PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ

21.09.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Bu sayfalarda az söz etmedim paradigmadan. Ancak önemine binaen bir kez daha özetle ve örneği ile paradigma diyelim bu yazıda da.  Anımsayacaksınız sayın Cüceloğlu'nun deyimi ile  paradigma kişinin gözlerindeki kimileyin farkında bile olmadığı psikolojik bir gözlük.
 

Bize göre gözlüğün temel yapı taşı da kişinin gelecek kurgusu. Olaylara kişilere karşı tepkinizi paradigmanız belirler. Ancak paradigmanızı da gelecek  kurgunuz, beklentileriniz, kendinizi nerde, nası görmek istediğiniz, kendinizi ne ölçüde hangi halkın bireyi saydığınız, halkınız için nasıl bir gelecek kurguladığınız...bu bağlamda sayılabilecek daha bir çok şey...
 

Yine biliyorsunuz, bugün beklendiği sayıda anavatana dönüş olmayışını, döneminde dönüş denince akla gelen kişilerin, sayın Hapi’nin cuk oturan nitelemesi ile “kıdemli dönüşçü”lerin paradigma değişikliği ile açıklarım. Olayları yakından izlemeyenlerin büyük çoğunluğu bu eleştirilerimi, aramızda kişisel sorunlar olduğuna yorarlar.  Kimileri yalnız kalışımın psikolojik etkisi ile eleştirdiğimi varsayarlar. Ben de asıl nedenin arkadaşlarımızdaki eksen kayması ile açıklamaya çalışırım. Asıl belirleyici ögenin Türkiyelilik olduğunun altını çizerim.
 

Çerkes’in tanımı örneğin. Geleceğini Türkiye’de görenler tanımın kapsama alanını genişletme eğilimindedirler. Bilimin ne dediği hiç önemli değildir. Kapsama alanı geniş tutulduğunda Türkiye’deki Çerkeslerin sayıları artacak, devlet nezdinde, partiler nezdinde daha güçlü oldukları izlenimi vereceklerdir. Kimileri böyle bir lobi ile ihale alımının, bürokraside yer kapma ve ilerlemenin daha kolay olduğunu düşüneceklerdir. Kimileyin kendilerini biçimlendiren bu temel kaygının bilincinde bile olmayacaklardır.
 

Sözü çok dolaştırmadan örneklere gelirsek...
 

Şamil Jane ve Cevat Bageoğlu... İkisi de benim gibi Reyhanlı doğumlu. İkisi de dönüşün yılmaz savunucularından idi. Ama artık Türkiyeliliği tercih etmiş iki “kıdemli dönüşçü” Türkiyelilik tercih edildiği için değişen paradigma, eksendeki kayma, anında konuşma ve eylemlerine de yansımıştır. Dolayısıyla da  gerçekten dönüşçü oldukları dönemlerdekine tam ters yaklaşımlar geliştirmişlerdir.

Daha genç olmakla birlikte önce sayın Bageoğlu  örneğini somutlayalım. Sayın Bageoğlu üçüncü kuruluş yılında Kaf-Der’in düzenlemiş olduğu “Türkiye’nin Kafkasya Politikası Nedir Ne Olmalıdır” adlı konferansta Genel Sekreter olarak Çerkes’i şöyle tanımlıyor:

http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/097_sempozyum.htm

“Kafkasyalılar, Çerkesler kimdir?
Anayurtları Kafkasya dışında, Ürdün, Suriye, Mısır, Irak, Filistin, İsrail, Balkanlar ile büyük ölçüde Türkiye'de Çerkes genel adıyla tanınan Kafkasyalılar, aralarında dil farklılıklarının bulunduğu ve anayurtları Kafkasya'da Karadeniz'den Hazar'a doğru Abhaz, Adige, Oset, Çeçen İnguş ve Dağıstan halkları ile yüzyıllardır Kafkasya'yı yurt edinmiş Karaçay, Malkar ve Avar halklarından oluşmaktadır. Kendilerini Kafkasyalılar, Kuzey Kafkasyalılar olarak da tanımlayan Çerkes halkları bugün dünyanın dört bir yanında ortak bir duygu ve düşünce birliği, ortak tarih ve kader birliği, kültürel biçimleniş birliğine sahiptirler. Toplumu bir arada tutan ruhsal biçimleniş birliği ile iyi ve kötü günlerini paylaşırken bir arada olmaktan haz duyarlar. 130 yıl önce vatanlarından koparılmalarına, sürgün edilerek birbirinden kopuk, dağınık bir şekilde yaşamak zorunda bırakılmalarına, önemli bir asimilasyon sürecine ve olumsuz koşullara rağmen; kültürel-toplumsal iç dinamiklerini koruyarak ayakta kalmayı başarmışlar ve toplum olarak da bir ust-kimlıkle kendilerini "Kafkasyalı" veya "Çerkes" olarak adlandırmışlardır.”

