ARABANIN TEKERLEĞİ KIRILMADAN -1

22.01.2012

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Kaf-Fed’in beşinci genel kuruluna katılamamış ancak katılabileseydim dile getirmeye çalışacağım konuları “Yarım Kalmış Çok Sayıdaki İşlerimden Biri” başlığı ile CC de yayımlamıştım: Yarım Kalmış Çok Sayıdaki İşlerimden Biri..

Yılbaşında İstanbul Bahçelievler derneğimizde arkadaşlarla sohbet etme, Ankara’da yeni Kaf-Fed başkanımızı kutlama ve bir görüşme olanağı bulabildim. Başkanımız Sayın Kadıoğlu’nun görüşebilmemiz için Ankara dışı programını iptal etmesini bir incelik, dahası bir Adığağhe olarak değerlendirdim. Yine aynı gün Ankara Çerkes Derneği Başkanı Sayın Yinal Kozok ve Yönetim Kurulu üyeleri ile de görüş alışverişinde bulundum. Tüm görüşmelerin azından kendim için çok yararlı olduğunu söyleyebilirim.

Bu arada Kaf-Fed’in “Faaliyet Raporu 2009-2011” adlı kitapçığı da görüp yanıma alma olanağı buldum. İnceledikçe de küçük dilimi yutacak gibi oldum. Son yönetim faaliyetleri özellikle kitapçıkta sunulan şekli ile yalanın, çarpıtmanın, özensizliğin, kendini çok önemsemekten kaynaklı olsa gerek hiçbir eleştiriyi önemli bulmamanın, çığırtkanlıkta “birliğin”, etkinlikte “ayrılıkçılığın”, göz boyama çabasının abidesi bu kitapçığı görmezden gelmenin kendimi yadsımak olacağını düşündüm. “Eleştirilere nereden başlamalı neleri eleştirmeli” diye düşünürken de Nasrettin Hoca’nın, Sevgili Dostum Sadi Duman’ın anlattığı, çok sevdiğim ve 02.02.2008’de bu köşede yayımladığım ünlü fıkrasını anımsadım:
“Günlerden bir gün Hoca bir konuya yoğunlaşmak istediği her halinden belli, dalgın pencereden ufuklara bakmaktadır. Karısı ise konuşmak sohbet etmek istemektedir, hocaya:
-Hoca sana Yusuf’un minareden düşüp ölen keçisinin hikayesini anlatayım mı?.. demiş. Hoca dikkati dağıtıldığı için hoş olmayan bir ses tonu ile ve gözünü diktiği noktadan ayırmadan:
-Bos ver hanım, anlatmasan da olur..." demiş. Ama karısı,
-Hoca Allah aşkına bir anlatayım, yanlış anlatırsam düzeltirsin, diye üstelemiş. Hoca tekrar
-Vazgec hanım... demiş.
Karısı:
- Bir kerecik anlatayım, sen düzeltirsin yanlışım olursa.." diye bir kez daha üsteleyince Hoca dayanamamış ve:
-Hanım, o keçi değil koyun idi; minareden düşmedi gökten indi; kurban olarak kesen de Yusuf değil İbrahim idi. Ben bunun neresini düzelteyim.” demiş.

Peki nasıl oluyor da bu kadar yanlış bir araya gelebiliyordu? Gerçi Kaf-Fed bunu ilk kez yapmıyordu. Anımsayacaksınız güya Çerkesleri tanıtmak için hem de AB fonu ile yayımlanmış “Biz Çerkesler” kitapçığındaki yanlışlar için de neredeyse kitap oylumunda eleştiri yazmak zorunda kalmıştım. ''Biz Çerkesler''e Eleştirel Bir Bakış  Soru yine kurcalıyor kafamı. Bu kadar yanlışı nasıl bir araya getirebilmişlerdi? Bu kadar eksikliğin nasıl farkında olunmazdı? İlk kez düşünmediğim bu sorular kafamda dönüp dururken acaba temel neden, daha öncekiler gibi “..mış gibi yapmak” olamaz mı dedim kendi kendime. Ancak bu kez olay çok vahimdi. Sadece “..mış gibi yapmak” ile açıklanamazdı.

