DÖNÜŞ BİRLİKTİR

01.02.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Dönüş’e karşı olmak, halkın birliğine karşı olmaktır.

Halkımızın şimdiki statüsünü korumasını savunmak, Anavatandakilerin Anavatan’da, Türkiye’dekilerin Türkiye’de Ürdün, Suriye İsrail, Avrupa Amerika ve Avustralya’dakilerin, halkımızın her bir parçasının bulundukları yerde kalmasını, yani parçalı halin sürmesini savunmak ile eş anlamlıdır. Bu tespit de “birlik-bütünlk”ten yana olduklarını savunanların ilk elde -altını çizerek söylüyorum- “anavatana dönüş yapmalarını” değil ama “anavatana dönüşü” savunmalarını zorunlu kılar. Bizleri de hemen her adımda birlikten, bütünleşmekten söz edip de dönüşü savunmayanların samimi olmadıklarını ya da yeterince bilinçli olmadıklarını düşünmek zorunda bırakır.

Anavatana dönüş bir çözüm önerisidir. Dilimizi kültürümüzü yaşama ve geliştirme hak ve olanaklarını sunan bir çözüm önerisidir. O halde, kendilerini, halkının geleceğinden sorumlu sayanlar, bu bilinçte olanlar, salt dönüşe karşı olmadıklarını, söylemekle sorumluluklarının gereğini yerine getirmiş olmazlar. Bu sorumluluk bilinci, özellerinde kendileri dönemeyecek ya da dönemeyeceklerin de dönüşü savunmalarını, dönüşe katkıda bulunmalarını zorunlu kılar.

Bugün dönüşün karşısındaki en büyük engel çoğunluğun sandığı gibi açıktan dönüş karşıtı olanlar ya da Birleşik Kafkasya’yı savunanlar değildir ya da zaman, zaman forumlarımızda görünüp kaybolan, dönüşlerini kendilerine özel koşulların hazırlanmasına kadar erteleyenler de değildir

Asıl engel çıkartanlar; eskiden beri dönüşü savunmuş olduğu için toplumumuzca dönüşü bilinen, kendileri artık dönüşçü olmadıklarının bilince oldukları halde yiğitçe bunu dile getiremeyenlerdir. Toplumun kendilerine ilişkin algılıyı değiştirme çabasını göstermeyenlerdir. Dönüş konusunda samimi olmalarına karşın dönüş paradigmasını kazanamadıkları için yanlış söylem ve eylemlerde bulunanlardır.

Kimileri kendilerini anavatan insanından daha ulusalcı sanan, çoğunu özelde tanıdığımız ve sevdiğimiz bu arkadaşlar, anavatana dönmeyişlerinin verdiği ruhsal rahatsızlığı, bilinç altı dürtülerle aşmaya çalışırlar. Amaçlanırsa aşılabilecek dönüş sorunlarını ya da diasporada tartışılması hiçbir yarar getirmeyecek anavatan sorunlarını diaspora sanal ortamına taşır çelişkilere düşerler. Gerçekleştirdikleri onca güzel çalışmaya, olumlu işlere karşın bu arkadaşları benim tercih ettiğim değil kendi seçimleri sanal ortamda eleştirmek zorunda kalırım. Bu duyguları yaşamayan birinin çok zor inanacağı kadar da acı duyarım bu eleştirilerde bulunurken.

Anavatana dönüşün tek çözüm önerisi olduğuna gerçekten inan biri, açıktan dönüşe karşı çıkanlardan neden rahatsız olsun ki. Dönüş dışında dilimizi kültürümüzü yaşatacak bir çözüm önerisi getiremeyeceklerine göre, halkı olumsuz yönde etkileme şansları da olmayacaktır. Bugüne kadar zaten somut bir öneri getirememişlerdir. Getirilse bile halkımız gülüp geçecektir. Dahası, “Öneriniz varsa onu getirin. Getirdiğiniz öneriye inanıyorsanız gerçekleştirmeye çalışın. Kavgaya gürültüye, birbirimizi güzel sıfatlarla nitelemeye gerek yok. Siz yolunuza biz yolumuza” demek yeterli bir eleştiri olacaktır.

