ORTAK AKIL ELEŞTİRİ İLE KARIŞIK

07.01.2011

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Ortak Akıl Toplantısı “Sonuç Bildirisi”nin katılımcıların ortak görüşü olmadığı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anlaşıldı sanırım.

Toplantının başarılı olup olmadığına gelince…

Eğer halkımız adına bir gelecek beklentimiz ve gelecek planlamamız varsa; değerlendirme öznel değil nesnel ölçütlere göre yapılmalıdır kuşkusuz.

Toplantının başarılı olup olmadığı öncelikli olarak toplantının beklentilere yanıt olup olamadığı ile ilişkilidir. Eğer, kimi okulların nostaljik mezunlar toplantısı benzeri  gibi düşünürsek toplantı gerçekten son derece başarılı. İnanın en çok eleştirenlerden biri olarak toplantıya katılmış  olmaktan ben de çok mutluyum. Çok uzun yıllardır göremediğim arkadaşlarla görüşmüş oldum. Dahası yazılarını okuduğum. Adlarını duyduğum kendilerini henüz tanımadığım arkadaşlarla da tanışmış oldum.

Toplantı yine belirli bir amacı ve bu amacı gerçekleştirme iradesi olan bir grup bir kurumca, amaca ilişkin kimlerin ne düşündüğünü, kişilerin nerelerden nereye geldiğini, toplantıda söyleyeceklerinin yıllarca önce söyledikleri ile ne denli tutarlı olup olmadığının ortaya çıkartılması, bundan böyle kimlerle yürünebileceğinin anlaşılması için veri toplama amacı ile yapılmışsa yine çok başarılı… çok yararlı… Bu açıdan kendimin de çok yararlandığımı söyleyebilirim.

Ancak İkinci gün –hava muhalefeti nedeni bile olsa- toplantı daha bitmeden ayrılmaları, oturum süresinin kısaltılması, kimi katılımcıların tartışmalar sürerken, olayla ilintili ancak toplantının dışında konularla ilgilenmeleri, ( Sayın Hapae Erhan değerlendirmesi), elde kronometre konuşmacıların saniyelerini sayan Sayın Candemir’in gündemde olmayan yarım saat sürecek bir magazin programını kimseye sormadan programa dahil etmeye kalkışması… da toplantının  sadece kimi katılımcılarca değil kimi sorumlularca da ciddiye alınmadığının bir göstergesi idi.

125. Yıl sonuç bildirisi, Sayın Candemir’in 2006 yılında, ulusal gazetelerde de yayımlanan  -kendileri yönetimde değilmiş gibi-  DÇB yönetimini eleştiren genel kurul konuşmasını, Gençlik toplantıları sonuç bildirilerini, Kaf-Fed Genel sekreteri Sayın Cumhur Bal’ın yıllarca önce dönüş konulu ancak “laf ola beri gele” dozunda olduğu ortaya çıkan girişimlerini, 2008 yılında İstanbul derneğimizde gerçekleştirilen “yüzleri anavatana döndürme” amacı ile yapılmış toplantıyı ve Sayın Candemir’in toplantıdaki benim de çok beğendiğim konuşmasını, en kısa sürede yalnızca Dönüş’ün konu edileceği konferans yapılacağı kararını bilenelerin ise, bu toplantı ve sonuç bildirisini başarılı bulmaları en azından öncekilere haksızlık olur diye düşünüyorum.

Toplantı programı ile sonuç bildirisi karşılaştırıldığında programdaki birçok konunun tartışılamadığı da anlaşılacaktır… Örneğin ilk tartışılması gereken “...Ne için ve neye göre örgütlenme?” konusu yeterince tartışılmadığı için, ne için bir araya geldiğimiz de anlaşılmamış, sonuç bildirisinde de yer almamış, özetle bilinmeyen bir amaç için ortak akıl arama görüntüsü oluşmuştur.

Ancak tüm bu eksikliklerine karşın bu topantı;

Ulusal sorunla ilgilenen en azından ilgilenmek isteyen insanlarımızın az olmadığını ortaya koymuştur.

Konuyu önemsediklerinde insanlarımızın uzun yolları, denizleri aşarak yol ve konaklama giderlerini de kendileri karşılayarak gelebileceklerini kanıtlamıştır.

Katılımcıların her birimize akademisyen bakış açısının konumuza küçümsenemeyecek katkıları olabileceğini kavratmıştır.

Öyle sanıyorum ki genel çerçeveyi çok güzel çizen akademisyenlerimize de sağlıklı değerlendirme için konunun özelini de bilmek gerektiği ve bu konuda bir hayli eksik olduklarını düşündürmüştür.

Kimilerimize konu bağlamında görüşlerimizi açıklama, toplantının çektiği ilgi çerçevesinde daha çok insanımıza ulaşabilme olanağı sağlamıştır.

Karar alındığı gibi daha sık aralarla ve eksiklikler de giderilerek toplantıların sürmesi halinde sağlıklı sonuçlara da ulaşlacağı umudunu vermiştir.

Yine de eleştiriyorsam arkadaşlarımı hırpalıyor, kurumlarımızı önemsemiyorum gibi anlaşılacağı korkusunu, dostlarmca da yeterince anlaşılmaycağım  kaygısını yaşamadığım sanılmasın… Dileğim dostlar, eleştirilerimi, daha çok olumsuzu görme huyuma, daha olumluya daha kısa sürede ulaşma aceleciğime, dilerlerse huysuzluğuma versin… Ama eksiği gidermede alkışlardan çok acıyı dile getirenlerin katkısının daha büyük olduğu da hiç unutulmasın… Yanlış bulabilecekleri yöntemim, içerği görmelerine engel olmasın…

Ve Sonuç Bildirisi bağlamında “saklı kalan düşünce ve ifade nüansları”ım:

·                   1864’de biten Kafkas savaşı sonrasında yurtlarından sürgün edilen Adığeler, Abazalar ve Ubıhlar (ve diğer Kuzey Kafkas halkları) bugün dünyanın en büyük ve en geniş diasporalarından birini teşkil etmektedir. Nüfuslarının büyük çoğunluğu diasporada yaşayan Adığe, Abaza ve Ubıhların, tarih boyunca sürdürdükleri kader birliği devam etmektedir. Birlikte yaşama ve birlikte mücadele etme ihtiyacı eskisinden daha yakıcıdır ve daha vazgeçilmezdir. Adığeler, Abazalar, Ubıhlar ve diğer kardeş Kuzey Kafkas halkları için, hem diasporada hem anavatanda toplumsal-ulusal varlığı sürdürmek, birlik ve dayanışma içinde mümkündür.

