SİNOPLU ÇERKES DİOJEN

16.08.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Türkiye’de son günlerin en önemli gündem maddesi elbette ki açılım. İster Kürt açılımı deyin ister demokrasi açılımı. İster bu açılımın milli birliği güçlendireceğinden söz edin, ister Türkiye’yi böleceğinden... Çok  açık olanı bu sürecin sonunda Türkiye’nin eski Türkiye olmayacağı, çok kültürlülük ve demokrasi konularında büyük adımlar atılmış olacağı... Konuya ilişkin okuyabildiğim yazılar. İzleyebildiğim Tv programlarından edindiğim izlenim bu...

Açılımın Türkiye’nin bölünmesine yol açacağı korkusunu taşıyanların bile anadillerin yaşatılması geliştirilmesi konularındaki söylemleri, dünkü söylemlerinden ne kadar farklı değil mi? Ancak ne demişler “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür- insanlık belleği unutmak ile özürlüdür.” Bu deyişi anımsatan şeyin anadilleri konusundaki bu unutkanlık olduğu ya da bu unutkanlığı sorguladığım sanılmasın sakın. Deyişi bana anımsatan şey bugün PKK’nın arkasındaki gücün başından beri Amerika ve Avrupa olduğunu söyleyenlerden hemen herkesin daha dün Amerika dostu ve Sovyetler Birliği karşıtı olduklarını unutmuş olmaları... Kendilerini “Amerika Go Home” diye bağırtanların Amerika'nın kendisi olduğunu hiç anımsamamaları... Sadece bu tek örnek, dünya egemen güçlerinin bilinçsiz halkları kendi amaçları uğruna nasıl kullandıklarını kanıtlamaya yetmez mi sizce de? Bence yeter de artar...   

Evet son gelişmeler ve bu gelişmelerin dillendiriliş biçimi, gündeme alınma, alınır gibi yapılma biçemi ya da gündemde tutulma süreleri, dileyen için çok öğretici derslerle dolu. Örneğin Radikal yazarı sayın Hasan Celal Güzel, Çevik Kuvvet’in kurulmasını onaylamakla sayın Özal’ın hata yaptığı görüşünde. Gerçek ise Amerika'nın Kuzey Irak Kürt Devleti'ni oluşturma programında her adımda böylesi bir oluşuma karşı olduğunu açıklayan TC’ne en önemli görevi yüklediği yönünde değil mi? 36. Kuzey paralelinin kuzeyini merkezi Irak güçlerinden korumakla görevlendirilen Çevik Kuvvet’i desteklemesi bugünlerde konuşulan değişiklikleri, sayın Özal’ın daha o günlerde onayladığı anlamına gelmez mi ya da bugünlerde yapılmak istenenler Özal döneminde yarım kalmış değişiklikler olamaz mı?

Peki Doğu Türkistan olayları, binlerce Uygur Türk’ünün tutuklanması, yüzlercesinin olaylar sırasında öldürülmesi, yüzlercesinin de sonradan kurşuna dizilmesi neden RF’nda öldürülen insan hakları savunucusu bir gazeteci kadar önemsenmez? Ülkede barış sağlandığı için olabilir mi medyadaki sessizlik?

İnsan hakları ve demokrasi savunucularının üç yüz bin Suriyeli Kürt’ün hala vatandaş sayılmadıklarını, bu ailelerin çocuklarını okula gönderebilmek için başka ailelerin nüfuslarına kayıt ettirmek zorunda kaldıklarını, Arap kökenli üniversite mezunları subay olabilirken Kürtlere bu hakkın tanınmadığını bilmiyor olmaları düşünülebilir mi?

Kast sisteminin bütün katılığı ile sürdüğü, yüz milyonlarca insanın insan sayılmadığı Hindistan’da ne menem bir demokrasi vardır dersiniz?

Bu kadarcık örneğin bile büyük güçlerin söylem ve eylemlerinin birbiri ile çelişebileceğini ancak kendi çıkarları ile hiç çelişmeyeceğini kanıtlamak için yeterli olacağını düşünürken gazete ve televizyonlarda görmezden gelinemeyecek bir haber: “Lockerbie hükümlüsü Abdülbaset Ali Muhammed El Megrahi sağlık nedenleri ile İskoçya Hükümeti tarafından serbest bırakıldı. Kaddafi de Megrahi ve ailesini coşku ile kabul etti.

Londra-New York seferini yapan Pan Amerikan yolcu uçağı düzenlenen bombalı saldırı sonucunda, 10 bin metre yükseklikteyken İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde infilak etmiş, faciada 270 kişi ölmüştü. Davada suçlu bulunan El Megrahi ömür boyu hapse mahkum edilmişti...”

Haber burada bitseydi bir hükümlünün sağlık nedenleri ile salıverilmesinin insani yönü ağırlık kazanabilirdi. Ancak Kaddafi’nin oğlu Seyfulislam’ın Büyük Biritanya ile yapılan bütün ticari görüşmelerde El Mergahi’nin de konu edildiği demeci, salıverilmenin gerçek nedeninin sağlık sorunu olmadığı, yine çıkar ilişkisi olduğu anlamına gelmez mi?  Peki ülke televizyonunun ana haber bülteninde haberi görüntüleri ile verip, Seyfulislam’ın demecinden hiç söz etmemesine ne demeli?

