SÖZDE SOYKIRIM SAVUNUCULARI

02.04.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Sayın Hapae dürüst olmayı Gürcistan’daki konferansı desteklemekle bir sayar gibi yazdığına, Hatam’ın konuya ilişkin görüşleri üstat Vunerov'a sorulacak kadar merak edildiğine, sayın üstat da Hatam’ın kızabileceğini düşündüğüne göre gündeme ilişkin yazmak şart oldu sanırım...

Bana ilişkin merak edilen konunun, tarihimizin en büyük trajedisini soykırım sayıp saymadığım değildir sanırım. Çünkü bu konuda bir bölümü Türkçe’de de yayımlanan anavatanda Adigece ve Rusça yayınlanmış çok sayıda yazım var.

Eğer merak edilen konferansı nasıl değerlendirdiğim ise; bu içerikteki bir konferansın Gürcistan’da düzenlenmiş olmasından dolayı çok mutlu olduğumu söyleyebilirim. Öyle ki, ben konferansı halkımız açısından hayırlı bir olay olarak değerlendiriyor, bu etkinliğin geleceğimizi kurma çalışmalarına azımsanmayacak katkıları olacağını umuyor, dahası, konferansın çok gecikmeyecek hayırlı gelişmeleri hızlandıracağına inanıyorum.

Konferansa ilişkin söylenebileceklere gelince:

Bence; konferans katılım ve yankıları hiç de beklentileri karşılayacak derecede büyük olmamıştır.

Türkiye’den katılacak konuşmacı olarak adı duyurulan sayın Mitat Çelikpala konferansa katılmamıştır.

Türkiye’den de katılım olduğunu düşünen ve iddia edenler bulunabilecek olmasına karşın The Georgian Thimes sitesi de bu gerçeği kabul etmiştir.

Ayrıntılarını http://www.geotimes.ge/index.php?newsid=21038  adresinde okuyabileceğiniz habere göre; Türkiye, konferansa katılmamış, daha da önemlisi katılmama nedeni de “Rusya’yı kızdırmak istememek” olarak dile getirilmiştir.

Dolayısı ile, öyle sanıyorum ki, sanal ortamda kopartılmaya çalışılan fırtına da, konferansa katılanların halkımızın ana örgüt temsilcileri olmayıp, kendilerinin önceden tespit ettiği ve kendileri ile aynı şarkıyı söyleyecek kişiler olduklarını bilen düzenleyicilerin beklentilerini karşılamamıştır.

Katılım ve yankılar Çerkes çoğunluğun; “sorunlarımızın, Rusya Federasyonu’na karşı dış destek ile değil, ancak dostluk temelli ve iç dinamiklerin çabaları ile çözümlenebileceği” gerçeğini desteklediğini ortaya koymuştur.

Öyle umuyorum ki, Rusya karşıtlarının da gördüğü bu gerçek, Rusya Federasyonu yetkililerince de değerlendirilecek ve halkımız yararına güzel gelişmelere vesile olacaktır.

Bu konferans ayrıca, Jamestown Foundation’ın Filistin, Irak, Afganistan ya da dünyanın başka bir coğrafyasında, günümüzde uygulanan kıyımları değil de 150 yıl öncesinin kıyımını gündeme getirmesi, artık herkesler tarafından bilinen “her platformda Amerika’nın çıkarları için çalışma” amacının daha açık bir şekilde anlaşılmasını sağlamıştır.

Sitelerinde politikadan uzak sadece araştırma kuruluşu oldukları bilgisini veren Jamestown Foundation’ın ne kadar politikanın içinde ve ne denli iki yüzlü olduğunu belgelemiştir.

Konferans CCI’nın zaten az sayıdaki kurucu ve destekleyicileri arasındaki yaklaşım farklılığının gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır.

Konferans yaklaşımım Adige-Abaza kardeşliğinden bağımsız olmakla birlikte sayın Babakuş’un “Adigeler kardeşimizdir ama..” diye söze başlayan Abazaları eleştirisini, gerçeğin gecikilmiş dile getirilişi olarak değerlendiriyor, konunun daha gerçekçi tartışılmasına katkıda bulunacağını düşünüyorum.