“Adığeler, Abazalar ve Ubıhlar (ve diğer Kuzey Kafkas halkları)” kurugusu itici bir kurgu. “Diğer kuzey kafkasya halkları”nın, sonuç bildirisini yazanlarca da eşit sayılmadıklarının kanıtı. Yada bilinç altının bilince yansıması.

...

Adıghe, Abaza ve Uıbıxlerin sorunları ortak olduğu için birlikte mücadele etmeleri anlaşılır bir şey de birlikte yaşamaları epeyce zor değil midir? Birlikte yaşamayı amaçlamak hep diasporada kalmayı amaçlamak gibi değil mi, anavatana dönüşle herkes kendi evine gitmeyecek mi?

Daha ilginci birliktelikler de belirleyici olan siyaset değil midir? Sağolsunlar moderatör olarak da konuşmaları ile de toplantımıza büyük katkıları olan değerli akademisyenlerimizin benim bildiğimi bilmiyor olabilmeleri mümkün mü?

Rusya Federasyonu’nun katkıları ile bağımsızlığını elde ettiğinin bilincinde olan ve bu bağımsızlığı çok önemseyen Abazalar ile  Rusya ile birlikte daha özgür bir yaşamı planlayan  Adıgheler ve direnişten yana Çeçenler’in birlikte olabilmeleri mümkün müdür sizce? Yada Abhazya’nın bağımsızlığı için herşeylerini göze alan abazalarla Gürcülerle federatif biryapı kurmanın daha doğru olduğunu düşünenler ne gibi etkinliklerde birlikte olabilirler dersiniz? Dahası bizce birlikte olabilmek için sorunların sadece ortak olması da yetmeyecektir. Gerçek birliktelik için sorunları çözme iradesi olanların, çözümiçin uygulanacak  strateji ve taktikte de anlaşmaları gerekecektir.

·                   Diasporada ve anavatanda yaşayan kardeş Kafkas halklarının kendi etnik-ulusal adlarını kullanmaları ve öne çıkarmaya çalışmaları elbette doğal haklarıdır ve teşvik edilmelidir. Ancak bunun diğerini dışlayıcı, ayrıştırıcı, birbirinden uzaklaştırıcı olması kabul edilemez. Bu bağlamda, 1908’deki ilk örgütlenmemizden bu yana olduğu üzere, özellikle diasporada  Adığe, Abaza, Ubıh ve diğer Kuzey Kafkas halklarını bütünleştiren, onlara siyasi hüviyet kazandıran ‘Çerkes’in ortak ad ve ortak siyasi tanım olarak kalması doğru olacaktır.

(ve diğer Kuzey Kafkas Halkları’nın) katılımcı olarak çağrılı olmadıkları –Sayın Alankuş akademisyen kimliği ile katılmıştır-  bir toplantının sonuç bildirisi tüm halklarca neden benimsensin? Adlarını bile anmadığımız, “diğer” parantezine aldığımız kardeş halkların “akil adamlar madem böyle buyurdular-peki” demelerini beklemek biraz saflık olmaz mı?

·                   Kuzey Kafkasya coğrafyası, merkezi konumu ve geçiş güzergahı vasfıyla çok sayıda halka, etnik topluluğa ev sahipliği yaptı, yapıyor. Bu ‘çok parçalı’ yapı, tarihi ve siyasi süreçlerle, savaş ve sürgünlerle, toplu nüfus hareketleriyle ve suni idare sınırlarla daha da karmaşık hale getirilmiştir. Kuzey Kafkasya’da otokhtan halkların haklarını teminat altına alacak ve bölgede yaşayan tüm halklara barış, demokrasi ve refah sağlayacak bir yapının kurulması, sürdürülebilir bir istikrarın sağlanması önceliklidir.

Böyle genel konuşulduğunda söylenenler güzel dilekler olarak kalmaya mahkum değil midir? Önemli olan “ bu yapının kurulması, sürdürülebilir bir istikrarın sağlanması”na  nasıl katkıda bulunulacağı değil midir? Asıl ayrışma da dönüşü önceleyen ve artık anlatmayıp yaşayan, anavatana dönüş yapıp her alandaki bilgi ve birikimini sözü edilen yapının kurulabilmesi hizmetine sunanlar ile estikçe yapılan toplantıları, öncekileri unutup yeniden başlamaları, yadsınması uzun sürmeyecek sonuç bildirileri yayımlamayı, bu yapının kurulmasına katkı olduğunu sananlar arasında yaşanmıyor mu?

·                   Kuzey Kafkasya, tıpkı yüzelli yıl önce olduğu gibi bugün de uluslararası rekabetin merkezi konumundadır. Hem küresel hem bölgesel güçler, Kuzey Kafkasya’yı kendi istekleri doğrultusunda etkilemek, yönlendirmek ve dizayn etmek çabasındadır. Bu mücadele her geçen gün, bölgede yaşayan halklara büyük bedeller ödetme pahasına artmaktadır. Yanısıra, bölge yine eskisi gibi dini mücadele alanı haline getirilmektedir. Kuzey Kafkas halkları ve onların temsilcileri, küresel ve bölgesel emperyal güçlerin ve dini yayılmacıların oyunlarına alet olmadan, kendi geleceklerine ve kendi çıkarlarına odaklanmalıdır.

Çıkar örtüşmesinin doğal sonucu birlikteliğin “oyuna gelmek” olarak alınmadığında doğru bir değerlendirme. Gerçekte ise devleti olmayan, devletleşmek isteyen halklar, güçleri sınırlı devletler, emperyal güç olamayan devletler,  emperyal-bölgesel güçlerden birini tercih etmek zorundadırlar ve etmektedirler.

Önemli olan, hangi emperyal - bölgesel güçle birlikte olmanın, çıkarımıza olduğu tercihini doğru yapabilmektir. Hiç unutulmamalı ki  Abhazya bugün bağımsız ise eğer bu tercihi doğru yapabildiği içindir.

·                   Diasporadan anavatana dönüş vazgeçilmez hak ve yükümlülüktür. Dönüşün fiziki koşullarının yaratılması, toplumda daha geniş kesimlere dönüş fikrinin yayılması ve pilot çalışmalarla desteklenmesi, çok sayıda insanın dönüşünü mümkün kılacak maddi ve manevi altyapının oluşturulması, hem Rusya Federasyonu’ndan hem uluslararası kuruluşlardan fon desteği sağlanması önceliklidir. Kafkasya’daki cumhuriyet yönetimlerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın ve diasporadaki örgütlerimizin dönüşe öncelik verecek ortak çalışmalar yürütmesi sağlanmalıdır. Bu alanda yönlendirici ve sürükleyici güç anavatandır. Anavatan, dünyanın dört bir yanına yayılmış evlatlarını kendine çekmek için daha etkin bir irade ve çalışma ortaya koymalıdır.