Bizleri çıkarmamız gereken ders mi? 

İnsan hakları, demokrasi savunucusu güçlü ülkeler bu değerleri kendi ülke çıkarlarını ilgilendirdiği ölçüde ancak önemserler.

Dünya konjonktürü ile uyumlu olmayan, en azından bir büyük dünya gücünün desteklemediği  siyasal hareketlerin başarı şansı yoktur.

Büyük güçler ancak kendi çıkarlarına bir başka ülkeyi karıştıracak potansiyeli olan halkları desteklerler.

Çerkes halkının ulusal amacı olarak gördüğümüz anavatana dönüş, hem diaspora ülkelerimiz hem de anavatan cumhuriyetlerimizin üyesi olduğu RF çıkarları ile örtüştüğü için bu ülkelerimizden destek bulacaktır.

Asıl muhatabımızın RF, ikincil olarak da diaspora ülkelerimiz olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Çaba zaten var olan dönüş hakkını genişletmek, cumhuriyetlerimizi dönüş yardımından yararlanan bölgeler kapsamına aldırmak, halkımıza sürgün statüsü, çifte vatandaşlık hakkı, diaspora ülkelerinde yaşayan RF vatandaşlığı hakkını kazandırmak yönünde olmalıdır.

Bunlar ve halkımızın yararına olacak başka kazanımların Amerika ve Batı'nın desteği, bu ülkelerin RF’na baskısı ile kazanılabileceği ise hiçbir zaman akla gelmemelidir.

Bilindiği gibi, asıl muhatabımızın RF olduğu gerçeğini ilk kez dile getirmiyorum. Her gündeme getirdiğimde de gıyabi milliyetçilerce, en hafifi “Ruhunu Ruslara satmışlık” olan güzel sıfatlarla ödüllendirildim. Ancak bu kez yalnız değilim. Ulussever olduğundan kimsenin kuşku duymadığı, Abhazya Kahramanı ve Kabardey’de yeni kurulan Xase’nin başkanı sayın Yağan İbrahim de asıl muhatabımızın RF olduğunu dile getiriyor. İşte, arada sırada güzel şeyler de yazan Sayın Hapi’nin http://circassiancanada.com/tr/arastirma/0259-adige.htm yazısından bir bölüm:

Adige sözcülerin son sözleri


“RF’nun/Kremlin’in Adigelerin sorunlarıyla ilgilenmeyişi, bazı kişilerin ABD ve Batı’dan destek arayışlarına kalkışmalarına yol açabilir. Sizce, Adige ulusal sorununun çözümü için anahtar kimin/hangi ülkenin elinde” sorusuna,
YAĞAN İbrahim: “Çözümün adresi tarihsel anayurdumuzdur. Adige anayurdu Rusya Federasyonu toprakları içinde bulunduğuna göre, sorunu Kremlin’in çözmesi gerekir. Kuşkusuz Adigelerin bulundukları AB ülkeleri ile ABD’nin de desteği gerekir, ancak anahtar o ülkelerin elinde değil, Rusya’nın elindedir…”


ŞIHO Zamir: “Kremlin’in Adigelerin sorunlarını çözmek istemediğini söyleyemem. Çerkeslerin asıl kendileri henüz bir karara varmış ve ne istediklerini tam olarak ortaya koymuş değiller. Halkın ne diyeceğini öğrenmek ve ona göre hareket etmek gerekir. Olumlu yönde bir gelişme var, bunu algılıyor ve seviniyoruz. Diyalog başladı, olumlu bir sonuca ulaşacağımızı umuyorum”.  


Nerden nereye geldik.

Aslında bu yazıda ben Sinoplu Diojen’den söz edecektim. Hayır Bizans İmparatoru Romen Diojen’den değil, düşünür Diojen’den. Büyük İskender’e “gölge etme başka iyilik istemez” diyen, gündüz gözü ile elinde fener “dürüst adam aradığı” söylenen Diojen’den.

Peki Sinoplu Diojen Çerkes olsaydı ve günümüzde yaşasaydı gündüz gözüyle elde fener Anadolu’da ne arardı sizce? Bence Çerkes Aydını arayacak ama bulamayacaktı. Anavatandakilerden daha özverili olduklarını düşünen, konu anavatan olunca hariçten gazel okuyan, bol keseden akıl veren, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bizler için toplanabileceğini düşleyen, internet ortamında protesto metinleri hazırlayan, her yirmi bir Mayıs’ta “sürgünümsü” olduklarını anımsayan ancak Türkiye’deki hakları başkalarınca savunulan “aydınımsıları” ise, yüzünü döndüğü her yönde, her gözünü açtığında görecekti.

Evet, Sinoplu Çerkes Diojen “Kürt açılımının”, “demokrasi açılımının”, “çok kültürlülüğün” her alanda tartışıldığı günümüzde aramaktan bitap düşecek, üzücüdür ki Çerkes aydını bulmakta zorlanacaktı...

Yanılıyor olabilir miyim, bulabilecek miydi yoksa?