Gecikilmiş diyorum çünkü; Adige-Abaza birlikteliğini savunan Abaza aydınları; bir Adige Birliği olarak düşünülmüşken Abaza kardeşlerini de kucaklayabilmek kaygısı ile Dünya Adige-Abaza Birliği olarak kurulan DÇB’de, sekiz delege ile temsil edilen Dünya Abhaz-Abazin Kongresi'nin tek bir Adige delege kabul etmeyişinin yanlışlığını kendileri dile getirmeli azından dile getirenleri duymazdan gelmemeliydi.

Adige kardeşlerinin de desteği ile daha altmışların sonunda Abhazya adı ile örgütlerini kuranlar, Adigelerin yoğunlukta olduğu yerleşkelerdeki derneklerimizin Adige adını alması girişimlerini daha yoğun desteklemeli idi.

“Bizimki bizim sizinki ikimizin” yaklaşımının sonsuza kadar sürmeyeceği görülmeli daha sağlıklı birlikteliğin yolu aranmalıydı.

Adigeleri dışlayan Abhazya Vatandaşlık Yasası'nın kabul edildiği gün tek yürek olarak seslerini yükseltmeli, olayın yanlışlığını haykırmalı, yasanın değiştirilmesi konusunda sadece kendilerinin bildiği değil hepimizin bildiği çalışmalar yapmalıydı.

Sağlıklı yapılanma daha önce defalarca gündeme getirilmiş olmasına karşın geçiştirilmişken, son genel kuruldaki “ayrılsak da beraberiz” sözleri eşliğinde gerçekleşen sağlıksız ayrılışın itici gücünün “biz alacağımızı aldık, size ihtiyacımız kalmadı, artık çıkarımıza olan, sizlerle birlikte olmak değil ayrı olmaktır” yanlış zihniyeti olduğunun bilincinde olunmalıydı.

Umuyorum ki, konferans değerlendirmelerinin başlatacağı sağlıklı tartışmalar, birlikteliğimizin, karşılıklı menfaate dayalı bir birliktelik olmayıp, ana-baba bir kardeş birlikteliği olduğunu bilince çıkaracaktır. Gerçek birlikteliğin sonucu da karşılıklı menfaat olacaktır.

Sağlıklı birlikteliğimizin ilk sınavı da 2014 Kış Olimpiyatları için geliştireceğimiz ortak tavır olacaktır.

İtiraf etmem gerekir; olaya ilişkin beni en çok şaşırtan şey, sayın Hapae’nin konferansı desteklemeyi “yalan söylememenin gereği” sayan ısrarlı yaklaşımı oldu. Sayın Hapae, dünya güçlerini, dünya güçlerinin ülkeler içi güçlerle bağlantılarını, kimin neyi ne zaman niçin desteklediğini çok iyi bilmiyor olabilir mi? Soykırım kararı aldırmak ya da engellemek için örgütlerin, devletlerin kaç milyon Dolarlar harcadıklarını duymamış okumamış olabilir mi? Sayın Hapae örgütlerimizin mali sıkıntı içinde olduğunu, örgütlülüğümüzün sırada bekleyen kitapları bile yayınlamaya yetmediğini unutmuş olabilir mi? Dahası ulus olarak var olmanın tek koşulunun dönüş olduğunu dile getirenlerin bile anavatana dönmemek için bin türlü bahane sıralayacak kadar ulus bilincinden yoksun aydınımsıların, hem de el desteği ile Rusya Federasyonu’na soykırımı kabul ettirebileceğine inanıyor olabilir mi? Asıl yalan söyleme; yanlışı bile, bile desteklemek değil midir?

Peki vatandaşı olduğu ülkenin soykırımı kabul etmesi ve Rusya Federasyonu nezdinde girişimlerde bulunması çabası göstermeyenlerin amacı artık gizli olmayan örgütleri desteklemeleri dürüstlük müdür?

Bence bilinçli ve dürüst her Çerkes'in olaya yaklaşımı CC’mizin yeni kazanımı sayın Nahit Serbes’in yaklaşımı olmalıydı:

“Evet, biz tarihimizde Ruslardan çok çektik ama son yıllarda bölgenin 'küçük emperyalist devleti' Gürcistan’dan da az çekmedik. Adigeler artık büyük ya da küçük emperyalist devletlerin peşine takılıp yeni acılar, felaketler yaşamak istemiyorlar. Kırıla kırıla bizim bu acılara verecek insanımız da kalmadı.

