KAF-FED ORTAK AKIL TOPLANTISI - ELEŞTİRİLER

22.12.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Ortak Akıl Toplantısı'na çağrıldığım için mutlu, program bağlamında katılımcılara sunduğum değerlendirmelerimde ne denli haklı olduğumu gözlemlediğim için de üzgünüm.
 

Ancak toplantıyı başarılı bulanlar da az değil. Daha önceleri daha iyilerini gerçekleştirmiş olanlar bile, önceki konuşmalar, toplantı sonuç bildirileri, topluma verilen sözler anımsanmasın, bir arpa boyu yol almadıkları, dahası geriledikleri ortaya çıkmasın istedikleri için olsa gerek, bu toplantıyı önemsiyor, başarılı buluyorlar. 
 

Bense benzeri toplantıları profosyonel bir anlayışla gerçekleştiren ve Türkiye’ye çok önemli isimler getirebilen konusunda uzman arkadaşlarımızın ve akdemisyenlerin katkıları dışında toplantının takdir edilecek bir yönünü bulamadım.
 

Program, toplantının içerik olarak doyurucu olamayacağının kanıtı idi aslında. Bu durumda katılmayı yersiz bulacakların, yanlış bulacakların olduğunu da bilmiyor değilim. Buna karşın, çabalarım ve dönüşçülerin (!) destekleri ile toplantıyı daha gerçekçi ve somut sonuçlar alınabilecek yönde etkileyebleceğim umudu, umudum gerçekleşmez ise eğer, yıllardır bu işin içinde olduğu savında olanlara “samimi olmadıkları”ını topluca ve yüzlerine söyleyebilme fırsatı, toplantıya katılmam için yeterli gerekçelerdi.
 

Programa göre konuşma sürelerinin görüşleri açıklamaya yetmeyecek kadar kısa olması, toplantı sırasında söyleyebileceklerim dışında konuya ilişkin görüşlerimi yazılı olarak sunmanın da yararlı olacağını düşündürdü. Görüşlerini yazılı olarak sunma konusunda yalnız kalmadığımı görmek benim için sevindirici idi.
 

Toplantı başlamazdan önce katılımcılara ulaşmasını sağladığım sunumda toplantının özeline ilişkin söylediklerim şunlardı:
 

Konunun içinde olanlarla zaten birbirimizi biliyoruz, konuya yakın olanlarla da artık tanışıyor olduğumuzu sanıyorum.
 

Kendi halkım konusunda bilinçlendiğim çocukluk denebilecek günlerimden beri dönüşü düşündüm, dönüşü yıllarca diasporada yaşadım, 1992 Mayıs ayından beri de dönüşü anavatanda yaşıyorum.

Bilindiği gibi dönüş sürgünle başlamıştır. Anavatana dönebilmek için çok çeşitli yollar aranmış ancak elbirliği ile bizleri vatanımızdan kopartan dünya güçleri yine el birliği ile anavatana dönüşümüzü de engellemişlerdir.
 

Altmış sonrası Türkiye’deki sosyal-kültürel-siyasal değişimle birlikte dönüş, yeniden gündem almış ve bu kadar yıldır da ulusal sorunumuzun çözümü konusunda dönüş dışında gerçekçi çözüm önerisi getirilememiştir.
 

Sovyetler Birliği'nin dağılması ve sonrasında dünya ölçeğinde her anlamdaki büyük değişiklikler dönüşün sadece olabilirliğini değil olmazsa olmazlığını da net bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak üzücüdür ki, bu arada doğan çok büyük fırsatlar yeterince değerlendirilememiştir. 1991'de kabul edilen dokuz yıl yürürlükte kalan ve önemlisi TC vatandaşlığının bırakılması ve RF’na yerleşme koşulu da getirmeden vatandaşlık sunan Rusya Federasyonu  Vatandaşlık Yasası değerlendirlemeyen bu fırsatların en büyüğüdür. Dokuz yıl süresince bu yasanın yeterince değerlendirilmemiş olması da değil, Türkiye’den bir kişinin bile usulüne uygun başvuru yapmasının sağlanmamsı, kendisini dönüşçü sayan Türkiyeli Çerkesler için çok zor açıklanır, zor affedilir bir durumdur.


