“93 RUHU’NA SIKI SIKIYA SARILARAK SAFLARI SIKLAŞTIRABİLMEK” İÇİN...

22.10.2011

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Ben, Adığe, Abaza (Abhaz, Abazin, Abaza) ve Ubx halklarının kökenlerinin aynı olduğuna inanalardanım.

16 Şubat 1991 tarihinde  14 derneğimizin  temsilcilerinin katlımı ile,  Düzce derneğimizin ev sahipliğinde, dernekler arası ikinci dönem üçüncü toplantıda,  kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz,  KAF--KUR’un, beş kişilik yürütme kurulu (Necdet Hatam, Süleyman Yançatoral,  Şamil Jane, Yusuf  Taymaz, Mehmet Uzun) başkanı olarak görevlendirildim.

19- 21 Mayıs 1991’de Nalçik’te toplanan  DÇB kuruluş genel kuruluna katılmak üzere Ankara’dan hareket eden dördü delege dördü gözlemci sekiz kişilik grubun (Özdemir Özbay, Fahri Huvaj, Necdet Hatam, Yusuf Taymaz, Sönmez Baykan, Sabahattin Diner,  Muhittin Ünal, ve Şamil Aslan) KAF-KUR başkanı olmam nedeni ile başkanıydım.

Kaf-Kur olarak genel kurula katılma görevi verdiğimiz sekiz kişinin üçü Abaza (Sabahattin Diner: Özdemir Özbay, Muhittin Ünal) idi. Özdemir Özbay Mıyekhuape’de hastalanmış ve Genel Kurul’a katılamamıştı.

Türkiye ve Yedıc Batıray, İhsan Saleh önderliğindeki Almanya delegeleri dışında tüm kurucu dernek temsilcileri Çerkes örgütünün Dünya Adığe Örgütü olması gerektiği kararlılığında idi. Diğer Kuzey Kafkasya halkları ne davet edilmiş, ne de davet edilmesi düşünülmüştü. Çünkü Anavatanda Çerkes ve Adığe eş anlamlı idi.  Ayrıca bu sadece Adığelerin değil tüm halkaların benisediği bir yaklaşımdı.

Argun Yura başkanlığındaki Abaza delegasyonunun, Çerkes sözcüğünün Abazaları da kapsadığı kabulü, DÇB’de mutlaka yer alma kararlılığı,  bizlerin de, eğer Abazalar alınmaz ise örgüte katılmama kararlılığımız sonucu DÇB 19*21 Mayıs 1991’de  Adığe-Abaza örgütü olarak doğdu.

DÇB’nin, Yönetim Kurulu, Başkanlar Kurulu ve Genel Kurul toplantılarının hiçbirinde diğer kardeş hakları da örgüt çatısı altına davet etmek  gündeme bile gelmedi. Diğer halkalardan hiçbiri de böyle bir istekte  bulunmadı.

Genel Kurul öncesi Türkiye’de yaptığımız toplantılarda, uygun bulunduğunda Türkiye adına DÇB Yönetiminde benim görev almamı kararlaştırılmıştı. Genel Başkan Yardımcılığı kabul edilen tüzüğe göre üçtü, ilk turda da Meketey Abdullah, Fethi Recep ve Semir Karden seçilmişlerdi. Ben seçilememiştim. Genel kurul delegeleri, özellikle de ev sahipleri en çok sayıda Çerkes nüfus bulunan Türkiye’nin temsilcisinin bulunamayacak oluşunun çok yanlış olacağı görüşünden hareketle, başkan yardımcılıklarını dörde çıkarınca ben de seçilmiş oldum.

!4 Ağustos 1992’ de Gürcüler Abhazya’ya saldırdığında Mıyekhuape’ye henüz dönmüştüm (!0 Mayıs 1992) ve DÇB Genel Başkan yardımcıdsıydım.

