''GELECEKLENMİŞ GEÇMİŞ''

26.03.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

“Gelceklenmiş Geçmiş...
Geçmişi yorumlamak geleceğimizi kurmak için önemlidir.”
Ahmed İnam

Ünlü ozan-yazarımız MEŞHEBE İshak’ın. yetmişinci yaşını kutladığımız günlerde şiirlerinin, özellikle “Xıway” poeminin beni sürüklediği duygu fırtınasını anlatmaya çalıştığım uzunca bir yazı yazmıştım. Yazı çok sevilmiş Zequeşnığ, Adige Mak, Adige Psalh ve çevirisi de cumhuriyetlerimizde çıkan Rusça gazetelerde yayımlanmıştı. Daha sonra da Adigey Tv. şimdilerde arada bir Nart Tv'de yayımlanan ve Dönüş Tv sürekli izlenebilen bir program çıkarmıştı yazıdan...

 

Bu yazının şöyle bir paragrafı var çok sevdiğim: 

“ Sıdiğua bcıre txılhım: wısem nah wıziğatxherer, wızız’eḉilhherer? Qızeresş́öş́ıremḉe txaḱuem qıtxıharem yeplhıḉew fıriemre: we wiyeplhıḉere zetéfe zıxhuıḉ... Wıguı qéuemi wıbze qımıhırer, nah zeğefağew, nah daxew, nah wıriğeguıpşısew qıuağe zıxhuıḉ... Wızığeguımeḉıre wızézıdzere uefığuexer zeş́uexığen zerilheḉışt ğueguıpexer zıwiğelheğuıḉ... Yeplhıḉew wiemḉe nah téwbıtağe wiğeş́ew wıziğeguışxueḉ...”
 

“Okuduğun bir kitap ne zaman daha bir mutluluk verir sana, ne zaman tutsak eder seni? Öyle sanıyorum ki yazarın olayları tanımlarkenki bakış açısı ile senin bakış açın çakıştığında,  düşündüğün halde dile getiremediğin konuları daha güzel daha düzenli daha düşündürücü olarak dile getirdiğinde… Seni sağa sola savuran sorunların çözüm yollarını gösterdiğinde... Ayırdında olamadığın bir konun ayırdına varmanı sağladığında... Görüşlerinin doğruluğuna seni daha bir inandırdığında,  bundan coşku duymanı sağladığında..”

 

Son yıllarda kadim dostum Sayın Prof. Dr. Balkancı’nın bana tanıttığı, tanıttığı için de kendilerine müteşekkir olduğum bir yazarın, Prof Ahmed İnam’ın hemen her yazısında bu duyguları yaşıyorum.  Sayın İnam’ın halen CC arka sayfalarında bulabileceğiniz “Tarih Geleceğe Yazılır” adlı yazısı da bizce anlam yüklü, akıl yüklü, yol gösterici, yeniden yeniden okunması gerekli bir yazı... Son günlerde Akşam’daki köşesinde yayımlanan iki yazısının da geçmişini unutamayan, günümüzde geçmişini yaşamaya çalışan, geçmişsiz bir gelecek düşleyemeyen herkesleri sarıp sarmalayacağını düşünüyorum.

 

Sayın İnam’ın bu yazıları da beni sarıp sarmaladı, rüzgarının önüne kattı, geçmiş, günümüz ve gelecek kurgumuz arasında savurup durdu. Yazıların önemsenemeyecek, şöyle bir göz atılıp geçilecek tek bir cümlesi, tek bir sözcüğü yok gibi...

Okuduğunuzda göreceksiniz yazılar, hep geçmişi anan, geçmişte kalmış, salt geçmişi ile öğünen, mutluluğu başka halkları küçümsemekte bulan, sadece geçmişimizin değil günümüz gerçeklerinden de kaçan, geleceğimizi kurgulama çabası içinde olmayanlarımızın durumunu anlatıyor sanki. Unutulamayacağının, yok sayılamayacağının altını defalarca çizdiği geçmişi unutmak, unutturmak değil sayın yazarın önerisi:
”(...) Yiten geçmiş, geçmiş değildir. Şimdiye uzanamayan, bize ulaşamayan! Geçmiş şu ana ulaşıyorsa geçmiştir. Etkileyebiliyorsa, bizimle bir diyalogu varsa biz ona, o bize seslenebiliyorsa. 'Bizim ona seslenmemiz' sözünden, geçmişten gelen sesi duyup ona yanıt vermemiz, geçmişte olanlara yorum katma olgusunu anlıyorum. Geçmişini doğuramayan, geçmişine seslenemediği, onu yorumlayamadığı için geçmişini ölü doğuran, geçmişinin enkazı altında kalmış, geçmişten kopmuş, geçmişiyle beslenememiş, beslenemeyen, beslenmekte olmayan kültür, ölmekte olan kültürdür.

