“DIŞARIDAN BİRİ” -1

10.08.2011

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

“Türkiye’de Çerkesler

“Diaspora’da geleneğin yeniden icadı”

Çerkes olmayan değerli bir bilim adamının, Sayın Prof. Ayhan Kaya’nın, 2011 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları arasında  kitabı. Merakla beklemiştim yayımlanmasını. Kaf-Fed’in Abant’ta gerçekleştirmiş olduğu “Ortak Akıl Toplantısı”nda modeatörümüz olan Sayın Kaya ile tanışınca merakım ile birlikte beklentim de büyümüştü. Ancak, yakınlarda anavatan ziyaretinde bulunan Sayın Seyfullah Gücükatalak arkadaşımızın armağanı okuduğumda üzülerek söyleyebilirm ki hayal kırıklığına uğradığım. Doğrusu daha bilimsel bir yaklaşım, daha titiz bir araştırma, daha gerçekçi çözümlemeler bekliyordum.

Sayın Kaya ile kendi uzmanlıklarını ilgilendiren konularda tartışmayı göze alışımı, kimilerinin "Hatam yine haddini aştı" diye yorumlayacaklarını bilmiyor değilim. Buna karşın kesinlikle söyleyebileceğim şey, Sayın Kaya’nın Çerkesler özelinde yeterli araştırma yapmadıkları, kolay ulaşılabilecek kaynakları bile gözardı ettikleri ya da sadece danışmanlarının bilgileriyle yetindikleridir.  Üzülerek belirtmeliyim ki bu da, kitabın inandırıcılığını azaltmış değerini de bir hayli düşürmüştür.

Doğal ki böylesine  kesin yargıda bulunan birinin yapması gereken, bu yargıyı kanıtlayacak sistemik, derli toplu bir incelemedir. Ancak böylesi bir inceleme çok kolay olmayacak, çok da zaman alacaktı. Derli toplu ve özlü çalışma için yeterli zamanım omadığından eleştiri konusunda izninizle sizler için belki de daha zor, ancak kendim için daha kolay olan yöntemi seçtim. Kitabı baştan alacak, okuyacak ve elim değdikçe de katıldığım-katılmadığım konuları, bu bölümlere ilişkin düşüncelerimi  sizlerle paylaşacağım.

Kapak, nefis bir seçim, İthaf, duygu, sevgi yüklü..

“Erzincan’a gitmek üzere Kayseri Uzunyayla’dan hareket eden bir düğün alayı”nın 27 Mayıs 1317 ( 3 Ekim 1899) tarihini taşıyan resim, başlıbaşına bir belge ve kapak için nefis bir seçim. “Sürgünle birlikte Karadeniz’in hırçın sularında karanfile dönüşen her bir Çerkes’in anısına” ithafı da Sayın Kaya’nın biz Çerkeslere duyduğu sevgi ve sempatinin olduğu kadar, sürgünün acısını Çerkes halkı ile paylaştığının kanıtı.

Dolayısıyla, sadece kapak resmi ve bu ithaf yazısınının Çerkesler olarak Sayın Kaya’ya sempati duymamız ve teşekkür etmemiz için yeterli olduğunu düşünüyorm. Eleştirilerimin de konumuzla ilgilenen Çerkes olmayan bir uzmana yeterince yardımcı olamadığımızın üzüntüsü, izleyeceğini umduğumuz çalışmaların daha sağlıklı olması için bir katkı olarak değerlendirilmesini diliyor ve umuyorum.

“Araştırma’nın Öyküsü ve yöntemi”

Bu bölümde sayın yazarın bizler için emniyetçe sorgulandığını öğreniyoruz. Saygımız biraz daha büyüyor. Yine bu bölümde Sayın Kaya’nın Çerkes sözcüğünün tanımı konusunda, Kaf-Fed yöneticileri, moderatörü olduğu Ortak Akıl Toplantısı sonuç bilidirisi ve de Ankara çerkes Derneği Tüzüğü ile aynı görüşte olmadığını, bilimsel yanının öne çıktığını görüyoruz:

