POLİGRAF - YALAN MAKİNESİ -2

04.07.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Birgün yazarı sayın Hakan Aksay’dan mülhem bir önceki yazımda:

(...) daha güzel bir gelecek için; halkımız adına, halkımız için, anadilimizin yaşatılıp geliştirilmesi için, uluslaşmamız için, özetle halkımızın mutluluğu için söz söyleyenlerimizin, yazanlarımızın, örgütlerde sorumluluk alanlarımızın, etkinliklerde bulunanlarımızın mutlaka ama mutlaka poligraf-yalan makinesi ile denetlenmemizi gerekli görüyor, zorunlu buluyorum. Halkımızın kaderini belirlemeye soyunmuş, bedel ödemeye hazır şahsiyetlerimiz de bu uğurda ölümü bile göze aldıklarına göre bu kadarcık sıkıntıya katlanacak, kendilerine olan güvenle de poligrafi-yalan makinesi ile denetlenmekten kaçınmayacaklardır” demiş, soruların hazırlanması konusunda yardım ve katkı dileğinde bulunmuştum. Sonuç dilediğim gibi değil, beklediğim gibi oldu ve hiç öneri gelmedi.

İş başa düşmüştü. Anlaşıldı ki, soruları da kendim hazırlayacaktım. Derken, 07 Temmuz 2010’da, TBMM’nde yaşanan olay imdadıma yetişti, soru hazırlamama da yalan makinesine de gerek kalmadı.

Sanal kahramanlarımızın olayı anımsamak istemeyeceklerini bilmiyor değilim. Çünkü böylesi durumlarda ruhsal savunma mekanizmalarından biri, “yadsıma-inkar” devreye girer. Yadsıma, kişinin bilinç dışı bir işlemle, dayanılması zor kaygı ve çatışma duygularını, bunları doğuran olay ve eylemleri bilmezlikten gelmesi, unutması, anımsamamasıdır. Dahası kişi, olayı anımsatana kızabilir de. Çünkü doğrudan kendisini ilgilendirmesine karşı olayın gerektirdiği tepkiyi vermemiş, verememiştir. Söylenmesi gerekeni söyleyememiş yapılması gerekeni yapamamıştır. Gereken tepkiyi verememiş olmak takdir edeceğiniz gibi son derece rahatsız edici bir duygudur. Dolayısı ile kişi kimileyin, olayı anımsamak bir yana belleğine bile almaz.

Ayrıca bilindiği gibi sanal kahramanlar sadece günümüzün değil, her dönemin gerçeği. Kendileri sanal, yani yalancı ama varlıkları da bir o kadar gerçek. Yazdıklarımızın doğrulanması için on yıllar öncesine gitmeye, derneklerde, dergilerde gürleyenlerin nasıl çok kısa bir sürede yok olduklarını araştırmaya, söyleyip yazdıklarının tam tersi davranışlarda bulunduklarını belgelemeye de gerek yok. İnternetin moda olmasından bu yana web sayfalarından, platformlardan akıp giden hamaset destanlarını yazanları, eleştiri yapıyorum diye küfredenleri anımsamanın, kanıt için yeterli olacağını sanıyorum.

İşte, her dönemin gerçeği sanal kahramanlarımızın, bu “önemli şahsiyetlerin” benliklerinin bu ruhsal savunma mekanizmalarına neden gereksinme duydukları konusuna yıllar önce de sayın Fahri Huvaj’ın sorumluluğunda yayımlanan “Yamçı” nın 1977-78; 7-16 birleşik sayısında, Psemıt mahlası ile şöyle değinmiştim:

(...) İnsan ruhu kendini eleştirmekten, kusurlu görmekten sürekli olarak çekindiğinden bu gerekçeleri bulacaktı Özellikle toplumun suçlamalarından, alaylarından korktuğu için. Ruhun parçalanmamak için geliştirdiği bir savunma mekanizmasıydı bu. Psikiatride “akla uydurma – rasyonalizasyon” (olgumuzda yadsıma) deniyordu buna. Ters davranışta bulunan kişi, ancak bu mekanizma sayesinde kendisini gerçekte olduğundan daha içten daha onurlu, daha güçlü ve daha saygın biri sanacaktır. Bu akla uydurma (bu olguda yadsıma) kimileyin o kadar ileri gidecektir ki Sayın Prof. Dr. Rasim Adasl’ın dediği gibi “ ortaya çıkmış fikrin ana kaynaklarını kişinin kendisinin bile bulabilmesi olanaksızdır.