Yazarın yanlış bulduğu geçmişin geleceğe kelepçe vurmasıdır. Gelecek beklentilerinden  bağımsız ele alınmasıdır. Alınabileceğinin sanılmasıdır. Sayın İnam, gelecek kurgusu ve kurgunun başarısı için “geçmiş”in doğru anlaşılması, özellikle de doğru yorumlanması gerektiğinin altını çizer ve birbirinden farklı üç geçmiş algısı tanımlar:
1) Üzerimize abanan geçmiş,
2) Keşfedeceğimiz Geçmiş,
3) İcat edilecek Geçmiş


“1) Üzerimize abanan geçmiş;
Bizi durduran, elimizi kolumuzu bağlayan, sarıp sarmalayan, kımıldatmayan, zincirleyen, tutsak edici geçmiş.

Bu geçmiş, bizi etkileyen ama bizim onu etkileyemediğimiz geçmiştir. Olumsuz anlamıyla, bu kara, bu 'meş'um' geçmişin en azından beş ayrı etkisinden söz edebilirim,

1.1) Bir yara olan geçmiş: Bireylerin ya da toplumların tarihlerinde sürekli olarak kanayıp bir türlü iyileştirilmeyen bir yara gibi yaşanan geçmiş, bizde; intikam, hınç, suçluluk, kıskançlık ve umutsuzluk duyguları yaratabilir. Abanan geçmiş, örneğin Batı kültürünün köklerinde bulunuyor; ilk günah duygusuyla. Abanan geçmişin 'yaşadığımız şimdi'de oluşturabileceği olumsuzlukları yorum gücümüzle alt edebiliriz. Geçmişten kaçtıkça, geçmiş bizi kovalar; kovaladıkça paradoksal bir deyişle geçmişimizle buluşamayız, onunla yüzleşemeyiz, barışamayız, ona gidemeyiz, 0nu geleceğe götüremeyiz. Geçmiş bizi kovaladıkça, şimdiye tıkılırız, sıkışırız. Şimdiyi yorumlamaktan aciz, geçmiş bağımlısı, geçmiş korkağı, geçmiş; tutsağı biri oluruz: Ölüm tutsağı!

1.2) Bir özlem olan geçmiş: Adını hepimiz biliyoruz artık. Nostalgia.  Geçmişin abartılıp bir daha geri gelmemek üzere yitip gittiğini, böylesine 'anlı şanlı' neredeyse bir cennet olan geçmişten giderek uzaklaştığımızı, bir daha böylesine yetkin bir geçmişe sahip olamayacağımızı bize düşündüren duygularla yaşanan geçmiş. Bir özlem olan geçmiş, gidip görüp şimdiye hele hele geleceğe götüremediğim, hiçbir zaman da getireceğimi düşünmediğim geçmiş olduğu için 'abanan' geçmiştir, durdurucu geçmiştir. Övünüp övünüp de geleceğe taşıyamadığım geçmişim beni ezer. Hamasi avunmaların, boş böbürlenmelerin, hastalıklı bir koruma mekanizmasıyla kendimden saklamaya uğraştığım gerçeklerle yüzleşmemi engellediğini unutmamam gerekiyor.
Geçmişleri belirleme çabamızı gelecek yazımızda sürdüreceğiz.

1.3) Utanılan Geçmiş: Saklanılan. Söylenmeyen. Üstü örtülen. Gidemediğim geçmiş. Yüzleşmekten korktuğum. Hesaplaşmaktan. Ben geçmişe gidemezsem, gidemediğim geçmişi de yok sayarsam geçmiş farkına varmadan üstüme gelir; sanki bir 'hortlak' olarak 'şimdimde' dolaşır. Geçmişten kaçış yok. Üstü örtülmüşse de, örtüyü kaldırma yürekliliğini taşımadıkça geleceğe yürüyüşümüz, sendelemelerle, düşmelerle, tuzaklarla dolu olur.
1.4) Yok Sayılan Geçmiş: Önü kesilmiş, akışı durdurulmuş, şimdiyle arasına uçurumlar konmuş, surlar çekilmiş geçmiş. Oysa geçmiş durdurulamaz. Biz ona gitmesek de o bize gelir. Kimse, hiçbir kültür geçmişini yok sayamaz. Saysa ne olur?  Geçmişiy1e farkına varmadan yaşar. Bilinçsizce yaşar. Farkına varmaktan korkma, farkına varmayı erteleme, geçmiş-simdi-gelecek arasında kurulacak bütünlüğün parçalanması anlamına gelir. Yok sayılan geçmiş, geçmişin farkına varmadığımız tehdidi demektir. Bir benzetmeyle: Bedenimizin bir bölümünü yok saymak demektir. Oysa yok saydığımız şey oradadır. Özgür, yapıcı, kurucu, kurgulayıcı seçenekler bulucu, yenilikler oluşturucu bir insan yaşamı için yok sayılan bir geçmiş büyük bir ayıptır.
1.5) Pişmanlık Duyulan Geçmiş: Keşke yapmasaydık dedirten. Neden yapmadık? 'Keşke yapmasaydık, neden yapmadık' yaşantısı, geçmişe gitmemizi engelliyorsa, sağlıklı değil. Şimdiden geleceğe uzanmamızda zorluklardan, sorunlardan kaçışa olanak sağlıyorsa, 'sığınılan bir avuntu' ise geçmişi ağır bir yük olarak sırtımıza vuruyorsa tehlikeli.
Geçmişin olumsuzluklarından öğrenmeliyiz. Ölmüş, bitmiş, yaşamayan geçmişe değil, yaşayan bizi geleceğe taşıyacak geçmişe gidiyoruz. Gidip geleceğe getireceğiz geçmişi.
 

