ESKİ YENİYETMELER

17.07.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Son günlerde biliyorsunuz “Eski Yeniyetmeler” çıktı meydane. Her biri sadece birbirinden değil, herkeslerden –güya- merdane...  “Eski Yeniyetmeler” mi kim?

Aslında çoğu bizlerle aynı ya da bizlere yakın yaşlarda. Peki niye mi yeniyetme? Akıl baliğ oldukları yıllarda başka kulvarlarda yüzüyorlardı ya. Havuzlarında su kalmadığı için çaresiz bizim havuza, suyu olan suyu çoğalan bizim havuza döndüler ya... Özetle “yeniyetme”likleri eski olmalarına karşın bizim kulvarda yeni olmalarından kaynaklı. 

Evet, hala yüzülebilecek suyu olan tek havuz ulusal havuz ve tek kulvar da dönüş kulvarı. Ancak ne yazık ki pek kurallara uymuyorlar. Hamaset yaparak, hiç yağmadan sadece gürleyerek düşledikleri bile kuşkulu sonuçları elde edebileceklerini sanıyorlar.

Örneğin hayatının hiçbir döneminde derneklerimizde görev almamış, günümüzde bulunduğu kentteki insanlarımızı bile tanımayan kimileri, somutu bilmediği halkımıza yol haritaları çizmeye yelteniyor.

Kimileri de “Çırpınırdı Karadeniz...” türküsü eşliğinde denizin karşı kıyısına bakmak, buğulu gözlerle bakmak, sadece bakmak için toplanmış on binleri, Taksim’de yürüyen binleri,  silahlı ulusal mücadele timleriymiş gibi yutturmaya kalkıyorlar. Hedeflerinin “bağımsızlık” olduğunu yazabiliyorlar. Daha dün yaşanan bağımsızlık savaşlarında neden silahlarını kuşanıp siperlere girmediklerinin sorgulanmayacağından emin (hani tencere dibin kara seninki benimkinden kara örneği) atıp tutuyorlar.

Örgütçülüğü çok iyi bildiği havasını atan ve onların örgütçülüğü gerçekten bildiklerine inananlar bu konudaki en büyük yanlışı yapıyor, yapılanması gereği yapabilecekleri sınırlı bir STK’yı, DÇB’yi kimileyin bir parti, kimileyin bir ordunun yapabileceklerini yapmadığı için eleştiriyorlar.

Yani, derneklere ilişkin yasaları farklı, farklı dil ve kültürlere yaklaşımları benzemez, demokrasi anlayışları örtüşmez ülkelerde kurulu derneklerin üst örgütü DÇB’nin politik örgüt olma yolunda atacağı ilk adımın kendisini dağıtma sürecinin de ilk adımı olacağını bilmeyecek kadar örgütçülüğe uzaktırlar. Özetle az bildikleri konularda derin süsü verilmiş görüşler ileri sürerler. Bunları da “tabii yersen” diyen şu ünlü fındık reklamında olduğu gibi bizlerin yutmasını beklerler.

Bu arkadaşlarımızın bir diğer özelliği ünlü jargonlarıdır. Nasıl yer etmişse belleklerinde şöyle iki cümlecikte tanırlar birbirlerini. Aslında geçmişte olduğu gibi şimdi de ayrıdır dünyaları. Tartışma konusu somutlaştığında anlaşamayacaklarını kendileri de bilirler. Bir tek acıları ortaktır bunların. Daha önce yüzmeye çalıştıkları havuzlarının susuz kalmış olması. Çektikleri ortak acı ile ayrı şeyleri terennüm eder ama yakın dururlar birbirlerine ve de ağırlarlar birbirlerini...