Yazının tamamını okuduğunuzda sayın Bageoğlu’nun Dönüş’ün temel ilkeleri ile çelişen ancak Türkiyelilik paradigması ile uyumlu, Türkiye’de kendilerini önemsetmeyi amaçladığı gözden kaçmayan bölümler de bulacaksınız.

Sayın Jane’nin “cerkes.net” sitesinde okuduğumuz “Çerkes Nüfusu İçin Yaklaşımlar” başlıklı yazısı ise “Dönüşü gündemden düşürenler dönüşü dönüş yapanlardır” savımızı kesinleştiren bir kanıt. Hayır nüfus konusunda söyledikleri değil savımızın kanıtı yaklaşım. Dahası nüfus sorununa yaklaşımını özellikle sayının abartılmasının bizler için ne gibi tehlikeler barındırdığı konusundaki çözümlemesini bütünü ile destekliyorum. Ayrıca nüfusun abartılmasının bu yönüne bu kadar kapsamlı olarak ilk kez dikkat çekildiği de söylenebilir. Ya getirdiği çözüm önerileri...


Sanırım bu bölümleri yazının kendisinden izlemek daha iyi olacak. (http://www.cerkes.net/cerkes/index.php/ozel/makale/249-cerkesnufusu-icin-yaklasimlar.html)


“Gerçeklere dayanmayan, ayağı yere basmayan bir veri ile strateji geliştirilebilir mi? Tabi ki hayır. O zaman neden devamlı sayıları şişirir, öncelikle kendimizi kandırır dururuz?

Bu bizi yanlış yerlere götürmez mi?

Eğer Türkiye´de 10.5 milyon Kuzey Kafkasyalının varlığını kabul edersek karşımıza neler çıkar:

1. Osmanlı topraklarına sürülen Kuzey Kafkasyalılar hiç nüfus kaybı yaşamamıştır.

2. Bugüne kadar hiç kimse asimile olmamıştır, asimilasyon denilen şey bize uğramamıştır.

3
. Büyük dağları da ben yarattım diyebilecek kadar büyük bir güçtür.

Her şey yolunda gitmektedir ve dolayısı ile yapılması gereken hiçbir şey yoktur, alınması gereken hiçbir önleme de gerek yoktur.

Yani bu yalanla kendimizi kandırıp, bu sayının verdiği mutlu bir rehavetle yan gelip yatılabilir!
 

Evet bu kadar gerçekçi bir çözümlemeden sonra gündeme gelmesi gereken çözüm önerisinin dönüş olması gerekmez mi? Eğer “kıdemli dönüşçü”lüğe terfi (!) etmeseydi dönüş, sayın Jane’nin de aklına gelen ilk dahası tek çözüm önerisi olmaz mıydı?
 

Ama dedim ya paradigma değişti eksen kaydı bir kez ve dönüş gündemden düştü ve yanlış olmayan ancak söylenmiş olmaktan öteye geçemeyecek şu çözüm önerileri geldi: 
 

“Peki, tüm bu sayılar ne anlama geliyor?

1. Nüfusumuz 3 milyondur. Bu nüfusun 150 bini köylerde geriye kalan 2 milyon 850 bini şehirlerde yaşamaktadır.

2. Sürgünü takip eden ilk yıllarda köy kapalı toplumu içinde, yine köy yaşantısına uygun olan, gelenek ve göreneklerini korunabilirken artık şehirli olunmuştur. Ancak günlük yaşamla ilgili gelenekler şehir yaşamına uygun değildir.