İşte böyle bunalmış bir durumda iken Prof. Dr. Dostum yetişti yine imdadıma. Sayın Ferhun Balkancı bir seri video linki göndermişti. Videolar sarsıcı mı sarsıcı idi, nefis mi nefisti... her türlü övgünün üzerindeydi... Gördüklerimiz daha doğrusu bize gösterilen güzelliklerin görünmeyen bölümünde yatan trajedi o denli güzel betimlenmişti ki...
Videoların ana sayfasına gittim: http://riyatabirleri.com/

“RİYA TABİRLERİ
ULUSLARARASI UYANDIRMA SERVİSİ

Riya Tabirleri sitesi, yeryüzünde adalet diye bir derdi olanlar için kuruldu. Olmayanın başına da bu derdi sarmak için. İnsanlığın dörtte birinin gözden çıkarıldığı, öbür dörtte birinin ağır, pis ya da sıkıcı işleri yaptırmak üzere kenarda bulundurulduğu, yüzde beşin, aklına esen her şeyi alsa, yese içse tüketemeyeceği servetini daha da çoğaltmak için türlü dalavera çevirdiği, çoğunluğun, başkaldırmak yerine zalimin zorbanın artığından pay almaya çabaladığı, feci bir dünyada yaşıyoruz. Bazımız farkında bile değil; onun gezip dolaştığı yerlerden "ötekiler" görünmüyor. Çoğumuz farkındayız; "ben"liğimize öylesine sarılmışız ki, başkalarına sarılmaya elimiz kolumuz halimiz kalmamış. Bugünün hayatı, riya üzerine kurulu. Tabirlerini burada bulacaksınız.

Evet artık kuşkum yok. Tüm bunların temeli “riya” idi. Çok daha önceden yaptığım ve yazdığım bu tespiti yeniden kabullenmek durumunda kalmak üzücü idi ama gerçeklerin de ne kadar acı da olsa söylenmesi gerekiyordu. Bir de “riya” yı daha önce de kullandığım için deyimi çok sevdim ben. Ayrıca benim sevdiğim içselleştirdiğim güzelliklere özenme huyum da vardır. Şimdi de öyle yapıyor yazılarıma “riya tabirleri” çalıntı başlığının da verilebileceğini düşünüyorum. Kendime de paye çıkarıyorum bu arada elbette... Bizim de bir servisimiz var gerçekte: “ulusal uyandırma servisi”. Ben de bu servisin sayıları çok olmayan elemenlarından biri olarak görüyorum kendimi. O halde sorumluluğumu yerine getirmeliyim değil mi?
Ancak konuya girmezden önce bir iki anımsatmada bulunmayı gerekli görüyorum.

Bildiğiniz gibi bu eleştirim KAFFED yöneticilerini ilk eleştirim olamayacak. Daha öncede birçok konuda sayfalar dolduran neredeyse bir kitap oylumunda kısmet olurasa da kitaplaşacak eleştirilerim oldu. Ancak, ellerindeki Bursa kenti haritası ile İzmir’de yer, yön arayıp bulamadıklarında, İzmir kentinin Bursa haritasına göre yerleştirilmemiş olmasına kızan, Sayın Doğan Cüceloğlu’nun kendi paradigmasının mahkumu kahramanları gibi hep kendilerini doğru buldular. “Biz Çerkesler” kitapçığına yaptığımız bütün eleştirileri de diğerleri gibi yanıtsız bıraktılar ancak kitabı da dağıtmaktan geri durmadılar. Hemen haklı her eleştirimizde yanlışı yapan kendilerine değil yanlışı eleştiren bana kızdılar. Kendilerine yapılmış her eleştiriyi de “kurumu yıpratma” amacı ile yapıldığına kendilerini inandırdılar. Tüm eleştirileri aynı kefeye koydular. Muhtemelen bu eleştirilerimizi de “Hayır yaklaşımınız doğru değil. Eleştirdiğiniz olayın gerçeği budur. Sözcük, cümle sizin algıladığınız anlamda kullanılmamıştır.” diye yanıtlamayacak, kurumu yıpratma amaçlı olarak değerlendireceklerdir.
Oysa kimi riskleri de göze alarak yanlış buldukları yöneticileri eleştirenler, daha çok ülkesini sevenler, kendilerini ülkenin sahibi, halkın geleceğinden sorumlu sayan kişilerdir. Hiç kuşkunuz olmasın biz de kurumumuzu, sevdiğimiz, benimsediğimiz, güçlü olsun istediğimiz, önemli bulmakla kalmayıp öneminin bilincinde olduğumuz, halkımızın sorumluluğunu iliklerimize kadar duyumsadığımız için eleştiriyoruz yanlış yapan yöneticilerini. Anlamazdan geldikleri ölçüde de eleştirinin dozunu arttırmak riyalarının yorumunu yapmak zorunda kalıyoruz.