Artık Adigeler bu oyunlara gelmezler ve bu tuzaklara da düşmezler. Gürcü kardeşlerimiz eğer bizler için gerçekten bir şey yapmak istiyorlarsa önce bağımsız Abhazya ve Güney Osetya Cumhuriyetlerini resmen tanısınlar ve Tüm Kafkas halklarından özür dilesinler, kısacası sonra da işlerine baksınlar.”

Sayın Hapae’nin beni üzen yaklaşımı ise yazıların “soykırımdan anavatanda hiç söz edilemiyor” tonlamasında olması. Türkiye’deki gelişim değişimleri ayrıntısına kadar irdeleyebilen sayın Hapae’nin anavatan kesimindeki soykırımın kabul ettirilmesine yönelik çalışmaları bilmemesi üzücü değil mi? Biliyorsa eğer, bilmez görünmesi daha acı değil mi?

Anavatanda soykırımı sadece muhalif birkaç kişinin dile getirebildiği yanlışını kimi forum yazılarında da sezdiğim için konuya bir kez daha açıklık getirmeyi uygun buldum.

Bir kez bilinmesi gereken Anavatanda “soykırım yoktu, halkımız sürülmedi” diyecek Adige bulmanın çok kolay olmadığıdır. Dahası aydınlarımız bu düşüncelerini çeşitli platformlarda gündeme getirmekte, araştırma konusu olarak seçmekte, anketler düzenlemekte, bilimsel konferanslarda savunmaktadır. Daha yakından bildiğim, içinde bulunduğum çalışmaların özetini vermezden önce izninizle CC sayfalarında da bulabileceğiniz yazılarımdan alıntı yapayım:

Slavyan halkların Kafkasya’ya barışçı yollarla yerleştiğini ileri süren ve “Zequeşnığ” dergisinde yayımlanan bir yazıyı eleştirdiğim yazı 1998 yılında Adige Maq gazetesinde yayımlanmıştı. İşte bir bölümü:

“Statiyem bere zerağapşew qıxeḉıre lhepqğeḱuedit’uım yazew, Wırıs paçıhem tilhepq qıriş́ılh́ağer, indéytsexem (Kızılderililer) araş́ılh́ağem nah zereguıḉeğuınçher wémıxhıreşıjınew qéğelhağue. Xetḉi zerenafew Amarikantsexemre İndéytsexemre azıfaguı yılhığe ğuınapqexer apew zepızıçıştığer dzexer arep tśıfıxer arığe nah. Dışe payemi, ḉıguı payemi, nemıḉ bılımı feş́ıḉemi tśıfxem ğuınapqexer zepaçıştığex, t́ısıp’exer ağepsıştığex Yet’ane axer qawxhuımenım feş́ıḉe dzexer yejeştığex, ğuınapqexer ağeḱueteştığex. Qeralığuem, İndéytsexem yaḉıguıxem yej yıtśıfxer riğet́ıshanım qin adilheğuıştığep
Te tilhenıqueḉe qedğazeme, Wırısıyemre Adıghe ḉınalhemre azıfaguı yılhığe ğuınapqexer apew dze ḱuaḉeḉe qılhağeḱuateştığ. Yet’ane qewxhuımağe xhuığe adıghe ḉıguım yapsewıp’exer şağepsıştığex. Yej yıtśıfxeri lıye arixıze, yeğezığeḉe qığekueşıştığex.”

''Makale, çok sık karşılaştırılan iki soykırımdan Çarlık Rusya’sının halkımıza uyguladığı soykırımın, Amerikalıların Kızılderililere uyguladığından daha acımasız olduğunu kuşku duyulmayacak şekilde ortaya koyuyor. Bilindiği gibi Amerikalılarla Kızılderililer arasındaki sınırları ilk geçen ordu değil siviller olurdu. Altın, toprak ya da başka herhangi bir zenginlik elde etmek amacıyla sınırı önce siviller geçer, yerleşim yerlerini kurar, ordular da bunları korumak üzere harekete geçer sınırı ilerletirdi. Devlet, Kızılderili topraklarına insanını yerleştirme konusunda zorlanmazdı.

Bizim olayımızda, Rusya ile Adigeler arasındaki sınır önce ordu gücü ile ilerletilir daha sonra da korunaklı hale gelen getirilmiş olan Adige topraklarına yerleşim alanları kurulurdu. Elde edilen yeni topraklara devlet, kendi insanlarını da zorlayarak, acı çektirerek yerleştirirdi.”