Sanki Dönüş yeni gündeme geliyor sanırsınız. Sanki yetmişli yıllarda bunlar tartışışmadı. Sanki diaspora izlemedi ise de bu konuda çok yol alınmadı…Yine daha önce defalarca yazılarda, sonuç bildirilerinde yer almış ve daha belki de toplantı bitmeden unutulmuş güzel dilekler ve “Anavatan, dünyanın dört bir yanına yayılmış evlatlarını kendine çekmek için daha etkin bir irade ve çalışma ortaya koymalıdır” diyerek pası anavatana atmalalar…

Öyle ya;

diaspora kendisine sunulan ve kullanmadığı haklarının üzüntüsünü bile dumayacak,  pişmanlığını dile getirmeyi zul sayacak;

namazda gözü olmadığı halde ezanın neden kulağına okunmadığından dönemin diapora yetkililerini, toplumun öncüsü olarak kendilerini değil de anavatanı sorumlu tutacak;

şu anda bulunduğu ülkeden oturma izni başvurusu yapma hakkına işlerlik kazandırmayacak;

akil adamlar da içlerinde olmak üzere tatil yapabilme gücü olanlar oteller yeteri kadar konforlu olmadığı (artık pahalı olduğu) gerekçesi ile tatile bile gelmeyecek;

her Çerkesin beş yılda bir, yada  yaşam boyu bir kez olsun anavatana ziyaretini sağlamayı programına almayacak;

yaz kampı davetlerine gelecek genç bulamayacak;

TC kimliği ile tapu alabilmek mümkünken ekonomik durumu iyi olanlar birer konut edinmeyecek;

Burslu öğrenci kontenjanlarını bile doldurmayacak;

öğrencilere destek sağlamayacak ama Türkiye’de sınav kazanamayan öğrencilerin gönderilmesini eleştirecek;

yetmeyecek, dönüşün yavaş olmasını “dönüş yapanların Türkiye’de bir baltaya sap olamayanlar olduğu” ile açıklayacak;

dönüş yapanlar için düşünülen geçici konaklama konutuna katkıda bulunmayacak:

Yugoslavya’dan getirilenlerin kimilerinin tekrar Yugoslavya’ya döndüğünü bilecek ama nedenlerini araştırmayacak, sorunların giderilmesine çalışmayacak, bu tarihi olaya nüfusuna oranla en az katkıda bulunanın Türkiye  Çerkes Daisporası olduğunu hiç aklına getirmeyecek;

konutları bitirilemeyen iki ailenin konutlarını bitirmeyi üstlenmeyecek;

sağlıklı haberleşme için ajans kurmayacak,

AB’den sağlanan kredi ile öğretmenler yetiştirilmiş olmasına karşın anavatanla yazışabilecek dercede anadil bilir, Rrusça bilir bir kişi olsun istihdam etmeyecek;

anavatan sanatçılarının CD lerini çoğaltıp çoğaltıp satacak, sayısız uyarımıza karşın bu utanılası uygulamadan vazgeçmeyecek;

şehit çocuklarının eğitimine katkıda bulunmayacak;

DÇB’ye ilişkin soruları yönetim kurulu, başkanlar kurulu üyelerine sorma cesareti göstermeyecek ama toplantıda bir eda ile dile getirecek;

dönüş vakıflarına katkıda bulunmayacak;

yapılabilecek daha bir çok şeyi yapmayacak;

dahası dönüşün anavatanda ilmik, ilmik, tuğle, tuğla .örüldüğünü, alt yapının oluşturulmaya çalışıldığını, küşümsenemeyecek adımlar da atıldığını bilmeyecek ama akıl verecek..

Anavatan da uygulayacak…

Böylece bir dahaki toplantıya kadar da parmak kımıldatmamanın grekeçesi de bugünden hazır olacak…

Oh ne ala… 

·                   Kuşkusuz ulusal-siyasal varlığın ilelebet yaşayacağı-yaşatılacağı yegane yer anavatandır. Bu bakımdan, diaspora gücü ve kabiliyetinin anavatanın tahkimine ‘artı değer’ katması zorunluluktur. Nüfus, yetişmiş insan gücü, bilgi ve sermaye gücünün anavatana yönlendirilmesi hayati önem arzetmektedir. Yanısıra, çifte vatandaşlık hakkının sağlanması ve yaygın olarak kullanılması diaspora-anavatan etkileşimini ve işbirliğini azami seviyeye çıkaracaktır.

Bütünü ile katıldığım bir paragraf. Ancak, “cek, cak”ların ne anlama geldiği çok iyi bilinir. Kaf-Fed’in 2008’de İstanbul Derneği ev sahipliğinde “en kısa sürede dönüşün tartışılacağı toplantı” kararını anımsayanlar bizi ön yargılı bulmayacaklardır. Ayrıca öncekiler anımsanmasa da bu paragrafta olsun biraz daha samimi olunmaması, yakın geçmişte uzatılan çifte vatandaşlık hakkını kullanmamış olmanın üzüntüsünün, pişmanlığının dile getirilmemesi bu çok güzel paragrafın da inandırıcılığına gölge düşürmektedir.

·                   Demokrasi ve hukuk düzeni, nerede yaşarsak yaşayalım, varlığımızın ve geleceğimizin güvence altına alınmasının ilk koşuludur. Dolayısıyla yaşamakta olduğumuz tüm topraklarda demokrasinin geliştirilmesi, hukukun hakim kılınması, refahın artırılması ve adil paylaşılması için çalışmak, kendimiz için olduğu kadar, tüm insanlık adına bir görevdir. Kendimiz için ne istiyorsak, birlikte yaşadığımız insanlar için de aynısını istemek, çağdaş insan anlayışı olmasının yanında, tarihi geleneklerimizin de temel felsefesidir.

Bu kapsamda Anavatandaki nüfus azlığı yanında demokratikleşmenin ve modern yönetim anlayışının yeterince kökleşmemesi önemli bir zafiyettir. Cumhuriyetlerimizde demokrasinin gelişmesi ve çağdaş hukuk standartlarına ulaşılması, anavatanda yaşayanların ihtiyacı olduğu kadar diasporadan anavatana dönüşün de itici gücü olacaktır."

Sanırım bu güzel bölümden de dönüşün modern yönetim anlayışının yeterince kökleşmemesi önemli  zafiyeti”nin giderilmesinden sonraya ertelendiğini anlamalıyız. Öyle sanıyorum ki bu paragrafı bizim gibi güzide bir toplumun anavatana dönüşüne üzeleceğini toplantıda dile getiren Sayın Prof. Ahmet Kaya da benim anladığım gibi anlamış “bunların bir yere gideceği  yok, boşuna korkmuş, üzülmüşüm” demiş rahat bir nefes almıştır.

