SAPLANTI KÖLELİĞİ

15.01.2009

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Rahmetli dayım anlatmıştı.

Doğuştan ama uzaktan bir akrabaları ile gözlerini yaşlılığında kaybeden, sanırım her ikisi de biraz da akli melekelerini kaybeden, sekseni geçkin yaşları ile bir karıkoca... Yapacak işleri kalmadığı için olsa gerek sürekli kavgalı. Günün birinde dayım bu kavganın tam ortasına düşmüş. Dede neneye diyeceğini diyor arkasından da “Şimdi sus, aman sus. Sen bir şey deme ki burada bitsin bu kavga” dileğinde bulunurmuş ama nene de yaman kendisine söylenenleri karesi ile iade edermiş... Hayda, oldu mu ya... Ne olacak şimdi? Dede yeniden.... Anında neneden yanıt...

 

Sayın Hapi, neredeyse böyle bir duruma düşmüş olmayalım diye İlahi Sayın Hapi”  başlıklı yazıdan sonra bir kez daha size yanıt verememe kararı almış, bu kararımı da birkaç arkadaşımla paylaşmıştım. Gerçi güya bana yanıt yazınızda benim olmayan sözleri bana söyletmiştiniz. Sayın Mahir Kaynak’a ait olduğunu belirttiğim ve alıntı olduğu belli olacak şekilde tırnak içinde verdiğim görüşleri siz de tırnak içinde ancak benim sözlerimmiş gibi vermiştiniz. Daha kötüsü tırnak içine aldığınız görüşleri, kesip eklemeler yaparak yanlış anlam verecek hale getirmiştiniz. Kimin olduğunu yazımda belirttiğim kimi bölümler için “biri tarafından eline tutuşturulmadı ise” gibi bir deyim de kullanmıştınız. Sayın Dağlı'ya sizi eğittiğimden kuşkulandıracak kadar görüşümüzün yakın olduğu konuda bile söylenmemiş üzerine eleştiri kurgulamıştınız. Gelecek öngörünüzü, halkımızın sorunlarına çözüm önerinizi yine açıklamamıştınız...

 

Tüm bunlara karşın, yazdıklarınızı görmezden gelecektim sayın Hapi. Ancak, yalan yanlış, eksik fazla, doğru da olsa yersiz, gereksiz yazılarınızla birlik ve bütünleşmeye gidişi saptırma, gelecek kurgumuzu torpilleme çabalarınıza sessiz kalamadım. Sessiz kalamadım çünkü, sevgili Erhan’ın belki henüz lise öğrencisi iken yazdığı dörtlükteki gibi “Bazan/ öyle durumlarla karşılaşır ki insan/ susarsa/ yalan söylemiş olur (...)”  Ben de karşılaştığım durumu, ozanın işaret ettiği, “bazen karşılaşılan” durum gibi algıladım. Susarsam yalan söylemiş duruma düşmüş olacağım korkusuna kapıldım. Dahası sizi birçok konuda eleştirmişken şimdi sukutumun, görüşlerinizi paylaştığım sanısını uyandırmasından ürktüm. İnanın bu tehlikeleri de göze alacaktım saplantılarınızın kölesi olduğunuzun kanıtı şu cümleleriniz olmasaydı:

Hatam benim, tiyatro konusunda olduğu gibi, anavatana ilişkin pek de olumlu yazılar yazmadığımı söylüyor. Benim yazdıklarım bilimsel eleştiri kapsamındadır. Kimseyi övme gibi bir gündemim yok. Kimseleri haksız olarak övdüğüm ya da kötülediğim de yoktur. Barışı ve halkları yakınlaştırıcı her türlü atılımdan yanayım. Ben sadece uygulanmış olan ya da uygulanan politikayı ve yürütücülerini değerlendirir ve eleştiririm. O kadar.
 

Evet bu sözlerinizden sonra yazdıklarınızın, “bilimsel eleştiri kapsamında” olup olmadığına bakmak zorunlu oldu.

