“DIŞARIDAN BİRİ” -3

10.08.2011

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramamışlar gbi düşünen Sayın Ayhan Kaya’nın “Türkiye’de Çerkesler” araştırmasını (!) okudukça, şaşkınlığım da artıyor. Gerçeklerle çarpıtmalar ustalıkla harmanlanmış gibi...

 

Örneğin; Osmanlı döneminde kurulan derneklerimizi kapatan, kurucularını kovuşturan, açılmış okulları, yayımlanan dergileri kapatan Türkiye Cumhuriyeti’nin, millet anlayışı ile Osmanlı millet anlayışının birmiş gibi sunulması:

 

“İlerleyen kısımlarda da ayrıntılı olarak anlatılacağı üzere, ulus devlet inşa süreci açısından bakıldığında, Osmanlı millet sistemini devralan Türkiye Cumhuriyeti Müslümanlık-Sünnilik-Türklük üzerine kurulu bir ulus inşa sürecine girerken müslüman unsurları bu tanımın içine asimile etmeye çalışmış, sahip olduğu bütünselci kültür nosyonunun sonucu olarak müslüman olmayan unsurları, bu tanımın dışında bırakmaya özen göstermiştir. Dolayısıyla Türkiye’de Müslüman unsurlara yönelik uygulanan “asiamilasyon-entegrasyon” süreçleriyle, Müslüman olmayan unsurlara yönelik uygulanan “segregasyon” süreçleri biribirine paralel olarak işlemiştir. Türkiye Cumhuriyet’nin uluslaşma süreci bir anlamda Osmanlı millet sisteminin bir devamı niteliğinde olduğundan, Çerkesler de çoğunluk müslüman olduklarından ‘Türk’ kavramı içerisine asimile edilmeye çalışılmışlardır. Yakın zamana değin Türk çoğunluk içerisinde Çerkeslerin, farklı bir etnisiteden geliyor oldukları gerçeği bu nedenle gözardı edilmiş olsa gerek.”

 

Şimdi;

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin asimilisyaon politikasından söz ediliyor olsa da TC.nin Osmanlı Devlet millet sistemini devraldığı söylenebilr mi?

Peki sayn Kaya, Lozan Antlaşması’nın, “Türkiye, bu kesimin bundan önceki maddelerindeki hükümlerin, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları ile ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına konulmasını kabul eder”  diyen 44. Maddeden bihabermiş gibi, müslüman olmayan unsurların, gösterilen özen sonucu bu tanımın dışında bırakıldığını söyleyebilmiş olmasına şaşılmaz mı? Dahası Sayı Kaya, TC’ne vatandaşlık bağları ile bağlı herkesin ‘türk’ tanımı içine alındığını, farklılığın tanınan haklarda olduğunu bilmiyor olabilir mi?  Bu durumda konuya ilişkin anımsatma yapmak ayıp olur mu? http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/120_baskin.htm

 

Anlamakta güşlük çektiğim konulardan bir de Sayın Kaya’nın, “Diğer bir deyişle, Türk milleti dendiğinde aslında kast edilenin pratikte daha çok ‘Müslüman, Sünni ve Türk’ olduğu görülmektedir.”  tümcesini, Alevilerin ‘Türk sayılmadıkları’ anlamında mı yoksa ‘Türk sayılmamaları gerektiği’ anlamında mı kurguladığıdır. Eğer Alevilerin ‘Türk’ sayılmadıkları anlamında ise Alevilerin, kuruluşundan beri devletten yana, devlet partisi CHP’den yana ağırlık koymuş olmaları gerçeği nasıl açıklanabilecektir?

 

Sayın Kaya, diaspora tanımlarını da biraz karıştırmış gibi. Örneğin yirmibeşinci sayfa ile birlikte yeni bölüm şöyle başlıyor:

 

“Diaspora Yunanca bir sözcük olup, dağılmak, yayılmak anlamına gelir. Tarihteki klasik örnekleri Yahudi, Ermeni ve Rum diasporalarıdır. Bu gibi klasik diasporalarda zorunlu göç temel kriterdir.”

 

Ancak, bize de doğru gelen bu tanımın hemen devamındaki Modern Diaspora tanımını, yeniden okuduklarında öyle sanıyorum ki kendileri de anlamakta güçlük çekeceklerdir:

“Modern diaspora kavramı günümüzde göçmen, misafir işçi, sığınmacı, mülteci, ve benzeri şekillerde yurtsuzlaşmış grupları ifade etmek için kullanılır”.