Sence kimilerinin ulus yararına çabalarda bulunmak amacı ile gerçekleştiremeyecekleri gün gibi açık olan kimi kararlara varmalarının temelinde yatan yine bu ruhsal savunma mekanizmasıdır.

Öyle ya, gerçekleştirilmesi olanağı yüzde yüz olan bir karar alıp gerçekleştirmemek... Bundan daha onur kırıcı bir şey olabilir mi, kendini öncü sayan bir grubun üyeleri için . Kararlaştırılan, yapılabileceği de kesin bir işi yapmamak da yapamadığını itiraf etmek de önce kendi gözünde, sonra toplum gözünde saygınlığını yitirmesine neden olmayacak mıdır? Onurun, saygınlığın kurtuluşu, ulus yararının kuramsal tartışmalarda olduğuna kendini inandırmasındadır ve kendilerini bu inanca o kadar kaptıracaklardır ki, temelinde, belki birazcık korku, tembellik ya da azıcık eğlencelerinden fedakarlık edemediğinin yattığının hiçbir zaman farkına varamayacaktır.


Ben bugün de her gerçek aydınlarımızın, demokrat değilken demokrasi havarisi kesilenleri, bedelin en küçüğünü ödeme riskini göze alamazken, her köşesinde ölümün pusu kurduğu bilinen bir mücadeleye hazır olduklarını yineleyip duranları, özetle sanal kahramanları, halkımızın tanımasına, ayıklamasına katkıda bulunma sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Çünkü, ayaklar yere basmadığında, bulutlar üzerinde gezinilen düşler dünyasından, gerçekler dünyasına inilmediğinde, bilgisayar oyunlarına benzer oyunlardan vazgeçilmediğinde başarı da sanal kalacak hiçbir şekilde de gerçekleşmeyecektir...

Peki olay mı ne:

TBMM’nin 07 Temmuz 2010 günkü oturumunda BDP Milletvekili Sebahat Tuncel, Türkiye’de etnik sayım için meclis araştırması açılması önerisini gündeme aldırmak ister ve kıyamet kopar. Faşist olmakla suçlanır. BDP milletvekillerinden Sırrı Sakık olaya karışır. Küfürleşmeler olur. Büyük usta Aziz Nesin’in “Yaşar, ne yaşar ne yaşamaz”ı bütün gerçekliği ile yaşanır. Önce “Demokratik Açılım”a daha sonra “Milli Birlik Projesi”ne dönüştürülen “Kürt Açılımı”nın, “Türkiye’de etnisitelerin var olduğunu sözde kabul ama özde yok saymak” olduğu bütün gerçekliği ile ortaya çıkar. Buraya kadarı Türkiye gerçeğinin çoktandır bilinen bir yönü...

Olayın, bizi daha çok ilgilendiren yönü ise DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nun 21 Kasım 2009 günkü toplantısında, Türkiye İstatistik Kurumu’nun, 2011 yılı sonunda yapılacak sayımda vatandaşların etnik kökenlerinin tespit edilmesi önerisinden sonra da yedi Temmuz’daki olaylardan sonra da ''Türkiyeli Çerkes Çemberini'' kıramayanların sessizliğini korumaları. Yani ortam, Adigece anlatımı ile “кIым-сым (ḉım-sım), “къурэ сысырэп (quıre sısırep)” ya da daha önce de dile getirdiğimiz gibi “ağızları su ile dolu”, (яжэ псы дэгъэхъуагъ - yaje psı değexhuağ)”


Halbuki sayın AÇMIZ Hilmi, daha dün gibi, bizleri de doğrudan ilgilendiren RF soydaşlarına ilişkin gelişmeler bağlamında, Çerkes olarak tescil edilmenin önemini vurgulamış, kendinizi Çerkes olarak tescil ettirmeniz çağrısında bulunmuştu.

Peki bu sessizlik şu soruları çağrıştırmaz mı:

Siz ey, “dönüşçülük” oynayan ama bir türlü dönüşçü olamayan, dönüş ruhunu kavrayamamış (örneğin Sayın KİP İmdat) Türkiyeli Çerkesler!

Sayınızın ne kadar olduğunu, halkın sosyo-ekonomik özelliklerini bilmez, Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası göstermezseniz eğer, “Dönüşü kitleselleştirmek, devletler arası platforma taşımak” gibi bir amacınız olduğuna kimleri inandırabileceksiniz?

Siz ey, Çerkes’i Türkiye etnik mozaiğinin bir rengi olduğunu sanan Türkiyeli Çerkesler!

Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası göstermezseniz eğer, tahayyül edilen mozaikte Çerkes olarak yer almak gibi bir bir derdiniz olduğuna kimleri inandırabileceksiniz?

 
Siz ey, Türkiye’ye temel olduğunu sanan Türkiyeli Çerkesler!

Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası göstermezseniz eğer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelinde Çerkeslerin de olduğunu kime anlatabileceksiniz?

Siz ey, “Demokrasi İçin Çerkes Girişimci”si Türkiyeli Çerkesler!

Çerkes olduğunuzu, sayınızı tescil ettirme çabası içinde olmazsanız eğer; çağrınızdaki; “Demokratik yeniden yapılanma sürecinin, sadece belirli bir etnik grubun siyasi ve kültürel hakları konusuna indirgeyen algıdan kurtarılıp, tutarlı argümanları ile olması gereken boyutuna çekilmesi için” söyleminin, “açılım” adına piyasaya sürüldüğünüzü örtme amacı taşımadığını kime, nasıl anlatabileceksiniz?

Siz ey, Rusya Federasyonu’na ''Çerkes Soykırımı''nı kabul ettirmeyi öncelediğini söyleyen ve soykırımı, RF’nu karıştırmak amacı herkeslerce bilinen kimi vakıflar ve kendisini RF’na karşı koruyamayan Gürcistan benzeri ülkelerin yardımları ile RF’na kabul ettirebileceğini sanan Türkiyeli Çerkesler!

Güvendiğiniz vakıf ve ülkelerin yardımı ile de olsa Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası göstermezseniz eğer, asıl amacının RF’nu karıştırmak olduğunu saklamayan vakıflarla birlikte olduğunuz sanısının yaygınlaşmasını nasıl engelleyebileceksiniz?

Siz ey, diasporanın anavatanın kültürel birikimi ile beslenmediğinde daha büyük bir hızla yok olacağının bilincinde olduğu halde, Çerkes ulusal sorununu ancak ve ancak diasporanın hem de Türkiye diasporasının çözebileceğini savunan Türkiyeli Çerkesler!

Yaşadığınız ülkede Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası içinde olmazsanız eğer, iddianızın bir safsata olmadığını anlatabilecek kimse bulabilecek misiniz?

Siz ey, başarısızlığı tescil edilmiş “halka rağmen halk için” ilkesini günümüzde, “anavatana rağmen anavatan için”e dönüştüren, anavatan bekçilerinin görüşünü alma gereği duymadan çözümün “Bağımsız Çerkesya” olduğunu ve haklarını söke söke alacakları rüyası gören, kendisini diasporaya mahkum etmiş “yurtsever” Türkiyeli Çerkesler!

Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası içinde olmaz, bunun için en küçük bedeli ödeme riskini göze almazsanız eğer, Çerkes'siz bir Çerkesya’da, Çerkes ulusunu yeniden inşa edebileceğinize, “Bağımsız Çerkesya”yı uzaktan kumanda ile kurabileceğinize, “Bağımsız Çerkesya” için, ödenmesi mutlak, büyük bedelleri göze alabileceğinize, özetle, kendinizin bile inanmadığı düşlere halkımızın inanacağını mı sanıyorsunuz?

Sizi bilmem ama ben, Türkiye’de değil bir başka ülkede yaşıyor olsa da, dahası yıllar öncesi anavatana dönmüş olsa da Türkiyeli Çerkes çemberini kıramamış Çerkesleri, hemen yanı başındaki taş parçasını kaldıramazken, kendisinde var olduğuna inandığı doğaüstü bir güçle uzaklardaki dağlara yer değiştirtebileceğini sananlara benzetiyorum. Öyle ya, demokratik açılımın doğal sonucu olması gereken etnik nüfus sayımın yapılabilmesi, Çerkesliklerinin tescil edilmesi için gereğini devlete kabul ettirmeyi dillendiremezken, büyük bedeller gerektiren eylemleri amaçlamak...

Kimileri saftır bunların ve aradaki çelişkinin ayırdında değillerdir. Kaldırılması gerekli taş parçalarını görmez, onlardan hiç söz etmez, dağları da yerinden oynatabileceklerine gerçekten inanırlar. Ancak gerçeklere yüz-yüze geldiklerinde, güçlerinin neye yetip neye yetmeyeceğini anlayacak, akıllı çizgiyi seçecek, koşulların el verdiğince ayakta kalma mücadelesine girişecek ya da yok oluşa teslim olacaklardır. Her koşulda ayakta kalma çabasını seçtiklerinde Dönüşe güç katacak, yok oluşa teslim olduklarında da daha önce teslim olmuşlara karışacaklardır. Yok oluşu seçtikleri için ayıplanmayacak, küçümsenmeyecek, mücadeleyi sürdürenler için de sorun olmayacaklardır.

