GÜNÜMÜZ-GEÇMİŞ-GELECEK...

28.06.2011

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Sayın Prof. Dr. Yalçın Küçük,  “tarih, günümüzü anlamada geleceğimizi kurmada yol göserici bir bilim dalıdır”tanımını yadsımaz, ancak çok önemli bir katkıda bulunur:

“Günümüz olaylarını anlayamayanlar dünün olaylarını da çözümleyemez, kavrayamazlar”

Çok benimsediğim değer verdiğim, içselleştirdiğim bir yaklaşım. Dolayısı ile günümüz olaylarına ilişkin çözümlemeleri, yaşanan olaylarda dünya güçlerininoynadığı rollerin anlatıldığı yazıları her okuduğumda, tarihimizdeki tirajik olayları düşünmezlik edemem.

Günümüz olaylarını anladıkça, dönemin büyük dünya güçlerinin Çarlık Rusyası-Kafkas savaşları- Soykırım ve Kuzey-Batı Kafkas Halkları’nın sürgünü gibi, halkımızı yok oluş girdabına atan olaylardaki paylarının daha bir büyüdüğünü görürüm.

Örneğin,günümüzde arapların birlik olmalarının nasıl engellendiğini gözlemleyebildiğim için, sıkça dile getirilen, “yenilgimizin en büyük nedeni halkımızın birlik oluşturamamış olmasıydı” yollu açıklamaları,yargılarları önemsemem. Günümüz gelişmiş iletişim olanaklarına karşın dünya güçlerininarapların birlik oluşturmalarını önleyebildiklerinden hareketle, yüz yıllar öncesi, dönemin dünya güçlerinin,halkımızın birlik oluşturmasını çok zorlanmadan önleyebildikleri çıkarımını yaparım.

İslamiyeti daha önce kabul etmiş ve deyim yerindeyse daha sıkı müslüman olan Kuzey-Doğu Kafkasya Halklarının, nüfuslarının çok büyük bir yüzdesinin ata topraklarında kalmalarına izin verilmiş olmasına karşın, islamiyeti çok sonraları kabul etmiş ve çok sıkı da yapışmamış Kuzey-Batı Kafkasya halklarının“müslüman oldukları için sürüldükleri” masalının hala dillendiriliyor olmasına şaşaşrım.

Kültürün taşıyıcısınında ,büyük ölçüde üreticisinin de dil olduğu, dilleri farklı halkların kültürlerinin benzeşebileceği ancak aynı olamayacağı bilimsel gerçeğine karşın, Kuzey Kafkasya Halklarının sadece dillerinin farklı, kültürlerinin aynı  olduğuna, neden inanmamız istendiğini duyumsarım.

Kültür festivallerinde ipcambazı ile temsil edilen Dağıstan Halkları ile yaşamı boyunca bir tek adığe ip cambazı görmemişhalkların, erkeklerin çok eşli olmasının neredeyse gelenek sayıldığı halklarla, yaşadıkları islamın izin vermesine karşın çok eşliliği hiç benisemeyenlerin “kültür aynılığı” nasıl bir “aynılıkmış” diye kendime sormazlık edemem.

Destanın dil demek olduğu bilinmesine karşın, üretimin başladığı dönemde aynı dili konuşuyor oldukları kabul edilen Adığe, Abaza ve Ubıxlerin destanı Nartların tüm Kuzey Kafkasya Halklarının üretimi olduğuna inanmamız beklentilerine, içimden güler geçerim.

Gümüz olaylarını anlamak ve günümüz penceresinden geçmişi değerlendirmek...

Bu konuda Star Gazetesi yazarı Sayın Mahir Kaynak’ın yazılarını, çok yol gösterici bulurum. İşte sayın Kaynak’ın 25 Haziran 2011 Cumartesigünlü yazısından kimi bölümler ve düşündürdükleri:

“Medyadaki seçimlerle ilgili tartışmaları izlerken büyük bir hayal kırıklığına uğruyorum. Bu kadar insan yanlış yapmayacağına göre hatanın bende olması gerek diyorum ama kendi görüşümü de yazmak istiyorum.”

Demek ki çok sayıda kişi bana karşı çıkmış olsa bile kendi görüşümü dile getirmeme, savunmama engel olmamalı.