3. Köylerde sosyal kontrol altında gerçekleşen evlilikler yerini artık sosyal kontrolün olmadığı şehir ortamında yabancı evliliklerine bırakmış, bu evliliklerin oranı çok önemli boyutlara varmıştır. Her yabancı evlilik, takip eden evlilikler için örnek oluşturduğundan yabancı evlilik oranı katlanarak büyümektedir.

Ne yapmalı?

1. Bir halkın geleceğini belirlediği için yabancı kültürlerden evlilikleri durdurmak amacıyla kesin kararlar alınmalı ve bu kararlara uyulması için ısrarlı olunmalıdır.

2. Yasal olarak izin verilmiş bulunan Çerkesce aile isimlerimizin soyadı olarak alınması gerekmektedir.

3. Şehirli nüfusa göre örgütlenmelidir.

4. Şehir nüfusu tespit edilmeli ve bu nüfusa ulaşılmalıdır.

Özellikle evlilikle ilgili itirazları şimdiden duyabiliyorum…

Bu güne kadar durumun fazla farkında olamadan-bilinçsizce yapılmış olan evliliklere denebilecek çok şey olamaz. Onlar bizim insanlarımızdır. Ancak artık ayan beyan ortada olan bir gerçeği hiç kimse göremiyorum diyemez.

Peki bu gidişe dur demek gerekmez mi? Öncelikle buna karar vermek gerekiyor.

Eğer cevap “evet” ise, “bu yok oluşa dur demek lazım” diyebiliyorsak, başka yolu yok!

Cevap “hayır” ise, bu gidişatla yok olmayız diyebilen varsa beri gelsin…

Cevabı “hayır” olarak verenlerin bireysel kararlarına saygı duyuyoruz, ancak bizim de kararlarımıza saygı duymalarını rica ediyoruz…

Eğer bizi daha az sevip başkalarını daha çok seviyorsanız, izin verin de bizlerin de sizleri daha az sevme hakkımız saklı kalsın…

Pek çok kişi bu önermeleri çok keskin bulabilir. Zaten son yılların modası bu. İşine gelmeyen gerçekleri kaçak güreşmeden “ açıkça” savunanlar dedikodu kanallarında keskinlikle suçlanır. Böylece uyumlu(!) bir insan olma payesi de kendine çıkarılır.

Peki eğer bir gencimiz fazla bakınmadan “gönlüne” göre bir yabancı evliliği yaptığında hep birlikte düğününe katılıp biraz dans, biraz çiftetelliyi takiben arkadaşımıza ayıp olmasın diye biraz da Çerkes düğünü yaparsak, arkadaşlığımızda hiçbir değişiklik olmaz ise, hiç tepki görmeden iki toplumdan da akrabaları olma lüksü içinde şişinip durmasına destek olursak arkadan gelenler için ne model oluşturmuş oluruz acaba?

Soyadına da itirazları duyabiliriz

Soyadını almak ta nereden çıktı şimdi diyen, bu güne kadar böyle idare ettik, benim resmi evraklarımı yeniden yapmak zor diyen, Çerkesce soyadıyla iş bulamam diyen, bu güne kadar herkes beni böyle tanımıştı diyen vs. vs. bir sürü itirazı duyabiliriz.

Peki;

Soyadlarımızı alsak da bu halkın geleceğinde herkesin birbirini hemen hemen tanıyabileceği ortamı yaratsak kötü mü olur?

Gençler okullarında, iş ortamında birbirlerini soyadlarından hemen tanısalar iyi olmaz mı?

Pek çok halkta yok iken bizde var olan ve binlerce yıldır süren soyadlarımızın kaybolmamasını sağlamak geçmişimize borcumuz değil midir?

Soyadlarını alıp birkaç resmi evrakımızı düzenleyip halkımızın yaşamasına katkıda bulunmak, kendi halkının devamını sağlayacak eş seçimini yapmak onun için savaşıp ölmeye hazır olmaktan daha mı zor ?

Tarihi borcumuzun bilincinde, elimiz yüreğimizde, samimi bir şekilde, yapılması gerekip de yapılması mümkün olanları yapalım...