Şu satırlar da ilk kez 1999'da “Fesıjapşi” bültende Adigece yayımlanan daha sonra Türkçe'si çok sayıda sitede yer bulan, CC’mizde de bulabileceğiniz “Ulusal Amaç” başlıklı yazımdan:

Bilindiği gibi halkımızın geçmişte yaşadığı trajedinin de bugünkü sorunlarımızın nedeni de bir soykırım olan Rus-Kafkas savaşları ve onun devamı olan sürgündür. Bunlar aynı zamanda gelecekteki sorunlarımıza da kaynaklık edebilecek nedenlerdir.
.
Soykırım ve sürgün Adigeleri önce anavatan ve muhaceret kesimi olarak ikiye bölmüştür. Bununla kalmamış diasporayı farklı ülkelere dağıtmıştır. Anavatan kesimini de parçalara ayırmış birbirinden uzaklaştırmıştır. Şimdi diaspora ile anavatan biri birine muhtaç, biri diğerinin yokluğu ile öksüzdür. Altını çizersek; halkımız için düşlediğimiz tüm güzel şeylere kavuşmamızı, onları elde etmemizi sağlayabilecek tek şey, atalarımızın mirası anavatanımızda toplanmak, çoğalmaktır.


Bunlar da sürgünün 140. yılında Adigey Bilimsel Araştırma Enstitüsü’nün düzenlediği Krasnodar, Rostov bölgeleri ve Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinden bilim adamlarının katıldığı konferanstaki sunumumdan:

''Dış ülkelere dağılmış Adige'nin çoğunluğunun, dili bilmediği, unutanların sayısının da gittikçe arttığı bir sır değil artık. Buna karşın artık dilini unutmuşlar da dahil olmak üzere tarihlerine, halk danslarına, ulusal kültüre gösterdikleri ilgi, sahip oldukları ulusal bilinç, tarih bilinci, Kafkasya’nın vatanları olduğunu henüz unutmamış olmaları ilişkilerimizin önemini büyütmektedir.

Ayrıca, diasporanın tümünün, Rusya Federasyonu'na dost gözlerle baktığını söylemek de gerçekçi olmaz. Vatanları ellerinden alınan, yok oluş uçurumunun kıyısına itilen kişiler arasında Rusya’ya kin besleyenler de olmaz mı? Rusya karşıtı dünya güçleri de bunları kendi amaçları için kullanmak istemez mi?

Bize göre her iki ülkede akrabaların yaşaması, ülkeler arası iyi ilişkileri güçlendirecek, sağlam temellere oturtacaktır. Dış ülkelerden dönüş yapanlar, buna iyi örnektir. Ekonomik bağlantıları, dönüş yaptıkları ülkelerdir. Hem hangi insan, ailesinin, akrabalarının yaşadığı ülkede dirlik-düzen olsun istemez. Bu yönden de Rusya Federasyonu’nun büyük bir potansiyele sahip olduğunu, Rusya’nın otokhton halklarının diaspora ülkelerindeki soydaşlarının on milyonlarca olduğunu unutmamak gerekir.

Peki, çok sayıda ülkeye dağıtılmış-dağılmış, sayıları milyonları bulan Adigelerin, Rusya’nın ekonomik köprüsü, kültür elçisi olmaları nasıl sağlanabilir Bizce, diasporadakilerin Rusya Federasyonu'na iyi gözle bakmasını sağlayacak olan şey; anavatanda kalmış soydaşlarının yaşam standardı yüksekliğidir. Anavatan kesiminin rahat ettirildiği, ulusal varlıklarını sürdürebilme hak ve olanakları sağlandığı ölçüde diasporadakiler de RF’na yakınlaşacaklardır.