Savunanların kendilerinin bile inanmadığını düşündüğünüz “Birleşik Kafkasya” tezi de dönüş paradigması sahibi kişiyi rahatsız etmez. Anavatandaki nüfusumuzun, yiğitlerimizin, korkusuzlarımızın daha çok, bizleri vatanımızdan edenlerin bugüne göre daha az güçlü olduğu dönemde kazanamadığımızı, günümüzde aynı güçlere karşı kazanmanın olanaksızlığını halkımız, adı gibi bilir. Olmazlığını anlatır yine de anlaşılmadıklarını yada anlamak istemediklerini görürseniz “Peki kardeşim, siz Birleşik Bağımsız Kafkasya’nın kurulup yaşatılabileceğine inanıyorsanız varın o yolda çaba gösterin. Kavgaya gürültüye, birbirimizi güzel sıfatlarla nitelemeye gerek yok. Siz yolunuza biz yolumuza” der o defteri de kapatırsınız ama ya samimi olduklarına inandıklarınız. Dönüşe karşı olmadıkları halde paradigmayı içselleştiremedikleri için yanlışları yapanlar, yanlışlarının bilincinde olamayanlar.

Kimileri yanlış bulacak olsa da samimiyetlerine inandığım arkadaşları dergi sayfalarında, sanal ortamda eleştirmekten kaçınırım. Bir araya gelişlerde elimden geldiğince anavatanı, dönüş paradigmasını tartışırım. Bir yerlerde buluştuğumuzu, dönüşün ilkelerinde anlaştığımızı umar sevinirim. Ancak sonra, sözünü ettiğim iki gruptan daha çok zarar verecek şekilde konuyu sanal ortama taşıdıklarını görür üzülürüm. Acısını duyarak yanıt vermek zorunda kalırım.

Belki uzun bir giriş oldu ama doğrudan giremedim eleştiriye. Çünkü bu yazıda eleştirmek zorunda kaldığım arkadaşların üçü de son yıllarda dönüşü yeniden gündeme alınması konusunda çok büyük başarılara imza atmış olan CC’mizin yazarları. Hem de birikimlerinden kuşku duymadığımız, istediklerini anlatabilen, kalemlerine hakim ve okurlarımızca sevilen yazarları ama yapılan yanlış dDönüşe ilişkin olunca, kendimi  de affedemiyorum ben...

Eleştireceğim yazıların son yayımlananı ile başlayayım:
 

Dönüş ile travmayı nasıl bir araya getirebildiniz sevgili Nevzat. Dönüş ne zaman diasporadaki herkese seslendi ki Türkiye’de yaşamaktan mutlu insanlarımız için bir travma oluştursun. Dönüş idealinin, yok oluşun travmasını iliklerine kadar duymayan mutlu birinde bir travma yaratabileceğini nasıl düşünürsünüz? Dönüş, yok olmak istemeyen, yakın bir gelecekte yok olacağı korkusunun travmasını yaşayanlar için, bırakın travma olmayı kendilerini bu travmadan kurtaracak bir çıkış yoludur. Sonu ölüm olan susuzluklarını giderecek, yeniden güç bulacakları, ulusal geleceklerini garantiye alabilecekleri umudunu yeşerten bir vahadır.
 

