DÇB... YIKILAMAYAN KALE...     -1

11.10.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Nerdeyse kurulduğundan bu yana eleştirilen ancak tüm eleştirilere karşın gittikçe güçlenen bir yapı. Uzaktan izleyenler bir yana, dönem dönem yönetim kurullarında görev alanların kimileri, kongrelere katılan delege çoğunluğu da DÇB‘nin, ne için kurulduğunu nasıl yapılandığı yeterince bilemez. Bilmek anlamak çabası gösterenlerin sayısı da çok azdır. DÇB’yi en iyi tanıyanlar yıkma çabası içinde olanlardır diyebiliriz. Bu bitirme çabalarına karşın gittikçe güçlenen, gittikçe önemsenen bir yapı DÇB. Amaçları gittikçe gerçekleşen bir yapı. VIII. Kongresi de bu yolda bir kavşak...

Evet bence bu kongre ile önemli bir kavşak daha dönüldü. Bu kongreden sonra amaç doğrultusunda daha sık, daha büyük ve daha sağlam adımlar atılacak, bu adımların sonucunda, görmek istemeyenlerin bile görmezden gelemeyeceği başarılar elde edilecektir.

Aslında çeviri yazısı, CC forum’a da taşınan Birleşmiş Milletler Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü lisans öğrencisi Nart Matuko ve benzerlerini rahatsız eden de DÇB’nin başarıları, DÇB’yi kendi yönlerine çekememeleri, telaşları da DÇB’yi kendi amaçları için kullanamayacaklarının gittikçe daha belirgin olarak ortaya çıkmasıdır.

DÇB’nin VIII. Genel Kurulu’na ilişkin eleştiriler de daha önce yayımlanan, ancak yayınlayanların beklentisi sonucu vermeyen “DÇB Dosyaları” gibi temelsizdir, ilkeldir, içtenlikten yoksundur. Halkımızın çıkarlarını değil, kimi dünya güçlerinin çıkarlarını amaçlamış bir senaryodur. Yazılarımızda bu görüşlerimizi, karaçalıcıların soyut söylemleri ile değil gerçekçi verilerle kanıtlayacağız kuşkusuz.

Halkımızın DÇB’ye tepkili olan kesimini üç grupta toplayabileceğimizi düşünüyorum.

Birinci grup, bilerek ya da bilmeyerek Kafkasya’yı Rusya Federasyonu’ndan ayırmak isteyenlere hizmet eden grup. Bunların en azından bir bölümü neyi niçin yaptığını bilmektedir. Aralarında halkseverler, vatanseverler de vardır. Rusya Federasyonu karşıtı güçlerin desteği ile, halkımız ya da halklarımız için düşledikleri güzellikleri elde edebileceklerine inanırlar. Samimi olunduğu ölçüde desteklenemezse de saygı duyulacak bir yaklaşımdır.

İkinci grup Nartangillerdir. Sayın Şamis anlamını herkeslerin bildiği “Fasafiso” tanımını muhtemelen böyleleri için kullanmamıştır. Ancak böylelerine cuk oturan bir tanımdır fasafiso. Bunlar söylemleri hiç ciddiye alınmaması gereken kişilerdir. Söylemleri ile eylemleri hiç bir zaman çakışmaz. Cürümleri kadar yer bile yakamazlar. Aslında bir yurtseverin, halkseverin neler yapması gerektiğini bilir, bunları yapmıyor olmanın ezikliğini de duyarlar. Önemsenen olay ve kişileri somut verilerle değil soyut söylemlerle eleştirerek gündemde kalma, gündem yaratma çabası içinde olurlar. Kendilerini yakından tanımayanların nezdinde geçici bir süre başarılı da olurlar...

Üçüncü grup bilgi eksikliklerinden dolayı, bu ilk iki gruptan etkilenen geniş kesimdir. Tepkilerinin kaynağı ilk iki grubun çarpık bilgilendirmesidir. Gerçeklere ulaştıklarında, değerlendirmeleri de daha sağlıklı olacak, sorunun çözümüne katkıda bulunacaklardır.

Eleştirilerimize Nartangillerle başlayalım.

