ARABANIN TEKERLEĞİ KIRILMADAN -2

22.01.2012

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Bu yazımızda DÇB’nin kurucu üyesi KAFFED’in DÇB ilkelerini hiç benimsediği ve DÇB’yi de hiç önemsemediğinin kanıtlarına bakalım.

Önce bir hatırlatma. DÇB ilkelerinin taslağı 2000 yılında yazıldı. İlk DÇB Başkanlar Kurulu tolantısına sunuldu ve bir örneği, diğer dernek başkanları gibi Sayın Muhittin Ünal’a da verildi. Bir yıl sonraki başkanlar toplantısında yeniden gündeme getirildiğinde,  kimi dernek başkanlarının yeni seçilmiş oldukları için olaydan bihaber olduklarına tanık olmuş ancak bizim örgütlerimizde  çoğunluıkla her seçim sonrası kimilerimiz yeni uyanır, kimilerimiz de yeniden uyanmak zorunda kaldığı için bunu çok “doğal” karşıladık.  Ancak, başkanlığı süren Sayın Ünal’ın da diğerleri gibi konuya ilişkin hiçbir hazırlığının olmamasına ise şaşmazlık edemedik.

Ddiaspora derneklerinin pek katkısı olmamasına karşın DÇB genel yaklaşımını, ilkelerini düzenleme, sürgünün ilk gününden beri var olagelen öncelikleri kağıda dökme çalışmaları, sürdürüldü. Üzerinde biraz daha çalışılıp değişiklikler de yapılan taslak, Nalçik’te gerçekleştirilen 2003 yılı DÇB Genel Kurulunda oy birliği ile kabul edildi. Adığece, Rusça ve İngilizce olarak yazılan metin genel kurula katılan her delegeye diğer genel kurul belgeleri ile birlikte sunuldu. Buna karşın tarihçesini 1993’te Kaf-Der’in kuruluşu ile başlatan ve 2003 yılında kurulan Kaf-Fed, ilkelerini oluşturma aşamasında bu metini yani DÇB ilkelerini hiç göz önüne almadı, DÇB önceliklerini de pek benimsemedi. Çemberini kıramamış Türkiyeli Çerkes zihniyeti de bu ilkeleri belirleyenlerin, benimseyenlerin, haberdar olup itirazda bulunmayanların samimiyetinden kuşku duyanlara kanıt olacak şekilde “Kaf-Fed ilkeleri”ne ve “faaliyet raporu”ndaki kimi metinlere yansıdı.

Doğrusu bu yazı dizisine başlarken ben, örnekler vererek, karşılaştırmalar yaparak uzun, uzun eleştirmeyi düşünmüştüm. Ancak bu araştırma konusunu başka bir çalışmaya bırakıp saçmalıkların özetini vermeye çalışalım. Çünkü olaylar çok hızlı gelişecek, kırılmak istemediğimiz tekerlek parçalanmaya çalışılacak gibi.

Bizce DÇB zihniyeti ile Kaf-Fed zihniyeti arasındaki en büyük fark ben merkezcilik alanındadır. DÇB̎nin, ulusal çalışmaları en azından sürgünün ilk günlerinden itibaren başlatmasına, Çerkes Teavün Cemiyeti kuşağını çok önemsemesine, 125. yıl etkinliklerini ulusal çalışmaların yeniden ivme kazanmasının, tüm dünyayı etkilemesinin, DÇB ve Kaf-Fed kuruluşlarının başlangıcı saymasına karşın Kaf-Fed’ciler kendilerini milat kabul etmektedirler.

Ancak metni kaleme alanlar sorunu içselleştirmedikleri için olsa gerek, klavye tuşları sürçmüş, her platformda “Çerkes”in tüm Kuzey Kafkasya Halklarını kapsadığını savunmalarına karşın, ilkelerde bu görüşle çelişen söylemler yer almıştır. En önemlisi de sorunu sahiplenmediklerinin, olaya “dışardan biri” gibi baktıklarının kanıtı olabilecek bir üslup benimsemişlerdir. Örneğin “Misyon”  başlığının ilk cümlesi, “Tarihin en eski dönemlerinden beri yaşadıkları anayurtları Kafkasya’da eşsiz bir dil ve kültür geliştiren...” diye başlatılmıştır. Şimdi bu tümceden, Tüm Kafkasya’da tek bir dil ve tek bir kültür oluştuğunu anlarsak bu tek dil acaba hangisi sorusu akla gelmez mi? Eğer tek bir Çerkes dili ve kültürü gelişmişse, bu yaklaşım, Sayın Afitap Altan’ın son Kaf-Fed Genel Kurulu’ndaki  “Ben Çerkes değilim” itirazı ile çelişmez mi?