Peki söyler misiniz Nevzatçığım, hangi yöntemle “Türkiye’deki Kafkasya’m” canlanacak ve büyüyecek? Canlanıp büyüse bile anavatandaki kardeşinin “yüz elli yıldır vatanımızın nöbetini ben tuttum, nöbet tutma sırası sana hiç gelmeyecek mi” sorusuna yanıtı ne olacak? Yazılarınızdan hiç eksik olmayan birliği Türkiye dışındaki ülkelerde yaşayan kardeşleri ile nasıl sağlayacak? Peki, “Sizce, yıllardan beri süren dertlerimize, düşmanlıklarımıza onulmaz sandığımız hastalıklarımıza, korku ve endişelerimize, kargaşa ve buhranlarımıza çare aramadığımıza, bu konuda samimi çalışmalar yapmadığımıza, gereği kadar tartışmadığımıza ve fikirlerimizi birleştirmediğimize” göre sizin çözüm önerileriniz neden daha doğru olsun ya da sizinle birlikte bu sorunları düşünmemiş olanların var olması neden dönüşü dönüşü önerenlerin de düşünmediği anlamına gelsin? Dönüşçülerin “coğrafya değişikliği” önerirken bunlara gerek duymadığı kanısına nasıl vardınız? “Coğrafyada kalmanın” bütün bu problemleri çözeceği ve hepinizi rahatlatacağına neden inanılsın? Dönüş, anafor, geleceğimizi yutmasın diye önerilmiyor mu? “Kararsızlıkların, kavgaların, hırçınlıkların, belirsizliklerin perişan ettiği nesillere” rağmen değil, özellikle böylesine sefil durumda oldukları için değil mi Yüce Allah, Kuran’ı Kerim’de kendisini tekrar edip durmamış mıdır ve Yüce Allah’ın kelamı binlerce yıldır tekrar edilip durmuyor mu? Yüce Allah daha iyi anlaşılsın diye kendini tekrarı, uygun görmüşken biz büyük saydıklarınızın “kendidmizi tekrar” etmeyeceğimizi amaçlamamız, kendimizi çok büyük gördüğümüz anlamına gelmez mi? Yoksa çok tekrar artık iyi eğitimin, bilgiyi içselleştirmenin yöntemlerinden biri değil mi? İki bin yılda adanmış topraklarına kavuşabilenler sizce, bu başarıyı kendilerini tekrarlamadan mı, hep yeni şeyler üreterek mi sağladılar?
 

Sevgili Nevzat biline ki Dönüş, anavatandan uzak düşürüldüğümüz ilk gün bestelenen ve diasporada vatan hasreti çeken halkımızdan tek bir kişi bile kalmayıncaya kadar tekrar edilecektir. Yılların sunduğu olanaklara göre söylemler, yöntemler yenilenebilecek ama dönüş şarkısı ağızlardan hiç düşmeyecektir. Nasıl ki sevilen şarkının tekrar, tekrar dinlenmesi kişiye mutluluk veriyor, güç veriyor, yaşama sevinci veriyorsa dönüşün olabilirliğinin bilinmesi, tekrarı da dili ile kültürü ile var olmak isteyen insanımızın yaşama umudur.
 

Sevgili Nevzat dönüşü eleştirenlerin bir çoğunun yapmadığını yaptınız siz. Tersten okunabilecek de olsa ÇÖZÜM önerdiniz. Örneğin;

“Çözüm, gelecek neslin zihnindeki bu ikilemi yok etmekte” dediniz. Hiçbir halkın, günümüze kadar ikilemleri, üçlemleri yok edemediğini, halkımızın birçok halkın başardıklarını bile henüz başaramadığını bildiğimiz halde peki diyelim.

Yine; “Çözüm, zihinlerdeki karmaşaya son vermekte.”

“Çözüm, gelecek nesle mantıklı, tutarlı yol göstermekte, inançlı, kültürlü nesil yetiştirmekte.”

Çözüm, her konuda büyüklerin küçüklere model olmasında.

Çözüm, acı da olsa doğrularla yüzleşmekte.” diye, genelde hemen herkesin katılacağı şeyleri yazıp eklemişsiniz: “Biz bu topraklarda yetiştik bu topraklara aidiz! Ama Kafkas’lardan gelen kökümüz var bizim!” demeli ve bu kökten beslenmeli bu nesil.
 