Sayın Hapi: İçeriği yanıt olmasa da başlığa “yanıt” sözcüğünü koyunca, yazının içeriğinin de yanıt olacağını sanıyor olmalısınız. diye başlamıştım “İlahi Sayın Hapi”ye. Yanıt sanılsın istediğiniz yazıların yanıt olmadığını da örneklendirmiştim. Buna karşın siz, toplantılarda konuşmacıyı dinlemeyip kendi söyleyeceğini kurgulayan “katılmayımcı” gibi, yazdıklarımı okurken anlamaktan çok kendi kurgunuza uygun yanıtları düşünüp durmuşsunuz ki yine yazdıklarınız hiç benim eleştirilerime yanıt olmamış. Örneğin üç cumhuriyetin birleşmesi konusunda “Akide şekeri ister misiniz?”, “Bir çay daha almaz mısınız?”, “Çok eskiyen arabanızdan daya iyi değil mi son model bir Mercedes?”, “Bir villanız olsun istemez misiniz?”, “Özel bir uçağa ne dersiniz?” der gibi üç cumhuriyetin birleşmesini isteyip istemediğim soruluyor. Hangi Adige istemez. Uyuyup böylesine mutlu bir olaya uyanmayı ben de çok isterim ama gerçekçi bulmamdiyen birine Soralım, bu üç yöre nasıl birleştirilecek?'' güya yanıtını vermişsiniz.  Yetmemiş, bu görüşü savunanlar bütünleşmeyi Rusya Federasyonu bütünlüğü içerisinde düşündüklerini, birleşmenin ancak cumhuriyetlerde yaşayan halkların ve Rusya Federasyonu’nun ikna edilerek sağlanabileceğini, bu birleşmen Rusya Federasyonu’nun da yararına olacağı görüşünde olduklarını her fırsatta dile getirdikleri halde, "Birleştirilecek" sınırlar içinde yaşayan Karaçay, Balkar, Abaza ve Nogaylar nereye konacak? Bitmedi: Üç yöre arasındaki Rus rayonları, Abaza, Nogay, Karaçay ve Balkarlar bu birleşmeye olur verecekler mi? Sonunda bütün bunlar RF üst yönetimi tarafından kabul edilecek mi? cumhuriyetlerde yaşayan diğer halklara düşmanca yaklaşıldığı izlenimi veren bir üslup kullanılmışsınız.

 

Sayın Hapi, söylenmemiş üzerinden eleştiri yöntemi sizce  bilimsel eleştirinin hangi kategorisi kapsamındadır.

Sürdürelim:
 

Sayın Hatam şunları da söylüyor diye başladığınız paragrafta, sayın Kaynak’ın “Genel kanı geçmişin geleceği etkilediği hatta belirlediği biçimindedirşeklindeki ilk cümlesini, “genel kanı” yı yutarak Geçmiş, geleceği etkiler, dahası belirler.e çevirmişsiniz. Yani genel kanı olmasına karşın yazarın pek katamadığı görüşü yazarın, affedersiniz Hatam’ın yüzde yüz katıldığı ve savunduğu bir görüş gibi yansıttınız: Daha sonra “Ama genel kanı bu olunca geleceğe yön vermek isteyenler projelerine uygun bir geçmiş yaratırlar yani geçmişi gelecek için öngördüklerini destekleyecek biçimde yazar ve yansıtırlar.cümlesini  Geleceğe yön vermek isteyenlerin, geçmişi, geleceğe ilişkin projelerine uygun düşecek ve bu projeyi destekleyecek bir tarzda yorumlamaları gerekir..e dönüştürmüşsünüz. Yani yazar, geleceğe yön vermek isteyenlerin “geçmiş yarattıklarını”, “geçmişi gelecek için öngördüklerini destekleyecek biçimde yazıp, yansıttıklarını” ileri sürmüşken siz yapılanları  “yorumlamak” la değiştirmiş ve yazarın pardon Hatam’ın savını zayıflatmışsınız.
 