Özetle, ulusal sorunun çözümü konusunda kendilerini sorumlu sayanlar, özellikle de dönüşçüler için her yönü ile çok olumlu ama çok da farklı bir durum çıkmıştı ortaya. Dönüşçülere düşen hemen yeni koşullara göre en sağlıklı
dönüşün nasıl olacağını tartışmak ve bir dönüş programı oluşturmaktı. Ancak sözlü, yazılı çok sayıdaki çağrılarımız, Kaf-Fed yetkililerince yapılan girişimler, dönüşün, DÇB’nin hemen her toplantısında gündeme alınması, sanal ortamda kurulan dönüş platformları özlenen çalışmanın yapılmasına yetmemiştir.
 

Yine üzücüdür ki, bu başarısızlıktaki en büyük etken, daha 1989’da 125.yıl etkinlikleri ile ulusal harekete, tüm dünyada ivme kazandıran kurumun varisi durumundaki kurumlarımızın ilgisizliğidir.

Ama işte sonunda yıllardır beklenen olay gerçekleşiyordu. İşin güzel tarafı kurumumuz, bu çalışma için konunun profesyoneli arkadaşlarımızı görevlendirmişti. Tam da hazırlık döneminde, toplantımızı hazırlayacak kadronun düzenlediği Abhazya’ya ilişkin konferanstaki konuşmaları derleyen, Abhazya’nın Bağımsızlığı ve Kafkasya'nın Geleceği adlı kitabı gördüm. 
 

Ne aradığını bilenler, aranana yanıt olabilecek konuşmacıları bir araya getirebilmişlerdi. Konunun doğrudan sorumlusu olmayan konuşmacılar da Abhazya bağımsızlığına en büyük desteğin en kısa sürede Abhazya’ya dönüş olduğunu çok güzel vurgulamışlardı.

Bu iki olay toplantı için umutlanmam, beklentiye germem, mutlu olmam için yeterli idi. Gerçekte bu kadar yıl sonra elliye yakın insanın hem de kurumlarımıza yük olmadan bir araya gelebilmesi, sadece toplanabilmek bile mutluluk için yeterli idi ve bunu sağlayan arkadaşlarımız da teşekkürü hak ediyordu.
 

Ancak çok üzülerek belirtmeliyim ki, program bende hayal kırıklığı yaratmıştır.
 

Bu hayal kırıklığının nedenleri ise şöyle:
 

Öncelikli neden, gündeme alınan hemen tüm konuların nasıl ele alınması gerektiğini belirleyecek olan, dahası, kimi konuların gündeme alınmasını gereksiz kılacak olan amaç belirtilmemiştir.
 

Gündem sürgünden bu yana ulusal sorunun çözümüne ilişkin hiç çalışma yapılmamış izlenimini vermektedir.
 

Gündem dönüşü dönüş yapan arkadaşların kendilerini inkarıdır.
 

Gündem 125. yılı etkinliklerini düzenleyen sonuç bildirisini hazırlayan ve bu bildiriyi destekleyenlerin kendilerini inkarıdır.
 

Gündem öncelikli hedefi dönüş olan DÇB’nin kurucu üyesi Kaf-Fed’in kendisini inkardır.
 

Gündem yukarıda sözünü ettiğimiz  konferansta dönüşü önceleyen ve vurgulayanların kendilerini inkarıdır.
 

Gündem Türkiyeli Çerkes diasporasının gelişmeleri yeterince izlemediğinin göstergesidir.
 

Bilimsel olmadığı kadar üzücü de olan daha önce tartışılması düşünülen bütün konularda belirleyicisi, “gelecek kurgusu” da diyebileceğimiz “Gelecek Beklentisi- Gelecek Planlaması”nın sonlarda tartışılacak olması. Öyle ki, bu konunun tartışılacağı oturumda ortaya çıkacak sonuçlar, daha önceki tartışmalar için boşa zaman harcandığı anlamına bile gelebilecektir.
 