Peki bu cümleniz, neden şöyle olmasın: “Biz bu topraklarda yetiştik, kişi olarak bu topraklara aidim ancak bu topraklar halkımın tarihsel toprakları değil. Bir Uzunyayla Adige'sinin toplumsal hafızasında çok büyük bir yer tutabilen Azizey’in Türkiye’nin diğer bölgelerindeki Adigeler için hiç bir önemi yoktur. Gülünç duruma düşmeyi göze almadan bir diaspora Adige bölgesinin, toplumsal hafızamızdaki önemi bir başka diaspora Adige'sine sorulamaz ama her ülkedeki Adige'nin toplumsal hafızamızdaki ata toprağının izleri silinemez. Evet biz bu topraklarda doğduk ama dedelerimiz Çerkesya’dan zor ve aldatmayla koparıldı. Kökümüz hala ata topraklarımızda. Bizim onlara onların bize gereksinimi var. Bu nesil köküne dönüp köküyle hayat bulurken kendisi de kökünü güçlendirmelidir.”
 

Peki sevgili Nevzat, “Yani bu güzel diyarda, gönüllerdeki Kafkasya gelişmeli, büyümeli” cümlesine göre “bu güzel diyarda gönüllerdeki Kafkasya gelişemez” cümlesi daha gerçekçi değil mi? 
 

“Şüphesiz, mesleğine kavuşmuş, işini kurmuş, kafası rahat, eşi, işi, olan insanlarla kültürü yaşamak çok daha kolay.
 

Çok daha kolay düşünmek, üretmek, uygulamak.”demişsiniz.
 

Peki sizce, “eşi olan” soru işareti taşımakla birlikte, saydığınız özellikleri olan biri için kültürünü yaşatabileceği koşulları oluşturma mücadelesini, olası riskleri göze almak mı daha kolaydır, yoksa kültürünü anavatanında yaşayanlara karışmak mı? Hem rahmetli Fetgerey Şoenu’nun bu konudaki düşüncesinin sizin düşüncenizden çok farklı olduğunu bilmiyor olabilir misiniz? Daha yakınlarda bizden biraz farklı bir algılama ile de olsa sayın Soner Koçsav tarafından CC’da yayımlanmadı mı? “...Hele bunlara güvenlik ile güven, huzur, refah ve varlık da eklenirse iş kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü birçok insanların ulusal sevgileri, onların biraz fazlaca kişisel olan çıkarlarının sınırını aşamaz”
 

“İşi olmayan, gurbet hikayeleriyle kafası karmakarışık, yarınını göremeyen, her daim karşısına karanlık, karmakarışık tablolar konan bir gençlik, nasıl sağlıklı düşünülebilir, bu kafayla gençlik nereye varabilir?” demişsiniz ama biz dönüşün karmaşık tablo değil, geleceğimizin, gençliğimizin yol göstericisi olarak görüyoruz. Anavatanımızın bir parçası olduğu Rusya Federasyonu’nun, uzak olmayan bir gelecekte, ulusal kaygısı olmayanlara da umut kapısı olacağını görüyoruz.
 

Sevgili Nevzat, benim açtığım, hararetli tartışmaların yapıldığı, kapatılmadığı halde ikinci sayfaya düşen “Türkiye’deki Çerkes Nüfusu” başlığı ve sevgili Mahmut Bağ’ın noktayı koyan yanıtı gözünüzden kaçmış olmalı ki “İyi niyetin ötesine geçebilmek umuduyla…” diye bitirmişsiniz yazınızı. Evet sevgili Mahmut, ekteki bilgiyi vermiş kimseler de yanıtlamamıştı:

“Türkiyeden anavatana dönmüş birkaç yüz kişinin kurduğu ailelerden bugün 14 yaşın altında 100 den fazla anadilini konuşan, o dilde düşünen, o toplumun ruhunu kazanmış çocuğu vardır. Sanırım niceliği milyonlarla ifade edilen Türkiye Çerkeslerinin bugün 100 anadilini konuşan çocuğunun olmadığını söylersem yanılmış olmam.”

Sevgili Nevzat sadece yukarıdaki bilgi bile iyi niyetin ötesine çoktan geçildiğinin kanıtı değil mi? Ne dersiniz?

Diğer arkadaşlarımın vereceği acıyı da izninizle daha sonraki yazılara erteleyeyim...