İNSANLIK HALLERİ

30.08.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Profesyonel olmayan bir yazar kendi görüşleri ile profesyonellerin görüşleri örtüştüğünde “Böyle düşünen bir ben değilmişim” der, sevinir ya da söylemek istediklerinin daha güzel daha etkileyici söylendiğinin ayırdında olduğu bu güzel yazıları kendi okurları ile de paylaşmak ister.

Kimileyin başka bir konuda yazılmış olsa da kimi yazıların kendi konusuna uyarlanabileceğini görür ve küçük değişikliklerle köşesine taşır…

Kişi psikolojisine ilişkin söylenen şeyler de genellikle örtüşür…

Her zaman her düşündüğünü yazdığını, yazabildiğini, yazabileceğini ve bunun doğru olduğunu sanan köşe yazarları olabildiği gibi, her koşulda istediğini söyleyip yapabildiğini sanan, bunu da özgür kişiliklerinin kanıtı gören, başkalarını da buna inandırmaya çalışan memurlar, aile bireyleri, örgüt elemanları vb. hep olagelmiştir.

Ancak ben her insanın her konuda söylem ve eylemlerinin bir sınırı olması gerektiğine ve olduğuna inanırım. Aslında her koşulda ve her zaman özgür davrandıklarını sananlar kendilerini sınırladıklarının bilincinde olmayanlardır. Her bireyin bilincinde ya da değil böyle bir sınırı vardır.

Bu konudaki görüşlerimi de “Özgürlük, Sorumluluk, İnsanlık” başlığı ile “dağarcık” ta sizlerle paylaşmıştım:      http://circassiancanada.com/tr/yorum/nh/148_ozgurluk.htm


“Kimileri özgürlük duygusunu daha vazgeçilmez bulur insan için. Bense, sorumluluk duygusunu insan olmanın olmazsa olmaz özelliği sayanlardanım.

(...)

Özetle, insan olduğunuz ölçüde, özgürlük alanınızın genişlemesi gerekirken, içinde yaşadığımız dünyada özgürlük alanını kendiniz sınırlamak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü insan olduğunuz ölçüde sorumluluk yükleniyorsunuz.”


İşte, Sayın Serdar Turgut’un, otuz Ağustos 2009 günlü yazısındaki (http://www.aksam.com.tr/2009/08/30/yazar/14100/
serdar_turgut/problemli_yazar_meselesi.html) yazar merkezli sorumluluk anlayışını benimsiyor, hemen her konuya uyarlanabileceğini düşünüyor ve kimi bölümlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.


“Bunca yıllık yazarlık ve kısa da sayılamayacak yöneticilik deneyiminden sonra toplam deneyimim bana gösterdi ki; yazarlar ile gazete yönetimleri arasında çıkan sorunlarda olgun ve alttan alarak davranan daima yönetim tarafı oluyor.

Yazarlar
(yazar yerine kurum elemanı, yönetim kurulu üyesi, örgüt sorumlusu, toplumsal bir davanın savunucusu vb.. düşünülebilir) ergenlikten bir türlü kurtulamayan şımarık çocuklar gibi davranmaya devam etmeliler mi?

Yazarlar
(her birimiz) bu hayatımıza gökten zembille indirilmiş kutsallık mertebesinde önemli varlıklar değildir.

Bizlere yazmamız için verilen köşeler
(kendi sorumluluk anlayışımız sonucu yüklendiğimiz, bizlere yüklenen görevler), orada biz her gün yazıyoruz (şimdi bu görevdeyiz diye) diye babamızın malı değildir.

Evet iyi bir yazar olabilmek için insanın egosunun biraz şişmesi kaçınılmaz olabilir ama onun o şişkinliği başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde kontrol altına almak da kendisini bilen yazarın işidir. Yazar kendi egosunun üstüne 'Etrafa verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz' yazısı asmayı bilmelidir.

Ne yazık ki, ülkemizde kendisini bilen yazar sayısı hayli azdır. Aksine her yazar kendi yazdıklarının kutsal ve dokunulmaz olduğunu düşünmekte, egosu şişkin ergen çocuklar gibi davranmaktadır. Bu karışım yani egosu şişkin ve aynı zamanda ergen olmak hayatta en rahatsız edici, en itici insan tipinin ortaya çıkmasına yetecek  formüldür.

Yayın yönetmenlerinin asıl görevleri, işlerinin aslı zor olan yanı, haberlerin ve köşe yazılarının 'dokunulmazlığı' ile bulunduğu kurumun genel çıkarı arasında uzlaşma sağlamaktır. 

Eğer binlerce insanın ekmek yediği, büyük riskler alınarak, büyük paralar harcanarak oluşturulmuş bir kurum bir gün yazarın 'Ben istediğim her şeyi  istediğim gibi gibi yazarım, bana kimse  karışamaz' tavrı nedeniyle eğer risk altına alınacaksa, o zaman yayın yönetmeni, ilk önce yazarı nedenlerini ortaya koyarak yazısını değiştirmeye veya geri çekmesine ikna edecektir. Ancak karşısındaki 'Çocukluk hastalıklarından' kurtulamamış bir kişi ise ve direniyorsa o zaman da yazıyı kendi inisiyatifini kullanarak yayınlamayacaktır.

Mütevazı olmamla tanınan insan değilim ben. Ancak gazetelerin de sadece benim gibi insanların yazı yazabilmesi için çıktığını filan düşünmüyorum. Egomun içinde boğulmadım, dünyanın en önemli insanı da değilim. Yazıma karşı sorumluluğum olduğu kadar içinde çalıştığım kurumlara da karşı sorumluluklarım var. Aslında bu basit bir iç denge tavrıdır, herkese de bunu tavsiye ediyorum. İsteyene dengeye ulaşması için yardımcı da olabilirim...”

Evet işimizin asıl zor yanı görüşlerimizin, yaklaşımlarımızın “kişiselliği, dokunulmazlığı, egomuzu tatmin aracı” olması ile amacımızın çıkarları sorumluluğumuzun gerekleri arasında uzlaşma sağlamaktır.

Ancak bu zor iş, sorumluluğunuz gereği kendi özgürlük alanınızı kendiniz sınırlayabilecek olgunluğa eriştiğinizde kolaylaşmaktadır.   


ÖNEMLİ NOT:
1)
Kurum CC değil, dönüştür.
2)
Yazar da CC köşe yazarlarının biri değil, her koşulda dilediği gibi yazabileceğini, dilediği gibi konuşabileceğini, dilediği gibi davranabileceğini sanan ve bu böylesi bir sorumsuzlukla da dönüşün sağlanabileceğini, bu yaklaşımla da büyük amaçların gerçekleştirilebileceğini düşleyen herkestir.
3)
Egosu şişkin yazar da kendilerinin daha sabiy olduğu günler dahil, yaklaşık kırk yıldır yinelediğimiz şeylerin kendileri için yazıldığını sanan, bu egosu yazıların ana fikrini anlamasını engelleyen ya da anlamasına karşın çarpıtan kişilerdir.