Bunlar da konuşma metnindeki, RF’na yönelik önerilerimiz:
- Soykırım kabul edilmelidir.
- Diasporadakilere sürgün statüsü verilmelidir.
- Anavatana dönüş yapacaklara yardım edilmelidir.
- Rusya’da federatif yapının güçlenmesine çalışılmalı, Ulus temelli cumhuriyetlerin anayasa korumasında olduğunun altı çizilmelidir.
- Demokrasinin genişletilmesi, geliştirilmesi gereklidir.
- Demokrasinin sadece oy çokluğu olmadığı, demokrasinin, az olanın, güçsüz olanın, yoksul olanın haklarını koruyup geliştirmesi gerektiği vurgulanmalıdır.
- Anavatan kesiminin yaşam tarzını diasporaya ulaştıracak, unutulmuş dilin yeniden öğrenilmesine katkıda bulunacak, kültürü geliştirecek, diasporayı RF politikasına yakınlaştıracak cumhuriyetlerimiz tv yayınları uyduya verilmesi sağlanmalıdır...
- Dış ülkelerde yaşayan soydaşlarımızla ilişkilerimizi geliştirecek bakanlık kurulmalıdır.
- Cumhuriyetler lağvedilsin isteyen güçlerin, “kendilerine yardımcı olunarak, çalışmaları görmezden gelinerek, görüşleri açıktan eleştirilmeyerek” engellenemeyecekleri bilinmelidir.
- 1991 de kabul edilmiş 2000 yılında yürürlükten kalkmış olan vatandaşlık yasasının benzeri bir yasa çıkartılmalıdır.
- Savaşın bitiminin 130. yılında dönemin yayımlanan, devlet Başkanı Yeltsin’in bildirisindeki “Adige savaşların haklı bir savaş olduğu“ söylemi geliştirilmeli pekiştirilmelidir.
- 1998 de Kosova Adigelerinin ülkeye getirilişin önemi hep vurgulanmalıdır.

Saydığımız tüm ilkelere, kendisi de savaşa katılmış tarihçi Fadayev’in sözleri, temel olarak alınabilir: Eskiden düşman olduğumuz halklar şimdi vatandaşımız oldular. Dolayısı ile Kafkasya için ne kadar kan parası ödesek de hiçbir Rus’un tek sözcük söyleme hakkı yoktur.


Bu okuduklarınızdan sonra, soykırımı bu denli önemseyen birinin Gürcistan’daki konferansı desteklemeyişinin nedenlerini de 06 Şubat 2005’da “Marje”ye yazdığım yazıda bulabilirsiniz:

Bence muhacerette sürgünün ilk günlerinden beri görüşleri farklı iki temel grup var:

1) Rusları ezeli ve ebedi düşman bilen, zorla çıkarıldıkları ülkelerine Kafkasya’ya zorla geri döneceklerini Rusya’dan bağımsızlıklarını kazanacaklarını Birleşik Kuzey Kafkasya’yı kuracaklarını söyleyenler.

2) Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası, insanın olmadığı bir Kafkasya isteği, Osmanlının ülkesine Müslüman nüfus çekme ihtiyacı, İngiltere’nin de bunları desteklemesi sonucu ülkelerinden sürüldüklerini imparatorluğun çeşitli bölgelerine dağıtıldıklarını bilenler. Çok acı da olsa Rusya’ya karşı yenilgiyi kabul edenler.Buna karşın Halklar arasında ezeli düşmanlık olmadığını olmaması gerektiğini düşünenler. Ulusal kültürel değerlerin ancak anavatanda yaşatılabileceğine inananlar. Bu güne kadar vatanımızı koruyanlara, dilimizi kültürümüzü geliştirenlere teşekkür borcu olduğuna inananlar. Onurlu ulusal yaşamın ancak Rusya Federasyonu ile birlikte geliştirilebileceğine inananlar. Anavatana Dönüşün ancak Rusya Federasyonu’nun izni Çerkeslerin bulunduğu ülkelerin desteği ile gerçekleşebileceğine inanlar. Sorunlarını çözmüş, demokrasinin geliştiği, insan haklarının önemsendiği, federatif yapının özümsendiği, kendisine ve biz Ruslar dışındaki halklara da güvenen bir Rusya Federasyonu’nun bizlerin çıkarına olduğuna inananlar. Bunu da dış değil iç dinamiklerin sağlayabileceğine inanlar. Elden geldiğince Rusya Federasyonu’nun tanımı yapılan konuma gelmesi çabasını gösterenlere yardımcı olanlar.''


Ben kendimi ikinci grupta görüyorum. İkinci grubun yaklaşımını daha doğru buluyorum. Rusya Federasyonu ile sorunlarımızın ancak ve ancak iç dinamiklerin dostluk temelli diyalogu ile çözümlenebileceğine, dış destek arayışlarının halkımızın geleceğimizi kurma çabalarına kesinlikle zarar vereceğine inanıyorum.

Özetle “elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz” diyor, başlıktaki “sözde'' sözcüğünün soykırımı değil savunucuları nitelediğinin altını çiziyorum.

(sürecek)