“Tartışmalar haklılık haksızlık, hukuka uygunluk üzerine yoğunlaşırken ben operasyonun içeriğini ve hedefini anlamaya çalışıyorum.”

Demek ki, sonucu etkileyen asıl etken önemli olmak ile birlikte haklılık haksızlık olgusu değil.

Türkiye yönlendirilmek istendiğinde üzerinde yoğunlaştığımız konular araç olarak kullanılıyor.”

Demek ki,Çerkesleri  yönlendirmek isteyenlerin de geçmişte, Çerkeslerin yoğunlaştığı konuları araç olarak kullanmış olabilecekleri gibi, halkımızı yönlendirmek isteyenlerin  günümüzde de yoğunlaştığımız konuları araç olarak kullanabilecekleri gözden uzak tutulmamalıdır.

“Geçmişte darbedeler tezgahlanırken kimse demokrasi ve adaletten söz etmez, tartışma güvenlik üzerinde yoğunlaşırdı. Ülkeyi ele geçirmek ya da düzeni değiştirmek isteyenler olduğu kabul edilir bunlarla mücadele edilirdi. SSCB’nin ülkeyi komünistleştireceği ve Türkleri geldikleri yere, Orta Asya’ya sürecekleri ya da Cumhuriyetin getirdiği devrimlerin ortadan kaldırılıp ilkel bir yaşam tarzına mahkum edileceğimiz söylenir ve ordumuz bunu engellerdi. Demokrasi ve hukuk arka plandaydı ve işlemeye devam ettiği kabul edilirdi. Başbakanı idama mahkum eden yargıçlar sokaktan toplanmamıştı ve arkalarında “Adalet mülkün temelidir” yazıyordu.

“Bugünlerde demokrasi ve hukuk dilimizden düşmüyor. Hedefimizin demokratik bir düzen kurmak olduğunu söylüyor ve yargının bu amacımızı gerçekleştireceğini düşünüyoruz. Demokrasiyi ortadan kaldırmak için plan yapanlar yargılanıyor, bir hukuk devleti olduğumuzu ve yargıya müdahale etmeyeceğimizi söylüyoruz. Bunlar yanlış değildir ve her zaman savunulabilir. Ancak eskiden güvenliğimizin ve düzenin tehlikede olduğu söyleniyordu ve buna karşı tedbir alınıyordu. Güvenliğimizin önemi yok, bırakın iş olacağına varır diyebilir miydik?”

Demekk ki, dünya güçleri kendi kurgularını gerçekleştirmek için araç olarak gördükleri  halklara, toplumlara, gruplara, öncelikli olmayan konuları öncelikli imiş gibi gösterebiliyorlar. Halklar kendileri için mücadele ettiğini sanırken kendisini yönlendirenlerin kurgularını gerçekleştirme doğrultusunda canları pahasına araç olabiliyorlar.

“Bizi yönlendirmek isteyenler analiz yapmayı sevmediğimizi ve belli önyargılarla olaylara baktığımızı biliyor ve bıyık altından gülerek “Biz sizi, bu önyargılarınızı kullanarak da yönlendiririz” diyorlar.”

Demek ki, bizim de analiz yapmayı sevmeyişimiz Türkiye’de eğitilmiş olmamızdan kaynaklanıyor. Bu okuduğunu anlamama, analiz yapmayı sevmeme öyle boyutlarda ki; 

“Tarihte Kafkasya”adlı kitabında, “Kirkas (Çerkes) kavmi, garbi Kafkasya sekenesidir. (Batı Kafkasya halkıdır) Burada Kir kelimesi bir edat olup yaptığım incelemede bu edatın Latince hakiki ve Yunanca'da ise efendi manasında bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Kirkas isminin medlulunün (işaret ettiği şeyin) hakiki Kas veya Kasların Efendisi olduğu anlaşılır.”diye yazan İsmail Berkok’un aynı kitaptaki“Her Adığe Çerkestir ama her Çerkes Adığe değildir”sözü, şimdilerde bile, Çerkes’in, tüm Kuzey Kafkasya Halkları karşılığı olduğunun kanıtı olarak gösterilebiliyor.Daha derin analiz yapabilenlerimiz(!) Türkiyeli Çerkes Çemberi’ni kıramamışların, bu çarpık yaklaşımını, bütün dünyaya kabul ettirebilecekleri hayalini kurabiliyorlar.