Adlandırma, diaspora tanımlaması, dönüşün öncelikli olup olmadığıi sürgün, azınlık,  göçmen tanımlamaları gibi tartışılacak hemen her şey, gelecek kurgumuza, paradigmamıza göre biçimlenecektir.
 

Sonuç:
 

Güzel düşünülmüş, güzel düzenlenmiş, camiamızda ilgi ile karşılanmış, beklentilerimizi-umutlarımızı büyütmüş bu toplantının verimli olabilmesi, Türkiye diasporasının yeniden dirilişinin ilk büyük adımı  olabilmesi için gündemin ve konu sıralamasının toplantı öncesi gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyor ve uygun karşılanacağı umuduyla öneriyorum...
 

Saygılarımla...
 

Necdet hatam

Adigey Cumhuriyeti Fesıjapşi-Dönüş Vakfı Eş Başkanı”

 

Gerçekte “Gelecek Kurgusu”nun belirleyici olduğu, terminolojinin, önceliklerimizin, siyasetimizin, kimden ne isteyeceğimizin gelecek kurgumuza göre biçimlendiği, aralarında akademisyenlerin de bulunduğu katılımcılarca anlaşılmayacak kadar karmaşık bir konu değildi.
 

İzninizle bir örnek:
 

Tartışılacak alt başlıkların biri kendimizi nasıl adlandıracağımız idi.

Sürgün, Azınlık, Göçmen
... Yanıt da üçlü değil mi gerçekte?
 

Ulusal kültürel değerlerin ancak anavatanda yaşatılıp geliştirilebileceğine inanan, ulusal sorunumuzun çözümü dönüştür diyen biri için doğru adlandırma: Sürgün değil midir?
 

Ulusal sorunun çözümü Türkiye’dedir. Alınacak haklarla ulusal kültürler değerlerimiz diasporada da yaşatılabilir görüşünde olan biri için doğru adlandırma: Azınlık değil midir?
 

Siyasal hiçbir talebi olmayan, yok olmalaına üzülmekle birlikte, dilini kültürünü geleceğe taşıma kaygısı olmayan biri için doğru adlandırma: Göçmen, değil midir?
 

Ancak üzülerek belirtmeliyim ki, çabalarımız programdaki sıralamayı değitirmeye, belirleyici olan gelecek planlamasının öncelikle tartışılmasını sağlamaya yetmedi. Bence bu, katılımcıların en azından çoğunluğunun ulusal sorunun çözümü konusnda samimi olmadıklarının kesin kanıtı idi ve daha önce birçok platformda olduğu gibi bu toplantıda da bu tespitimi dile getirdim.
 

Bunu benden ilk duyanlar özellikle de bizleri böyle topluca ve belki de ilk kez gören akademisyenler bu çıkışıma çok şaşırmışlardır. Gereksiz de görmüşlerdir bu çıkışımı. Büyük olasılıkla beni, “pişmiş aşa su katan” biri olarak değerlendirmişlerdir.
 

Akademisyenlerimiz yıllardır yapılan çalışmaları, daha önceki toplantılarımızı, sonuç bildirilerimizi, birbirimize verdiğimiz sözleri,  toplantı biter bitmez sözlerimizi unutuşumuzu, kimilerimizin, gerçekleştirme çabasına bile girmeyecekleri sözlerini bilmedikleri için haklı da olabilirler.  Ancak, akademisyenlerimiz de mücadele geçmişimizi bilmediklerinde değerlendirmelerinin kariyerleri ile uyumlu olamayacak denli eksik kalacağını bilmelidir. Çünkü özelimizi bildiklerinde ancak, çok gerçekçi bulduğum genel değerlendirmelerini özelimize uygulayabilecek, bu da bizler için gerçek anlamda yol gösterici olacaktır. Ki, asıl katkı da budur.
 

