye bir hafta sonu ziyaretinde bulunmaz, yerinde inceleme yapmaz... Evet bunun nedenini gerçekten anlayamıyorum.

Ya da durumun bildiğiniz gibi olmadığını, sıkıntılı olduğunu biliyorsa neden bilmiyormuş ve merak ediyormuş gibi soru sorar? Yoksa Sevgili Erhan durumun, ne denli sıkıtılı olduğuna dikkat çekmek için Tecehül-i arif mi yapıyor? Öyle bile olsa küçük bir fark görüyorum ben. Ya gerçekten bilmiyor bilir gibi yapıyor ya da bildiği durum sıkıntılı olmadığını bildiği durumu sıkıntılı gösterebilmek için, bilmez gibi yapıyor, çok kolay ulaşabileceği bilgiye ulaşmıyor.

Peki Sayın Hapae’nin Çerkesya konusunda derin bir sessizliğe gömülmesine, elinin kolunun bağlanmasına neden olmanın vicdan azabına nasıl dayanalım? Sevgili Erhan “Rehine” olmanın sıkıntısı yetmiyormuş gibi neden bir de bu vicdan azabının sıkıntısını yükledin omuzlarımıza, yazık değil mi bize? Ama hoş gör lütfen. Senin birşeyleri merak ettiğin gibi  ben de sessizliğe gömülü değilken, elin kolun bağlı değilken Çerkesya konusunda neler yaptığını merak ediyorum. İkinci, üçüncü ve sonraki “Yüzleşme”lerde kamuyu bu konuda aydınlatmaya ne dersin?

Bakındı Suriyeli Çerkeslerin yediği halta. Size sormayı akıl edemediler? Halbuki sorsalardı siz, yönetimin düşmesi ile zor duruma düşecekleri korkularını giderebilirdiniz? Ama sayıları bini bulmayan Çeçen sığınmacıların durumu ortada iken korkarım Türkiye’de daha iyi olacaklarına onları ikna edemeyecektiniz? Yeri gelmişken şu sığınmacı Çeçen kardeşlerimizin “mutlu” durumu ile Mefehable sakinlerinin sıkıntılı durumunu bir karşılaştırsak mı? Mefehable’ye ilişkin bilgileri ben hazırlayayaım, Çeçen sığınmacıların durumunu da siz. İsterseniz tam tersi de olabilir, ne dersiniz?

Sevgili Erhan, kimin esir kimin daha özgür olduğu biraz karışık gibi. Sanırım siz, Çerkes Halkları İntegrasyonu adını verebileceğimiz insiyetifin sitesi “Özgür Çerkes”te yazıyor olama özgürlüğünü yeterli görüyor olmalısınız,  ki “ah vatanım, ah vatanım” diyen altın kafese konmuş bülbülün sesini hiç duymuyorsunuz?  Çeşitli ülkelre dağıtılmış halkımızın her bir kesiminin, bulunduğu ülke yönetimi le ilişkilerini kendilerine bırakmanın en sağlıklı yaklaşım olduğunu öğremeye yetecek kadar süre geçmedi mi? Ne dersiniz?..

Gelecek yazı “Ah bir yüzleşsek-3” olacak kısmetse...