“Ne bölgemizdeki ne de ülkemizdeki olaylar demokrasi arayışı değildir.”

Demek ki, daha dün kardeşlerimize saldıran, müzelerini yakıp yıkan, kitaplarını tarihlerini yok etmeye kalkan, bugün de temel hak ve özgürlüklerini kıstlama çabası içinde olan Gürcistan’ın, Çerkes soykırırmını gündeme getirirken asıl arayışı, insan haklarına saygı değildir. Kendi çıkarları için Çerkesleri araç olarak kullanmaktır.

“Dünya yeniden şekillenirken bölgemiz ve ülkemiz operasyonlara maruz kalıyor. Projeyi anlayıp uygun tedbirler alınmazsa, yıllarca sonra, bugünlerde darbeleri çözmeye çalıştığımız gibi, hukukun rolünü araştırabiliriz. Bu gidişle o zaman da başka bir önyargımız üzerine operasyonlar gerçekleşiyor olabilir. Şu anda tarihimizin önemli bir dönüm noktasındayız ve şartlar çok uygun. Sorunları doğru analiz etmez ve akılcı politikalar üretmez, sloganlara mahkum olursak kaybımız büyük olur.”

Demek ki, asıl yapmamaız gereken dünyanın yeniden yapılandırıldığı şu günlerde, halkımıza bir rol biçilip biçilmediğini anlamak ve bu süreçte en çok kazanç elde edebileceğimiz ya da en az zarar göreceğimiz rolübulup, üstlenmeye çalışmaktır.

Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül de değerlenirmelerinden çok yararlandığım bir yazar. Şunlarda Sayın Karagül’ün 24 haziran 2001 günlü yazısının kimi bölümleri:

“...Türkiye-Suriye savaşın eşiğine gelmişse, Türkiye-İran ilişkileri de sert bir rüzgara teslim olacak, Lübnan'da fırtına esecek demektir.”

“Oyun bozuldu, hesaplar yeniden yapılıyor, kartlar yeniden dağıtılıyor. Kardeşlikten düşmanlığı ne kadar kısa süre içinde geçebiliyoruz, ikisi arasında ne kadar kısa zaman var değil mi? Yazık, çok yazık. Bunca yıllık emek sıfırlandı.”

“Bu yüzden Türkiye-Suriye arasında ipler koptu. Geri dönüşü olmayan bir noktaya geldik. Bir yıl önce ortaklık kurarken bir yıl sonra düşman oluverdik. Birileri Irak işgalinden hemen sonra şu haritayı çizmişti. "Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Sudan, Somali işgal edilecek." NATO seki komutanı Wesley Clark, Batı'nın beş yıl içinde bu ülkeleri işgal edeceğini o zaman söylüyordu.”

“Tabi şimdi bunları unuttuk. Unutmasak bile önceliklerimiz değişti ya da değiştirildi.”

“...Hep birlikte yeni hesaplar yaptık ya da başkalarının hesaplarına malzeme olduk.”

“Yarın Şam bombalanırken bu ülkede buna hayır diyecek kimse kalmayacak. Algı yönetimi böyle bir şey işte. Zihinlerin formatlanması, akıl tutulması böyle bir şey. Baas'ın "canı cehenneme" ama Suriye'ye düşecek bir füze eğer canımızı acıtmayacaksa, kimse bize bu coğrafyada bir gelecek kuracağımız masalını yutturmasın. Çünkü bu, bizim gelecek planımız değil.”

Demek ki, Adığeydeki sel felaketi karşısında canı acımayanların, anavatan coğrafyasında bir gelecek kuracakları, ya da diasporada düşledikleri geleceğin anavatan bağlantılı olacağı söyleminin bir masal olduğunun bilincinde olunmalıdır.

 

“İşte o zaman bütün bölge Şii-Sünni olarak iki keskin kampa ayrılırken, Hizbullah-İsrail çatışması tırmanırken bizler de bu ülkede yeni bölgesel dizayna göre saf tutacağız...”