Sayın Nartan aslında kendisize seçtiğiniz ad siz gibilerin yukarıda değindiğimiz “eziklik duyma”, psikolojisini de ortaya koymaktadır. Nartan adını alarak, çok ama çok uzağına düştüğünüz Nart kahramanlarıyla özdeşleşebileceğinizi sanıyorsunuz.

Kanıt mı? Birkaçını sıralayalım...

Bildiğiniz gibi, Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun devamı olduğu Kaf-Kur, DÇB’nin kurucu üyesi. Dahası kendi değerlendirmenize göre DÇB’nin kurucusu. Ankara Şubesi de Kaf-Fed’in belki de en belirleyici üyesi. Siz de çok uzun bir dönem uzak kalmışken bir önceki çalışma döneminde şube yönetimine seçilen ancak bir çalışma dönemi boyunca, görüşleriniz doğrultusunda projeler geliştirip gerçekleştirme sorumluluğunu yüklenmek bir yana toplantılara bile uğramamış bir yurtseversiniz(!).

Şube yönetiminde konuya ne denli vakıf olduğunuzu gösterme, federasyon yönetimine girme, DÇB delegesi olarak seçilme, DÇB’yi yakından tanıma, görüşlerinizi genel kurulda dile getirme, DÇB yöneticisi olma şansını yakalamışken, yönetimine uğramamış, daha seçildiğiniz ilk günden size güvenen arkadaşlarınızı bir eksik bırakmışsınız. Dahası, istifa etme “onurlu davranışı”nı da göstermemiş bir mücadele adamısınız(!).

Özetle sayın Nartan, örgüte girme, çalışmalarına katılma, çizgisini etkileme, daha başarılı kılma şansını yakalamışken, içeriden örgütü eleştirebilecekken, onu tepmiş, şimdi hariçten gazel okuyorsunuz. “Breh, breh” dedirtecek şekilde az bildiğiniz konularda derin konuşma çabasına giriyorsunuz. Yaşadıklarınızı yaşamamış gençlere yanıltıcı, çarpıtılmış bilgiler aktarıyorsunuz…

Sayın Nartan, Soçi Olimpiyatları konusundaki tutumunuza ne demeli. Hani Soçi’ye kayıkla gitmeyi göze alacak kadar olimpiyatları önemsiyordunuz. Sayın Nartan, forum sayfalarında çok önemsediğiniz havasını verdiğiniz bu konuda ciddi bir yazı yayımladınız mı? Bir araştırmada bulundunuz mu? Sizin gibi konuya çok duyarlı (!) kişilerle bir grup oluşturdunuz mu? Bu görüşlerinize taraftar bulma çabalarınız oldu mu? Görüşlerinizi bir yerlere ilettiniz mi? Olimpiyatların Soçi’de yapılmasına karşı iseniz, bu amacı paylaşan dünya örgütleri ile ilişkiye girdiniz mi?

Peki bunların hiçbirini yapmayan birine, Soçi Olimpiyatları konusuna çok duyarlı denebilir mi?

Eleştirdiğiniz DÇB ise olimpiyatları gündemine almış oy birliği ile çizgisini belirlemiştir. “Sportif faaliyetler barışa, karşılıklı anlayışa, sorunları diyalogla çözmeye hizmet eder. Dolayısı ile 2014 Kış Olimpiyatları’nın Soçi’de yapılacak olmasına karşı çıkılamaz. Buna karşı çıkmak barışa karşı çıkmaktır” görüşünü benimsemiştir.

Yine DÇB’ye göre, her adımda olimpiyatlar için seçilmiş coğrafyanın Çerkeslerin anavatanı olduğu vurgulanmalıdır. Çerkeslerin bu coğrafyanın otokton halkı olduğunun altı çizilmeli, etkinliklerdeki yeri ona göre belirlenmelidir.

DÇB bu konuda projeler geliştirecek, hem Rusya Federasyonu hem de Dünya Olimpiyat komitelerine sunacaktır. DÇB’nin genelde karşı olmadığı olimpiyatlara desteği de koşulludur. Kesin tavrı da alacağı yanıtlara göre netleşecektir.