En mahir oldukları konu geçmişi bilmedikleri halde biliyormuş  gibi görünebilmeleridir. Eleştirmek istedikleri konuları bu arada ruhunu anlamadıkları dönüşü,  eleştirilerinde haklı çıkabilecek şekilde tanımlarlar. Dönüşün  ‘D’sini kavramamış dönüşçü geçinenlerin söz ve eylemlerini ‘dönüş’e yamamaya kalkarlar. Nüfusları, örgütlülükleri, güçleri en önemlisi sorumluluk anlayışları, bedel ödemişlikleri, halkın, ulusal sorununu sahiplenmesi konularında Çerkeslerle kıyaslanamayacak olan Kürtlerin, bağımsızlık hedefini yanlış -ki ben de yanlış buluyorum- bulur ama kendi halkımız için bağımsızlık çığırtkanlığı yaparlar.

Bir de Allah var, dün yazdıklarını bugün unutsalar da kalem erbabıdırlar. Yalanı-doğruyu, düşü-gerçeği karıştırır, kimselerin yazmadığını yazıyormuş edası ile yazarlar da yazarlar. Kendileri okumadıkları, okunacak kadar ciddiye almadıkları yazılarımızda defalarca söylenmişleri ilk kez kendileri söylüyormuş gibi kostaklanarak yineleyip dururlar. Çok yinelemeyi kendilerinin olmayan bir söylemi sahiplenmenin bir yöntemi olarak seçmişlerdir sanki... Dönemin dergilerini gerçekten görmemiş, okumamış gerçek yeni yetmeleri, umudumuz yeni yetmeleri, ayak seslerini duyduğumuz ‘Üçüncü Dalga’yı etkileyebildikleri de olur, ancak bu etkilenişin yoğun olmadığının kendileri de farkındadır. Yazılarını yanıtlamamızın nedeni de önemli oldukları değil, tanıyanları olarak, ne denli önemsiz olduklarını  ‘Üçüncü Dalga’nın daha kolay anlamasına yardımcı olma sorumluluğumuzdur.

Ancak nedense kendilerinin o sıralar, başkalarına akıl vermekle meşgul olduklarını bir türlü itiraf edemezler. Ağabeylerinin kendilerini gaflette bıraktığını, kandırdıklarını, aldattıklarını, yineleyip dururlar. Biz olayları yaşamış olanları bile neredeyse inandıracak kadar kalem ustasıdırlar. En sık da Adige, Çerkes adlarının kendilerinden önce pek söylenip yazılmadığı üzerinde durular.

Halbuki, “Yamçı”da yapılacak küçük bir gezinti bu savlarının ne kadar temelsiz olduğunu  kanıtlamaya yeterli olacaktır. Örneğin açalım Yamçı’nın, Kasım 1975 ilk sayısını. “Kuzey Kafkasya Halkları”, “Çerkesler bütün Kafkasyalılardır” gibi terim ve tanımlamaların hiç geçmediği ilk sayfalarda  Adige ve Çerkes sözcüklerinin kullanımı şöyle:

s.1: Çerkes Halkı’nın, (...) tüm Çerkeslerin anılarına saygıyla; 

s.2: (...) muhaceretteki Adige halkının: (...) muhacerette Adige Halkı’nın yazgısından bir kesit (...) muhaceretteki Adige Ulusu için bugünden yarına bir yol  çizdiriyor güneşe;

s.3: (...) Adige Ulusunun yetenekleri (...) Adige Ulusu (...) Adige kadrosunun azlığı (...)  ve Yamçı imzası ile okuyucuya yönelik yazının son cümlesi:

 s.5:  Ulusal birlik ve beraberlikten doğan güçle tüm sorunlarımızı çözümleyebileceğimize olan inancımız ve güvencimiz tamdır

Nart Sawsır (Rahmetli Süleyman Yançatoral) “Çağrı” başlıklı yazısında şöyle sesleniyor:

s.6: Dünyada hiçbir toplum Çerkesler kadar ulusal sorunlarına yabancılaşmamıştır. Tarihte emperyalist olmayan ve türlü siyasal sorunlar için bir maşa gibi kullanılan bizler, ulusumuzun geleceğini düşünmek zorundayız. Muhaceretteki geçmişleri bizim kadar olmayan Filistinlilerin “kendi kaderlerini tayin hakkı” konusundaki yiğit girişimlerini örnek alarak tüm aydın güçleri, partili partisiz tüm Çerkesleri, ulus, ulusal sorunlar, ulusumuzun geleceği asimilasyon, kendi kaderimizi tayin hakkı konularında demokratik tartışma forumu olan “Yamçı”da fikirlerini görüşlerini açıklamaya çağırırken tüm omuzdaşlara selamlar ve sevgiler.

