ÖZGÜRLÜK, SORUMLULUK, İNSANLIK

04.05.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Sınırsız özgürlük olamayacağı konusunda görüş birliği olduğunu sanıyorum. Toplumsal yaşamın olmazsa olmaz kuralıdır bu. Aslı da
-doğal yaşamda da bilindiği gibi- özgürlük sınırsız değildir. Acımasız doğa koşulları sınırlar özgürlüklerinizi. Gücünüz, yetenekleriniz kimileyin de acımasızlığınız ölçüsünde geniştir özgürlük alanınız.

Yine, özgürlük alanımızın sınırının, ancak bir başkasının özgürlük alanı sınırına kadar genişletilebileceği, daha ötesinin özgürlük değil, bir başkasının özgürlüğünü kısıtlama anlamına geldiği de genel kabul gören bir tanımdır. Yanlış olmayan, ancak çok eksik bir tanımlama.

Bizce özgürlüğünüzü asıl sınırlayan şey sorumluluktur. Sorumsuz olduğunuz ölçüde özgürlük alanınız geniştir. Özgürlük ile sorumluluk ters orantılı gibi gelir bana. Sorumluluklarınız, yetkileriniz büyüdükçe özgürlüklerinizin alanı daralır. Akşamı ettiği yerde sabahlayan, mahalle bakkalına gitmek üzere evden çıkmışken çağrıldı diye hiç duraksamadan bir başka kente gidebilen iki kişiden yalnız kendisinden sorumlu olanı “özgürlüğüne düşkün bir adam” diye tanımlanırken evli, çocuklu olanın ise “ne kadar sorumsuz” olduğu konuşulur.

Kimileri özgürlük duygusunu daha vazgeçilmez bulur insan için. Bense, sorumluluk duygusunu insan olmanın olmazsa olmaz özelliği sayanlardanım.

Kültürlerde insan olmanın ön plana çıkan özelliği de kendiniz için istemediğiniz şeyleri başkaları için istememektir. Benzer koşullarda kendinizin yapamayacağı davranışı başkalarından beklememektir.

İnsan olmanın olmazsa olmaz bir başka özelliği, kendi benliğinizin doyumu için başkalarını, istemleri dışında eylemlere zorlamamaktır. Kendinizin bedel ödemeyeceği, sonucunda bir bedel ödeneceği kesin eylemleri başkalarına önermemektir. Hele, “üzüntü, olayın kendinizin ya da yakınlarınızın başına gelmemiş olmasından duyulan gizli sevinçtir” tanımında gerçeklik payı buluyorsanız…

Özetle, insan olduğunuz ölçüde, özgürlük alanınızın genişlemesi gerekirken, içinde yaşadığımız dünyada özgürlük alanını kendiniz sınırlamak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü insan olduğunuz ölçüde sorumluluk yükleniyorsunuz.

Hareket alanımızı belirleyen, sınırlayan özgürlük ile sorumluluk arasındaki en büyük fark birinin dış, birinin de iç ses olmasıdır. Özgürlük anlayışında sınırlar içinde yaşadığınız çağın anlayışı, yaşadığınız ülke yasaları çizer. Ülkeden ülkeye değişse, çoğun güçlülerin çıkarını gözetse de günümüzde sistemler, yasalar duvarlar örmekte bu duvarlar kimi insani davranışlarımızı da sınırlayabilmektedir. Haklı olduğuna inansa da bedel ödemeyi göze almayanlar sınırları aşma girişiminde bile bulunamamaktadır.

Sorumlukta ise yukarda değinildiği gibi sınırları çizen iç sestir bir diğer deyişle vicdandır. Hareket alanınızı başkaları değil, yasalar değil bir ölçüde toplum gelenekleri ama özünde kendi iç sesiniz, vicdanınız sınırlar. Kendinizi İç sesinize kapattığınız ölçüde hareket alanınız da genişler. Ancak kendinizi iç sesine kapattığınız ölçüde de insanlıktan uzaklaşırsınız. Başkalarını kendinizin yapmadığı yapamayacağı eylemlere zorlarsınız. Birinde eleştirmediğiniz bir davranışı başkasında eleştirirsiniz. Eleştirilerinizi söylenmemişler üzerine kurabilirsiniz, gibi, gibi…

Eğer bu iç sesinizi duyabiliyorsanız, kendinizin, oğlunuz ya da kızınızın katılmayacağı bir protesto eylemine, başkalarını çağırmazsınız. Koşullar elverdiğinde, babanızın kovulduğu köyünüze dönüp tüm zorluklara karşın baba ocağını tüttüren kardeşinizin kaderini paylaşacak yerde, kardeşinizin komşuları ile ilişkilerini düzenlemeye kalkışmazsınız. Dedenizin kovulduğu koşullardan çok daha iyisi sağlanmış olduğu halde dönme yürekliliğini gösterenlere güzel sıfatlar yakıştırmazsınız.