Görüldüğü gibi dün dönüşçü iken,  “tek yol başka yol yok” diyen, ancak yurtseverimsi Cevdet Hapi ağabeyini dinleyip dönüşünü erteleyen  KAFFED Eğitim ve Teşkilatlanma Sekreteri sayın Jane dönüşü yollardan biri olarak bile saymıyor artık. Dahası kendi çözüm önerileri için “ “bu yok oluşa dur demek lazım” diyebiliyorsak, başka yolu yok!” diyerek dönüşü, bırakın tek yol olmayı yollardan biri bile olmaktan çıkartıyor. Böylesi ruhsal durumun kıskacındaki “kıdemli dönüşçü”lerin tipik örneği Sayın Jane de, dönüş konulu konferanslarda doğallıkla nasıl dönüleceğini değil, nasıl dönülemeyeceğini anlatıyor.

23 Mart 2008 Pazar günü İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nce düzenlenen ve adı beni gerçekten çok heyecanlandıran, Sayın Jane ve Sayın Huvaj’ın da konuşmacı oldukları21. Yüzyılda Yüzü Kafkasya’ya Dönük Olmak” adlı sepozyumda söyledikleri de bunun tipik örneği. Bunlar da sizlere de yansıttığım eleştirimden bir bölüm:


http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/097_sempozyum.htm
 

“125. yıl etkinliklerinden bu yana en anlamlı toplantı olarak değerlendirdiğim sempozyumda, ben de inanmışlığın altını çizmiştim. Arkadaşlar yeterli işletme sermayesi olan bir şirketin daha çok kar etmek için yapılması gerekenleri planlayan şirket yöneticileri gibi konuşmuştu. Halbuki ortada olmayan sermayesi idi. İşletme sermayesi olursa ne yapılması gerektiği artık herkesçe biliniyordu. Konuşmalar kitleyi nasıl ikna edecekleri üzerine kurulmuştu. Halbuki ikna etmeleri gereken önce kendileri idi. İkna olmak da sayın Cihan Candemir’in dile getirdiği gibi illaki dönüş yapma koşuluna bağlı değildi. Önemli olan yeni koşullara göre oluşturulacak bir dönüş programına ne ölçüde katkıda bulunabileceklerini açıklamaları idi.

En şaşırtıcı olanı, hiçbir kurumun dönüşü herkesin valizini toplayıp anavatana dönmesi şeklinde sunmadığı halde, dönüşçüyüm diyenden hemen dönmesi bekleniyormuş izlenimi verecek söylemlerde bulunması idi. Sempozyumda söylediğimi burada da yineleyeyim:

“Vallahi de, billahi de tallahi de valizinizi toplayıp dönmeniz beklentisi içerisinde değiliz. Beklentimiz yeni koşullara uygun dönüş programı oluşturması, ve herkesin olanakları ölçüsünde bu programın gerçekleşmesine katkıda bulunmasıdır.”
 

Evet önemli olan ,olayları hangi paradigma ile değerlendirdiğimizdir. Paradigması dönüş olanların, paradigması Türkiyelilik olanlarla benzer olaylardan benzer sonuçları çıkartabilmesi dolayısı ile eski dost, kardeş de olsalar ayrı düşmemeleri  mümkün değildir. Bunu yıllar yıllar önce anımsadığım kadarı ile 976'da Antalya'da gerçekleştirdiğimiz dernekler arası toplantıda İstanbul Derneği delegelerinden kalışçı, hem de devrimci sayın CERIŞ́E Selehattin de tam üç kez dile getirmişti. Ben de henüz böyle bir yol ayrımına gelmediğimizin bilincinde olan dönüşçüler adına tam üç kez itiraz etmiştim. Ama uzun süredir sadece yol ayrımına değil sözün bittiği yere de geldik bildiğiniz gibi...
 

Dolayısı ile günümüz, herkeslerin birleşmiş gibi görünmesi değil, paradigmaları faklı olanların yani zaten ayrı olanların ayrı olunduğunun bilincinde olma günüdür. Ve özellikle Paradigması Dönüş olanlar, yani gelecek kurgusu olanlar bunun ayırdında olmalı, paradigması dönüş olmayanlarla oluşturabilecek birlikteliklerin yapay olacağının bilincinde olmalıdırlar.