DÇB. Çarlık Rusyası’nın kolonyalist politikasını sürgünümüzün birinci sorumlusu sayar ancak Osmanlı İmparatorluğu ve dönemin diğer büyük devletlerinin payı olduğunu da vurgularken Kaf-Fed’in Çarlık Rusyası’nın kolonyalalist politikasını sorumlu tutmakla yetinmesi sadece bilgisizlikle açıklanabilir mi?

DÇB’nin varlık nedeni saydığı anavatana dönüşün Kaf-Fed’in “misyon” paragrafında yer bulamaması hoş karşılanabilir mi?

“KAFFED, hükümet dışı, gönüllü üyelik temelinde etkinlik gösteren bir sivil toplum kuruluşudur” tümcesi, Kaf-Fed’in kişilerin doğrudan üye olabilecekleri bir STK olduğunu düşündürmez mi? Böyle olmadığına göre özensiz bir bir cümle denemez mi?

Dönüşten hiç söz edilmeyen “misyon” başlığını taşıyan bölümün, “KAFFED, bu misyonu (yani dönüşten hiç söz edilmeyen misyonu n.h.) gerçekleştirebilmek için Çerkeslerin ve tüm insanlığın yüzyıllar boyu geliştirdiği ve yücelttiği aşağıda özetlenen temel ilkleri kendisine rehber olarak benimsemiştir” son cümlesini okuyup daha sonra “ÖZEL İLKELER – SÜRGÜN VE DÖNÜŞ” başlığı ile karşılaşanlar            “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diye düşünmezler mi?

“KAFFED, diasporada yaşayan Çerkeslerin anayurtlarına dönüş hakkının kabul edilmesi ve dönüş önündeki yasal ve pratik sorunların aşılabilmesine yönelik somut girişimleri destekler” yaklaşımı, Kaf-Fed’in soruna “dışarıdan biri” gibi baktığının kanıtı değil mi?

Peki, “KAFFED, Çerkes dilleri ve kültürlerinin Anayurt kafkasya’da oluşup geliştiğini kabul eder.” cümlesi, “...anayurtları Kafkasya’da eşsiz bir dil ve kültür geliştiren...” cümlesi ile çeliştiğinden öte ve daha vahim olarak, bu metni kaleme alanların, okuyup benimseyenlerin, bilinçli olarak onaylayanların ne denli egosantrik yani ben merkezci, yani kendini beğenmiş olduklarının göstergesi değil mi? “Kabul etmezse ne yazar” diye düşündürmez mi?

Dönüş konusunda “...pratik sorunların aşılabilmesine yönelik somut girişimleri...” desteklemekle yetinen “ilke” sahibi Kaf-Fed’in, Türkiye’de “...laik, demokratik, özgürlükçü cumhuriyeti, farklı kültürlerin yaşamaları için hak ve olanakların arttırılmasını ve etkin kullanılmasını” savunmalarının nedeni,  “Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramamış olmalarıdır” denemez mi?

“Faaliyet Raporu 2009-2011” adlı kitapçığa, IV. Genel Kurul’da da Başkan seçilen Sayın Cihan Candemir’in, adı geçen genel kuruldaki konuşması da alındı. Önemsendi, iyi de oldu. Böylece çoğunlukla günün havasına göre konuşulduğu, olayımıza da dışardan izleyenler kadar bile yakın olunmadığı bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu. Nasıl mı?..

