DÜNYA YUVARLAKTIR

05.12.2011

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Lise yıllarımızdan münazaraları anımsayanlarınız vardır. Sınıflar arası, okullar arası karşılaşmalar olurdu. Bir konu seçilir ve ekiplerin tartışması istenirdi. Karşılaşmalar için görevlendirilmiş öğretmenlerinin yol göstericiliğinde günlerce, karşılaşma okullar arası ise aylarca hazırlanılırdı. Karşılaşma öncesi de okulun en büyük salonunda okul öğrencilerinin önünde provalar yapılırdı.

Ekipler karşıt iki görüşü tartışır, konusunu iyi savunamayan gruplar, daha iyi savunanlara, daha inandırıcı savunanlara karşı yenik sayılırlardı.

Ancak kimileyin tez seçimi o kadar kötü yapılırdı ki sonuç daha tartışma başlamadan bilinirdi.

Örneğin karşılaşan iki ekipten birinin “dünya yuvarlaktır” tezine karşı, “dünya tepsi gibi düzdür” tezini savunacak oluşunu bir düşünün. “Dünya düzdür” tezini savunacak ekiplerin tezlerini ne denli güzel savunurlarsa savunsunlar kazanmaları mümkün olabilir mi? Tezlerine temel olabilecek güçlü gerekçeler bulabilirler mi? Bilgili, donanımlı günümüz insanı dünyanın yuvarlak olmadığına nasıl inandırılabilinir?
Ben yenilerde değil,, ulusal sorunu bilinçli olarak tartışmaya başladığım, yani Ulusal Sorunumuzun çözümünün “dönüş” olduğunu savunmaya başladığım lise yıllarımdan beri karşı tezleri savunanları, “dünya düzdür”ü savunan ekiplere benzetirim. Dahası gerçekçi olarak irdelendiğinde dönüşün karşısında tutunamayanların durumunun “dünya düzdür”ü savunanlardan bile daha kötü olduğu, daha umutsuz olduğunun görüleceğine inanaırım.

Çünkü dönüş karşısında tutunamayanların somutlaşmış tezleri de yoktur. Daha önce de yazmıştım “olmayana ergi” yöntemi ile, yani Dönüş’ün kendilerine göre eksik yönlerini vurgulayarak, hala somutlayamadıkları tezlerini savunurmuş gibi yaparlar. Elbette ki başarılı olamazlar. Çünkü başarı için ilk koşul tezin gerçekleşebilirliğine, savunucuların kendilerinin inanmasıdır. Ancak tutunamayanlarımızın, somutlayabilecekleri, tanımlayabilecekleri bir gelecek kurguları da yoktur. Dolayısıyla tek şansları, yukarıda belirttiğimiz gibi Dönüş’ün, kendilerine göre eksiklerine vurgu yapmaktır. Ama bunu da öyle bilinçsizce yaparlar ki gülünç duruma düşmekten kurtulamazlar.

Örneğin bizler Dönüş çalışmalarının bilimsel olarak, ilkeli olarak daha başlamadığını yazıp duruken kimileri, anavatana günümüz için dönebilmiş sayının azlığını (neye göre az ise), Dönüşün yanlış olduğuna gerekçe sayarlar. Dönüşe destek vermedikleri gibi Dönüşçülerin zaman kaybına enerji kaybına neden olduklarını, özetle sayı azlığında kendi paylarının hiç de az olmadığını göz ardı ederler. Her dönem farklı söylemler geliştirerek karşı çıktıklarını günümüzde sözde değil ama özde karşı olduklarını, buna karşın dönüş karşısında tutunamadıklarını da bir türlü itraf edemezler.

Kimi aydınımsılarımız, anavatana dönen sayının az oluşunu Türkiye’de “bir baltaya sap olamamışların” daha önce dönmüş olması ile gerekçelendirir ve bunu anavatana dönmüş olanların da bulunduğu, arananın bir türlü bulunamadığı “akıl toplantılarında” savunma saygısızlığını gösterirler. Bu tespitin, “biz dönmeyenler birer balta sapıyız” anlamına da gelebileceğini ise hiç düşünmezler.