Demek ki, Türkiye gibi bir güçlü devlet dünya güçlerinin baskısına dayanamayıp, dün dost olduğu ülke ile bugün savaşın eşiğine gelebiliyorsa, Çerkes diasporası gibi örgütsüz bir halkın, kartları yeniden karan dünya güçlerinin etkilerinden kendisini kurtarması mümkün değildir. Dolayısı ile savunulan önceliklerin ne denli kendi önceliklerimiz olup olmadığı, halkımıza ne getirip ne götürebileceği mutlaka irdelenmelidir. Dostluk-düşmanlıkların neredeyse artık saatlerle  yer değiştirdiği günümüzde, ezeli-ebedi düşmanlıktan söz edenler tarih önünde gülünç duruma düşmeyi de göze almalıdır.

Bir de  25. 06. 2011 tarihli Akşam Gazetesi’nde yer alan söyleşide, Sayın Hüsnü Mahalli’nin Sayın Şenay Yıldız’ın sorularına verdiği yanıtlar (kısaltılmıştır) yol göstericiliğünde halkımıza yaşatılanları, yaşadıklarımızı çözümlemeye çalışalım:

“-Müslüman Kardeşler kendilerine AK Parti'yi model aldıkları için bu Türkiye açısından iyi bir durum değil mi?

“-Dar bir tablodan bakarsak öyle. Ama geniş tabloda, tüm coğrafya derinden sarsılacak ve yeni durumun oluşması çok sancılı olacak. Dolayısıyla işlerin kimin kontrolünde olacağı çok net değil ve riskli. ABD'nin planı bu: uyumlu İslam'ı yaratmak. Mısır'da Müslüman Kardeşler iktidara getirilmeye çalışılıyor. Askerleri iktidara getirdiler, onlar da şimdi Müslüman Kardeşler ile flört ediyor. Bu arada dikkat edin, İsrail aleyhinde tek kelime söylemiyorlar.”

Demek ki, büyük dünya güçleri için bölge halkı, bölge ülkeleri, özne değil nesnedir. Tıpkı üç yüz yıl sürdüğü kabul edilen Çarlık-Rusya’sı-Kafkasya savaşları boyunca bölge halklarının,  dünya güçlerince hiç özne sayılmadıkları, antlaşmaların hiçbirinde,bölgehalklarından birinin olsun imzasının bulunmasının gerekli görülmediği gibi.

“-Suriye neden Batı dünyası için bu kadar önemli?

“-Çünkü nüfusun yüzde 15'i Hıristiyan. Batı'ya Hıristiyanlık Suriye'den yayıldı. Batı'nın değer yargılarında tarih çok önemlidir. İkincisi Suriye Lübnan'ın veya Lübnan Suriye'nin uzantısı. Lübnan'da da nüfusun yüzde 30'u Hıristiyan. Lübnan'a kim ilgi gösteriyor? Fransa. Oraya dönük bir tarihsel hesaplaşma var.”

Demek aslolan dünya güçlerinin çıkarları ki,  21. yüzyılda bile dini farklılığı önemseyen dünya güçleri 19. yüzyıda dini farklılığı değil, Kuzey Batı Kafkasya’nın yerli halktan arındırılmasına öncelik vermişlerdir. Sürgün sonrası, “din değiştirmeyi de kabul ederek” dönmek isteyen grupların Çarlık Rusyası’nca kabul edilmemeleri Osmanlı İmparatorluğu’nca engellenmeleri de bu savın doğruluğunun başka kanıtlarıdır.
...
“ -‘Esad Suriye'de şiddet uyguluyor' diye okuyoruz haberlerden. Bir sürü mülteci Türkiye'ye geldi. Ne oluyor Suriye'de?

“-Hiçbir şey yok.Bu işlerin hepsi örgütlü! Bakın, tam bir yıl öncesinde, daha ortada hiçbir olay yokken, bu çeteler harekete geçti. Ayrıca, 'görgü tanıkları' dediğimiz insanların Katar'da eğitim gördüklerini, kendilerine istihbarat örgütlerinin kullandığı türden elektronik teçhizat verildiğini biliyoruz. Ben bunu kendim birinci elden biliyorum. Operasyonun kumanda merkezi Katar. Şu anda El Cezire'nin Arapçası resmen istihbarat merkezi, CIA merkezi gibi hareket ediyor ve provokasyon yapıyor. Bir de 'Türkiye'ye gelen herkese 500 dolar para veriliyor' diye bir dedikodu çıkarıldı. Ondan sonra akın akın insanlar gelmeye başladı. Suriye isteseydi, 25 kilometrelik yürüyüş yoluna tankları koyardı, kimse gelemezdi. Öldürdü, tecavüz etti, biçti... Bunların hiçbiri doğru değil, hepsi palavra! Esad 3 ay içinde beklenen tüm reformları yapacak ama tabii, bu durum süreci dindirirse... Halkın yüzde 90'ı iktidardan hoşnutsuz ama ona rağmen 6 ay önce bir seçim olsa, Esad yüzde 70 oy alırdı. Genel kanı, 'Esad yapar, düzeltir' şeklindedir. Ama her şey provoke ediliyor.”