 

Peki, sığınmacı mültecinin türkçesi değil midir? Peşpeşe sayılmaları, anlamlarının farklı olabileceği kuşkusunu doğurmuyor mu? Ancak daha önemlisi sığınmanın önemli bir nedeni de  zorunlu göç değil midir? Bu gerçekler görmezden gelinip “misafir işçi” ile “sığınmacı” nasıl “ve benzeri şekiller” parantezine alınabilir?

 

Okumayı sürdürelim.

 

Aynı bölümdeki şu yargı, yukarda söylenenlerle çelişmiyor mu? Daha önemlisi ve üzücü olanı Çerkes Sürgününün, saygın bir bilimadamına yakışmayacak şekilde çarpıtıldığı izlenimi taşımıyor mu?

 

“Bu açıdan bakıldığında, 19. Yüzyılın son çeyreğinde Rus saldırılarına maruz kalan ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sığınmak zorunda kalan Çerkeslerin göçü bir tür zorunlu göçtür veya diğer bir deyişle “sürgündür” ve bu nedenle Çerkes diasporası daha çok geleneksel diaspora özellikleri taşır.”

 

Peki, Çerkesler, Osmanlı topraklarına “sığınmak” zorunda kaldıklarına ve yukarıdaki tanım da sığınmacıları, modern diaspora saydığınıa göre Çerkes diasporasının geleneksel diaspora özelliklerini taşıdığının söylenmesi bir çelişki değil midir? Gerçekte rahatsız olduğumuz çarpıtma olmasa bu çelişkler klavye sürçmesi olarak da geçiştirilebilirdi.  Ancak çarpıtma gelecek kurgumuzu çok derinden etkileyecek kadar önemli. Kendilerinin de moderatör olduğu Abant’taki Kaf-Fed Ortak Akıl toplantısında, dünya güçlerinin gücü ve politikaları, Sayın Kaya, Sayın Taymaz, Sayın Alankuş, Sayın Çelikpala, Sayın Besleney ve hemen her konuşmacı tarafından o denli güzel ve gerçekçi olarak dile getirilmişti ki, tam yeri gelmişken Çerkes Sürgünündeki dünya güçleri etkisinin es geçilmesini, “bilinçli bir çarpıtma” gibi değerlendirmek üzülerek söyleyeyim ki haksızlık olmayacaktır.
 

Bir başka acı gerçek, Sayın Kaya’nın  olayımızı çarpıtan ne ilk ne de tek bilim adamı olduğudur. Anımsayacaksınız daha  yakınlarda ortak dostumuz Sayın Prof. Erol Taymaz da Kaf-Fed sitesinde bulabileceğiniz “Yalnızlığın Yanlışlığı” adlı yazısında  http://kafkasfederasyonu.org/dokuman/kose_yazi_e_taymaz.htm  benzeri çarpık bir yargıda bulunmuştu. Sayın Kaya’nın muhtemelen okumuş olduğu bu yazıda Sayın Taymaz da Sayın Kaya gibi dönemin dünya güçlerinin, elbetteki Osmanlı’nın etkilerini es geçmişti: 

 

“ Çerkesler, (...) Son olarak Çarlık Rusya'sının yayılmacılığına karşı yüz yıldan fazla direnmiş, fakat sistemli ve sürekli bir şekilde uygulanan kolonyalist politikalara yenik düşüp yurtlarından kitlesel olarak sürgün edilmişlerdir...”

 

Biz de CC de yayınladığımız ve Sayın Kaya’nın muhtemelen okumadığı “Yanlışlığın Yalnızlığı” adlı yazımızda http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/207_yanlisligin.htm   Sayın Taymaz’ı şöyle yanıtlamıştık:



“Çerkes (Adige Abaza ve Wubıh) sürgününde asıl etken elbetteki Çarlık Rusya’sının kolonyalist politikasıdır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu ve diğer büyük bölge güçlerinin etkisi gözden uzak tutulduğu için eksiktir.


Bizce olayın özeti birkaç cümle ile şudur:

- “En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en güçlü olmasını engellemek” dünya dünya olalı beri, büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.

- Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa, döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar, yok olması pahasına bizleri savaştıranlar dönemin dünya güçleri idi.

- Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.

Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler. Kafkas halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep nesne olarak görmüşlerdir.

- Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme, Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.

- Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini önlemektir. Başlarda Kafkas halklarının Rusya’yı durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı görüldüğünde de savunma hattı olarak Osmanlı topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmanlı’nın güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.

- Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları yapılmıştır.

Özetle Çerkes'siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.