Kimi “eski yeniyetmeler” de İllaki öncekilerin söylemediği birşeyleri söyleyecekler ya... Kendileri geçmiş ve gelecek kuşakların tümünden daha akıllılar ya... Öncekiler herşeyleri yanlış yaptı ya... Çerkes, Çerkesya sözcüğünü kendileri keşfettiler ya... bir dönem Çerkes olmadıklarının, başka kulvarlarda yüzdüklerinin kanıtı “yeniden çerkesleşme”yi dillerine dolarlar.

Peki Çerkesya kaçıncı yüzyılın ya da hangi yılların Çerkesyasıdır? Ellerine kalem verilip “buyrun sınırları siz çizin”dense, Çerkesya’ya tarihi Çerkes topraklarının ne kadarını kapsatacaklardır? Düşledikleri Çerksya’nın yüzölçümü ne olur örneğin. Nüfusu ne olabilir? Peki Çerkeslerin oranı? Ayrıca sanal öneriler, sanal kaldığı sürece yalan değil midir? Aralarında uzaklardan çok uzaklardan Çerkessiz Çerkesya’nın kurulabileceğine inanan bir kişi var mıdır acaba? Örneklersek Kuzey Irak’ta yeterli sayıda Kürt olmasaydı, Türkiye Kürtleri sanal ortamı tekellerine almış olsalar, milyon takla atsalar da Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi kurulabilir miydi? Başarının asıl nedeni, Kürt Özerk Bölgesinin, Dünya’yı yöneten güçlerin bölgede egemen olma planlarının bir parçası olması değil midir? Türkiye Kürtlerinin taleplerinin geç de olsa göz önüne alınmasını sağlayan sadece verdikleri mücadele, ödedikleri bedel midir? Yoksa Türkiye’nin boynuna ip geçirmek isteyenlerin elinde etkili bir silah olabilme potansiyelleri midir? Peki bölgenin autokhton halkı olmasalardı bu potansiyellerine karşın, Kürtleri haklı görenlerin sayısı gittikçe artar mıydı? Dahası Kürtlere hak verenlerin sayısının artmasında Sayım Mahir Kaynak’ın 03. 12. 2011 tarihli Star Gazete’sindeki şu tespitinin payı gözardı edilebilir mi?:

İnsanlar yıllardır ses çıkarmadan yaşadıkları otoriter rejimlere başkaldırmış ve baharlar yaşanmasına neden olmuşlar deniyor. Yani halk kendi iradesiyle özgürlük ve demokrasi istemektedir. Bu istek dalga dalga yayılıyor ve bir bölgeyi kaplıyor. Ben bunun da halkın talebi olmadığını, siyasete yön veren güçlerin halkı yönlendirdiğini düşünüyorum. Şöyle bir benzetme yapıyorum: “Halk dağ gibidir ve onun sesi yoktur. Duyduğunuz sesler sizin sesinizin akisleridir.” Halka yön veren medya egemen ekonomik ve siyasi güç tarafından belirlenir. İşe yaramayan sesler yer bulamaz ama iyi sesler çok öne çıkar. Bu nedenle demokrasinin halkın düşünceleri değil tercihleri olduğunu düşünüyorum ve bunu yanlış bulmuyorum. Dünyadaki olaylar kolay anlaşılabilir değildir ve anlaşılması çok güçtür. Onun için yöneten güçler halka kendi tercihlerini kabul ettirmek için mükemmel bir sistem kurmuştur. Yani Arap Baharından halkın istekleri değil o güne kadar bölgeyi yöneten gücün yerini alan yeni gücün istekleri çıkacaktır.

Peki Türkiye sınırlarını ufuk çizgisü olarak benimseyenler. Bu çizginin ötesini göremeyenler... Bunların, Türkiye de birliği savunmanın gerçekte ayrı kalmayı savunmak anlamına geldiğini, Çerkeslerin bütünleşmesine karşı çıktıklarını anlamazdan gelmelerine ne demeli. Anavatan ve diğer diaspora ülkelerindeki Çerkesler dışlanmıyor ise eğer, tüm Çerkeslerin Türkiye’ye toplamayı, Türkiye’de bütünleşmeyi mi savunmaktadırlar yoksa?

