ZEDAŞŞER AŞŞEXI, ZEDAŞXER AŞŞÜI
BİRLİKTE YAPILAN KOLAY
BİRLİKTE YENEN TATLIDIR

08.02.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Halkının değerlerine yabancı olan kişiler, yabancı düştükleri kültürlerine göre çok doğru olan olayları yanlış algılayabilirler. ‘’Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil’’ deseler de ne kadar demokrat olduklarını yineleyip dursalar da kimilerinin, “benim dediğim gibi olmazsa ben burada olmam” tavrı, savundukları değerlerden çok kendilerini önemsediklerini ele verir. Başkalarının yanlış yapma özgürlüğü, “demokrasi, kişi hakları savunucularının”, “her şeyi bilenin bile göremediklerini görenlerin” yanlış yapma özgürlüğü ile sınırlıdır. Onlar ise alabildiğine özgürdür. Öyle ki, egolarını okşadığı için olsa gerek doğrudan kişisel sataşmaları, (forumlara yazılan Hasan Kanbolat yazıları) hoş gördüklerinde de, beğenmeme hakları olan eleştiri üslubunu temel alıp, duygularına tutsak olduklarında da haklıdırlar.  

Ben tutarsız tavır takınanların, halkımızın değerlerini yaşamamış olmasına, yaşamıyor olmasına bağlıyorum. Örneğin, dil bilmeyenlerin de toplumu için çalışabileceği, çok yararlı işler yapabileceği dile getiriliyor. Elbette, aklıselim herkesin katılacağını sandığım, kendimin de sonuna kadar katıldığım bir tespit bu. Birinden biri de Adigece’yi bilmeyen üç çalışkan, yetenekli, özverili arkadaşımızın kurduğu ve her birimize sesimizi duyurmak olanağı sağlayan, katılımlar ayrılmalarla, yıllardır bunu, alanında alternatifsiz kalacak derecede başarılı bir şekilde sürdüren CC bunun en yakın kanıtı.  

Ancak bir başka sosyolojik gerçek daha var. Dilini bilmediğiniz, anlamadığınız, konuşmadığınız, dili ile beslenmediğiniz toplumun ruhunu anlayamazsınız. Dilini bilmediğiniz halk, kendi halkınız da olsa bu gerçek değişmez. Çünkü halkların yaşam felsefesi dilleri ile taşınır. Bir yaşam biçimi olan xabze özünde dilde yaşar. Halkının dilini bilmeyen kişi bu eksikliğin de bilincinde olmalı, bu eksikliğin kendisini yanlış tavırlara sürükleyebileceği korkusunu duymalıdır. Bu arkadaşlar, olayları, bilincinde olmadığı eksikliğinin olası öfkesi ile değil, bilincinde olduğu eksikliğin gerektirdiği özenle değerlendirebildiğinde ancak, bilgi ve deneyim birikimini halkın yararına sunabilecektir. Bu özeni gösteremeyenler halkını, birikim ve deneyimlerinden yoksun bırakacak, kendileri de mutluluğu yakalayamayacaktır.  

Konumuzu ilgilendirdiği ölçüde xabzeye de değinelim. 

CC forumunda çok tartışılmasına, tartışmacıların çoğunun xabzemizin binlerce yıldan beri değişmeden geldiğini, neredeyse değişmemesi gerektiğini savunmasına karşın, kendi değerimiz, Sayın Yrd. Doç. Dr. Cahit Aslan, xabze ve değişimi bakın nasıl vurguluyor. (*)
 
"Ne zaman Çerkesler kendi aralarında konuşmaya başlasalar sitemlerin ardı arkası kesilmez. Hep bir ağızdan değişiyoruz, yok oluyoruz, kayboluyoruz demeye varan sözler sarf ederler. Sanki değişilmemesi gerekiyormuş gibi tepkiler gösterilmekte: varlıklarını değişmezliğin içinde aramaktadırlar. Bu bağrışmalar, doğruluk payları olduğu kadar eksiktir de. Bir kere değişmezlik eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her şey hareket halindedir, değişmek zorundadır. Yalnız aralarında bir fark vardır, o da değişmenin niteliği, değişmenin hızı ve değişen birimlerin tüm yapıya olan etkisidir.

Değişmeyi bir kültür için problem haline getiren değişmenin ardından bir çözülmenin gelip gelmediğidir ya da değişen birimin kültür bütününe bozucu etkide bulunup bulunmadığıdır. Değişmenin bir problem haline gelmesinin bir diğer yönü de o'nun olan ile olması gereken arasındaki çelişkisidir. Toplumların normal koşullarında olan değişimi, kendi iç çelişkilerinin bir ürünüdür ve olması gerekeni yansıtır. Yani olan aynı zamanda olması gerekendir. Şayet olan, olması gerekenden uzaklaşıyorsa normal değişim sürecinden sapma var demektir. Göç (zorunlu göç-sürgün) buna en açık bir örnektir. Çünkü göç, kültürleri uymak zorunda veya bir süreliğine çatışmak zorunda bırakan yeni bir sosyal hayat alanıyla bir sosyal yapıyla yüz yüze getirmektedir. Diğer taraftan yeni sosyal mekan da kendi değişimini yaşamakta  ve bu da değişimin boyutlarının anlaşılmasını biraz daha zorlaştırmaktadır. Her şeyden önce Çerkesler de değişmek zorundadır. Yalnız çözülmeden kültürel kimliği sürdürerekten. 

