YENİ DÖNEM

09.12.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Çeşitli platformlarda kurumlarımızı, yapılan çalışmaları, örgütlerimizde görev üstlenenleri sert, vakur süsü verilmiş, tepeden bakan bir eda ile eleştirenlere sıkça tanık oluyoruz. Böyleleri genelde eleştirileri çürütülse de eleştirecek bir başka konu da buluyorlar. Sanal ortam da tam böyleleri içinmiş. Adları saklıdır. Tezleri çürütüldüğünde yeni bir kimliğe bürünme şansları vardır. “Önemli olanın düşünce olduğu, kimin düşüncesi olduğunun önemi olmadığı” yanlışı da yaygınlık kazanmış bir kez... Yaz gitsin.

Sanki kişinin söyledikleri ile yaptıklarının uyumlu olmasının artık önemi kalmamış gibi ya da “ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol” sözü de hiç söylenmemiş gibi…

Dahası, az bildikleri konularda bile derinlemesine çözümlemelerde bulunan, çok konuşup az yapan daha doğrusu hiç kımıldamayan bu eleştirmenlerimiz, kimileyin de geçmişi, günümüz gözlükleri ile değerlendirirler. Sanırsınız ki, dünya kurulalı beri günümüz koşulları hep var olagelmiştir. Sıklıkla da çok önemli bir görevi yerine getirdiklerini, şimdiye kadar yapılmamış bir eleştiri yaptıklarını sanırlar. Halkına karşı sorumluluğunu yerine getirmiş olmanın huzurunu, başarmış olmanın mutluluğunu da duyuyorlardır. Söyleneni, gerçekleşmiş sanmanın, ilkel düşünce yapısının en belirgin özelliklerinden biri olduğunun ayırdında değillermiş gibi davranırlar.

Üzülerek belirtmeliyim ki; böyleleri hep olagelmiştir, gelecekte de olacaktır. Çünkü kendisine insan adını veren bu canlının temel yapısı pek değişmemiştir. Bilirsiniz arada bir ben de eleştiririm böylelerini. Daha önceleri de mutlaka eleştirilmişlerdir. Ancak sanki bir doğa yasası, eleştirilere dirençli oldukları gibi, eleştirilere karşın çoğalır, kimlik değiştirir varlıklarını yine sürdürürler. Çoğalmasına çoğalırlar da kafa yapıları değişmez, gelişmez pek, hep ilkel kalır…

Bugün eski yayınlarımızı karıştırırken, tam otuz beş yıl önce yazmış olduğum, bu yüzeysel bilip derin değerlendiren, çok eleştirip hiç iş yapmayanlara değindiğim, ekteki yazım ilişti gözüme. Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Gençlik Kolu yayını “Nartların Sesi” bülteni, Ekim 1974 beşinci sayısında yayımlanan bu yazıda, günümüz “kahramanları”nın muhtemelen, babalarını, dedelerini uyarmıştım. İşte yazı:



İstemek


Kişiler kültürel durumlarına, eğitim derecelerine göre çeşitli şeyler isteyebilir, çeşitli şeyler amaçlayabilirler. Kişiler ile amaçları arasında her zaman engeller bulunur. Bu engellerin büyüklüğünü seçilen amaç ile içinde bulunulan ortamın koşulları belirler. Kişinin amaca varma isteğinin derecesi, amaca varmayı etkileyen en önemli öğedir. Bu istek çok büyük de olsa amaca varmada yeterli olmayabilir. Ancak bu isteğin kesinlikle birlikte getireceği şey, amaca varma yolunda gösterilen çabalardır.

Şimdi eskiden beri var olan, son günlerde de iyice arttığını gözlediğimiz şikayetleri, söylediklerimizin ışığında değerlendirelim.

Edindiğimiz izlenime göre bu günlerde üyelerimizden olsun, derneklerimiz kurulurken üye olmaları beklenen kesimden olsun konuştuğumuz kişilerin çoğu derneklerimizin iyi çalışmadığı görüşünde birleşeceklerdir. Derneklerimizin kendilerine düşen görevi gereğince yerine getirmediklerinden yakınacak belki de ekleyeceklerdir; “İşte bu nedenden dolayı derneğe artık uğramıyorum, uğramayı da düşünmüyorum” diye. Aslında kendileri derneklerin güçlü olmasını içtenlikle istemektedirler.