Anavatandaki cumhuriyetlerimizin, bölgenin hakim gücü Rusya ile ilişkileri özel önem ve hassasiyet arzetmektedir. Cumhuriyetlerimizin siyasi-idari yetki alanlarını geliştirmeleri, ekonomik yeterliliklerini geliştirmeleri ve içinde-yakınında bulundukları Rusya Federasyonu ile siyasi-diplomatik ilişkilerin süreçlerini iyi yönetmelerine bağlıdır. Federal yapı içerisinde mevcut siyasal ve ekonomik yapılarını korumaları çok önemlidir. Varlığımıza yönelik tehdit ve tehlikeler olmadıkça, yerel çatışmalardan kaçınmak, toplumsal barış içinde yaşamak temel politikalarımız olmalıdır. Özgürlük ruhumuzu korumalı, ancak ölçüsüz milliyetçiliğe kapılmamalıyız.

Gerçekten çok güzel ama yine nasılı yok...

·                   Beş kuşaktır yaşadığımız diasporada varlığımız devam etmektedir. Bu gerçekten hareketle, varlığımızı kimliğimizi koruyarak sürdürmek, asimilasyona karşı direnmek, dilimizi ve kültürümüzü yaşatmak önceliklerimizdendir. Tüm dünyayı dalga dalga kucaklayan demokrasi anlayışı ve hızla yükselen kültürel-siyasal haklar algısı, farklılığımız korumamızda en büyük teminat olarak değerlendirilmelidir.

Nasıl dğerlendirilecektir sorusu yine yanıtsız ve bu tip toplantılarda da yanıtsız kalması mukadder gibi…

·                   Diasporada mevcut hakları kullanmak ve hakların sınırlarını genişletmek için örgütlü mücadeleyi yükseltmek ve demokratik mücadele enstrümanlarını artırmak gerekmektedir. Bu bakımdan, bugüne kadar sürdürülen ‘kültürel dernekçilik’ anlayışını aşarak ‘siyasal örgütlülüğe’ ulaşmak ortak hedeftir. Gelecek hedefi, talebi, umudu olmayan hiçbir toplum yaşayamaz. Bizi geleceğe taşıyacak yol, örgütlülüğümüzü siyasallaştırmaktan geçmektedir.

Ulusal mücadele geçmişimiz konusunda tamamen yanlış bir değerlendirme. Bilerek yapıldı ise eğer bir çarpıtma, yada kendimizin yer almadığı etkinlikleri yok sayma anlayışı.

Derneklerimiz 1946’da kurulan “Dosteli Yardımlaşma Derneği”nden bu yana hep siyaset yapmışlardır. Yasaların izin verdiği ölçüde doğrudan, eylemlerin derneklerin kapatılması sonucunu vereceği durumlarda dernek kadroları sorumluluğu kendileri üstlenerek bu çalışmaları yapmışlardır.

1989 da gerçekleştirilen ve tüm dünyada ulusal mücadeleye yeniden ivme kazandıran Çerkes bulunan tüm ülkelerin temsilcilerinin katılımının sağlandığı ve anadilde konuşmaların da yapıldığı 125. Yıl Kültür Haftası etkinlikleri Ankara’daki derneğimizin adını kullanarak gerçekleitirdiği siyasi bir çalışmadır. Dernek olarak sahiplenilmesinin nedeni devletçe derneğin kapatılmasının göze alınamayacağının gerçekçi bir şekilde öngörülebilmiş olmasıdır. Ki aynı yıllarda Fransa’daki bir toplantıya katılan Kürt siyasiler Kürtçe konuştukları için kovuşturmaya uğramışlardır. Derneğimizin yöneticileri de bu etkinlikler için sorgulanmışlardır.

Dönemin dernek kadrolarının, “Nartlar’ın Sesi” gazetesinin  sorumluluğunu dernekten alıp üstlenmeleri de ikinci kategoriye giren bir örnektiri

Konuya İlşkin Sayın Sefer Ersin Berzeg’in “Kafkasya Bibliyografyası” adlı yapıtına bakanlar ne kadar haklı olduğumuzu göreceklerdir.

“Nartların Sesi (1978-1980)

Ankara'da yayınlanan aylık gazete. 1978'de Kuzey Kaf­kasya Kültür Demeği'nin Gençlik Kolu tarafından yayın­lanmaya başlamış, ilk sayısında sorumlu müdürü Mehmet Uzun (Kasey) hakkında ceza davası açılması nedeniyle dernekten ayrılarak 3. sayısından itibaren Nihat Berzeg'in yönetim ve sorumluluğunda yayın hayatını bağımsız ola­rak sürdürmüştür (4-8 sayfa).

Başlıca yazarları: Nihat Berzeg, Yismel Özdemir Özbay. Sefer E. Berzeg (Alhas Fidarok), Ğunoko Kemalettin Öz­bay, Nart Savsur (Süleyman Yançatoral), Nihat Bidanuk. Necdet Hatam, Fahri Huvaj, Kutelya Erol Kılıç, Papapha Mahinur, Halbad Zeki.

Gazetenin hemen tüm sayıları hakkında TCK'nın sonra­dan kaldırılan 142/3 maddesi uyarınca tutuklama kararları verilerek soruşturma açılmış, bazı sıkıyönetim komutanlıklarınca da yasaklanmıştır. Gazetenin ilk sayısında so­rumlu müdür olarak gösterilen Mehmet Uzun (Kasey), bu yasa uyarınca mahkum olmuş, diğer sayılardaki yazılar nedeniyle Nihat Berzeg hakkında açılan soruşturmalar ise yıllar sonra takipsizlik, beraat ve tutuklamanın kaldı­rılması kararlarıyla sonuçlanmıştır. Kafkasya ve diasporayla ilgili haber, yorum ve araştırmalara yer veren ga­zete, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında basımevinde bulunan ve dağıtılmayan 20. sayısıyla yayınına son ver­mek zorunda kalmıştır.”

Bu iki olgu, başkalarının benim bilmediklerimi de ekleyebilecekleri sayısız siyasal çalışmanın sadece iki örneğidir.

Ama Kaf-Fed bu örnekler ötesinde gerçek anlamda siyasallaşbilecek, yani siyasi mücadelenin aracı parti haline dönüşebilecekse öyle sanıyorum ki tarhte bir ilki başaracaktır... Çünkü bilinen, siayallaşmanın kadro hareketi ile başlayıp, ilkelerini ,programını benimsetebildiği ölçüde kitleselleştiğidir.