Genel Yönetmen Sayın Fahri Huvaj da şunları söylemişti “Başlarken”de:

s.7-8:  Ancak bu uyanış, muhaceret kesimini bekleyen asimilasyon çekincesine ne denli bir karşıt güç olabilecektir. Söz gelişi koşulların çaktırdığı bir kıvılcım olarak sönüp geçecek mi, yoksa “ulusal bilinç”e sürekli ışık tutan bir meş’alemi olacaktır?

Kuşkusuz bu uyanışı yararlı hale getirmek “ulusal bilinç”e ulaşmış bireylerden oluşan “kadro”nun “geçmiş, bugün, gelecek” üçlüsünün ışığında ortaya koyacağı olumlu çabanın ürünü olacaktır. Basit bir yaklaşımla bu üçlü ele alındığında şu görünüm çıkar ortaya:

Dün: salt kendi açımızdan gözlenirse, “ulusal bilinç” ve “ulusal çıkar” kavramlarından, hele bu kavramların bugünkü anlamlarından çok uzaktır. Bu dönem içinde bulunulan toplumların ulusal bütünlüğüne ters düştüğü sanılan, Adige Halkı’nın çıkarlarının  savunulması yerine, onların statü üstünlüklerini onlardan daha çok koruyan eylemsiz bir tutum içinde geçirmişlerdir. Gerçekte geçmiş devrede; a-kendi halkımızdan, b- içinde yaşadığımız toplumlardan, c- dünya kamuoyundan istenmesi gerekenler somut olarak belirlenmemiş, “ulusal haklarımız” siyasal boyutları içeren bir ulusal sav biçimine dönüştürülememiştir.

Bugün dünya sömürgen güçlerinin çeşitli baskılarla şartlandırdığı, sosyo-ekonomi, kültür, özgürlük gibi temel haklarından yoksun bırakılmış halkların, ulusal bağımsızlığı amaçlayan tüm eylemlerinin temeli “kendi topraklarında kendi kaderini kendi tayin eden toplum” ilkesidir.

Günümüzde Adige ulusu, anayurt ve muhaceret olmak üzere birbirinden farklı iki dünyaya kendi istemi olmaksızın bölünmüştür. Doğaldır ki bu temel ilke bir uyanıştan umutlanan muhaceretteki Adige halkının da düşünce ve eylemlerinin temel ilkesi olacaktır yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğini uğurladığımız yıl içinde.

Gelecek için söyleyebileceklerimiz ulus sorumluluğunu yüklenmesi gereken tüm aydınlarımızın görevidir kanımızca. Doğru ve yararlı bildiklerimizi birleştirmek için okumamız, eleştirmemiz ve birlikte yarınlara varabilmemiz umut ve dileğiyle...

Bu küçücük  anımsatmadan sonra;

Dönüşçüler ‘’Adige’’, ‘’Adige halkı’’, ‘’Çerkes’’, ‘’Ulusal mücadele’’ derken sizler hangi kulvarlarda yüzmeye çabalıyordunuz?

Halkımızın geleceği sorumluluğunu ilk hangi yıllarda duydunuz?

Bu sorumlulukla ne gibi yazılar yazdınız, ne gibi eylemlerde bulundunuz? 

Evet sayın “Eski Yeniyetmeler”; yukarıdaki soruları ve benzerlerini  yanıtlamaya,  tartışmaya böyle eskilerden başlamaya ne dersiniz?

Ha ne dersiniz?