''ANA'DAN MEKTUP''

02.09.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Bu yaz çok bereketli idi bizler için. Maykop’ta yerleşik anavatana dönmüşler için. Son bir kaç yıla göre çok daha fazlaydı çeşitli diaspora ülkelerinden anavatanı ziyarete gelenler. Bunların arasında salt oturma izni başvurusu için gelenlerin sayısı da geçen yıllara göre daha iyiydi.

Ancak bu yılın diğer diğer yıllardan en büyük farlılığı Ankara Derneği'mizin oturma izni başvurusu amacı ile gezi düzenlemiş olmasıydı. Evet sadece sesini duymuyoruz, artık kendisini de görmeye başladık üçüncü dalganın.

Bu artışta uçak bilet ücretlerinin ucuzlamasının da azımsanamayacak etkisi oldu. Bu olumlu etkiyi görenlerimiz Pegassus Hava Yolları’na hem kendimiz hem de dönüşe katkıları için bir kez bir kez daha teşekkür ediyoruz...

Elbette ki, mutlu oluyor heyecanlanıyoruz başvuruların sayısı arttıkça... Ayrılırlarken biraz burukluk duysak da ziyaretçilerimizin sayısı arttıkça... Diaspora ile anavatan arası organik bağ -evlilikler- gerçekleştikçe... Bu evliklerden diaspora anavatan arasındaki en sağlam bağları oluşturacak çocuklarımız gözlerini hayata anavatanda açtıkça...

İşte Maykop’ta anavatan ve diasporayı birbirine bağlayan evlilik sayısı altmışı geçti ve bizlere katılan “sağlam bağ” sayısı da yirmi oldu bu yıl.

Yılı da Ocak'tan Ocak'a diye düşünmeyesiniz sakın. Dönüş yılı bir Ağustos'tan bir Ağustos’a. Şaka değil, bu yıl takvim de basıldı. Ağustos ile başlayıp Temmuz’da son bulan. Takvimin bir yüzü, artık bildiğinizi sandığım dönüş amblemimize ayrılmıştı. Evet hem Türkiye hem de anavatanda ilk ulusal sergimizi açan ressamımız BİDANUK Hayati Fidan’ın üç atlısı. Başarılı bir ziraat mühendisi olması halkımızın yaşam biçemini yansıtan, özlemlerini duyumsatan, neredeyse gelecek kurgusunu yansıtan başarılı yapıtlar vermesini engelleyemedi... Ancak İsmel Özdemir ve YENEMIQUE Mevlut ile birlikte kendilerini birkaç kez İzmit’e ziyarete gitmeseydik, ısrarcı olmasaydık, sevgili Miraç Ankara’daki tüm yükü yüklenmeseydi mütevazı sanatçımız bu ilk ulusal resim sergimizi belki de hiç açmayacak en azından geciktirecekti...

Çizgiler çok net değil. Resimden pek anlamam ama figüratif değil sanırım. Yüzleri gözleri de görünmüyor atlılarımızın ama bulutlar üzerinde size doğru gelen üç atlı. Yüzleri de gözleri de net değil ama bakan herkes coşkuyu görebiliyor yüzlerin olması gerektiği yerde... Eyerler, atlar da çok net çizilmemiş ancak duyumsamakla kalmıyor, gözle görüyor elle tutuyorsunuz üç Çerkes atlısından yayılan özgüven duygusunu ve karı...

Bilirsiniz Çerkeslerde en küçük grup üç kişidir. Thamade ortada yaşça büyük solda, en genci de sağda durur. Coşkuyla umut yüklü size doğru gelen üç atlıda bu xabzeye uygun dizilişi de görür, yaşarsınız...

İlginçtir üç atlıyı Fesıjapşi- Dönüş Vakfı'na amblem olarak seçmezden önce de dönüş amblemi olduktan sonra da resimde neler gördüklerini sorduğum hemen herkes bu söylediklerimi ve fazlasını anlattı. Kimileri daha bir duygu yüklü... Özetle üç atlımız grup, üç atlımız umut yüklü ve güle oynaya, coşku ile dönüyorlar anavatana...

İşte bu yaz bu duyguları daha bir yoğun yaşadık hepimiz ve bu duygular bana Marje Eylül 1992 sayısında yayımlanan ilk “Ana’dan Mektup”umu anımsattı... Yeniden okudum, yeniden gözlerim doldu... Umudum biraz biraz daha büyüdü...

Yeniden yüreğime damdı o günlerde aramızda olan TEŞÜ Yasin Çelikkıran. Sevgili Yasin ağabey... Nasıl bir anavatan tutkusuydu o Yarab'bim... Nasıl bir tutkuydu o... Onun şahsında anavatana kavuşamadan ecele boyun eğenleri düşündüm ve gözyaşlarım klavyemi ıslattı...

Biliyorum kimileri yirmi doğum ne ki diyecekler... Biliyorum diaspora sayısına göre dönenlerin sayısı ne ki diyecekler... Ben azımsamayın diyorum... Ömrü bittiğinde, ecel kapısını çaldığında anavatanda toprak olacak, ağaç olacak, çiçek olacak bin beş yüzleri, altmışları yirmileri...

Artış aritmetik değil geometrik olacak göreceksiniz... Dönüş gerçekleşecek ama mutlaka gerçekleşecek... Tünelin ucundaki ışık görünmeye başladı inanın... Ben tüm benliğimle inanıyorum, siz de inanın... Yanılmamış olacaksınız, inanın...