Biz bu görüşte olanlara deriz ki; bütün tüzel kişiler gibi derneklerimiz de onu oluşturan, oluşturması gerekenlerden soyutlanarak düşünülemez. Görev, her iki kesimin de sorumluluklarının yükümlülüklerini yerine getirmesi oranında başarılacak, amaca yaklaşılacaktır. “Kültürümüzü, yaşatmak, geliştirmek, tanıtmak” amacını paylaşanlarımızın azımsanmayacak bir sayıda olmalarına karşın, derneklerimiz güçlü olmak yolunda etkili adımlar atamıyorlarsa bizce iki nokta üzerinde durulmalıdır:

Ya derneklerin, amacı paylaşanların yükümlülüklerini yerine getirdiğince güçlü olduğunu bilmiyoruz ya da -ki bunu hiç istemeyiz- içten değiliz.

Derneklerimizin en yakın bir gelecekte daha güçlü daha etkili olacakları umuduyla…

Nartların Sesi



Peki, “böyle gelmiş, böyle mi gidecek” mümkün mü? Zaten bu değişmez tüplere karşın değişim sürüp gitmiyor mu? Olumluya gidiş de çok belirgin değil mi?

Hem bu yeni dönemde ben inanıyorum ki sadece eleştiren, kendi doğrularını açıklamayan, doğru bildiği doğrultuda yapabileceklerini yapmayanlar açısından da bir değişim başlayacak. Belki kendileri değişmeyecek ama toplumun kendilerine verdiği değerin değiştiğini, daha doğrusu hiç değer vermez olduğunu yaşayacaklar.

- Anavatanın bağımsızlığını savunup bağımsızlık savaşları verilirken saklananlar.
- Anavatanı uğruna güya canını verecek kadar sevip, şehit çocuklarının eğitimine katkıda bulunmayanlar.
- Hep birlikten dem vurup ufukları bulundukları diaspora ülke sınırlarının ötesini görmeyenler.
- Yıllardır dönüşçü geçinip olanakları olduğu halde anavatanı ziyaret etmeyenler.
- Olanakları el vermesine karşın kendisini anavatana bağlayacak oturum izni daha sonra vatandaşlık almayanlar, bunların kolaylaştırılması çabasını göstermeyenler.
- Yüzünü sözde değil, özde anavatana dönmeyenler.
- Olanakları el vermesine karşın anavatanda okuyan öğrencilerin koşullarının düzeltilmesine katkıda bulunmayanlar.
- Her yıl en az bir kişinin dönüşünü finanse etmeyen örgüt yöneticileri.
- Maddi olanakları yeterli olduğu halde kendi adına tapu da alabilecekken anavatanda bir konut edinmeyenler.
- Diaspora anavatan ve diğer diaspora ülkeleri ile ilişkileri gerçek anlamda geliştirme çabası içinde olmayanlar.
- Anavatanı önemser görünüp, ilişkileri zedeleyecek politika izleyenler.
- DÇB’nin ne olup ne olmadığını seçimden seçime anımsayanlar.
- Sürgün anma günlerinde gelecek kurguları, gelecek umutlarından çok geçmişi salt bir yönü ile anlatan “gerçekçiler”.
- Uzatılan vatandaşlığı tepen, oturma iznine uzanmayan “sürgünümsüler”.
- Anavatan sanatçılarının, CD’lerini telif ücreti ödemeden çoğaltıp satmaktan utanmayanlar.
- Dönüşü savunur gibi kişileri olmazlığına inandırmaya çalışanlar.
- Çerkes aydını geçinip, sorumluluk almadan dışarıdan biriymiş gibi olayımızı irdeleyenler.
- Kendileri kimi fraksiyonlarda partilerde at oynatırken, toplumu için çaba gösterenleri acımasızca eleştirenler.
- Anavatanı, halkı için ne yapabileceğinden çok anavatanın kendisi için yapması gerekenleri daha iyi bilen, dile getirenler…

Özetle, kendi sorumluluğundan çok, bir başkasının sorumluluğunu daha iyi bilenler, yapılması gerekeni birilerinden bekleyip, yapılamamış ya da yapılmamışın yanlışını başkalarına yamama telaşı içinde olanlar dikkat!

Toplumumuz neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu artık daha iyi biliyor. Sezgileri bilince çıkıyor. Üçüncü dalga geliyor. Siz gibilerin rahat at oynatamayacağı bir ortam oluşuyor. Bizim toplumumuzda da lafla peynir gemisinin yürütülemeyeceği, yürütmeye kalkanlara halkımızın en hafif deyimle “hadi canım sen de” diyeceği yeni bir dönem başlıyor.

Sorumluluklarının yükümlülüklerini yerine getirmeyenleri silkeleyip savuracak üçüncü dalga geliyor…

Dikkat…

Aman dikkat…