“...Yabancılar Dairesi’ görevli Komiserin yanına götürüldüm. Komiser beni görür görmez kim olduğumu sorduktan sonra henüz herhengi bir şey sormadan doğrudan, biraz da sert bir üslupla “Hocam, nedir bu Çeçenler hakkında yaptığınız çalışma? Hakkınızda şikayet var izinsiz anket çalışması yapıyormuşsunuz” dedi. Bunun üzerine neye uğradığımı pek de anlamadan biraz sakinleştim. Davetin içyüzü biraz belli olmuştu. Bir hayli ithamkar olan bu soru karşısında gayet soğukkanlılıkla “Sayın Komiserim, benim yaptığım araştırma Çeçenler hakkında değil Çerkesler hakkında” dedim. Komiser ise bunun üzerine hemen “Ne farkeder, ha Çerkes ha Çeçen” şeklinde bir cevap verdi. Ben ise “Efendim, işte benim de çalışmam tam da bu tür kimlik farklılıklarının diasporada nasıl yaşandığını anlamaya yönelik bir çalışma. Neden son dönemlerde Çerkesler ile Çeçenler arasında giderek derinleşen bir kimlik yarılması olduğunu da anlamaya çalışıyorum” şeklinde biraz bilimsel bir üslup kullanarak Komiser’in oldukça genelleştirici olduğunu düşündüğüm  düşünce tarzına itiraz ettim. Bunu üzerine komiser “Tamam hocam tamam, yan tarafa geçin arkadaşımız ifadenizi alsın” dedi.” 

Yazarımızın, “Çerkes diasporası çalışmam için oldukça anlamlı bir neden teşkil etti” dediği Çerkes gazeteci Sayın Fuat Uğur’un Radikal Gazetesi Pazar ekindeki yazısından yaptığı alıntıyı ben de çok sevdim: “ Türkiye’deki insanlar, Türkiye dışında yaşayan Türk diasporasına ne kadar hassasiyetle eğiliyorsa, anlamaya çalışıyor ve onları büyük ölçüde destekliyorsa aynı hassasiyeti Türkiye’de yaşayan diasporik gruplara ve her türlü azınlığa göstermelidir.” Özetle diyebiliriz ki Sayın Uğur insanların birbirlerini anlayabilmeleri için “empati” yapmaları gerektiğini vurguluyor.  Yaklaşımı sevdim çünkü benim de yıllardan beri yazılarımda, diaspora Çerkesinin anavatana ilişkin politika geliştirirken mutlaka, ama mutlaka empati yapması gerektiğinin altını çiziyorum. Bu empati yapılamadığında sağlıklı bir politika oluşturulamayacağını ve anavatan ile diasporayı biribirinden uzaklaştıracağını yineleyip duruyorum.

Kuzey Kafkasya Halkları’nın kültürel bir Çerkes üst kimlikleri olduğunu, olabileceğini savunan dostlarına karşın Sayın Kaya, bunun mümkün olmadığını bizim de desteklediğimiz şu sözcüklerle vurguluyor:

“Etno-kültürel kimliklere bakıldığında çok önemli bir noktanın altını çizmek geekiyor. Bu araştırmada açıkça görüldü ki, Türkiyedeki Çerkes diasporasında  homojen bir Çerkes kültüründen söz etmek mümkün değil. Bu tür diasporik kimlikleri homojenleştirmek büyük ölçüde hatalı bir yaklaşımdır.    (Hani aslında bildikleri, bizlerin dile getirdiği gerçeği bir de konun uzmanı vurgularsa, olur a, önemsenir diye altını ben çizdim. nh)

“...Ulusal,  bireysel, siyasal, toplumsal ya da etnik, tüm kimlikler “Ötekinin” tanıma, tanımama ya da yanlış tanıma tutumları tarafından belirlenir. (Taylor.  1994; s.25). Kimliklerimizi ancak, başkalarının bizim tavır ve davranışlarımıza verdiği tepkiyi deneyimleyebildiğimizde inşa edebiliriz. Dolayısıyla “öteki” ile diyalog olmaksızın kimlik inşa etmek mümkün değildir.”