Ayrıca biliyorum ki bizlere hak verenlerden de “Ama genel kurul daha dün yapıldı ve yönetim de değişti. Eleştiriler için beklemek daha uygun olmaz mıydı?”diyecekler olacaktır. Ben ise eleştirinin daha doğrusu, geçmişi değerlendirmenin, irdelemenin tam zamanı olduğunu düşünüyorum. Bu değerlendirmeler yeni yönetime bağladığımız umudun kanıtı olarak algılansın diliyorum. Adı geçen raporu, yeni çalışma döneminin sonunda arkadaşların hazırlayacakları faaliyet raporunu eleştirmek zorunda kalmamak umudu ile irdelendiğim bilinsin diliyorum. Kurumumuz daha iyi, daha güçlü olsun dileğinde olduğum için de görüşlerimi “arabanın tekerleği kırılmadan” dile getiriyorum.

Önce DÇB ve Kaf-Fed ilişkilerinin nasıl sunulduğuna bir bakalım.
Kitapçığın 13. Sayfasında Kaf-Fed’in DÇB üyesi olduğu, şu cümle ile belirtilmiş:
“KAFFED Dünya Çerkes Birliği (DÇB) örgütünün kurucu üyesidir ve DÇB ilkelerini benimser.”

Ancak katabın daha önceki sayfalarında, Kaf-Fed’in DÇB üyesi olduğunu yadsıyan, kitapçığı hazırlayanların, ne denli kendi egolarının tutsağı olduğunun kanıtı yaklaşımlar da okuyoruz

“Kafkas Dernekleri Federasyonu Hakkında...

Türkiye’de Kafkas Kültür Derneklerinin bir çatı altında toplanarak federasyonlaşması için yapılan çalışmaların tarihi bir hayli eskidir. 1960 anayasasının getirmiş olduğu örgütlenme özgürlüğü derneklerin federasyonlaşmasına izin veriyordu. Bu imkandan faydalanmak üzere mevcut derneklerin yapmış oldukları bir dizi çalışmaların ilk etabı, çeşitli sebeplerle hedefe ulaşmadan bitmiştir.”

Demek ki 1961’de kurulan ve Türkiye’de derneklerimizin tek çatı altında toplanması girişimlerinin öncüsü Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği daha kurulmadan federasyonlaşma çalışmalarını başlatmış.

Ayrıca on iki Eylül öncesi birlik oluşturma amaçlı bir dizi toplantının 5 Kasım 1977’de Ankara’da gerçekleştirilen sonuncusunda, birlik kurma çalışmalarının sonunu getiren Tsey Mahmut Özden’in katledilmesi olayı da gördüğünüz gibi “çeşitli sebepler” parantezine alınmış. Milat kendileridir çünkü.

“12 Eylül 1980 darbesiyle kurulan ara rejim yönetimince hazırlattırılan yeni anayasa ile kamu yararına olmayan derneklerin federasyonlaşabilmesi imkanı ortadan kaldırıldığı için, zorulu olarak 1993 yılında merkez-şube ilişkisi içerisinde merkezi bir örgüt olma yoluna gidilerek, KAF-DER kurulmuştur. Son dönemlerde görev alan hükümetlerimizin AB’ye giriş amacı ile hızlandırdıkları demokratikleşme çalışmaları çerçevesinde 22.11.2001 tarih ve 4721 no.lu Türk Medeni Kanunu değişikliğinin 8 Aralık 2001 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle dernekler yeniden federasyonlaşma hakkına kavuşmuşlardır.

(...)

KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU, kurucu 34 derneğin katılımıyla 23 Aralık 2003 tarihinde Ankara’da ilk olağan genel kurulunu yaptı. ...”