2) Keşfedeceğimiz Geçmiş: Üzerimize abanan, tutsak edici geçmişten farklıdır. Geçmiş artık bizim için bir yük, bir zincir, bir tutsaklık değil, bir olanaklar alanıdır. Oradadır. Yaşayandır. Doğrusu; biz ona gidebilirsek yaşayacaktır. Eremezsek. Yoktur, ölüdür. Dokunmamızı bekler. İzini sürmemizi ister. Görülmeyi. Görür, onu zaten gelmiş olduğumuz geleceğe taşırız. Şimdinin dar kalıpları içine takılmışsak görüşsüz, umutsuz, düşsüz, hayal düşkünü, yaşama yorgunu, umut bıkkını, karamsar, özür bulucu (eleştirel olmakla özür bulmayı karıştırmamak gerek!) isek 'bizden adam olmazcı' isek bizden adam olmaz. Geçmişin olanağını kullanmayı bilmektir, geçmişten devşirebilmek. Oysa geçmiş bir olanak olarak algılanmaz pek, 'bitmiş'tir; artık ona bir şey yapamadığımızdır. Geçmişe yapabileceklerimizdir, geçmişin olanağı. Geçmişe gider onunla karşılaşır, yüzleşir, söyleşir, hesaplaşabiliriz. Neden? Çünkü gelecekten geliyoruzdur. Geçmişin bizimle geleceğe gelmesine çalışıyoruzdur; ne kadarı, nasıl gelebilir; bu, çabalarımıza, geçmişin gelecekle ilişkisine, geçmişin kendine özgü yapısına bağlıdır. Geleceğin ışığını, geleceğin (geçmişin olsa gerek n.h.) karanlığına tutabiliriz. Belgeler aydınlanır, arşivler tozlarından arınır, unutulmuş, çözülmemiş metinler ortaya çıkar, henüz ortaya çıkmamışların izleri sürülür.
 

Geçmişimizdeki yitikler aranır; metinler, belgeler, kalıntılar, işaretler... Bulunanlar okunmaya, yaşayan dillere, dilimize aktarılmaya çalışılır. Çözümlemeleri yapılır, tartışmalı noktaları gün ışığına çıkarılır, metinler, belgeler arasındaki ilişkiler ağı kurulur. Bu ağ sürekli olarak gözden geçirilir, yenilenir, yeni ağlar oluşturulur. Geçmiş orada, bir ortamdır; gidilir, aranılır, görüşülür, bulunulur, keşfedilir. Bu keşif, Gazali'nin deyimiyle 'mukaşefe' ile tasavvufi anlamıyla olmasa da, 'keşefe' fiilinin anlamları içinde, geçmişe tutacağımız ışıkla olanaklıdır.

 

3) İcat Edilecek Geçmiş: Geçmiş nasıl olur da icat edilebilir diyeceksiniz. Hiçbir şey yoktan icat edilmez. Geçmişin belgeleri üzerine, gelecek bakışıyla kazanılan güç, geçmiş mucitlerini ortaya çıkarabilir. Geçmiş mucitleri mazinin keşfedilmiş, gözden geçirilmiş, irdelenmiş, eleştirilmiş belgeler üstünde kurgulama yaparlar. Geleceklenmiş geçmiştir bu: Yaşayan geçmiş değildir sadece, yaşatan geçmiştir de. Bir bireyin ya da bir topluluğun ya da bir toplumun geçmişi olarak onun hayatıyla bütünleşmiştir; yaşayan bir parçası, ona can katan bir öğesi olmuştur.
 

Evet salt geçmiş değil,. geleceği kurma kaygısı olanlarımız için özellikle geçmişi yorumlayış da çok önemliymiş...  Peki bu önemi kavramaya, geçmiş algımızı, sayın İnam’ın bu yaklaşımı ile irdelemeye, gelecek bakışının gücü ile geçmiş muctilerimizi arayıp bulmaya, bilince çıkartmaya ne dersiniz? Ne dersiniz geçmişimizi, toplumumuzun hayatına can katan bir öğesi yapmaya?
 

Ya da bir soru: “mazinin keşfedilmiş, gözden geçirilmiş, irdelenmiş, eleştirilmiş belgeler üstünde kurgulama yapan kendi muctilerini” keşfedemeyen, geçmişilerini geleceklemeyen toplumlar var olabilir gelişebilir mi?
 

Ne dersiniz?
 

http://www.aksam.com.tr/2010/03/12/yazar/16443/ahmet_inam
/gecmisten_devsirmek.html