Kimileri de riyakardır bunların. Yok oluşa teslim olma hakları olduğu halde dönüşçü değilken “dönüşçülük” yapar, demokrat değilken demokrasiyi savunurmuş gibi yapar, inanmıyorken inanıyormuş görüntüsü verirler. Dönüş yoluna dikenler döşeyenler bunlardır, sorunumuz da böyleleri iledir. Sorun dediysem böylelerinin halkımızca benimseneceğinden, alternatif olabileceklerinden koktuğumu sanmayın sakın. Ben hayatımın hiçbir döneminde dönüş dışında hiçbir görüşün halkımızca benimseneceği kitleselleşeceği korkusu yaşamadım.

 

Şimdi yaşadığımız, Rus nasyonalistlerin, kendileri de gerçekçi bulmadıkları bu söylemleri, nüfusça az halkların haklarını kısma, asimile etme, dönüşü engelleme politikalarına gerekçe yaptıklarıdır.

Yine de saf mı ya da riyakar mı olduğunuza karar vermekte zorlanırsanız bir uzmana örneğin sayın KİP İmdat'a sorabilirsiniz.

Ancak bana sorarsanız, Çerkes olduğunu tescil ettirme çabası gösteremiyorsanız eğer; dönüşü, bir “dönüşçülük” oyunu sanacak kadar dönüşün ruhundan uzak, izin verildiği ölçüde Türkiye mozaiğinin parçası, yok olduğunuz ölçüde Türkiye’ye temel, gerekli görülen zaman diliminde göreve sürülen güdümlü demokrat ve de olmazsa olmaz gördüğünüz mücadele için cepheye gitmeyi göze alamayacak kadar korkaksınız...

“Haklarımızı söke söke alacağız” benzeri hamaset yaparak, karalayarak, birbirinizi ağırlayarak, birbirinize gaz vererek de bu gerçekleri değiştiremezsiniz.

Bir de öneri:

Çerkes olduğumuzun devletçe kabul edilmesi, tescil edilmesinin ne denli önemli olduğu ve görüşleri farklı tüm gruplar için ortak payda olduğu yadsınamayacağına göre, TBMM önünde etnik sayıma destek mitingi düzenlensin derim. Böyle bir etkinlik gücümüzü sınamamıza yardımcı olacağı gibi, ulusal sevgi konusunda samimi olanların sayısını, kimlerin ulusalcılığı sadece deplasmanda olursa alkışlayacağını da ortaya koyacaktır.

Mitingin ilgi görmeyeceği, kalabalık olmayacağı gibi bir korkuya kapılmayı da yersiz buluyorum. Daha dün 21 Mayıs Sürgünü anma etkinliğinde on bine yakın farklı görüşlerden insanımız toplanmadı mı? Buğulu gözlerle Karadeniz’in karşı kıyılarına bakılmadı mı? Ağıtlar dinlenmedi mi? Gözyaşları pınar olmadı mı?

Peki “geçmişe ağıt yakmak için” on bine yakın insan toplanabildiğine göre, “geleceğe temel olacak” böylesi önemli bir etkinlik için bir araya gelecek Çerkeslerin sayısı, bir kaç on bin olmaz mı? Bu da dosta düşmana ne kadar güçlü ve ne kadar önemsenmesi gereken bir halk olduğumuzu göstermez mi?

Tersi olur, geleceğimizi kurma düşüncesi insanlarımızı heyecanlandırmaz, miting Kefken’den daha kalabalık olmaz ise de, kimilerimize derslerle yüklü “arımılh mışaşüem guaşer şımığeguığ, wiğuıse wışıguığew mışem wémıben – Prensesi henüz elde olmayan post ile umutlandırma, arkadaşına güvenip ayı ile boğuşma” atalar sözümüzü, kimilerimize de “büyük lokma ye büyük söz söyleme” Türk atasözünü anımsatabilecek ve etkinlik birçok yönden çok yararlı olacaktır.

Ne dersiniz denemeye değmez mi?

Sonuç:

Halk yararına üretme zahmetine katlanmayanlar, susarak ya da Rus nasyonalistlerine malzeme olacak söylemlerden kaçınarak uluslaşma mücadelemize olumlu katkıda bulunabilirler.