Dünyadaki gelişmeleri açıklamakta iki ayrı bakış açısı vardır: Birincisi herkesin kendi iradesiyle davrandığı ve bunların bileşkesinin ulaştığımız yeri belirlediği biçimindedir. Yani her ülke kendi çıkarları yönünde politikalar üretir ve uygular. Demokrasilerde bu halkın tercihleri yönündedir.

İkinci görüşe göre bir ya da birkaç güç odağı gelecek konusunda projeler üretir ve bunları gerçekleştirecek politikaları hayata geçirirler. Sanıldığının aksine bunlar sadece kendi ülkelerinin çıkarları yönünde hareket etmezler ve tüm dünya onların hesaplarında ayrıcalıksız bir bütündür. Mesela Çin’in Komünist Partisi tarafından yönetilmesi, insan hakları ihlallerinde ön safta olması küresel sermayenin bu ülkede yatırım yapmasını ve hızla kalkınmasının sağlanmasını engellemez. Dostluğun düşmanlığa, düşmanlığın dostluğa dönüşmesi an meselesidir. Çünkü onların hesapları ülke düzeyinde değil dünya ölçeğindedir.
 

Yazının özü denebilecek yukarıya aldığım bölümü; Hatam’ın dillerde dolanan Rus yandaşlığının altını çizmek, katıldığınızı göstermek, herkeslerin bildiğini yineleyen yani boş yazan biri olduğunu kanıtlamak gibi amaçlarla olsa gerek, aradan paragraf, cümle atlayıp, kimi bölümleri atladığınızı da belirtmeden, önce kuşa çevirdiniz, daha sonra da yazının anlamını saptırmış kendi yorumlarınızı Hatam’a mal edip sorularınızı da saplantılarınız üzerinden sordunuz, Demokrasilerde halkın tercihleri esastır. Demokratik olmayan ülkelerde ise, durum değişiktir; oralarda karar verici merci halk değil, belli bir zümre ya da  belli bir merkezdir. Çin, bu tür ülkeler için bir örnektir ve bu tür ülkeler çıkarlarına göre hareket ederler, çıkarı gerektirdiğinde dost olur, çıkarı gerektirmediğinde dostluğu bir anda terk edebilirler, yani değişkendirler". Biz de soralım, Rusya ya da bir başka ülke öyle değil midir? ”Ülkelerin sürekli dostları ve düşmanları değil, çıkarları vardır” sözü boşuna mı söylenmiş…

Bu sözleriyle Hatam, herhalde, konjonktüre göre ülkelerin iç ve dış politikalarının değişebildiğini söylemek istiyor, bu Amerika’yı bir yeniden keşfetme olayı değildir.

Bunlar yeni değil, zaten bilinen şeyler.
 

Halbuki sizin amacınıza uygun hale getirmek için değiştirdiğiniz metnin aslını anlamak kaygısı ile okuyan aklı başında herkesin anlayabileceği gibi, Sayın Yazar’ın pardon Hatam’ın asıl amacının, Çin’in demokratik olmadığını tartışmak hele bunu Rusya Federasyonu’ndaki uygulamalarla karşılaştırmak, olmadığını, savın çok daha başka olduğunu göreceklerdir.

- Önce tartışılan kesinlikle Çin’in demokrasisi değil, dünyadaki gelişmeleri açıklayan görüşlerdir.

- Yazarımız dünyadaki gelişmeleri açıklayan iki ana görüş olduğunu vurgulamaktadır.

- Bunlardan ilkine göre; (safların sandığı gibi de diyebiliriz burada) her ülkenin kendi iradesi ile davrandığına, geliştiğine ve bunların bileşkesinin ulaşılan yeri belirlediğine, ülke politikalarının da demokratik ülkelerde halkın tercihleri yönünde üretildiğine inanılır.