Ne güzel Kaf-Fed kitleselleştiktan sonra siyasallaşacak ve ilk olacaktır. Hani rivayete göre biz hep ilk olmayı severiz ya... Ama ya gerçekçi olamayan hedef belirlemenin, ezelden beri hiçbirşey yapmayacak olmakla eç anlamlı olduğunu biliyorsanız. Yakın geçmişte bunun sayısız örneğine tanık olduysanuz. Eğitim kursu eğitmeni olabilecekleri beklentisi ile toplantıya çağrılan dönemin “gözünü budaktan ayırmayan Çerkes gençlerinin” “başlık parasını kaldırma kararını” nasıl alabildiklerine şaştıysanız... bu yapının siyasallaşma iradesi gösterebileceğine inanabilir misiniz?...

·                   KAFFED, diasporada onyıllardır sürdürülen toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden, bu mücadelenin omurgasını oluşturan, Türkiye’de yaşayan Adığe, Abaza, Ubıh ve ortak aidiyet hissi içindeki tüm diğer Kafkas halklarını bütünleştiren yegane örgütlenmemizdir. Bugün 60 derneği bünyesinde toplayarak büyük başarı gösteren bu örgütlenmemizi nicel ve nitel olarak daha da güçlendirmek ortak görevimizdir. Profesyonel kadroları artırmak ve daha nitelikli hale getirmek şarttır.

Kaf-Fad’in “Adığe, Abaza, Ubıh ve ortak aidiyet hissi içindeki tüm diğer Kafkas halklarını bütünleştirdiği” tespiti de daha kuruluş aşamasında yerini aldığı Kaf-Kur’un kuruluş amacı “anavatana dönüşü” ilkeleri arasına alamayan Kaf-Der’in varisi ve kuruluşundan bu yana dönüşü ciddi olarak gündemine almayan Kaf-Fed’in on yıllardır sürüdürülen ulusal toplumsal mücadeleyi temsil ettiği tespiti gibi gerçekçi değildir. Örgütümüzün Abhazya ve Çeçenistan bağımsızlık savaşlarına ilişkin tutumu ve  sekiz Ağustos olaylarındaki Kaf-Fed etkinliklerinün irdelenmesi savımızda ne denli haklı olduğumuzu ortaya koyacaktır. Özetle olsun istenen olmuş gibi sunulmuştur.

 Yasaların izin verdiği çerçevede konan dernek adlarına bakarak ve de kavramları, o gün anlaşıldığı gibi değil de günümüzde kendinizin algıladığınız gibi anlayarak sağlıklı sonuca varmak mümkün değildir. Derneğin Kuzey Kafkasya Kültür Derneği adını taşıması Tüm Kardeş Halkların sorunlarını sorun edindiği ve çözümü için de çaba gösterdiği anlamına gelmediği bir giz değildir. Örneğin Sayın Sevda Alankuş’un Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti kurucularının Çerkesi tüm Kuzey Kafkasyalılar adına kullandıkları tespiti derneğin çalışmalarına yansımamıştır. Derneğin yayımladığı gazetenin adı da dili de Adıghecedir. Açtığı okul Adıghece eğitim vermiştir.

Anavatana okullar açan, okullarda görev alan öncüleri  sadece Çerkesya’ya göndermiştir.

 Asetinlerle Apsuwaların Anakara’da ezelden beri birer lobileri var olagelmiştir. Rahmetli Hüseyin Denge’nin yönetimde olduğu dönem dahil aynı dönemde derneğe gelen Çeçen sayısının on kişiyi bulduğu kuşkuludur. Bugün Kaf-Fed kendisini Dünya Çerkes (adıghe) Birliği olarak ifade eden bir dünya örgütünün üyesidir. Kurucu üyelerden biri olan Kaf-Kur da  –o günlerde Uıbıxler Adıghe olduğu için-  bir Adıghe –Abaza örgütü idi. Kurucu Genel Kurul’a katılan dördü delege dördü gözlemci sekiz kişinin beşi Adıghe üçü de Abaza idi.

Kafkas-Abhaz Dernği’nin kuruluş tarihi 1967’dir. 1946’da kurulan Dosteli Yardımlaşma Derneği’nden ayrılan bir grup Kuzey Kafkasyalı daha 1950 de kendi derneklerini kurmuşlardır. Dosteli Yardımlaşma Derneği’nin devamı bugün Federasyon üyesi derneğimiz 1952 de Kafkas adını almıştır.

Daha sonra kurulan Şamil Vakfı, Alan vakfı’nın kuruluşunu engelleyememiştir. Hep birlikte oldukları söylenen Kuzey Kafkasya Halklarının Şamil ve Alan Vakıfları dururken Kaf-Dav kurulmuştur. Kaf-Der kuruluş aşamasında da Birleşik Kafkasya Konseyi kurulmuş daha sonra da Birleşik Kafkas Dernekleri  Federasyonu kurulmuştur. Durum bu kadar açık iken, Kaf-Fed’in mirasçısı olduğu derneklerimizin tüm Kuzey Kafkas Halkları’nı  birleştiren örgütler olduğu iddiasında bulunmak gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

·                   KAFFED’in, 60 derneği koordine eden ‘üst dernek’ vasatından çıkarak 60 derneğin sinerjisini bütünleştiren-yükselten ve giderek toplumumuzun bütününü kapsayacak siyasal örgütlülüğe ve temsil gücüne ulaşması ortak arzumuzdur. Bu amaçla, biran önce gerekli tüzük değişiklikleri yapılarak, KAFFED’in toplumumuzu adına ve toplumumuz için siyaset üreten, örgütleyen bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.

Bize göre bugünkü karşıklığın nedeni  Kaf-Kur’dan Kaf-Der’e geçilirken oluşan eksen kaymasıdır.  Önce Kaf-Der daha sonra Kaf-Fed yetkililerinin “en büyük biziz bizden  büyüğü yok” edası ile yıllardan beri özelde yapılan uyarıları, genel kurullarda verilen önergeleri kulak ardı etmelerinden ve bu konuda ufuk açıcı yol gösterici olmamalarından kaynaklanmıştır.

Örgüt anavatan önceliği olan yani sorunları ortak olan halkların her birinin kendi adı ile katılabileceği bir yapıya kavuşmadığı sürece de karışıklık bitmeyecek Kaf-Fed sağlıklığına kavuşamayacaktır.

Önerimiz her derneğin bağımsız katılacağı Adıghe-Abaza Dernekleri Federasyonu ya da Adıghe dernekleri federasyonu ile Abaza Dernekleri federasyonunun bir çatı altında birleşmeleridir.