Yaşamımda hiç silahım olmamıştı. Sadece askerlik eğitim döneminde hiçbiri hedefe isabet etmeyen beş tüfek atışı yapmıştım. Düğünlerde silah atanlardan değil, atılmaması için çaba gösterenlerdendim. Abhazya’nın bağımsızlık savaşında silah kullanmaya dayalı bir katkımın olamayacağını en iyi kendim biliyordum. Buna karşın bulunduğum görevin bana Abhazya’ya gitmek ve gönüllülere örnek olmak sorumluluğunu yüklediğinin de bilincindeydim. Mıyekhuape’de sabaha karşı otuz beşi Nalçik’ten olan gruba Nihat Bidanuk ile birlikte katıldım.

Nalçikten gelenler arasında Esat Cankurt ve süreç içerisinde bağımsızlık direnişinin efsaneleri olmuş Soslanaliyev, Yağan İbrahim, Hatajıkhue Valera gibi isimler de vardı.

Otuz yedi kişilik grubumuz 15 Ağustos Cumartesi günü Abhazya’ya vardı. Abhazya bağımsızlık direnişinin lideri ve Abhazya Cumhuriyeti birinci Devlet Başkanı Ardzınba ile görüşüp tanıştık.

Akşam karanlığında Abhazya televizyonu’na demeçler verdik. Ben Türkçe konuşmuştum Nihat Bidanuk tercüme etmişti. Moral vermeye çalışmıştık. Soslanaliyev hemen göev başı yapmış kendisini karargah komutanı ilan etmişti..

Üç gün senatoryum’da ağırlandıktan sonra Kheberdey-Balkar’dan gelen resmi delegasyon ile birlikte küçük bir  uçakla Abhazya’dan ayrıldım. Mıyekhuape’ye döndükten sonra Abhazya direnişini destekleyen hemen her etkinliğe katıldım. DÇB Genel Sekreteri olarak birçok destek belgesini, çağrıyı imzaladım.

DÇB henüz ikinci yılını doldurmadan, 7-8 Ekim 1992 tarihinde Abhazya'nın Gudawuta’ya bağlı Lıhnışata köyünde Dünya Abaza Birliği kuruldu...

Bu aşamadan sonra doğal olanı, doğru olanı, gerçekçi olanı abazaların DÇB’den fiilen ayrıldıkları gibi hukuken de ayrılmaları ve her iki bağımsız dünya örgütünün bir konfederasyon oluşturmaları idi. Ancak ısrarla savunduğum bu düşünce hayata geçirilemedi.

20-25 Haziran 1993'de Mıyekhuape’de gerçekleştirilen DÇB II. Genel Kurulunda Genel Sekreterliğe getirildim. İki dünya örgütünün daha sağlıklı bir yapı oluşturması konusunda çok çaba gösterdim. Genel kurullar öncesi yaptığım temaslarda hak veren bir çok arkadaşımız sıra genel kurula geldiğinde konuşmalarımızı, ortak kararlarımızı unutuyorlardı. DÇB nin seçimlerini etkileyebilecek sayıda Abaza delegesi, kimi dönemler başkan yardımcılığı da dahil her dönem yönetim kurulu üyesi bulunmasına karşın, Dünya Abaza Birliğine bir tek adığe delegenin çağrılmamasından rahatsısızlık duymuyorlardı, “birliği” dillerine pelesenk etmiş Adığe ve Abaza arkadaşlarımız.

Önerimizin, ayrılmak ve biribirimize sırtımızı dönmek değil, bu duruma düşmemek için daha sağlıklı birliktelik anlamına geldiğini anlamazdan geliyorlardı. Oysaki “Bizimki bizim sizinki ikimizin” yaklaşımının sürgit olamayacağını yineleyip duruyor, bugün hararetle birlikteliği savunan arkadaşlardan da sözünü ettiğim sağlıklı yapılanma için yardım dileğinde bulunuyordum. 