Sayın Kaynak’ın affedersiniz Hatam’ın da benimsediği ikinci görüşe göre ise;
- Dünyadaki bir yada birkaç güç odağı gelecek konusunda projeler üretirler.

- Yine bu dünya güç odakları bu projeleri gerçekleştirecek politikaları hayata geçirirler.

- Yine bu dünya güçleri sanıldığının aksine sadece kendi ülkelerinin çıkarları yönünde hareket etmez, tüm dünya ayrıcalıksız bir bütün olarak görürler.

- Ülkelerle olan ilişkilerinde ülkede demokrasinin işleyip işlemediğinin önemi yoktur. Örneğin kimi ülkelerle ilişkilerinde insan hakları ihlallerini gündemde tutan, bu konularda düzelme sağlamazsa ülke ile ilişkilerini askıya alabilen bu güçler, çıkarları gerektirdiği için, mesela Çin’in Komünist Partisi tarafından yönetilmesi, insan hakları ihlallerinde ön safta olmasına karşın, küresel sermayenin bu ülkede yatırım yapmasını engellemedikleri gibi, ülkenin hızla kalkınmasını sağlarlar.

- Hesapları ülke düzeyinde değil dünya ölçeğinde olduğu için projelerinin uygulanmasına destek olacak şekilde dostlukları düşmanlığa, düşmanlıkları dostluğa dönüştürmeleri an meselesidir.


Evet sayın Hapi bir başkasının sözlerini, farklı yorumlanacak şekilde bir başkasına yamayıp sonrada, kendi yorumunuzu yamadığınız kişiyi eleştirmek için kullanmak ta mı “bilimsel eleştirinin kapsamında”dır?

 

Sayın Hapi bilinenleri yinelediğim eleştirisini getirdiğiniz yazınızda, yine benim olmayan ve bana malettiğiniz "Kürt kimliği tartışmasının geldiği bu nokta, bunca bedel ödenmesini anlamsız kılmıyor mu?" sorusuna şu karşılığı vermişsiniz: “Anlamsız değil, çok anlamlı kılıyor. Türkiye'nin demokrasiden ve insan haklarından yana olan insanları onca bedel ödemeseydi ve demokratik dünya onlara destek çıkmasaydı, bugünlere gelinebilir miydi hiç? Asker, şimdiki gibi Kürtçe televizyona izin verir miydi?
 

Özgürlükler altın tepsi içinde sunulmaz. Tarih bunu öğretiyor. İnsanlık kölelik dönemini aşıp ve birçok badirelerden geçip bugünlere geldi. Çok acı çekildi, ama demokratik gelişim durdurulamadı? Çünkü zamanın ya da tarihin akışı geriye döndürülemez...
 

Sayın Hapi, bilinenlerin yinelenmemesini yanlış bulmak gibi bir ilkeniz olmasına karşın, demokrasi, özgürlük konusunda herkeslerin bildiği şeyleri yinelemeniz, yani kendinizi yadsımanız, eğer bu görüşleri sadece kendinizin söylediği iddianız yoksa, bilimsel eleştirinin hangi kapsamındadır?
 

Su-i misalin emsal olmayacağı uyarımıza karşın ortak dile gidilemeyeceği, gidilmemesi gerektiği bizce çağdaş ve bilimsellikten uzak görüşünüze destek olur umudu ile bu kez İsviçre örneğini vermişsiniz. Nüfusun %1 inin konuştuğu Romanşça dışındaki üç dil, yani Almanca Fransızca ve İtalyanca için ortak alfabe çalışması yapılmadığına göre Adige dili için de bu çabalar yanlış demeye getirmişsiniz. Tabi bu üç dilin başka güçlü ülkelerin de yazı dili olduğunu ve dünyadaki güçlü dillerden olduğunu, İsviçre'de hiç konuşulmasalar da güçlerinin eksilmeyeceğini es geçmişsiniz. Yani yine bir su-i misal vermişsiniz.
 

Evet sayın Hapi elmalarla armutları toplamak sizce hangi bilimsel eleştiri kapsamındadır.
 