Tartışmalarda bilimsellik mi? Hak getire... Bilimden, bilimsel olandan bulaşıcı hastalıktan kaçar gibi kaçarlar. Bilimsel olduklarında dönüşçü olacaklardır çünkü... Dönüşü anlamaktan da korkarlar, çünkü anladıklarında “dönüşün” tek çözüm yolu olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardır. Eğer kimilerine göre, “tek yol devrim” değilse hala?...

Peki şu “yürü” dendiğinde yürüyüp “dur” dendiğinde zınk diye duranlar... Onlar da kendilerine göre tarihte ilkleri oynamıyorlar mı? Anadilin korunup geliştilmesi olanaklarının yönetimce sunulduğu bir ülkede, sunulan olanakları yeterince değerlendirme çabası içinde olmayanların “Anadili onurum, savaşarak korurum”u, gür sandıkları cılız bir sesle seslendirmeleri akıllıca olabilir mi? Örneğin bilim, dünya dünya olalı beri her çağda dünya güçlerinin dünyaya düzen verdiklerini, planladıkları düzeni kurmak için bölge halklarını savaştırdıklarını kanıtlamıyor mu? Bir günlük bilemediniz bir haftalık haber analiz programlarını izleyen anlamaktan kokmayan her aklıselim bunu anlamaz mı?

Günümüzde Yakın Dğu’da bu dolapları çevirenler gelecekte Arapların başarısızlıklarının nedeninin, anlaşamamaları olduğunu Arapların kendilerine yazdırmayacaklar mıdır? Arapların ne denli cahil olduklarını örneklemeyecekler midir? Günümüzde “Çerkesler anlaşabilseydi Rusya’ya direnebilirlerdi” denmiyor mu? Güya dini kaygılarla ve kendi istekleri ile autokhton halkı oldukları toprakları terk etmemişler mi?
Peki bağımsızlığın neyin ya da nerenin bağımsızlığı olduğunu, demokrasinin neresi için istendiğini, nereyi ya da kimleri özgür kılacaklarını, kimleri birleştireceklerini bir türlü açıklamayan Jineps grubunun gelecek kurguları olduğu söylenebilir mi?

Diğer yandan, DİÇEĞ’in, dünya görüşlerinin taban taban zıt olduğu sandığımız “iki sözcüsünün sesleri, görevleri bittiği için duyulmaz oldu” dersek, haksızlık etmiş olur muyuz?

Peki neyin etik olmadığı konusunda bizlere ders vermeye kalkan eski dost, “eskimiş dönüşçünün” en büyük ahlaksızlığın halkını aldatmak oluğunu bilmez mi dersiniz? Artık “dönüşçü” değilken, hala dönüşü savunurmuş gbi yapmak da halkını aldatmanın bir türü değil midir? “Etik değil” söylemininin “sen ahlaksızsın”ın anlamına geldiğini bilmeden kullanıyor olabilirler mi?

Dönüş tartışma platformu kurup kendilerini önemseyen, davetlerine katılan, ciddi, ciddi bilgi ve görgüsünü paylaşan babaları yaşındaki kişilere “ben şu gerekçelerle ayrılıyorum” bile demeden yazıları yanıtsız bırakmak, ahlaksızlık değilse nedir sayın adları bizde saklılar, yeri geldiğinde açıklanacak olanlar.

Sonuç; biz dönüşçüler gelecek kurgumuzu mümkün olan en kısa sürede anavatana sağlıkl bir Dönüş ve anavatan bekçilerinin yaşamı güzelleştirme çabalarına katkı, federatif yapıyı içselleştirmiş, demokrasisi gelişmiş Rusya Federasyonu bütünlüğü içerisinde daha özgür bir ulusal yaşam olarak özetliyoruz ve her gruptan da halkımız için gelecek kurgularının somutlaştırlımasını bekliyoruz..

Gelecek kurgularını açıkça tanımlamayanların ve eylemleri söylemleri ile çelişenlerin yalan söylediklerini de ilk kez yazmıyoruz... Herkeslere de halkımızı aldatmaya artık bir son vermeleri çağrısında bulunuyoruz...