DÇB Genel Sekreteri olarak konuyu daha somut bir şekilde dile getirdiğimde büyük yazarımız Şınkube Bağrat başkanlığında Dünya Abaza Birliği Başkanı Taras Şamba dönemin Adığey nezdindeki Abhazya elçisi Valeri Arşba’nın da birlikte olduğu bir heyet Mıyekhuape’de DÇB Yönetim Kurulu toplantısına katılmış “durumun nazik olduğu ve DÇB üyeliğinin Abhazlar için çok önemli olduğunun” altını çizmiş, üyeliğin sürdürülmesi ricasında bulunmuştu. Elbette ki bu durumda hiçbir Adığe “Olmaz,  ayrılmalısınız” diyemezdi demedi. Sağlıklı yapılanma da ertelenmiş oldu.

1996 yılında üye derneklere Çerkes’de toplanacak genel kurul öncesinde, yapılanma konusunun düşünülmüş olarak gelinmesi uyarısında bulunuldu. Genel Kurul öncesi Mıyekhuape’deki ön toplantıda özellikle Türkiye delegeleri önerimizi hararetle desteklemiş olmalarına karşın genel kurul sırasında konu gündeme bile getirilmedi. Adığe olarak konuyu genel kurul gündemine taşımak ayıbımıza gidiyor, bu girişimi, yapılanmanın sağlıklı olmadığını gören abaza arkadaşlarımızdan bekliyorduk.

2006’da İstanbul DÇB Genel Kurulu’nda konu gayri resmi olarak gündeme gelmiş anlaşma sağlanmış ve Koordinasyon kurulu kurulmasıkararlaştırılmıştı. Nitekim Abhazya’daki bağımsızlık destek kongresi sırasında Abhazya’da koordinasyon kurulu üyeleri de seçilmişti. Ancak konu yine dalgalanmaya bırakıldı, sağlıklı yapılanma yine sürüncemede kaldı.

Ta ki Abhazya bağımsızlığının Rusya Federasyonu’nca tanınması, anavatan ve diasporada, özellikle de Abhazlar’da,  Adığelere artık ihtiyaçlarının kalmadığı görüşü hakim oluncaya kadar. Ve 2009 Mıyekhuape Genel Kurulu’nda anlattığım gelişmeleri ve daha fazlasını bilen Dünya Abaza Birliği delegesi Genadi Alamiya, konu ilk kez gündeme gelmiş gibi “Adığe kardeşleri üzülmeyeceklerse” ayrılmak istediklerini dile getirdi. Öneri kabul gördü. Ayrılma gerçekleştiği gibi bu güne kadar da ortak çatı kurma konusunda bir öneri gelmedi...

Bu olayları hayat hikayem bilinsin diye değil olayların nasıl geliştiğinin bire bir tanığı olduğumun bilinmesinin, konuya ilişkin görüşlerimin önemsenmesine katkısı olur umudu ile anımsattım.

Ve bize göre bulunulan ve de hoş olmayan durumun sorumlusu halklarımızın birliğini gerçekte değil sözde savunanlardır.

Gerçekte anavatanı önceleyen, yüzü anavatana dönük olan, ulusal sorunun çözümünü dönüşte gören derneklerin birliği olarak kurulan KAF-KUR’dan KAF-DER’e geçerken “anavatana dönüş”ü örgüt ilkeleri arasına, bugüne kadar da gündemine almayanlardır.

1967’de dönüşçülerce  “Abhazya adında bir cumhuriyet varsa: Abhaz adını taşıyan derneklerin kurulması çok doğaldır ve gerçekçidir” gerekçesi ile desteklenen, Kafkas Abhaz Derneği’nin kuruluşunu ve Kaf-Fed’e üyeliğini doğal karşılayıp, Adığelerin çoğunlukta olduğu yörelerde Adığe derneklerinin kurulmasına karşı çıkan, Adığe Dernekleri kurulmasını savunanları, kuranları ayrılıkçı olarak yaftalayanlardır.

Almanya’daki Çerkes Dernekleri Federasyonu’ndan, “birliği” savunarak ayrılanlar, ayrılıkçıları Türkiye’den destekleyen ve ortak akıl toplantısında onlara baş köşeyi uygun gören “birlikçiler” dir.