Sayın Nartan, en az altı yıldır bilinen ve pek gündeme alınmayan oturma izni konusu gündeme düştüğünde de çok heyecanlanmış, destek de vermiştiniz. Kendinizin de başvuruda bulunacağınızı dile getirmiştiniz. Ancak henüz böyle bir girişimde bulunduğunuzu duymadım. Ancak ne gam ilkel kafa yapısının özelliklerindendir söylenmişi gerçekleşmiş saymak. Halbuki anavatana gelmeden de Rusya Federasyonu’na oturma izni başvurusu yapabilir, bunu gerçekleştirebilir ve ilk olmanın coşkusunu yaşayabilirdiniz.

Hem, biliyor musunuz ki konuya ilişkin forumdaki son yazı 26 Temmuz 2009 tarihinde yazılmış. Yoksa bu sessizliğin nedeni sizlerin öncülüğünde yapılan çalışmalarla çok büyük bir kitlenin, bir aklı evvelin deyimi ile “anavatanın ihtiyaç duyduğu kadar bir kitlenin” başvurularının sağlanmış, dönüşlerinin sağlanmış olması mı? Peki bir yurtsever, halksever için oturma izni, dönüş sadece birkaç aylık bir olay mı? Bu konular kendinden söz ettirmenin aracı olarak kullanılabilir mi? Buna yeltenenler halksever, yurtsever olabilir mi?

Sayın Nartan siz bir edebiyatçısınız ama bilmem farkında mısınız bizim edebiyatçımız değil... Çünkü anadilimizi, halkımızın edebiyatını önemsemiyorsunuz. En kolay yapabileceğinizi de yapmıyorsunuz halkımız için. Halbuki okuma yazma öğrenebilir, biliyorsanız ilerletebilirdiniz. Çeviriler yapabilir, Türkçe yapıtları Adigece’ye, Adigece yapıtları Türkçe’ye kazandırabilirdiniz! Deneğimizin desteği ile genele açık etkinlikler düzenleyebilir, dilimizin güzelliğini, derinliğini, edebiyatımızın zenginliğini Türkiye’de tanıtabilirdiniz.

Peki sayın Nartan, kendi değerlerini yazmayan, kendi halkını anlatmayan biri yazdıkça halkından uzaklaşmaz mı? Halkının edebiyatçısı olarak anılır mı? Halkı için, vatanı için yapabileceklerini yapmayanların başkalarını eleştirme hakkı olabilir mi?

Peki “açılım” konusundaki suskunluğunuza ne demeli? Anlaşılan “Şüije psı değexhuağ”! Halbuki yaşadığınız ülke yeniden şekillenmiyor mu? Çerkes olmayanlar biz Çerkesler adına görüş belirtmiyor mu? Bu konularda görüş belirtmeyip buralarda at oynatma çabanız tıpa-tıp “Türkiyeli Çerkes Aydını”, tiplemesine uymuyor mu? Hani şu miğfer taşıyanlar, deplasman sever futbolcular, çember kıramayanlar, anavatanı, uğrunda ölümü göze alacak kadar çok sevip diasporada çok mutlu olanlar tiplemesine...

Evet değerli arkadaşlar, ara vermezsek yazı yine uzayacak. Dolayısı ile sayın Nartan’ın köşe yazısında DÇB için söyledikleri bir sonraki yazımın, konuyu irdelemek de daha sonraki yazılarımın konusu olsun.

Ancak herkesler şunu bilsin ki;

Lafla peynir gemisinin yürümediği, yürümeyeceği artık, halkımızın büyük kesimince de anlaşılmıştır.

Ve anımsatalım. Sevgi soyut değil somuttur. Ölçülebilir. Büyüklüğü de sevdiğiniz için bulunabildiğiniz özverinin büyüklüğüdür. Bizim olayımızda ulusal sorunun çözümü için yapabildiğiniz katkıdır.

Dolayısı ile, somutta katkıda bulunmayanların “sevgisi”de soyuttur, sanaldır. Yaşamın gerçekleri karşısında hiçbir kıymeti harbiyesi de yoktur.

“CARI...”

(“CARI”nın Sevgili Hapae’den ödünç olduğunu, belki de gerek yoktur ama yine de belirteyim dedim. Hape, sevildiğini, özlendiğini, önemsendiğini bilsin istedim... )