TRT Çerkesce televizyon yayınlarında sadece Adigece'nin Kabardey diyalekti ile konuşulmasını yanlışlığını, Adige yazın dili ile de yayın yapılması gerektiğini vurguladığınız çok haklı olduğunuz konuda bile itici olabildiniz:

TRT'nin Çerkesce adı altındaki yayını çoğunluğun konuştuğu Adigece ya da asıl Çerkesce dilinde değil, azınlığın konuştuğu Adigece'nin doğu kolu olan Kabardeyce dilinde yapılmaktadır. Kabardeyce, Karadeniz, Marmara Bölgesi, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşayan Çerkesler tarafından anlaşılmamaktadır, dolayısıyla sırf Kabardeyce yapılacak bir yayın, o yerlerde yaşayan ve büyük çoğunluğu oluşturan Adigelerin dillerinin ölüme terk edilmesi anlamına gelecektir. Çok sakıncalı olacaktır.
 

Sayın Hapi, sadece kendi yaklaşımınızın doğru olduğu saplantısı ile bugüne kadar hiçbir bilim adamının kullandığına tanık olmadığımız, Adigece ya da asıl teriminde içeren bölüm de sizce “bilimsel eleştiri kapsamında mıdır?

 

Sayın Hapi sizin dönüş karşıtlığınız yeni değil. Ulusal soruna çözüm konusunda başka seçeneğin artık gündeme alınamadığı bu dönemde dönüşe siz de açıktan karşı çıkamıyorsunuz. Ancak yazılarınızda birbiri ile çelişik de olsa dönüşün olmazlığını düşündürtecek bir şeyler yazmaktan kendinizi alamıyorsunuz.

Örneğin biri dönüşün önündeki asıl engelin ekonomik, diğeri ise asıl engelin güvenlik olduğunun altını çizen şu iki paragrafı içeren yazılarınızı CC'da çok yakın ara ile yayımlayabiliyorsunuz:

Dönüş için de sayın Thak’uşın RF ve Adige yörelerinde yaşam düzeyinin yükseltilmesini zorunlu görüyor, gerçekçi biri. Siz, sayın Hatam, yaşam düzeyinin yükseltilmesini zorunlu bir koşul olarak görmüyor musunuz? Ücretlerin Türkiye’den daha düşük olduğu bir yere dönüş nasıl olacak?

 

Adigey'de tam bir güvenlik/asayiş durumu sağlanırsa, Adigey'e yönelik kaliteli bir Adige dönüşü başlayabilir. İşte bunun için çalışılmalıdır. Adigey'e dönüşün önündeki en büyük engel, ekonomik fakirlikten çok, şu durumda güvenlik ve dışlanma durumları, yani korkudur.
 

Evet sayın Hapi kendinizle çelişmenize karşın bu yazdıklarınızı da halka umutsuzluk aşılama olarak  değil, mutlaka “bilimsel eleştiri kapsamında” görüyorsunuzdur.
 

Sayın Hapi sizin bu eleştirilerinizin bilimsel olduğunu söyleyebilecek bir kişi bile bulabileceğinizi düşünemiyorum. Olsa olsa bu yazılarınızın eklektik olduğunu söyleyebilirler. Ancak bizce eklektik olduğunu söyleyenler bile sizi kayırmış olur. Çünkü eklektik yazılarda, çarpık yoruma temel alınacak alıntılar yapılır, alıntılar, istenen yorum çıkacak şekilde düzenlenir, metnin kendisi değiştirilmez. Ancak siz metnin kendisini değiştiriyor, kendi yorumunuzu alıntı gibi tırnak içine alabiliyor, eleştirmek istediğiniz kişiye başka bir yazarın sözlerini mal edebiliyorsunuz. Yepyeni bir bilimsel kategori ile mi karşı karşıyayız yoksa? Ayrıca eklektik yöntemin çıkış noktası çok iyi bildiğiniz gibi iyi niyet değil su-i niyettir.
 