Kaf-Fed’in gerçekte bir Adığe-Abaza örgütü olduğunu göremek istemeyen, genel kurulda örgütün adının Adığe-Abza Dernekleri Federasyonu olarak değiştirmesi önerisine kulak tıkayanlardır.

Adığeleri dışarıda bırakan Abhazya vatandaşlık yasasını hazırlayıp kabul edenler, birliği, kardeşliği savunur görünmelerine karşın, birliği temelden parçalayan bu yasayı kamuya açık hiçbir platformda eleştirmeyenlerdir. Örgüt yetkilisi konumunda olup yasanın değiştirilmesi için Abhazya devlet yetkilileri nezdinde girişimlerde bulunmayanlardır.

Bu yasadan yararlanmak isteyen adığelere annelerinin, dahası eşlerinin  aile adını almalarını önerenler, vatandaşlık alabilmek için yüzleri kızarmadan bu önerileri kabul edenler, bunun kardeşin kardeşe utanılası baskısı olduğunu kamuya açıklamayanlardır.

Adığelerin Abhazya gazisi olanlarına bile vatandaşlık konusunda kolaylık göstermeyenlerdir..

Bu utanılası durumlara tanık olmalarına karşın susarak yalan söyleyenler, bu yalanlarla birliğin sürdürülebileceğine ya da birlik konusunda içten oldukları yalanına inanmamızı umanlarlardır...

Günümüzde Türkiye’de birliği savunanların yürüdüğü yol, DÇB’nin yıllarca yürüdüğü ve ayrılıkla biten bir yoldur. Ayrı örgütlenme artık durmayacak, durdurulamayacaktır. Önemli olan örgütler ayrılırken ruh birlikteliğini güçlendirecek sağlıklı yapılanmayı kurabilmektir. Bu  mümkün olduğu gibi zorunludur da.

Çünkü halklarımızın köken birliği vardır ve bu birlik sözde kalmayıp ilgili tüm bilim insanlarınca kabul edilmektedir.

Kafkas dilleri sınıflamasında Adığe-Abaza dilleri bir grup olarak sayılır.

Ailelerden hangi ailenin Adığe, Abaza ya da Ubıx olduğunu kesin olarak söyleyebilecek bilim insanı yoktur, yarın da olmayacaktır.

Daha da önemlisi her iki kardeş halkın diaspora nüfuslarının anavatan nüfuslarından fazla olması, anavatanın diaspora nüfusuna her yönden gereksinme duyması özetle sorunlarımızın ortak olmasıdır. Her iki kardeş halkın önceliği mutlaka dönüş olmalıdır. Dönüşle diaspora hem varlığını koruyacak hem de anavatanın güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Bunlar da artık ilgilenen herkesçe bilinen gerçeklerdir.

Dönüş paradigmasına göre sağlıklı yapılanma her halkın kendi örgütünü kurması, güçlendirmesi ve sorunları ortak olanların, çıkarları ortak olduğu ölçüde ortak hareket etmeleridir. Sorunları ortak olmakla birlikte anavatan yapıları artık çok farklı olduğundan sorunu çözüm yöntemleri farklı olabilecektir. Örgütlenmenin birbirinden bağımsız olması, gerektiğinde birinin diğerinden bağımsız hareket etme özgürlüğünü getirecektir.

Diasporada da ulusal kültürel varlığın korunup geliştirilebileceğini düşünenlerin paradigmasına göre doğru olan,  sadece Kuzey Kafkasya Halklarının değil, tüm Kafkas Halklarının aynı çatı altında toplanmalarını savunmaktır.

Özünde belirleyici olan kişinin, ulusal sorunun çözümünü nerede gördüğü, geleceğini nerede kurguladığıdır. Ve bu haliyle birlikteliği savunmak diasporada yok olmayı savunmakla eş anlamlıdır.

Yineliyorum ayrı örgütlenme ayrışmaya, birbirine sırt dönmeye değil, sağlıklı birlikteliğe, sağlıklı işbirliğine temel olacak, safları sıklaştıracak ” ’93 ruhu”  da işte o zaman yeniden canlanacktır.