Kaf-Fed bu yolu açmaz ise eğer halkaların birbirinden uzaklaşması ivme kazanacak, daha sancılı olacak hiç istenmeyen gelişmeler de yaşanacaktır.

·                   Şehirleşmenin yüzde 80’lere ulaştığı, dağınık yerleşimin hüküm sürdüğü ve hakim dil-kültürün hayatın her alanında mutlak nüfuza ulaştığı diasporada kendi dilimizi ve kültürümüzü yaşatmamız, aile içi veya köy ortamı ya da dernek faaliyetleri yoluyla yürütülecek amatör eğitim faaliyetleriyle mümkün değildir. Mutlaka modern eğitim-öğrenim araçlarına ulaşmalıyız. Okullaşarak yazılı öğrenime, radyo-televizyon yoluyla sözlü ve görsel öğrenime geçmek şarttır.

Biz,  yüzü anavatana dönük olmayanların dil öğrenme konusunda çok ciddi olmayacakları ve dahası eğitim kurumları açılsa, evinin yanıbaşındaki okulda eğitim verilse bile çok büyük bir çoğunluğun çocuklarına anadili eğitimi aldırmayacağını, bu iddiada olanların da  kendi çocuklarını bu okullara göndermeyeceklerini  düşünüyoruz. 

Anadilimizi yeniden kazanmak dahil ulusal mücadelemizde en önemli araçların radyo ve televizyon yayınları olduğu ise kuşkusuz. Radyo ve Tv. Yayınları dili unutturmayacak, unutanlara yeniden kazandıracak, bilmeyenlere de öğrenme olanağı verecektir. Bununla kalmayacak anavatandaki ulusal yaşamı daiasporaya, evlerimize taşıyacak ayrı ülkelerde yaşasa da birbiri için yüreği çarpan, paylaşarak üzüntülerini azaltan, mutluluklarını çoğaltan bir halk olma yönünde hızal yol almamızı sağlayacaktır.

Ancak üzücüdür ki aylardan beri internet üzerinde yayın yapan anavatan radyo ve televizyonlarından hiç söz edilmemesi, derneklerde hiç konuşulmaması, derneklerde programların topluca izleneceği yorumlanacağı etkinliklerin yapılmaması yine ortak akıl arayanların söyledikleri konusunda ne kadar samimi olduklarını sorgulamayı gerekli kılmaktadır.

Bu konuda samimi unsurlar bıkmadan usanmadan yerel yönetimlerden yayınların uyduya verilmesi yayın sürelerinin uzatılmasını istemeleli, Rusya  Federasyonu’ndan da ivedilikle ve sürekli olarak anadilde yayın yapan televizyonlarımızın  mutlaka ama mutlaka uyduya verilmesi ve 24 saat yayın yapmalarının sağlanması talebinde bulunmalıdır.

09. 07. 2010 tarihinde değişiklikler yapılan “Rusya Federasyonu’nun Dış Ülkelerdeki Soydaşlarına İlişkin Devlet Politikası’nın önemini ve soydaşlara tanınan hakları belirten federal yasa, devletin hangi ülkede olurlarsa olsun soydaşlarının anadilleri ve kültürlerini koruyup geliştirme sorumluluğunu üstlenmektedir. Soydaşlarını bilgilendireceğinin, televizyonlarla onlara ulaşacağının altını çizmektedir. Kurumlarımıza düşen Rusya Federasyonu’ndan federal yasanın hayata geçirilmesi talebinde bulunmak, projeler sunmak, projelere katkılarını sağlamaktır.

Ayrıca bu yolun Rusya Federasyonuna nüfusu üç milyon tahmin edilen çok sayıdaki ülkeye dağılmış potansiyel vatandaşlarına, kendisini, kendi politikasını anlatmanın en etkin yolu olduğu mutlaka anlatılabilmelidir.

·                   Diasporada yaşayanlarımız için kimlik çoğuldur. Hem kaynağına-özüne ait olduğumuz kimlik hem vatandaşlık bağı ile edindiğimiz kimlik. Bu kimliği dengelemek, birarada yaşamak ve yaşatmak temel meselemizdir. Bugüne kadar bu iki kimliği çatışma eşiğine ulaştırmadan sürdürebilmiş olmak  en büyük hünerimizdir. Demokrasi ve uzlaşı kültürü, bu dengeyi bundan sonra da korumamız bakımından yegane teminattır. 

Çok kültürlülüğü anlamak dispora ülkelerindeki çeşitli olaylar karşısındaki tepkilerimizi anlamanın belkide ön koşuludur. Sayın Prof. Kaya’nın araştırmasının da ortaya koyduğu gibi anvatana dönüşü belki de hiç düşünmeyenler dahil soru yöneltilenlerin  yüzde altmış gibi büyük bir çoğunluğu kendilerini misafir saymaktadır. Bu sonuç kanımca benim bir yıl önce bir kitap projesi için yazdığım ve Sayın Ergun Utku’ya ilettiğim şu tespiti güçlendirmektedir:

“Sürgünden bu yana hiçbir diaspora ülkesinde, özellikle diaspora devlet uygu­lamalarına karşı Çerkes toplumsal hareketi olmamıştır. Hiçbir şekilde gasp edilen haklarını koruma girişiminde bulunmamışlardır. Örneğin, meşrutiyet döneminde kurduğumuz örgütler ve anadilde eğitim veren okullarımız cumhu­riyetin ilk yıllarında kapatılmış sineye çekmişiz. Köyler sürülmüş karşı koyma­mışız. Dönem gelmiş dilimiz yasaklanmış “peki” demişiz. Kendimizi bildik bileli taşıdığımız soyadlarımızın Türkçeleri ile değiştirilmesini benimsemişiz. Cum­huriyet dönemindeki ilk derneğimizi ancak 1946’da Çerkes’i hiç anımsatmayan bir ad vererek “Dosteli Yardımlaşma Derneği adı ile açabilmişiz. Yıllardır Çerkes ile hain sözcüklerinin birlikte kullanılmasına kendimizi alıştırmışız. Demokratik açılım sürecinde bile iktidar partisinin söylemlerinin sınırını aşamamışız. Çerkesler adına Çerkes sözcüğünün bir kez bile geçmediği basın duyurusu yapmışız…

Madalyonun yalnız bu yüzü görüldüğünde Çerkeslerin çok korkak, çok sünepe olduklarına hükmetmek hiç de Çerkeslere haksızlık olmayacaktır.