5-8 Mayıs 2006  İstanbul’daki DÇB Genel Kurulu’nda, ·”Anavatan’a nüfus götürme ana misyonumuz olacaktı ama olamadı. Geri dönüş ve vatandaşlık yasalarının olumsuz hale getirilmesi engellenemedi” diyerek DÇB merkezini eleştiren, çalışmalar kendi düşündükleri gibi olmaz ise DÇB’den ayrılacakları tehdidini savuran, 23 Mart 2008 Pazar günü İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde gerçekleştirilen “21. Yüzyılda Yüzü Kafkasya’ya Dönük Olmak” sempozyumunda, “Ama globalleşen dünyada Kafkasya’yı seven ve döneceklere maddi manevi destek verenler, çocuklarını orada okutanlar, yılda bir kez Kafkasya’yı ziyaret edip köklerini yitirmeyenler , imkanı var ise oralarda mülk edinenler, çocuklarını Kafkasya’ya tatile gönderenler, Kafkasya sevgisini aşılayanlar, dilini unutmamak, unutturmamak için çaba sarfedenler, hepsi “dönüşçü” dür bana göre. Çünkü bu sevgi bu ilgi yaşadıkça Çerkeslik var olacaktır, dönüş umudu da var olacaktır.” cümleleri ile anavatana dönüşü önemseyen dönemin Kaf-Fed Başkanı Sayın Cihan Candemir, Kaf-Fed’in IV. Genel Kurul konuşmasında Dönüşü önemser bir tablo çizememiştir.

Daha acıklısı da Abhazya konusunu bu kadar önemser görünmelerine karşın Sayın Candemir, 6 Aralık 2009’daki genel kurul konuşmasında, Abhazya’nın henüz hiçbir devlet tarafından tanınmadığı anlamına gelebilecek “Evet Abhazya bugün de-facto bağımsızdır” cümlesine yer vermiştir. Oysa Vikipedi-Özgür Ansiklopedi’ye göre;  “5 Ağustos 2008 tarihinde Rus parlamentosunun alt kanadı Duma ve üst kanadı Federasyon Konseyi'ndeki siyasetçilerinin hepsinin tanınması yönündeki oyları ile tasarı, Rusya Federasyonu devlet başkanı Dmitri Medvedev'e sunuldu. 26 Ağustos 2008 tarihinde Rusya Federasyonu devlet başkanı Dmitri Medvedev, ‘Bu konuda artık bizim de bir karar almamız gerekiyor. İlgili bütün uluslararası hukuku göz önünde bulundurarak bu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını tanıyoruz’ diyerek tasarıyı onayladı ve Güney Osetya ve Abhazya Cumhuriyeti'ni tanıdıklarını” ilan etmiştir. Yani Abhazya’nın bağımsızlığı kısmen de olsa  “de-facto”nun ötesine taşınabilmiştir. Çünkü  de-facto “Bir şeyin (..) varlığının meşruiyetiyle ilgili sorular ortaya çıkmadan veya bu tür sorulara olumsuz cevap verilmiş olduğu halde varolması” anlamına gelir. Yani biraz da hiçbir ülke tarafından tanınmadığı anlamını içerir.

Sayın Candemir ile aynı görüşü paylaştığımız da oluyor kuşkusuz. Örneğin V. Genel Kurulu açış konuşmasındaki şu cümle: “Bu kısa sürede yapabildiklerimizi tarihe not bırakmak adına bu kitapçıkta topladık.” Ben kendi adıma çok müteşekkirim. Bizlerin bildiği ve anlatmakta zorlandığımız birçok şey kendileri tarafından belgelenmiş oldu böylece.

Bir de ezelden beri yapılan çarpıtma, konuşmada da vurgulanmış. Eleştirilerimiz nedense hiçbir zaman yanlıştan dönülsün, doğrusu yapılsın uyarısı olarak alıgılanmıyor. Hep kuruma, halkımız çıkarlarına ters davranış olarak algılanıyor. Büyük olasılıkla bu yazdıklarımız da öyle algılanıp öyle anlatılacak. Ancak ben de bu kadar işin içinde yazılanları satırların altını çizerek okuyor, genç arkadaşlar neleri yapar ya da yapmazlarsa ne gibi eleştiriler alacaklarını bilsinler diye yazıyor ve en önemlisi de “tarihe not bırakmak adına” yayımlıyorum.