Konuya elbette yeniden dönmeyi ve tuttuğum notlar kılavuzluğunda, sonuç bildirisini de göz önüne alarak görüş paylaşımını sürdürmeyi, ilgilenenlerle özelimizde de yazışmayı düşünüyorum. 
 

Ancak bu ilk yazıda sayın Cihan Candemir’in, xabzemizle hiç bağdaşmayan, Kaf-Fed Başkanı olarak taşıdığı sorumluluğa ters düşen, toplantı düzenleyicilerini, moderatörleri ve katılımcıları hiçe sayan saygısızlığını belirtmeden geçemeyeceğim.  
 

Anımsayalım bir; dilimizden düşürmediğimiz xabzemiz, uzaklardan gelenlerin daha bir önemsenmesini, onore edilmesini emretmez mi? Bizde thamadeye yakın yer uzaktan gelen konukların değil mi? Bısımler konuşmaz konukları konuşturmazlar mı? Kendileri bunu anavatanda sıkça yaşamıyorlar mı? Yine anavatanda, adlarına yapılan konuşmalarda uzaklardan gelen konuklar için, attıkları her adımın karşılığı bol şans bulmaları için dua edildiğini defalarca duymadılar mı? Toplantılarda saçmalayan konukların bile sözlerinin kesilmediğine defalarca tanık olmamışlar mı?
 

Hemen Ortak Akıl Toplantısı formatının başka olduğu bilinen gerçeğe sığınılmasın lütfen. Bize göre xabzemizin her formata uyarlanabilir özellikleri vardır. Dilimizi, kültürümüzü yaşatma geleceğe taşıma amacı ile gerçekleştirilen bir toplantıda böyle bir beklentinin hiç te yadırganacak bir şey olmadığını düşünüyorum.
 

Ayrıca ben, toplantının huzurlu geçmesi konusunda en sorumlu olan kişi olmasına karşın, “ters bir yanıt alabilirim, toplantının huzurunu kaçıracak, toplantıyı yarım bırakabilecek olaylara neden olabilirim” korkusunu hiç duymayışını, ancak, sayın Candemir’in, Ortak Akıl Toplantısı ile Genel Müdürü olduğu şirket toplantılarını karıştırmış olmakla açıklanabileceğini düşünüyorum. 
 

Yine elde kronometre konuşmacıların ne söylediğinden çok, süreyi ne kadar aştıklarını önemseyen, anadilde iki dakikalık bir şiir sunumuna ancak oturmun birinde konuşturmama koşulu ile izin veren sayın Candemir’in, katılımcılara danışma gereği duymadan, program gündeminde olmayan en az yarım saat sürecek bir tv yayınını, “başkan benim sizler hiçsiniz”  edası ile izletmeye kalkması, toplumu hiçe saymak dışında başka bir gerekçe ile açıklanamayacağını düşünüyorum.
 

Başkanımız bu saygısız girişimi ile dikkatleri dağıtmış, toplantının çok daha anlamlı olabilecek, akılda kalabilecek belki de yeni bir başlangıca temel olabilecek bir sonla kapanışına da engel olmuştur.

Ayrıca Türkiye’de iş güç sahibi, tuzları kuru ve anavatana dönüş bir yana anavatanı ziyaret bile etmeyen kendini bilmezlerin, dönen sayısının az oluşunu, “önce burada bir baltaya sahip olamayanlar döndüğü için” gerekçesi ile açıklayanlara sayın Başkan da dahil anavatana her gelişlerinde dönüş yapmışların sofralarda ağırlananların gerekli yanıtı vermeyişine de şaşıp kaldığımı belirtmeliyim.
 

Özetle sayın Candemir ve saygıdeğer katılımcı arkadaşlar bilmeli ki, başkanlık makamını hak ettiği şekilde yanıtlamayışımızın nedeni, sayın Candemir’den korkumuz ya da sayın Candemir karşılık hak etmediği için değil, önce halkımıza sonra da toplantıya olan saygımızdır.

Ve... Sayın Candemir’in, genelde topluma, özelde de bana özür borcu vardır.
 

Toplanıtıya ilişkin yazılar sürecek...