Rusya Federasyonu birlikteliği tercih eden İnguşları kahraman, Adigeleri işbirlikçi saymazsınız. Kardeş Kuzey Kafkasya halklarının her biri kendi örgütünü kurmuşken, kendi örgütünü kurmak isteyen, kuran Adigeleri “ayrılıkçı”, “mikro milliyetçi” diye nitelemezsiniz…

Hemen her davranışınız Mehmet Fetgeri Şoenu’nun “(…) birçok insanların ulusal sevgileri, onların biraz fazlaca kişisel olan çıkarlarının sınırını aşmaz” tespitini haklı çıkarırken, halkı vatanı için her özveride bulunabileceğiniz izlenimi veren söylemlerde bulunmazsınız. Atalarının sürüldüğü, canınızdan bile çok sevdiğiniz (!) anavatanını ziyaret için tur fiyatlarının ucuzlamasını, dönüş için tüm sorunların, acımasızca eleştirdiklerinizce çözülmesini beklemezsiniz…

Bulunmadıkları yerde kişileri eleştirmenin her kültürde ayıp karşılandığı, dinen de haram olduğu bilinci ile, izlemedikleri sitelerde anlamadıkları dilde hem de nickler arkasına saklanarak anavatan insanının dedikodusunu yapmazsınız. Sorunlara önerilecek çözüm önerilerinin somut koşullara göre olması gerektiği evrensel gerçeğinin bilincinde olmanıza karşın, somut koşulları zerre kadar benzemeyen halkları örnek göstermezsiniz.

Bir kurum, bir parti, bir devlet başkanı gibi attığı yanlış adımdan başkaları da zarar görebilecek sorumluların özgürlük alanı, yalnız kendileri zarar görebileceklerin özgürlük alanından çok daha dardır. Eğer iç sesinize kapalı değilseniz, binlerce kişinin hayatını kaybedebileceği bir savaş kararı vermek, kendi ölümünüze gitmekten çok daha zordur.

İşte bizce iç sesine kapalı olmayan biri, kendisini bir an için eleştirdiği kişinin yerine koyan yani empati yapabilen biri, başkalarına zarar verebilecek, dahası zarar vermeyecek olsa da zarar verebilecek gibi algılanan söylem ve eylemlerden kaçınacaktır.

Özellikle de kendisinin yapabilecekken yapmadıklarını yapabilenlere, göze alamadığını göze alabilenlere, kendisinin vazgeçemediklerinden vazgeçebilenlere daha saygılı olacaktır. Tüm bunlar için de azıcık vicdan sahibi olmak yeterli olacaktır.

Değerli arkadaşlar; bense, anavatan, diaspora, dönüş konularında yeterince polemiğe girdiğimi düşünüyorum. Daha önemlisi, kendileri dönemeyecek olsa bile, halkımızın çoğunluğunun, dönüşün tek çözüm yolu olduğunun bilincine vardığını umuyorum. Dolayısı ile bundan böyle yazılarımı anlamak gibi özenle okumayanlara, bilinçli bir şekilde anlamazdan gelenlere, çarpıtanlara, yazılarımın kimi bölümlerini görmezden gelenlere, olayımıza pamuk ipliği ile bile bağlı değilken, olayın merkezindeymiş gibi yazanlara, sadece sorgulayıp hiç yanıt vermeyenlere, güya eleştirenlere ciddi yanıtlar vermeyi gereksiz görüyorum. Dönüşün tartışılması aşamasının artık çok gerilerde kaldığına, hızla gerçekleştirilmesi aşamasına gelindiğine inanıyorum. Yaşla azalan enerjimi daha verimli çalışmalara yöneltmezsem yanlış yapacağım korkusunu yaşıyorum… Hem haklılığıma inansam da dostlarımı üzdüğüm duygusunu yaşamak istemiyorum…

Özetle dönüş, yine dönüş, daha çok dönüş diyorum…