DİL ÜZERİNE

18.03.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Son günlerde, CC forum sayfalarında dil epeyce gündemde. Ulusal mücadelede dilin önemini vurgulayanlar, ulusal mücadelede dil bilmenin zorunlu olmadığını dile getirenler… Benim dil bilmeyenlere yazma konuşma hakkı tanımadığım imasında bulunanlar…

Daha önce de “Ne yaparsak yapalım Adigece’nin, Rusça gibi, diğer güçlü diller gibi gelişemeyecek, güçlü dillerle boy ölçüşemeyecek” dediğim Sayın Hapi tarafından eleştirilmiştim.

Gerçekte ise uzaktan ikilem sanılabilecek bir durumdayım. Bir yandan “Dilsiz ulus ölüdür” atasözümüzü bütün benliğimle benimser, dilimizin gelişmesi için dilciliğe soyunur, alfabe çalışması yaparım. DÇB’nin dil komisyonu başkanlığını üstlenir iki yazı dilimizin bilenlerin birbirini anlar hale gelmesi için program çalışması yapar, gelecekte bir gün tüm Adigelerin bir anlaşma dilimiz, yazın dilimizin olabileceği umudunu taşırım. Bu çalışmalarım bu güzel umutlarım için kimilerine sizlerin de tanık olduğunuz eleştiriler alırım.

Diğer yandan ne kadar gelişirse gelişsin anadilimizin her konuyu anlatamayacağımızı, özellikle politikayı yabancı bir dille yapmak zorunda olduğumuzu bilirim. Her ortamda mutlaka anadille konuşmayı zorunlu kılmanın, anadilimizi öğrenebilecek ortamda büyüme şansını yakalayamamış, ancak donanımı çağdaş sayısız gencimizi mücadelemizin dışına itmek olduğunu dile getirir, toplantılarda, DÇB genel kurullarında konuşmacıların görüşlerini en iyi ifade edebilecekleri dille konuşabilme olanakları sağlanması gerektiğini savunurum. Bunu sağlayamayan ev sahiplerini eleştirdiğim için de eleştiri alırım. Abhazya bağımsızlığı destek mitinginde, Türkçe konuşur, anavatan delegelerini “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diye düşündürtürüm. Ancak anavatan delegelerince takdir edilmek değildir amaç, Türkiye delegelerince anlaşılmaktır.

Evet, dilimiz çok güzel ve çok zengin ve çok gelişebilecek olmasına karşın, korkulur ki yaşadığımız sürece politikayı yabancı bir dille yapacağız. Çünkü politikamızı anavatanda RF yetkilileri ve halklarına, diasporada diaspora ülkeleri yetkililerine ve halklarına anlatmak zorundayız.

Farklı yönlerden gelen bu eleştiriler, daha önce yayımlanmış bir yazımı anımsattı bana. Çok değil henüz otuz dört yıl önce, “Yamçı” da (Kasım 1975 Sayı 1) yayımlanan bir yazımı:



“BİZ BİZE

Son yıllarda Çerkes kalmayı, geleceğimizi konu alan tartışmalara katılmayanımız, tanık olmayanımız yok gibi. Ancak bu tartışmalar ulusun sorumluluğunu yüklenmiş, bu sorumluğun bilincinde olan Çerkes’in nitelikleri davranışları konusuna dökülür çoğu zaman.

Bu dönemde dil deriz kimimiz en önemli olan. Geleneklerimizin küçümsendiğinden yakınanlarımız, onlara gereken önemin verilmesi gerektiği görüşünü savunanlarımız yanında bu görüşte olanları “çağdışı” sayanlarımız çıkar. Halk oyunlarımız konusu da öyle. Tüm zamanını ona ayıranlarımız yanında onu yok sayma eğiliminde olanlarımızın da konuşmalarını izleriz. Ve uzayıp gider tartışma, gecenin çok ileri saatlerine kadar daldan, dala atlayarak. Sonra bırakırız tartışmayı orada ve dağılırız elle tutulur bir sonuca ulaşamadan.

Gerçekte söylenenlerin tümü, özellikle konuşmacılarımızın nitelikleri ile savları arasındaki uyum üzerinde durulmağa değer. Gerçekte bu uyum bir çaba sonucu kazanılmış olsaydı, alkışlanması gerekirdi.

Öyle ya dilin en ateşli savunucuları, rastlantı sonucu Çerkesce’nin henüz unutulmadığı bir köyümüzde büyümüş, anadilimizi doğal olarak, özel bir çaba göstermeksizin öğrenmiş olanlardır çoğun. Gelenek savunucularımız, eksik de olsa, az-çok değişmiş de olsa geleneklerimizin uygulandığı köylerimizde doğmuş, büyümüşlerdir. Bunları “çağdışı” sayanlarımızın ise gelenekleri uygulamak için, kimi alışkanlıklarını bırakmak, yeni alışkanlıklar edinmek zorunda kalacak olanlarımız arasından çıktığını gözlemek bizi şaşırtmamalı.

Süregelen tartışmaların uzun sayılabilecek bir geçmişi olmasına karşın henüz ortak özelliklerin saptanamamış olması üzücüdür. Bunun nedeni, Çerkes aydınının taşıması gereken kimi özellikleri sayar görünerek, gerçek aydının kendimiz olduğunu ileri sürme isteğimizdir, diyemez miyiz?

Bizce konuşmacılarımızdan, bunun böyle olmadığının kanıtlanmasını istememiz gerektiği döneme gelmiş bulunuyoruz. Dile önem verenlerimiz dilciliğe eğilmeli, dilimizin kaybolan değerlerini derlemeli, dili bilmeyenlerimize öğretme yollarını araştırmalıdırlar. Geleneğe önem verenlerimiz, bu konuda nereden nereye gelindiğini ortaya koyacak, uygulamaları bölgesel değişiklikleriyle saptayacak çalışmalarda bulunmalıdırlar. Gelenekleri ya da halk oyunlarımızı önemsemeden de özlenen yaşama erişilebileceğini söyleyenler, salt kimi alışkanlıklarını bırakmak, yenilerini edinmek kendilerine zor geldiği için bu görüşte olmadıklarını kanıtlamalıdırlar.

Bunlar ve gerekli görülecek konularda yapılacak araştırmalar, ulus sorumluluğunu üstlenmek durumunda olanların taşıması gereken nitelikleri ortaya koyacak, davranışlarımızı kurallara bağlayacaktır. Bunun, amaca yönelik çalışmalarımızda büyük yararlar getireceğine inanıyoruz.

Bilmem siz ne dersiniz?”

Evet, en azından otuz dört yıldır böyle bir duruşum var benim: Anadili hem çok, ama çok sevmek, anadilin kültürün yuvası, taşıyıcısı olduğuna yürekten inanmak, dilimizin gelişmesi için gece gündüz çaba göstermek bu arada dil bilmeyenlerin bildiklerini en iyi ifade edebilecekleri olanakların sağlanmasını savunmak…

Bu bir çelişki mi?

Bence değil

Siz ne dersiniz?