KAMÇI'DAN GÜNÜMÜZE

06.09.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Bu kez Dağarcık'a üç yazıyı konuk ediyorum mutlulukla. Üzerinde siyasi olduğu belirtilmiş, döneminde üstlendiği çok önemli görevi başarı ile yerine getirmiş gazetemiz “Kamçı”nın, Kasım 1970 tarihli beşinci sayısından. Yazarları değil yazılarını konuk edebiliyorum ancak çünkü ikinci kuşak da öncüleri altın kuşağa özenmiş, yazılarına adlarını koymamışlar ama bunu günümüzün sanal ortamındaki kimlik saklama, nick kullanımı ile de karıştırmayın lütfen. Adlarını yazmamalarının nedeni yazılarının sorumluluğunu taşıyamamaktan çok tevazu ile ilgili...

Çünkü yakasına yapışılacak sorumlular, yetmişli yılların çok ama çok nazik ortamında bu ciddi riski, ciddi bedel ödemeyi üstlenenler zaten ayan beyan ortadaydı.

Kamçı: Aylık Siyasi Gazete. Sahibi; Ali Erkmen. Sorumlu Müdür; Fahri Özen (Huvaj), Sekreterler; Yaşar Kemal Aksoy, Fikri Duman.

Yazılardan “Durum” gazetenin baş yazısı. Diğer ikisi de “Anılar” ve “aydabir” de aylık köşe yazıları. Yazıları da dönemin duygu ve düşünce yoğunluğunu yaşayacak, Çerkes sözcüğünün kullanımının da yenilerde başlamadığını göreceksiniz.

Yazamadığıma hep hayıflanacak kadar şiiri sevdiğim ve daha şiirsel bulduğum için “Anıları” önceleyerek yazıları sunuyorum:

ANILAR

Bir dev oturuyor, beyaz dağların güneyinde...
            uzağında...
Emanet postta oturan bir dev...
Devin göz kapaklarında kurşun ağırlıklar...
            uyku ile uyanıklık arası... Dev kararsız...
Devin elleri başkalarının işinde, benliği didik didik...
Dev umursamasız... Dev şaşkın... Dev çaresiz...

Yıllar geçiyor...
            yeni nesilleri yeşerten yıllar...
Devin gözleri aralanmış
            ama hala anlamsız...
Dev bir kararlı, bir kararsız...

Yine yıllar geçiyor
            yeni nesilleri yeşerten uzun yıllar...
Devin gözbebekleri parlak, gözlerinin akı daha ak,...
            koparmış atmış uyku veren, eskiye ait fena olan her şeyi,.
            sadece benliği kalmış çırılçıplak...
Dev daha başka... Dev daha güçlü...
Dev, devliğini anlamış!...
Anlamış NartIarın torunu olduğunu,...
            kuzeyde kalan beyaz dağların kuzeyinde ülkesinin bulunduğunu...

... Ve
            işte!
            silkinmiş kalkmış dev., kararlı adımlarla o beyazlığa yürüyor..
Dev yürüyecek ağlayarak ayrıldığı o yerlere...
            gülerek gidecek...
Gidecek Dev...
            kaybettiklerine ulaşmak, anılarıyla baş başa kalmak...
Ve yepyeni, pırıl, pırıl hayatı,
            nesiller boyu göğüsleyebilmek için, topraklarına gidecek.
Evet dev artık kararlı. Dev gidecek..


DURUM

Çerkes milletinin; yasalaşan adetleri ve toplumun bu adetlere mutlak bağlı kalarak kendini diğer toplumlardan ayrı tutması, muhacerette erken asimilasyonu bir nebze önlemiş, bir başka deyişle; Muhaceretteki Çerkes milleti ''muhafazakar''lığı sayesinde bugüne kadar benliğini koruyabilmiştir.

Ancak; bugün bu durumun olumlu yönleri yanında zararları da görülmekte ve bir kar-zarar hesabım zorunlu kılmaktadır.

Çerkes Milleti'nde ''muhafazakarlık''; dil, örf ve anane ile diğer kültür verilerinin bariz farklarından dolayı başka toplumlara karışmayı önlemesi yönünden, topluma benliğini koruma imkanı vermiştir. Bu husus günümüze kadar geçen süre için inkar edilmez bir keyfiyettir.