Hibirşey nasıl olmaz... Hep dile getirdiğimiz gibi halkımıza,çok acılar yaşatıldı anavatanımızda... Ancak aynı zamanda Sayın Mahalli’nin Suriye için tespiti gibi olayımızda da,Osmanlı  İngiltere ve diğer dünya güçlerinin Kuzey Kafkasya halklarını kendi çıkarları için Çarlık Rusyası’na karşı kışkırtması, örgütlemesi de vardı.

İşte Sayın Murat Papşu’nun A.Fonvill’in anıları “Çerkesya bağımsızlık Savaşı”na yazdığı ön sözdeki değerlendirmesi:

“A.Fonvill’in ve dahil olduğu heyetin Çerkesya’ya gönderilmesini o dönemdeki politik olaylar çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Yayımacı politika izleyen ve 18. Yüzyılın ortalarında Kafkasya’nın bir bölümünü ele geçirmiş bulunan Rus çerlığı, artık “hasta adam” sayılan Osmanlı imparatorluğu ve Ortadoğu ile Kafkasya’da, kendi nüfuzlarını yaymaya çalışan ingiltere ve Fransa dönemin büyük devletleridir. “Hasta Adam’ın” mirasını paylaşmak isteyen Çar I. Nikola bu konuda İngiltere ile anlaşmaya çalıştı. Ancak Rusya’nın daha fazla ilerlemesini istemeyen İngiltere buna sıcak bakmadı. “Ortodoksların Hamiliği” talebi reddedilince Rusya Osmanlı İmparatorluğuna savaş açtı. Osmanlı İmparatorluğu-Fransa-İngiltere ittifakı ile Rusya arasında üş yıl süren Kırım Savaşı (1853-1856) başladı.

İşte o dönemde, 18. Yüzyılın başından beri tek başlarına Rusya’ya karşı direnen Çerkesler ilgiodağı halina geldi. Çerkesya kıyılarında İngiliz ve Fransız heyetleri daha sık görülmeye başladı. (...)”

Ben de Sayın Erol Taymaz’ın “Yanlışlığın Yalnızlığı” adlı yazısına yanıt “yanlışlığın Yalnızlığı” yazımızda konuyu şöyle özetlemeye çalışmıştım:

“-En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en güçlü olmasını engellemek” Dünya, dünya olalı beri, büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.

-Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli  bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa, döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar,  yok olmamız pahasına bizleri savaştıranlar dönemin dünya güçleri idi.

-Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusyası’nın genişleme, en büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme, Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.

-Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl amacı Çarlık Rusyası’nın genişlemesini, büyümesini önlemektir. Başlarda Kafkas Halklarının Rusya’yı durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı gördüldüğünde de savunma hattı olarak Osmanlı topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmalı’nın güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.

-Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya Halklarının Osmanlı topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları yapılmıştır.

Özetle Çerkessiz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.”

“-Süreci dindirir mi reform yapmak bu aşamadan sonra?”

“-Bu provokasyon sürdüğü sürece, ne yaparsanız yapın, kargaşa bitmez. O nedenle Suriye'de Türkiye'ye çok kızıyorlar. Suriye Dışişleri Bakanı 'Daha kimse gelmeden bir hafta önce çadır kurdunuz' diye tepki gösterdi Ankara'ya.Türkiye böyle yapmasa bu işler bu kadar sarpa sarmazdı. Çoköfkeliler.”