Sürgünümüzde rol alan devletlerin varislerine yüksek sesle “çeşitli ülkelere dağıttığınız halklarımızı anavatanına dönüşünü sağlamalısınız” deme hakkını da verecek, Anavatana dönüşe katkılarını sağlayacak bu yaklaşımın ön plana çıkartılmamış olması ayrıca şaşırtıcıdır.”

 

Ayrıca, Sayın Taymaz’ın, Çarlık Rusyası’nın kolonyalist politikasını  sürgün yani klasik diaspora oluşumu nedeni sayışını, Sayın Kaya’nın, modern diasporaların bir nedeninin de kolonyalizm  olduğu görüşünün gerçekte çelişik değilken çelişir göründüğü de mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Gerçekte ise çelişki yoktur çünkü kendi özelinde her iki yargı da doğrudur. Sayın Kaya kolonyalizmden, zorlama sonucu olmayan çeşitli nedenlerle anavatanını terk eden toplulukların, başka coğrafyalarda koloniler oluşturmasını anlıyor.  Sayın Taymaz ise Çarlık Rusyası’nın, Çerkeslerin sürgünü ile sonuçlanan kolonileştirme politikasını.

 

Asıl anlaşılması güç olan ise tarih olarak Çerkes sürgününden çok daha önce ortaya çıkan ve temelinde köle ticareti gibi bir insanlık ayıbı olan Amerika’daki Afrikalıların gönümüzün kapitalizm sonrası yeni diasporaları ile bir tutulması:

 

“Safran’ın tanımlamaya çalıştığı şey daha çok eski diasporalardır. Bu tanımlama günümüzde, Amerika’daki Afrikalı,Britanya’daki Güney Asyalı e karayipli, Almanya’daki Türk ya da Fransa’daki Cezayirli diasporik topluluklara ilişkin yapılacak tanımlamalar ile örtüşmez. Bu yeni diasporaları açıklamak için ...”

 

Bir de, dönemin kolonyalist batı ülkelerinin Kuzey Amerika deneyimi, koca bir kıtanın yerli halklarını tümden yok eden bambaşka bir kolonyalizm örneği değil midir?

 

Kitapta, başka bölümlerdeki görüşlerle de çeliştiği söylenebilecek önemlisi, paradigması dönüş olanların katılamayacağı, günümüz Çerkes somutuna uzak,  alıntı ya da özgün birçok görüş vurgulanmış.

 

Örneğin, ...Bu nedenle bugünkü diasporalar, geleneksel diaspora kavramıyla açıklanamazlar. (Cliford: 1994; s.306). Cliford daha ileri giderek küresel kapitalizmin ve uluslararası iletişimin bu denli yoğunluk kazandığı günümüzde artık ‘geri dönüş mitinden’ söz etmenin mümkün olmadığını söyler:

 

‘Günümüzde diasporaların varlığı, Safran’ın sözünü ettiği gibi sadece anavatana geri dönüş isteği veya bir vatana aidiyet ile açıklanamaz. Geri dönüş isteğinin ve aidiyet hissinin yanısıra yurtsuzlaşma deneyiminin verdiği acı, adaptasyon sürecinde karşılaşılan sorunlar ve muhalif olmanın getirdiği ortak bilinç de diasporanın oluşumunda önemli etkiye sahiptir.’

 

Bu tanımın, Çerkes Diasporasının konu edildiği bir kitaba alınması ve önemsenmesinin nedeninin bir çarpıtma çabası olmadığı söylenebilir mi? Gerçekte, Çerkes diasporasını diaspora olarak ayakta tutan başka hiçbirşey değil sadece ve sadece “Anavatana Dönüş Miti”dir.  Bu mitin gerçekleşme olasılığı bittiğinde asıl, zaten pek sorunlu olmayan adaptasyonun ne denli hız kazandığı görülecektir.

 

Peki buna ne dersiniz:

 

“Kreselleşmenin sağladığı ulaşım ve iletişim hizmetleri aracılığıyla Türkiye ya da farklı coğrafyalarda yaşayan Çerkes diasporası, diasporada kendi anavatanlarını yaratma şansına sahip olurlar.” 