Fakat gerekli reformlardan yoksun aynı ''muhafazakar'' tutum, toplumun şekli ve batıl sayılabilecek yönlerine de daha çok tesir ederek günümüzün sosyal kavramlarına uymayan bir düzen meydana getirmiştir ve bunun sonucu olarak; her muhitte gereksiz kişisel hesaplarla, birbirine saygı ve sevgisini kaybetmiş fertlerden meydana gelen suni bir toplum da birinci tarifin paralelinde ortaya çıkmıştır.

Zayıflayan milli şuurla, kaybedilen kültür özelliklerine ilaveten toplumun aldığı bu yeni şekil, muhacerette en büyük endişe olan ''asimilasyon''u süratlendiren etkenlerden birisi olmuştur.

Bu durumun verdiği üzüntüyü vicdanında ve mantığında duyan vatanseverlerin bir an evvel anavatanın ve milletin gerçeklerini öğrenmesi, ''her biri eşit ve aynı temel haklara sahip hür kişilerden oluşan milletin “kendi kaderini, anavatanda kendi kendine tayin edeceği bir bütün” olma idealine ulaşabilmek için, varlığının her zerresi ile, her türlü şahsi hesaplardan uzak, bu uğurda çalışması gerekir.

İnanılarak girişilecek bu gayret zamanla, şikayetçi olduğumuz suni toplumu eleyecek, toplum hakiki benliğine kavuşarak ideali gerçekleştirecektir.

Уamçı

Dil birliği, kültür birliği, ülkü birliği, bir arada yaşama isteği ve üzerinde yaşanılan bir ülke... Bunlar, bir topluma ''millet'' vasfını veren unsurlar... Bunların bir arada oluşu, tam oluşu, toplumu ''ideal millet'' kılar.

Çerkes toplumu, kendi vatanında yaşarken bu unsurların hepsine sahipti ve ''ideal millet'' netliğindeydi.

O günün şartlarıyla karşı konulması imkansız zorlanma, ''bitmektense gitmek'' fikrini doğurdu. Giderek, göç geçici bir zaman için “ideal milleti” en önemli unsur olan “vatan”dan uzaklaştırdı ve “dağınık millet” haline getirdi.

Problemlerin güçlü, dertlerin çok oluşu “dağınık millet” olarak benliği korumanın çok zor oluşundan ileri geliyor ama gururla söylenebilir ki, Çerkes ırkının hamurundaki maya, yaradılışındaki değişik karakter, benliğini zorlayan tarihe, daha asırlarca karşı koyacak; kırık kalple ve bükük boyunla da olsa ''yaşama'' savaşı vermekte devam edecek ve en kötü ihtimalle, en kötü şartlar içinde bugünkü nüfus muhafaza edilecek. En kötü ihtimal bu... Çünkü bugünün aydın ve atak gençliği daha bir bilinçle, daha bir zevkle arıyor kendini... Buna, bizi “ideal millet” kılan unsurları bir araya getirmenin “emekleme devresi” demek, fazla iyimser bir görüş olmasa gerek...

Problemler güçlü, çok ve hatta ürkütücü de ama kendini bırakmak, dolayısıyla milletin özelliğiyle bağdaşamayacak akıbeti beklemek kadar korkunç değil... Hatta, mayamızın özü olan aileden başlayarak; kendimizi, bizden olmayandan farklı görerek, biraz da kendi dertlerimize vakit ayırabilirsek, problemlerin bile sevimli ve teşvik edici olmağa başladığını göreceğiz. Kapanmaz sandığımız yaralar kabuk bağlayacak.

Bugün problemlerimizi çözülebilir hale getirecek,acılarımızı hafifletecek sihirli değnek, büyüklerimizde... Dilimize kültürümüze ve ülkümüze vakıf anne-babalarımızda. Nasıl çocuklarını birer aydın, ekonomik problemi olmayan birer insan olarak yetiştirmek vazifeleri ise, onlara atalarından kalan kutsal mirası (dili, kültürü, ülküyü) olduğu gibi devretmek de en kaçınılmaz borçlarıdır.

Her anne-baba çocuğunu doktor, hukukçu, mühendis hatta milyoner olarak görmek ister. İstikbale güvenle bakan, gözleri ışıl ışıl gülen evlatlar onlara güven verir.

Sevgili büyüklerimiz! Bütün bunlar yanında, sizlere kutsal bir görev daha düşüyor... Hem de ruhlarınıza ebedi huzuru verecek bir görev...

Çocuklarınıza kutsal miraslarınızı devretmek
...

Ve onları biraz da Çerkes görmek.