ANLAMAKTA DİRENENLERE

13.03.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Bildiğiniz gibi çok uzun yıllardan beri yazdığım hemen her yazı, yaptığım çalışmalar dönüşle ilintili. Neredeyse yaptığım tek şey dönüşü dinlemek, anlamak ve anlatmaya çalışmak. Bu süreçte sık, sık kendimi yinelemek zorunda da kaldım ve kalıyorum kuşkusuz. Öyle ki, kimileyin sevenlerimin bile benden sıkıldığı olur. Evet, bunun bilincindeyim ama ne yaparsınız insan böyle bir şey işte. Kişi, amacına ilişkin söylemlerinde samimi ise eğer, gezinir dolaşır, döner yine öncelediği konuya takılır.

Dönüş benim için yaşamın kendisi diyebilirim. Dostluklarımın oluşması, gelişmesi, pekişmesi, dostluklarımın sonlanması, kırgınlıklarım, kırmalarımda temel etkendir dönüş, dönüşü algılayış, dönüşe karşı duruş. Özüme yapılan hakaretleri duymazdan, görmezden gelebilirim de dönüşe, dönüşçüye karşı yapılan haksız eleştirilere katlanamam. Bana çok doğal gelen çıkışlarımı kırıcı bulanlar da olur. Konuyu benim kadar önemsemeyenler, paylaşılmış onca acı-tatlı olaya karşın, yıllarca süren dostlukların nasıl bir çırpıda bitebildiğini anlamakta zorlanırlar. Bense bunun neden anlaşılmadığını anlamakta zorlanırım. Sizi arkadaş kılan, dost kılan dönüş ise, dönüşü algılayışınız ise eğer, birlikteliğinizin tutkalı, dönüş için üretim ise eğer, doğal olmayan, tutkalın eskimesine, yapıştırıcı özelliğinin kalmamış olmasına karşın dostlukların sürebileceği beklentisi değil midir? Dönüş için analarını, babalarını, akrabalarını üzmek durumunda kalan bizlerin, gizli açık dönüş karşıtlarına kimi sert çıkışlarımızdan daha doğal ne olabilir? Ana-babalarımıza gösteremediğimiz hoşgörüyü dönüşe zarar verdiğini düşündüklerimize karşı göstermemiz gerektiği beklentisi, gerçekçi olabilir mi?

Daha önce de yazmıştım, benim gibi dönüş tutsaklarının kendimizi yinelemek zorunda kalışımızın bir nedeni de olaya, ulusal sorunlarımıza yeni uyananlar ya da yıllardır bilincinde olmasına karşın yenilerde daha yoğun ilgi duymaya başlayanlar. Ne yaparsın ki biz eskiler her yeni uyananla birlikte yeniden uyanmak durumunda kalırız. Yeni uyananlar hızlıdır bizlerden, geç kalmışlığın kayıplarını bir çırpıda kazanmak ister, çırpınır, çırpınırlar. Aralarından kimileri bir süre sonra bunun çok kolay olmadığını anlarlar. Peki anladıkları halde anlamaz görünenlere, söylenenleri çarpıtanlara, söylenmeyenler üzerinden eleştiri yapanlara ne demeli... Kişileri eleştirmekle kişilikleri eleştirmenin çok ayrı şeyler olduğunu anlamamakta direnenlere…

Defalarca açıkladığım halde “Türkiyeli Çerkes çemberini kıramayanlar”, “Türkiyeli Çerkes miğferi giyenler”, “Deplasman sever futbolcular”, “hariçten gazel okuyanlar” vb. nitelemelerimden kimleri kastettiğimi anlamamakta yeminli olanlar. Anavatan insanının izlemediği sitelerde, anlamadığı dilde yapılan dedikoduların eleştiri olabileceği görüşünde ısrarlı olanlar, bunları benim eleştirdiğim kişilerin izlediği, en azından izleyebileceği sitelerde yaptığım eleştirileri aynı kefeye koyanlar…

Evet, anavatan insanının, geleceğini RF ile birlikte kurguladığını, RF ile birlikte olabildiğince özgür olabilecekleri bir politika izlediklerini dile getiren Hatam’a yakıştırılmayan “güzel” sıfat bırakılmazken, aynı şeyleri dile getiren Adigey Dernek Başkanı Hapae Arambi röportajının görmezden gelinmesi ve gençlik bildirisinin ayakta alkışlanması, nasıl değerlendirilmeli söyler misiniz? Gençlik örgütünün bu bildirisine, bildirinin kongrenin sonuç bildirisine aldırılamamasına karşın, bağımsızlığı amaçlayan gençlerin sayısının artmakta olduğunu savunanları…

Ben yıllardır bilir, zaman zaman da dile getiririmim. Anlamamakta direnilmesinin asıl nedeni sorumluluktan, anlamakla omuzlara binecek yükümlülükten kaçmaktır. Çünkü olayı anlamak ve anladığını dile getirmek ile birlikte gerçekçi adımlar atmak zorunlu olacaktır. Gerçekçi adımlar atmadan bilinçli, ulusalcı görüntü vermenin yolu da olayı anlamamakta direnmek, atılan gerçekçi adımları küçümsemek olsa gerek.

Ayrıca ilkel düşünce yapısının en belirgin özelliği değil midir, yetkili-yetkisiz, görevli gönüllü her kesin ne yapması gerektiğini bilip söyleyip kendisinsin ne yapması gerektiğini anlamazdan gelmek.

Peki, bağımsızlık kavramının süreç içerisinde anlam değiştirdiğinin, günümüzde bağımsızlık koşullarının olmadığının bilincinde olmasına karşın, “gelecek kuşaklara unutturmamak için” bağımsızlığı gündemde tutmak gerektiğini savunabilenlerin benliği nasıl bir benliktir sizce? Böyleleri ünlü ozan Namık Kemal’in, “Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet/ Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten” dizelerini okumamış olabilirler mi? Gelecekte, çağın gereklerine uygun bağımsızlık koşulları oluştuğunda, yaşayanların bağımsızlığı düşünemeyebilecekleri kaygısını taşımak…

Dahası bulundukları ülkelerde dernekleri örgütleyemeyen, dernekleri birleştiremeyen milyonlardan kimilerinin, kendilerini, devlet örgütleyebilen yüz binlerden daha ulusalcı, daha akıllı daha vatansever olduklarını düşünebilmelerine, söyleyebilmelerine ne demeli? Anavatanı, anavatan insanını “canlarını bağışlayabilecek derecede” çok sevmelerine karşın, anavatandan uzakta daha bir mutlu olabilmek nasıl bir duygudur acaba ya da bu kadar çok sevdikleri anavatanlarını hiç görmemeye katlanmak nasıl bir acıdır. Akıldışı sayılabilecek kimi söylem ve eylemlerin derinliğine inemediğimiz gerçek nedeni, dönüşün önüne kendi koydukları engeller olmasın sakın?

Özetle, “anlamamakta direnilmesinin asıl nedeni, sorumluktan kaçmaktır” görüşümü yineliyor, klavye tuşlarına hemen sarılmayın diye de aynı içeriği yıllar önce Indra Ghandi’nin dile getirdiğini ekliyorum:

Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır.
Uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız?
Nafile... Uyandıramazsınız.

Ne dersiniz?...