Ben,  Sayın Kaya’nın Taylor’dan alıntı bu tümcelerini de çok önemsedim. Yıllardır savunduğumuz, savunduğumuz için “ruhumuzu satmışlıkla” ödüllendirildiğimiz(!) bir yaklaşım. Oysa günümüzde, Türk’e tepeden bakarak Türkiye’de Çerkes kimliği oluşturmayacağı, Rus’un ezeli ebedi düşman olduğunu  yineleyip durarak Rusya Federasyonu’nda uluslaşılamayacağı çok açık değil mi? Bu da sağduyulu her insan için anlaşılabilir olduğuna göre, diyaloğu önemsenmeyişinin, hamasi söylemlerin nedeni,  gerçekte halkımız için bir gelecek kurgularının olmayışı denemez mi?

Sayın Kaya’nın “Bu bir hipotezdir ve yanlışlanabilir de.” dediği şu tümceleri ben de kuşku ile karşıladım, katılamadım, kendi içinde çelikili buldum:

“...Bu tasarımların tözle veya özle çok ilgisi yoktur. Bütün kimlikler zaman içerisinde sosyal-ekonomik, politik ve coğrafi koşullara bağlı olarak değişir veya olduğu gibi korunur. Değişse de değişmese de, bunu belirleyen asıl unsur köklerden ve geleneklerden ziyade yaşanılan koşullardır. Dolayısı ile değişen veya tözselleşen (olduğu gibi korunan) kimliklerin, bireylerin tercihleri doğrultusunda şekillendiğini söylemek mümkündür.”   

Bir kez sürekli değişen "sosyal-ekonomik, politik ve coğrafi koşullara bağlı olan...” kimliğin değişmeden korunması pek olanaklı görünmüyor. Değişim konusunda ben, Kaf-Der'in yayınlamış olduğu “Türkiye Çerkesleri’nde sosyo-kültürel değişme” adlı kitapta kültürün -elbette ki kimliğin de- değişiminin kaçınılmaz olduğunu açıklayan Sayın Cahit Aslan’ın smylediklerini daha doğru buluyorum:

"... Bir kere değişmezlik eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her şey hareket halindedir, değişmek zorundadır. Yalnız aralarında bir fark vardır, o da değişmenin niteliği, değişmenin hızı ve değişen birimlerin tüm yapıya olan etkisidir.

Değişmeyi bir kültür için problem haline getiren değişmenin ardından bir çözülmenin gelip gelmediğidir. Ya da değişen birimin kültür bütününe bozucu etkide bulunup bulunmadığıdır. Değişmenin bir problem haline gelmesinin bir diğer yönü de, o'nun olan ile olması gereken arasındaki çelişkisidir. Toplumların normal koşullarında olan değişimi, kendi iç çelişkilerinin bir ürünüdür ve olması gerekeni yansıtır. Yani olan aynı zamanda olması gerekendir. Şayet olan, olması gerekenden uzaklaşıyorsa normal değişim sürecinden sapma var demektir. Göç (zorunlu göç-sürgün) buna en açık bir örnektir. Çünkü göç, kültürleri uymak zorunda veya bir süreliğine çatışmak zorunda bırakan yeni bir sosyal hayat alanıyla bir sosyal yapıyla yüz yüze getirmektedir. Diğer taraftan yeni sosyal mekan da kendi değişimini yaşamakta  ve bu da değişimin boyutlarının anlaşılmasını biraz daha zorlaştırmaktadır. Her şeyden önce Çerkesler de değişmek zorundadır. Yalnız çözülmeden kültürel kimliği sürdürerekten.”

Katılmadığım diğer konu kökler ve geleneklerin değişimde hemen hiç etkili olmadığı düşüncesi. Çok uzun sürelerden beri aynı coğrafayada yaşayan halkların aralarındaki kimlik çatışması değişimde kökler ve geleneklerin çok önemli olduğunun kanıtı değil mi? Anlamakta zorlandığımız konu da kimlik değişiminde içinde yaşanılan koşulları kökler ve gelenekleri yok sayacak kadar temel unsur olarak gören yazarın “Dolayısı ile değişen veya tözselleşen (olduğu gibi korunan) kimliklerin, bireylerin tercihleri doğrultusunda şekillendiğini söylemek mümkündür.” ümcesinin temel yaklaşımı ile çeliştiğinin farkında olunmaması...

Sayın Kaya’nın İtalyan Maksist Antonio Gramsci’nin entellektüel yaklaşımı üzerine kurguladığı paragraflar da çok ilginç ancak Türkiye Çerkes Diasporası gerçeğine de çok uzak...

Nasılını kısmetse gelecek yazıda irdeleyelim...