"Ne zaman Çerkesler kendi aralarında konuşmaya başlasalar sitemlerin ardı arkası kesilmez. Hep bir ağızdan değişiyoruz, yok oluyoruz, kayboluyoruz demeye varan sözler sarf ederler. Sanki değişilmemesi gerekiyormuş gibi tepkiler gösterilmekte: varlıklarını değişmezliğin içinde aramaktadırlar. Bu bağrışmalar, doğruluk payları olduğu kadar eksiktir de. Bir kere değişmezlik eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her şey hareket halindedir, değişmek zorundadır. Yalnız aralarında bir fark vardır, o da değişmenin niteliği, değişmenin hızı ve değişen birimlerin tüm yapıya olan etkisidir.
 

İşte kimi arkadaşlarımızdaki değişimde, “olan, olması gerekenden çok uzaklaşmış” çözülmeye yaklaşmış olmalı. Örnekleyelim: 

Çerkes yaşam felsefesini -ki, birçok kültürde de böyle olmalı- içselleştirebilmiş olanlar, sonradan katkıda bulunmaya başladığı işlerde söz söyleme ve düşüncelerini açıklama hakkı olduğunu, ancak ‘’böyle olmazsa ben giderim’’ sözünün xabzemize aykırı olduğunu bilir. 
 
Kendim de aynı konumda olduğum için; CC’ya yaptığım katkının bana dayatma hakkı vermediğinin bilincindeyim. Çünkü kuruluş aşamasında CC yöneticileri ile tanışmıyorduk. Yayın ilklerini birlikte tespit etmedik. Yazmaya başlarken bir anlaşma imzalamadık. CC bana, görüşlerimi büyük bir kitleye ulaştırma olanağı sağladı. Bilmediğim birçok bilgiyi sundu. Bilinçlendiğim ilk günlerden beri tutsağı olduğum dönüş düşüncesinin yeniden gündeme alınmasında çok ama çok büyük katkısı oldu. Hiç bitmeyen gelecek umudumu tazeledi. Üçüncü dalganın gümbür, gümbür ayak sesleri ile yürek atışlarımı hızlandırdı.
 

Bütün bunlara karşın günün birinde CC’da yazmamın gereksizliğine inanırsam, görüşlerimin halkıma ulaşmasına aracı oldukları için, katkıları için teşekkür eder, başarıların sürmesini diler sessizce ayrılırdım. Güç gösterisinde bulunmaz, “şöyle olmaz ise” dayatması ise hiç aklıma gelmezdi.  

İnanıyorum ki anadilini bilen, anadilinde destanlarını okuyabilen, dinleyebilen, masalların özünü algılayabilen insanlarımız, güç gösterisinin Çerkeslerde en büyük ayıplardan biri olduğunu da bilir.  
 
Kanıt mı? Çok. 
 
Bakın çevremizdeki halkların hemen her biri yiğitlerini, korkusuzlarını, ilk bakışta gücü belli olan aslana, ayıya vb. benzetmişken Adigeler, diğerlerinden çok daha zarif olan geyiğe benzetmiş yiğidine L’ıblan (ЛIыблaн) demiştir. Yağlı güreş öncesi dakikalarca peşrev zorunlu iken, Adige güreşinde gösteriye hiç yer yoktur.

Batağa saplanmış öküz arabasını, öküzleri de salıvererek sadece kendi gücü ile kurtaran Quınçıque Prensi, işini bitirdikten sonra, gücü ile böbürlenmemiş, yardım ettiği delikanlıya dönüp; “Delikanlı ben sağ kaldığım sürece, gördüklerini birine anlatırsan eğer, canını alacağımı bil” yasağını koymuştur.  

Askalay’den Mafeque Wırısbıy yoksulların, güçsüzlerin, haksızlığa uğrayanların yardımcısı bir yiğit. Olaylara müdahale etmek için haksızlığa uğrayanın şikayette bulunmasını da beklemezmiş. Olayı duyması yeterli imiş. Akşam üzeri tek başına şöyle bir gezinti yapacakmış gibi çıkar, sorunu çözümler ve dönermiş. Kimselere de anlatmazmış ne yaptığını. Yiğitliklerinin başkalarına da mal edildiği olur ona da ses çıkartmazmış.  

Özetle kültürümüzü yaşamayan herkes bu tür hataları yapabilir.  