Demek ki 23 Aralık 2003 tarihinde kurulan Kaf-Fed’in Kaf-Der’in devamı olduğu için 1993 yılında kurulmuş olduğu söylenebilir. Peki bu durumda Kaf-Fed, 19-20 Mayıs 1991’de Nalçik’te kurulan DÇB’ye nasıl kurucu üye olabilmiştir? Dahası kitapçıktaki veriler doğru kabul edilir, milatı kendilerinden başlatanların silmek istedikleri geçmiş bilinmezse eğer, Kaf-Fed yöneticilerinin DÇB üyeliği konusunda yalan söyledikleri kanaati bile oluşmaz mı? Oluşur çÇünkü, DÇB üyeliği, örgütün isteği ve Genel Kurul kararı ile gerçekleşmektedir. Oysa 1993 de kurulan Kaf-Der’in de 2003’de kurulan Kaf-Fed’in de böyle bir başvurusu olmamış, böyle bir dilek genel kurulların hiçbirinde gündeme gelmemiş ve üyeliğe ilişkin böyle bir karar alınmamıştır. Kimbilir belki de istenip de gerçekleştirilemeyen Kaf-Fed’i DÇB’den koparıp, Dünya Abhaz- Abaza Birliği’nin üye etmektir.
Anımsayacaksınız Sayın Candemir, 2006’da İstanbul’da gerçekleştirilen DÇB Genel Kurulu’nda bu tehditi de savurmuştu. Hani gündeme gelirse şaşırmamanız için anımsatıyorum:
Kaf-Fed Profesyonel Bir Kadro ile Amatör Bir Toplantı Yapmıştır
«Bu arzu ve düşüncelerimizi üst örgütümüz DÇB içinde yeni dönemlerde hep birlikte gerçekleştirebileceğimizi umuyoruz. Aksi halde Çerkes toplumunun sorunlarına çözüm üretemeyen bir DÇB'nin mevcut haliyle yaşaması sadece sembolik olacaktır. KAF-FED'de dahil olmak üzere tüm kurumlarımız kendi yollarını seçmek zorunda kalacaklardır. (Altını biz çizdik.)»

Dçb Genel Kurulu'nda Kaf-Fed Başkanı Cihan Candemir’in Konuşma Metni

(Ancak dikkat! Konuşma metni federasyon sitesinde, altını çizdiğimiz cümle çıkarılarak yayına verilmiştir.)

“Şom ağızlı” demek için de acele etmeyin, yazı serisinin sonunu bekleyin derim. Çünkü göreceksiniz bu kitapçık “bizimki bizim, sizinki ikimizin” yaklaşımının evrilip en azından kitapçığı yazıp benimseyenler için “Bizimki bizim, sizinki de bizim” aşamasına gelinmiş olduğunu düşündürtecektir size de...

Peki Kaf-Fed DÇB kurucu üyesi değil mi gerçekte. Elbette kurucu üyesi dahası kuruluş çalışmalarının öncüsüdür de. Çünkü, kararı 1987’de alınıp 1989’da gerçekleştirilen “Sürgünün 125. Yılı Kültür Haftası” etkinliklerini düzenleyen, tüm birlik girişimlerinin öncüsü Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği yani Dönüşçülerdir. Yoğun bir program ile bir hafta süren bu etkinlikler, sürgünden bu yana Çerkes bulunan tüm ülkelerin delegelerini bir araya getiren ilk toplantıdır. Mayıs 1991’de Nalçik’te Dünya Çerkes örgütü kurma kararı, 4-6 Mayıs tarihlerinde Hollanda’daki derneğimiz ev sahipliğinde gerçekleştirilen dernekler arası toplantıda alınmıştır. Bu toplantıya Dönüş kadrosu Süleyman Yançatoral’ı ortak hazırlanan sunumla göndermiş, aynı kadrodan Dr. Batıray Yediç ile ortak hareket edilmiş, alınan kararda da dönüşçülerin sunumuna atıfta bulunulmuştur.
Dünya örgütüne Türkiye’den bir dernek olarak değil de Türkiye adına katılmış olabilmek için birlik çalışmaları aciliyet kazanmış ve doksanlı yılların ilk dernekler arası toplantısı 26 Mayıs 1990’da Ankara’da yapılmıştır. İkinci toplantı 28 Ekim 1990’da Kayseri’de ve Kafkas Dernekleri Koordinasyon Kurulu’nun (Kaf-Kur) kurulduğu tüçüncü toplantı Düzce’de yapılmıştır. Beş kişilik Kaf-Kur Yönetimine seçilen isimler hep Ankara ekolünden yetişenler olup oluşumun öncülerinin Dönüşöiler olduğunun da kanıtıdır:
Necdet Hatam, Süleyman Yançatoral, Şamil Jane, Mehmet Yediç ve Yusuf Taymaz.