Örneğin Sayın Candemir’in 2008 yılıda “21. Yüzyılda Yüzü Kafkasya’ya Dönük Olmak”  sempozyumunda yaptığı “dönüşçü” tanımına bakalım: “Ama globalleşen dünyada Kafkasya’yı seven ve döneceklere maddi manevi destek verenler, ( dişe dokunur bir destek olmadığını herbiriniz kendi özünüzden biliyorsunuz üzerinde durmaya değmez) çocuklarını orada okutanlar, yılda bir kez Kafkasya’yı ziyaret edip köklerini yitirmeyenler, (çocuklarını okutan ve yılda bir kez olsun ziyaret edenlerin sayısı da 5-6 milyona göre değil bir miyona göre bile çok az değil mi) imkanı var ise oralarda mülk edinenler, (demek ki Sayın Candemir ve Kaf-Fed çevresinden hiçkimsenin mülk edinecek imkanı yokmuş- burada “yersen” diyen fındık reklamını anımsayabilirsiniz.) çocuklarını Kafkasya’ya tatile gönderenler, Kafkasya sevgisini aşılayanlar, dilini unutmamak, unutturmamak için çaba sarfedenler, hepsi “dönüşçü” dür bana göre. (Evet bana göre de dönüşçüdür. Peki olanakları olmasına karşın yapılması gerekenleri yapmayanlar... nedir sizce

İşte yine kendilerini kurumla özdeşleştiren bir cümle“KAFFED” üzerinden Çerkes toplumunu bir kez daha parçalamak, zayıflatmak çabaları daha görünür hale gelmiştir.”  Demek ki “herbirimiz kendisi olarak bir arada olalım, denizin bu kıyısına geçildiğinde zaten herbirimiz kendi evimize gideceğiz” demek aykırıkçılık, diasporada kalarak, kalmaya özendirerek, etkinlikleri Türkiyelilik paradigmasına göre planlayıp gerçekleştirerek anavatandan ve halkından ayrı kalmayı savunmak ta “birlikçi”liklmiş. (anımsayın fındık reklamı)

Yeri gelmişken birlik çığırtkanlarının eylemde ne kadar ayrılkçı olduklarını da görelim.  

Kitapçığın 68-94  sayfaları “Anavatanla İlişkiler”in anlatıldığı bir bölüm. Bu bölümün 68-89 sayfaları bütünü ile Abhazya’ya ayrılmış. Yirmi renkli fotoğraf ile gerçekten önemli konulara değinilmiş.  90-94. Sayfaları da bir tek renkli fotoğraf ile Adığey ve Kheberdēy haberlerine ayrılmış. Bu sayfalarda felaketzedelere yardımın gerekliliği, Çocukların Nalçik’e yaz kampına gidişleri ve Kheberdēy-Balkar Gençlik Bakanlığı’nın Türkiye’de ağırlanan gençler için KAFFED’E teşekkür yazısı ve verilen yanıt önemsenmiş.  Ama sözü edilen bu faaliyet dönemi içinde Kheberdēy-Balkar, cumhuriyet oluşunun 80. Yılını, Adığēy ve Karaçay-Çerkes 20. yıllarını yine üyesi bulunduğu ve güya ilkelerini benimsediği DÇB de 20. yılını kutlamışlardır. Ancak bunlara üst düzeyde katılım olmasına birçok fotoğraf da çekilmiş, istense bulunabilecek olmasına karşın  anvatan ile ilişkiler bölümünde mutlaka yer alması gereken bu olaylardan hiç söz edilmemiştir. Yani kitapçığı hazırlayanlar, benimseyenler ve yanlışı dile getirmeyenlerce “bizimki bizim, sizinki de bizim yaklaşımı sergilenmiş” ayrılıkçılık konusunda yangına körükle gidilmiştir.

Özetle bu somut verilerin ışığında denebilir ki KAFFED kalkanı arkasına saklanarak halklarımız birbirinden soğutulmaya, zayıflatılmaya,  parçalanmaya, çalışılmaktadır.

İlgi duyanlar Arabanın Tekerleği Kırılmadan-3’ü bekleyiniz lütfen...