Ancak, madalyonun bir de ikinci yüzü var. Diaspora ülkesi  genelini ilgilendiren, Çerkesler adına olmayan hemen her harekette Çerkes en önde. Padişah yandaşı Aznavur da Çerkes, Çerkes Ethem gibi. Talat Aydemir Fethi Gürcan da… On iki Eylülün astığı üç gençten biri Yusuf Aslan da...   Çerkes Teşkilat-ı Mahsusa’da, Hamidiye Alayları’nda, Menderesin yanı başında, Amasya’da Misak-ı Milli’de. Ordu üst kademelerinde, Hariciye’de sanatta, sporda… On iki eylül öncesi sol fraksiyonların hemen hepsinde ön safta… Sağda Türkeş’in güvenilirleri… He­men her dalda nüfusunun yoğunluğu ile açıklanamayacak bir etkinlik…

Büyük bir çelişki değil mi?… İşte bizce, bu büyük çelişkinin temelinde yatan şey Çerkeslerin kendilerini hala konuk saymalarıdır. Evet Çerkesler birey olarak di­aspora ülkelerini vatan olarak benimsiyorlar. Uğruna her türlü tehlikeyi göze alabiliyorlar. Kendilerini ülkenin ve halkın ayrılmaz parçası sayıyorlar. Ancak ilginçtir, Çerkes halkı olarak bu ülke topraklarında hakları olmadığı duygusunu da aynı yoğunlukta yaşıyorlar. Büyük ölçüde bilinçaltı bir dürtü ile kendilerini konuk saymakta, kendisini konuk eden evin düzenine karışmanın töresine ay­kırı olduğunun bilinci ile Çerkes olarak Türkiye’nin düzenine karışmayı yakışık­sız bulmaktadır.

Politik olaylara katılmada alabildiğine cesur olabilenler, girişken olanlar ise aslında Çerkes olarak değil diaspora ülke halkının bir bireyi olarak hareket edenlerdir, Halkımız için bir gelecek kurgusu olmayanlardır, kendilerini dias­pora ülke ve halklarının ayrılmaz bir parçası olarak benimseyenlerdir. Ne Çerkes Ethem ne Anzavur ne Atatürk’ün yanı başında bağımsızlık savaşına ka­tılanların, ne de çeşitli sol-sağ politik gruplarda yer alanların birlikte oldukları gruplara kişilere kabul ettirebildikleri bir Çerkes gelecek kurgularının olma­ması bu bilinçaltı dürtünün ürünüdür. Dahası denebilir ki Çerkesler diaspora ülkeleri politik yaşamında etkin, önde oldukları ölçüde Çerkes ulusal kaygısın­dan uzaklaşmaktadırlar.”

Yani daspora Çerkesi  Sevgili İsmél özdemir’in ya, “Yüreklerin gergef, gergef / Dokuduğu ey umut. /Ödedin borcunu / Konukluğun, ete kemiğe / Bürünerek.  Defterini kapat / Hesaplaş, hesaplaş ki, Güneşin çizdiği / Yola, düşmeye geldi / Sıra…” dizelerinde dile getirdiği gibi konukluğun borcunu ete kemiğe bürünerek ödediği bilinci ile yola koyulacak, anavatanına dönecek ya da ikinci kimliği ağır basanların sayısının hızla arttığını acı ile yaşayacaktır...

·                   Asimilasyon sadece dil ve folklörün yitimi değildir. Asimilasyon, yaşam kültürünün, sosyal davranışın ve siyasi-felsefi karekterin bütünüyle değişime uğraması ve yok olmasıdır. Asimilasyona karşı en güçlü kale kimlik bilincidir. Kimlik bilincimizi ne kadar yükseltirsek dilimizi-kültürümüzü o kadar koruyup yaşatabiliriz. Kimlik bilincimizi kaybetmezsek diğerlerini yeniden kazanabiliriz. Diasporada kimliğimize ne kadar tutunabilirsek, anavana katkımız da o kadar güçlü olacaktır.

Evet ben de inanıyorum ki kaybedilmeyen, yükselen kimlik bilinci er yada geç dilini de arayıp bulacak, bu dilin ancak anavatanda yaşatılıp geliştirilebileceğini görecek, dilini kültürünü kaybetmeyenler de kimlik bilincini ve anavatanı gecikmeyle de olsa bulacaklardır.

·                   Diasporada dil ve kültürü yaşatmak, toplumsal-ulusal varlığı sürdürmek için büyük ve sürekli parasal kaynaklara ihtiyaç vardır. Bu kaynaklar üye aidatları ya da sınırlı münferit bağışlarla yaratılamaz. Ayrı bir vergilendirme sistemi yaratamayacağımıza göre, vatandaşı olduğumuz ülkelerin bütçelerinden fon desteği talep etmek ya da uluslararası kuruluşlardan kaynak aramak tek geçerli yöntemdir. Bu amaçla öncelik, Türkiye’nin ilgili bakanlıklarının (Milli Eğitim ve Kültür bakanlıkları) bütçelerinden münhasıran fon desteği sağlamaktır.

Keşke hemen harekete geçilebilse. Ancak diaspora şarkısı terennüm edip duranların “hem iktidar parti yetkilisi hem de ana muhalefet liderinin “ Çerkes diasporası yoktur, sizler bizlerdensiniz” yollu mesajlarına sessiz kalmaları,  bizlerde sonuç bildirisinde söylenenlerin gerçekleştirme konusunda girişimde bulunulmayacağı, en azından pek acele edilmeyeceği kuşkusunu uyandırmaktadır.

·                   Bizim için diaspora-anavatan bir bütündür. Birindeki zayıflığımız ya da güçlülüğümüz diğerini doğrudan etkilemektedir. İletişim araçlarının gelişmiş olması, ulaşım imkanlarının artmış olması bu etkileşimi daha da artırmakta ve günübirlik haline getirmektedir. Bu şansı iyi kullanarak geleceği birlikte planlamak, birlikte yürümek ihtiyaç olmaktan öte tarihi bir gerekliliktir. Ortak karar mekanizmalarının oluşturulması, ortak çalışma organlarının sağlıklı-güçlü hale getirilmesi, uyumun yükseltilmesi zorunluluktur. Bu amaçla, ortak aklın ve siyasetin geliştirilmesi için anavatanla daha sistematik etkileşim kurmak, benzeri toplantıları birlikte daha geniş platformlarda yapmak hedeftir.

Umutla bekleyeceğiz… 2006 DÇB geel kurulunda Sayın candemir DÇB’yi Dönüş’e yeterince ilgi göstermediği için suçladığında, yine 2008 de Yüzümüz Kafkasya’ya Dönük adı ile düzenlenen konferansta çok geç kalınmadan dönüş konulu toplantı yapılacağı kararından sonar da böyle umutlu bir  bekleyişe girmiştik. Ama dağımız eleştirmek zorunda kaldığımız fareyi doğurmuştur.