Demek ki,Rusyası’nın ilerlemesşini her ne pahasına olursa olsun durdurmak isteyen dünya güçleri, savunma hattını Anadolu’ya çekmeselerdi, Osmanlılar, Çarlığın 1861’de yayımladığı, bilinen “sürgün” kararnamesi daha yayımlanmadan, Çerkesleri  topraklarına  götürme çalışmaları başlatmasalardı, göç anlaşmalarıimzalmamış olsalardı, dini, propaganda aracı olarak kullanmasalardı,halkımızın yüzde doksanı yollara dökülmez, en az birbuçuk milyon insan da yurdunu terk etmezdi.

Soykırıma karşın anavatanda kalanların sayısı, sürgünden arta kalanların sayısındançok daha fazla olacaktı. Ve sayıları yüzbini bulmazken,günümüz cumhuriyetlerini kurabilen “Sürgün” artığı halkımız, Sürügnden kurtulabilseydi eğer,Sovyetler döneminde birinci derecede cumhuriyet, günümüzde de Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi bağımsız bir develet kurabilecekti kuşkusuz.

“-Suriye-Türkiye ilişkilerinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

“-Aralıkta Ankara'da ortak bakanlar kurulu yapıldı. Kuşlar bile birleştiriliyordu. Bakanlar, Kelaynakların ismi ortak olsun diye Latince'den isim arıyorlardı. İki ülke nerdeyse birleşme aşamasına gelmişti. Bu sene kimlikle gidilecekti. Suriye'de inanılmaz Türkiye sevgisi vardı. Referandum yapsanız, Hıristiyanları dahi 'Türkiye ile birleşelim' derdi. Siz Esad'la can ciğerdiniz. Kim ne derse desin, 3 günde sattınız. Suriye'de sokakta, takside herkes 'Türkiye nasıl bize bu kazığı attı?' diye soruyor. Peki nasıl bozuldu? Hem de iki günde... Bu bir oyun. Türkiye ile Suriye'nin ilişkilerinin bozulmasının hiçbir izahı olamaz. O zaman oyun diyorsun.” 

Demek ki, halkların dostlukları düşmanlaıkları da dünya güçlerinin güdümündedir.Çıkarları gerektiğinde devletlerin daha zayıf olanları 3 günde satması işten bile değildir. Daha güçlülerle kurulacak birlikteliklerde bu 3 günde satılabilecek olma durumu hep göz önünde bulundurulmalıdır.

“-Angelina Jolie de projenin parçası...

“-Ben zaten o kadına gıcık olurum. Irak Savaşı sonrası 3 milyon göçmen vardı. Niye gidip birisinin yanağını okşamadı. Gittiği ülkelere bakın, ya gitmeden ABD politikalarından dolayı önce belaya girmiş ülkeler, ya da gittikten sonra belaya girecek ülkeler. Çok seviyorsan, git Irak'a. ABD işgali altında.  4 milyon dul kadın var, sefalet diz boyu. Bu projenin bir parçası.”

Demek ki, güya bizlere yardım için gelen askeri ateşeler, heyetler de devlerin planılarının bir paröası idi. İşte bunlardan A.Fonvill’in anılarındaki itirafı:

“...Çok büyük boyutlara varan ve ülkeyi bir anda bomboş hale getiren göçi durdurmanın artık hiçbir çaresi kalmamaıştı. O zaman biz de gitmeye karar verdik. Fakat bunu Çerkeslere bildirmek için son derece dikkatli davranmamaız gerekiyordu. Çünkü ülkelerine yeni geldiğimizde henüz ruslara boyun eğme inkanları varken onları savaşa devam etmeleri için teşvik etmiştik ve bundan dolayı bize serzenişte bulunabilirlerdi. Zaten bu serzenişler bize çoktan ulaşmıştı. Fakat onları aldatmaktan hiöbir çıkarımız olmadığını, yardım gelmediyse bunun bizim de açıklayamadığımız ve kesinlikle bize bağlı olmayan nedenlerden kaynaklandığını bu kara cahillere anlatmanın hiçbir imkanı görünmüyordu.” (M. Papşu çevirisi)

Sözün özü;

“geçmiş olayları neden ve sonuçları ile anlayabilmek, geleceğimizi kurgularken yanılmamak ya da daha az yanılmak için günümüz olaylarını kavrayabilmek, çözümleyebilmek gerektiği” yargısı önemsenmeli, içselleştirilmeli, yol göstericiliğinden yararlanmalıyız...