19-20 Mayıs 1991 Kurucu Genel Kurula hiçbir delegasyon bizim kadar hazırlıklı gelmemiş, İstanbul’da doğup Ankara’da olgunlaşan ve görüşlerimizi en güzel şekli ile sunan Fahri Huvaj genel kurulun yıldızı olmuştur. Zaten Türkiye’den katılanlar da Dönüş kadrosunun belirlediği kişiler olmuştur. İşte, 2003 yılında kurulmuş olmasına karşın Kaf-Fed, bu oluşumun devamı olduğu için 1991’de kurulan DÇB’nin kurucu ve en etkili üyesidir. DÇB kuruluş öncesi çalışmaların hiçbirinde de Sayın Cihan Candemir ve Sayın Сumhur Bal’ın katkısı yoktur, adları bir kez bile anılmamıştır. Kimbilir, miladı kendileri ile birlik başlatmalarının nedeni belki de budur.

Bu da Kaf-Fed yöneticilerinin DÇB’ye ilişkin bir başka “riya”sı ve “Ulusal Uyandırma Servisi”mizin yorumu:
Kitapçığın 54. Sayfasında “Kaf-Fed Roma’da UNPO Toplantısına Katıldı” deniyor başlıkta. Elbette büyük bir riya. Çünkü toplantıya katılabilmesi için doğal olarak Kaf-Fed’in UNPO üyesi olması gerekiyor. Yani UNPO bilindiği gibi, toplantılarına yoldan geçenleri almıyor. UNPO toplantısına kimin katıldığı ve hangi örgütümüzün UNPO üyesi olduğu da hemen sonraki satırlarda açıklığa kavuşuyor:
“KAFFED yetkilileri UNPO’nun Roma’da yapılan toplantısına katıldılar. Toplantıya UNPO üyesi olan ama yıllardır toplantıya katılmayan Dünya Çerkes Birliği adına ABD’den Çiçek Duman, Türkiye’den KAFFED Genel Başkanı Cihan Candemir ve KAFFED yönetim kurulu üyesi Handan Demiröz katıldılar.”

Daha ilk satırlardan anlaşıldığı gibi KAFFED UNPO toplantısına DÇB adına katılmış. Ama özensizliğe bakar mısınız lütfen? Toplantının 26 Mayıs 2010’da yapıldığını anlamanız için haberin verildiği Federasyon Web sayfasına bakmanız gerekecek. Demek ki toplantı zamanının değil toplantıya kendilerinin katılmış olmasının daha büyük haber değeri varmış. Ya üslupa ne dersiniz? Sanırsınız ki KAFFED DÇB dışında bir kuruluş. Peki sormazlar mı adama DÇB bu kadar yıl UNPO’ya katılamazken sizler DÇB üyesi değil miydiniz? 7-8 Mayıs 2010’da DÇB yönetim kurulu toplantısında, memnuniyet ve oybirliği ile kabul edilen öneriyi toplantılara gidilemeyen o uzun yıllarda neden önermediniz? Ayrıca DÇB Yönetim Kurulu üyesi ancak tıpkı sizin gibi bir başka üye dernek sorumlusu toplantıya katıldığında DÇB katılmış oluyor da KAFFED katıldığında neden DÇB değil de KAFFED katılmış anlamına gelebilecek başlık atılıyor?

Peki UNPO’ya ayırdığı barut bir atımlık mıydı ki KAFFED, UNPO’nun daha sonraki toplantılarına katılmamıştır. Ya da toplantılara katılınmış da haber önemli mi bulunmamıştır? Eğer katılım olmadı ise ve bu sizin sunduğunuz gibi UNPO çok önemli ise DÇB yönetim ya da başkanlar kurulu toplantılarından birinde neden gündeme getirilmemiştir?..
KAFFAED’in DÇB ilkelerini ne kadar benimsediği, DÇB’yi ne kadar önemsediği de dilerseniz gelecek yazının konusu olsun.