·                   Abhazya’nın bağımsızlığı, yüzyıllardır elde ettiğimiz en büyük kazanımdır. Gurur ve sevinç kaynağımızdır. Bağımsızlığın korunması, güçlendirilerek ileri taşınması tarihi sorumluluğumuzdur. Gürcistan’ın Abhazya’ya (ve G. Osetya’ya) yönelik ilhak hevesleri devam etmektedir. Sadece yöntem ve söylem değişiklikleri sözkonusudur. Gürcistan’ın, Abhazya’yı ve G. Osetya’yı Kuzey Kafkasya’dan soyutlayarak yalnızlaştırmaya yönelik çabaları dikkatle izlenmektedir. Bu çabaya bilerek-bilmeyerek angaje olanları tarih yargılayacaktır. Kuzey Kafkas halklarının, birlikteliği ve dayanışmayı daha da yükseltmeleri varlığımızı sürdürebilmenin olmazsa olmaz şartıdır. Aynı şekilde, Abhazya halkının ve yönetiminin de hem anavatanda hem diasporada birlik ruhuna halel getirecek hertürlü söylemden ve eylemden imtina etmesi ve bu yöndeki münferit adımlara müsamaha göstermemesi, beklentimizdir.

Evet Abhazay’nın bağımsızlığı büyük bir kazanımdır. Abhazya’yı Kuzey kafkasya’dan soyutlama çabaları da görülmeyecek gibi değil. Ancak birlik konusunda samimi olan arkadaşlarımızın iki konuda çok duyarlı olamaları gerektiğini düşünüyoruz...

Ayrılığı körüklemede en önde olanlar  “Abhazya artık bağımsız. Adıghe halkına artık ihtiyacımız kalmadığı gibi gelecekte, Adgheler ile Rusya Federasyonu arasında gerkinlikler yaşanması olasılığı zayıf da olsa yok değil. Yakın birlikteliğimiz sürerse olası gerginlikte iki arada bir derede kalabiliriz.” düşüncesinde  olan ve Abhazya’nın çıkarını ayrılıkta, uzaklaşmakta gören bir bölüm Abhazya politikacılarıdır. Bunlar en azından ayrılığı körükleyenlere alet olmaktadırlar... Kimi Abhaz bilim adamlarının Soçi Olimpiyatları konusundaki değerlendirlmeleri bu politikanın uzantısı bir gelişmedir.

Gerçekte 1991 de birlikte kurulan DÇB’den fiili olarak ayrılıp 1992’de kendi dünya örgütlerini kuran Abazaların, 1993’ten beri sürüncemede bırakılıp bağımsızlığın tanınmasından sonra ancak 2009 genel kurulunda hukuken ayrılmalarının temelinde yatan da bu yaklaşımdır. Nitekim “ayrılırken de birlikteyiz”i terennüm edenlerin, iki dünya örgütününe bir çatı oluşturmaları konusunda bir bugüne kadar bir girişimi olmamıştır.

İkinci duyarlı konu,  Adıghelerde psikolojik büyük bir travmaya neden olan Abhazya Vatandaşlık yasası ve yasanın değiştirilmesi konusunda ciddi bir girişimde bulunulmamasıdır. Ki yıllarca önce Abhazya dış İşleri Bakan yardımcısı ile birlikte Kaf-Fed’e bir konuşma için konuk olduklarında da Sayın Gogua Soner ile konuyu bire-bir görüşmüştük. Yasanın böyle çıkarılmasındaki güya gerekçeleri çürüttüğümüzde gerçek nedeni söyleyivermişti “Eh Abhazya Abhazlarındır” demişti. Bu görüşmeyi de Sayın Cumhur Bal ile de paylaşmıştık.

Kimi Abhaz politikacıların seçtikleri bu yol kendileri için daha hayırlı olabilir. Türkiye’deki Abhaz arkadaşlarımızın kimileri de bu tercihi doğru bulabilirler. Ancak hoş olmayan bunun açıklıkla dile getirilmemesidir. 1992 de fiili olarak ayrılmışken Adıghelerin kendilerini ayırdıkları havasını çalmaktır hoş olmayan. Ayrıca bilinmeli ki birlikten yana olduklarını söyleyen Adıge ve Abazalar, kişisel olarak ve de etkili oldukları kurumları aracılığı ile psikolojik travma nedeni olan bu yasanın değiştirilmesi için ciddi ve resmi girişimlerde bulunmadıkları takdirde inandırıcı da olamayacaklardır.  

Konu tarafımdan yıllardan beri sözlü ve yazılı olarak sayısız platformda dile getirilmiş ancak  Türkiye Abhaz aydınlarının yasa değişikliği konusundaki girişimlerine tanık olunamamıştır.

Bu konuda ciddi girişimde bulunmayan Kaf-Fed’in bu tutumunun,  Karadeniz’in güneyinde biriz kardeşiz, aynı çatı altında olmamız gerekir, ancak denizin karşı kıyısında bir de değiliz, kardeş de değiliz anlamına geldiği bilinmelidir. 

·                   Küresel süper güç Amerika’nın Kuzey Kafkasya’yı, Rusya’ya karşı  ‘oyun alanı’ olarak kullanmak istediği bellidir. Bu oyunun ‘merkez üssü’ Tiflis’tir. ABD amacına ulaşmak için büyük paralarla, silahlarla, askeri ve sivil personelle Tiflis’i bölgesel karargah haline getirmiştir. Ve Gürcistan’ın ihtiraslı liderleri-politikacıları bu tehlikeli oyunun taşeronluğunu yaparak kendi halklarına büyük acılar yaşattılar, yaşatıyorlar. Şimdi, diğer Kafkas halklarını da kendi kör kuyularına çekmek için canla-başla çalıştıkları açıktır. K. Kafkas halkları bu oyunun parçası olmayacaktır ve olmamalıdır. Kafkas halkları tarih boyunca  ‘ateşe uzanan maşa’ olmanın yakıcı deneylerini yaşamıştır. Artık ‘uğrunda ölünecek’ değil ‘uğrunda yaşanacak’ değerleri kutsallaştırmalı, başkalarının oyunlarında kahraman olmak yerine, kendi geleceğimizin mütevazı ama kararlı yolcuları olacak politikaları üretmeliyiz.

Bütünü ile katılıyorum. Dönüş önceleyenlerin, dönüş paradigmasını içselleştirenlerin sayısınca bu sağlıklı politikaya destek de büyüyecektir.

Herşeye karşın beklentimiz Dönüş konulu toplantı için gecikilmemesidir....