“Ana’dan Mektup
MEŞFEŞ'U Necdet
Marje Eylül’92

Yıllarca önce uzaklardan, yaban ellerden yazmıştım anama, gazete sayfalarında. “Bir gün mutlaka sana kavuşacağım, hıçkırarak sarsılarak ağlayacağım” demiştim.

Artık anavatandayım. Anama kavuştum, bağrına kapandım, hıçkırarak, sarsılarak ağladım. Ancak bir kez ağlamakla huzur bulmak ne mümkün. Ülkeyi gezdikçe, ovaları, dağları, ormanları dolaştıkça. Anavatanımızı bugünlere kadar koruyan, kollayan kardeşlerimizin neler çektiklerini kavradıkça, anladıkça bir daha, bir daha ağlamaklı oluyorum. Çoğunluk gizlice ağlıyorum da...

Bir karmaşa, duygu karmaşası yaşıyorum; kızgınlık, üzüntü, sevinç, utanç, coşku, geç kalmışlık duygusu, güven ve umut... Adlandırılmış, ad konamamış her duyguyu yeniden, yeniden yaşıyorum her gün, her saat, her an...

İşte elimde bir kitap, bir şiir kitabı. Ünlü Adige ozanı BERET’ARE Hamid’in altmışıncı yılında kendi seçtiklerini içeren bir şiir kitabı: Her Şey Senin İçin

Ozanın kendi yazdığı önsözü aktarıyorum;

“Ailemizde bilge bir yaşlımız vardı. Bir gün bana şöyle sormuştu:
- Nedir insana yaşama gücü veren şey?

Beni sıkıştırdığını anlamış;
- Umut ve coşku! -eklemişti gülerek- yarınının bugünden daha güzel olacağı umudu olmasa, sabahı edemez insan. Yine başardıkları için coşku duymaz, yüreklenmezse gelecek için çaba gösteremez insan.”

“Ne kadar da doğu” ya da “bizlere ne kadar da uygun” diye düşündüm. Bizler mi kimleriz? Sürgünün ilk günlerinden beri anavatandan kopmayan, anavatanını düşünen, anavatana dönüşü ulusal yaşamın sürebilmesinin tek koşulu olarak gören herkes. Yıllar önce dönebilenler, bu mutluluğu tadamadan ecele boyun eğenler, bu günlerde anavatana kavuşma mutluluğunu yaşayabilenler, planlar yapanlar, dönenlere destek olanlar, dönenlerin bu mutluluğunu paylaşanlar...

Nasıl coşku duyulmaz, parlamento binamızda tarihi Adige bayrağı dalgalanırken. Abhaz Cumhuriyet’i bağımsızlığını ilan ederken. Üç cumhuriyetimiz arasında ileride tümünün imzalayacağı umudunu taşıdığımız ekonomik, politik, kültürel işbirliği anlaşması imzalanırken. Nasıl coşku duyulmaz Adigey Oteli muhaceret Adigeleri ile dolup taşarken... Dönüşü gerçekleştirenle büfeler, mağazalar, fabrikalar, iş yerleri aça, otel işletmelerini devralırken. Aynı muhaceret ülkesinde yaşıyor olmalarına karşın on yıldır, on beş yıldır görüşememiş arkadaşların, akrabaların anavatanda kucaklaştıklarını görürken nasıl coşku duyulmaz.. Nasıl büyümez geleceğe olan umut...

Ah... Bugünlerde Adigey Oteli’nin önünde olabilseniz. Kaynaşmayı görebilseniz. Uğultuyu bir dinleyebilseniz. İsrail'den, Türkiye, Ürdün, ve Suriye’den Amerika, Almanya, Hollanda’dan Yugoslavya’dan konuk gelenlerin, dönüp yerleşenlerin, vatanımızı bugünlere kadar getirmiş kardeşlerimizin arasında şöyle bir on dakika yaşayabilseniz... Anavatana dönüp burada evlenenlerin düğününde bulunabilseniz.

Hatta anavatana henüz dönmüşken kaybettiğimiz değerli kardeşimiz QHUEJ Yaşar’ımızın cenaze töreninde bulunabilseydiniz. Acının bütün yoğunluğuna rağmen “Artık anavatanda ölebiliyoruz. Demek ki gerektiğinde anavatan için ölebileceğiz” diye düşünmez miydiniz?

Duygu karmaşasını; kızgınlığı, üzüntüyü, sevinci, utancı, coşkuyu, geç kalmışlık duygusunu, güveni, umudu hele umudu yaşamaz mıydınız?

Bilmem çok mu bölük pörçük oldu ilk mektubum. Ana’dan ilk mektubum? Kusura kalmayın ilk heyecanım geçmedi henüz. Elim değdikçe yazacağım yine. Paylaşalım diliyorum üzüntülerimizi, sevinçlerimizi. Hem ne demiş bir Çerkes atasözü: Öyle bir şeydir ki, paylaşıldığı oranda azalır, adı üzüntüdür. Yine öyle bir şeydir ki, paylaşıldığı oranda büyür, adı sevinçtir, coşkudur.

Üzüntülerimizin azalacağı, sevinçlerimizin coşkularımızın büyüyeceği günlerin, kavuşacağımız günlerin yakın olması dileğiyle...

Kalın sağlıcakla...”