Gelelim ad belirterek doğrudan eleştirinin yanlış ya da doğru oluşuna.  
Ad vermeden eleştiri yapmak sadece Çerkes Kültürü'ne değil, genel yaklaşıma göre de çok yanlış bence. Hemen her gazetede, teknik sorunları aşabilen her sitede, okuyuculara haberleri, yazıları yorumlama olanağı tanınması aynı görüşte olduklarımızın sayısının hiç de az olmadığının kanıtı. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, eleştirinin eleştirilen yazıdaki görüşler üzerine kurgulanmasıdır. Eleştirdiğimiz kişiye, daha doğrusu yazısındaki düşüncelere katılmadığımızı, nedenleriyle yazmamız daha ahlaklı bir davranış olduğunu düşünürüm

Ayrıca Çerkes kültüründe ayıp olan, bildiğimiz tanıdığımız kişilere adı ile seslenmemektir. Öyle ki, abi, amca, hala gibi seslenme ünlemleri hala yoktur. Toplumumuzun çok saygın bir bireyi Şhalaxhue Abu’ya en küçüğünden en büyüğüne kadar Abu diye seslenilir, kimse de yadırgamaz. Sevimli torunu İbrahim’i İbrahim diye çağırır. Yazı Reyhanlı’da geçiren yeğenlerimin benden adımla söz etmesi “Necdet’e gideceğiz” demeleri hala anlatılır. Yaşam felsefemize uzak düşenler belki inanmayacak ama forumlarda olsun, eleştirilerde olsun beni işaret eden sözcükleri kullanıp adımı anmamalarına daha çok üzülürüm ben. Muhatap alınmaya değmeyecek kadar küçük görüldüğüm zehabına kapılırım.  

Aynı mecliste olan kişilerden birinin önerisi eleştirilecekse adı ile sanı ile şu arkadaşımızın şu önerisine şunun için karşıyım denir. Türkçe’de “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen duy” deyiminin çıkış nedenini bilmiyorum ama bizdeki “sipxhuı yeseue, sinıse zexéseğexı- Kızıma söylüyor, gelinime duyuruyorum” deyimi, gelini muhatap almama, gelinle yüz-göz olmama temeline dayanır. Özetle kültürümüzle bağdaşmayan davranış, aynı sitede  yazan arkadaşların birbirlerinin görüşlerini ad vererek değil vermeyerek eleştirmeleridir. Benim yazımda da sadece fikirler üzerinde durulmuştur. 

İşte xabzemizin gerektirdiği açık yürekli yaklaşım gösterebilseydi, Adige Xase Başkanı’mız Hapae Armbiy röportajında yapılan değişiklik ima edilmekle kalınmasaydı, biz olayı bilmeyenler merakta kalmayacak, CC’nın neyi değiştirdiğini birbirimize sormayacaktık. Bana göre doğru olan; sayın Kuban’a bunu özelinde sormak ya da konuya ilişkin foruma yazılan ilk yazıda, doğrudan CC yönetimine “Başlık böyle iken neden böyle bir değişiklik yaptınız” sorusunu sormaktı. Söylemek gerekir ki, yazının, hiç haberi olmayanların etkisi ile değiştirildiği imasını vermek, arkadaşlık, doğruluk, açıklıkla bağdaşır bir tutum değildir. Bizce yararlı olmak, hızla yol alabilmek için asıl kaçınılması gereken yöntem, bu yöntemlerdir. 

Evet değerli okuyucular, 

Her birimiz bazı konularda eksikliğinizin olabileceğini baştan kabullenelim. Olaylara öfke ile değil özenle yaklaşalım. Öğrenmeye sadece açık değil, aç olalım, öğrenci kalalım. Dünya çapında deneyim ve birikimi olan bir fizikçinin farklı bir disipline merak sardığında çok hızlı yol alabilecek potansiyeli olmasına karşın yani seçtiği dalda ancak bir öğrenci olduğunun bilincinde olalım.  
 
Kişisel olarak CC’daki tüm arkadaşlarımla maraton koşmaktan onur duyarım. Çünkü önemli olan halkımız için çalışmak, çalışmalara katkıda bulunmaktır. Sizin yaklaşımınızı doğru bulanlar sizi, benim yaklaşımımı doğru bulanlar beni okur. Zaman ayırabilenler hepimizi okur. Objektif olabilenler her birimizin yanlışını doğrusunu ayıklar bir senteze varır. Ayrıca belki inanmayacaksınız ama yüz metrecilikte kalmaz maratonu sonuna kadar koşma azmini gösterebilirseniz eğer, “Zedaşşer aşşexı, zedaşxer aşşüı – birlikte yapılan kolay, birlikte yenen tatlıdır” atasözümüzün, en değer verdiğim ilkelerimden biri olduğunu da görür, yaşarsınız...
 

Kalın sağlıcakla... 
 
Kısa Not: Sayın Kuban ile tanıştığımız ilk günden bugüne kendilerine çok sayıda yazı gönderdim Birkaç yazımı hiç yayımlamadı, çoğu yazımı da redakte ederek, yayımcılık açısından uygun bulduğu değişiklikleri yaparak yayına verdi. Yayıncılık birikimine -CC tek başına kanıttır- saygı duyduğum için uygulamadan şikayetçi olmadım. Geriye dönüp baktığımda da “doğru yapmışım” diyorum.
 

(*) Sitemizde duran xabze yazılarım:
www.circassiancanada.com/tr/yorum/nh/031_xabze_uzerine.htm
www.circassiancanada.com/tr/yorum/nh/032_xabze_uzerine_II.htm