 

Ne kadar büyük bir yalan değil mi? Bizim yaşadığımız, küreselleşmenin sağladığı ulaşım ve iletişim olanaklarının, Türkiye ve diğer coğrfyadaki Çerkes diasporalarına anavatanımn bir parçası olduklarını duyumsattığıdır. Güçlü bir anavatan olmadığında bir hiç olduklarını anlayan, kavrayan içselleştirenlerin sayısının gittikçe arttığıdır. Çünkü “Ana sütü ile beslenmeyenler büyük de olsa güçsüzdir”

 

Nitekim sayıları bilmem kaç milyonları bulduğu söylenen Türkiye diasporasının, Adığey’deki sel felaketzedeleri için topladığı ve alayu-vala ile başbakana sunulan miktar sadece otuz bin dolardır. Bursa Çerkes Kültür Derneği ve İnegöl Çerkes-Adığe Kültür Derneği yöneticileri “ayıptır” uyarılarımıza karşın tatile gönderdikleri çocukların uçak bilet paralarını anavatana ödetmeyi ayıp saymamışlardır.

 

Sayın Kaya, Çerkeslerin anavatanın yardımı ile Türkiye’de vatan yaratabilecekleri yalanına nokta  koymaz konuu şöyle sürdürür:

 

Anavatandan gelen TV programları, radyo programları, müzik kasetleri, video kasetleri,halk dansları öğretmenleri, ziyaretçileri siyasetçiler, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri gibi unsurların yardımı ile diasporada yartılan bu vatan (duymayan Türkiyeli Çerkesler duyun artık bir vatanınız var) anavatanın ritmini, renklerini, müziğini ve görüntüsünü yansıtır. Yaratılan bu görüntü, zaman içinde birtakılm geleneklerin, ritüellerin, adetlerin ve pratiklerin kaybolacağı kaygısından ötürü sürgünün ilk yıllarında atalarının getirdiği otantik, kültürel pratiklerle adeta bire bir aynıdır. Burada gerçekleşen durum hemen her diaspora örneğinde gerçekleştiği bilinen kültürel refikasyon (refication), diğer bir deyimle kültürel donma haldir.”

 

Bir kez anavatandan gelen kültür ögelerinin sürgün yıllarındaki ile birebir aynı olduğunu

söyleyebilmek sürgün sonrası sıkıntıları, Ekim devrimini, kollektivizasyonu, İkinci dünya savaşını yaşamış anavatanın hiç değişmediğini savunmak anlamına gelmez mi? Bu da çok saçma değil mi? Donma Hali, diasporaların yaşamın değişim gerçeği ile bağdaşmaan bir yanılgılarıdır. Kendi kültürlerini üretemedikleri için değişimin yozlaşmayı getirdiğini de yaşadıkları için kendilerinin olanını dondurabilecekleri yanılgısıdır.

 

Ayrıca anavatandan diasporaya gelen her kesin amacı Çerkeslerin diasporada vatan kurmaları değil anavatana dönmeleri değil midir? Diasporaya ulaşan her mesaj misafirliğin bitirilmesi gereğinin altını çizmiyor mu?  Diasporaya ulaştırılan kültürel ürünler,  bu ideye,  Çerkeslerin ulusal ideası dönüşe katkıda bulunacağı umudu ile taşınmıyor, iletilmiyor mu?

 

Peki köy köy dolaşarak araştırma yapmış Sayın Kaya değişimden bu kadar habersiz olamayacağına göre, konusunun uzmanı koca  profesör,  bu denli bilimden uzaklaşmayı, bilimsel sığlıkla suçlanmayı neden göze alır?

 

Bizce, Sayın Kaya’nın bunları göze almasının nedeni, “Kendi paradigmalarına göre düşledikleri Türkiye’nin kurulmasında anvatana dönecek olan, ya da anavatana dönüşü önceleyen Çerkesin değil de diasporada bir anavatan yaratılabileceğine inandırılmış Çerkesin katkısının daha büyük olacağı gerçeği ve halkalrın yok oluşu pahasına da olsa bu safsataya inanan ya da inanır gibi olan Çerkes aydınımsılarının sayılarının az olmadığını görmesidir.”

 

Evet kitabı okuduğunuzda  sizler de tüm bu saçmalıkları ve daha altı çizilebilecek birçok saçmalığı göreceksiniz. Ama ben artık okuyacak ama yazmayı sürdürmeyeceğim. Çünkü doğrusunu söylemek gerekirse yoruldum ve kitabı fazla önemsediğim duygusuna da  kapıldım. Sizler de yorulduysanız sevinebilirsiniz. Çünkü bu yazı dizisinin dördüncüsü olmayacak. 

 

Herş şeye karşın,  tüm samimiyetimle kitaptan çok yararlandığımı söyleyebilir. Her Çerkes aydınının eleştirel bir gözle kitabı mutlaka okumasını da öneririm.