Gelelim kölelik sorununa. Sayın Hapi, köleliğin genlerle geçtiğini düşünüyor olmalısınız ki konuştuğunuz bir nene söylediği için birilerine köle yaftası yapıştırdınız. Ancak siz hep gerçekleri yazar söylersiniz ya. Böyle bilimsel olduğunuz için olsa gerek toplumların belirli bir gelişim döneminde ortaya çıkıp silinen bu sistemden “ezelden beri vardı ve ebediyete kadar da var olmalı” havasında konuşan bir neneyi uyarmıyor, bizce hiç bilimsel değeri olmayan bu konuşmayı “gereçeklerin bilinmesi aşkına” olduğu gibi yayınlıyorsunuz. Bir yandan da insan haklarını demokrasiyi savunuyorsunuz. Demek ki, bundan böyle siz demokrasi deyince, rahmetle, saygıyla andığım Tevfik Esenç’in de köle olduğunu söyleyen nene  ve bunu yazısına taşıyan sizin gibi seçkinleri egemen  olduğu ama köleliğe de cevaz veren, eski Yunan kent devletleri demokrasisi ya da kast sisteminin hala sürdürüldüğü, ama sayın Kaynak’ın belirttiği gibi dünya güç odakları istemediği için gündeme getirilmeyen Hindistan’dakine benzer bir de demokrasiyi anlamamız gerekecek.
 

Sayının Hapi, yazınızda dile getirildiği anlamı ile köleliğin hukuken tarihe karıştığı yıllar oluyor. Günümüzde daha başka yöntemler daha başka kölelikler yaşıyor görüyoruz.  Bir insan için “köle, köleydi” denmesinden utanan insanseverlerin sayısının artması ile  günümüz köleliklerinin yok edileceğini umabiliriz. Ancak insanlıktan hiç kaldırılamayacak kölelik saplantı köleliğidir. Ezeli ve ebedi olan kölelik biçimi işte bu köleliktir. Bireyseldir. Diğer köleliklerde köleliğe son veren, verecek olan büyük ölçüde seçkin sayılanlardır. Ama saplantı köleliğinde kurtuluşun anahtarı kölenin kendisindedir. Bu da diğer köleliklerden en büyük farkıdır.
 

Özetle Sayın Hapi;


Birilerinin belgeleyerek de olsa yazdıkları değil, sizin konuştuğunuz dedenin, amcanın, nenenin size anlattıkları bilimseldir. Anavatandaki olumlu gelişmeleri anlamanız için tiyatronun Türkiye’de görücüye çıkması gerekmiştir. Sol bir gelenekten geldiğinizi saklamaz, demokrasiyi, insan haklarını savunur diğer yandan bir teyzenizin ağzıyla en saygın insanlarımıza bile köle yaftası yapıştırırsınız. Bunu da gerçekçilik, bilimsellik sanırsınız Televizyon programlarında, sahnelerde şarkı söyleyen, CD yayımlayan kız erkek onlarca genç şarkıcıya karşın “elli yıldır okullarda Adige müziği eğitimi verilmediği” saplantısını yinelersiniz.

Durumu kendi gözlerinizle görmeniz amacı ile çağırıldığınız halde gelmezsiniz. Daha dün “kart-kurt-kürt” denirken, gün boyu Kürtçe yayın başlatan yaşadığınız ülkedeki hızlı değişime olsun uyanmaz, bu hızlı değişim çağının bilincinde olmaz, 2008 yılında 1992'deki sohbetlerinizi bilimsel gerçek diye yineler durursunuz. Quımaxue Muhiddin alfabe taslağı üzerinde bütün dilbilimcilerin anlaşmış olduğunu defalarca yazdığım halde, hala Adigey'deki dilcilerin  ne diyeceği kuşkusunu dile getirirsiniz.
 

Söyler misiniz sayın Hapi siz nesiniz? 

Köşenize verdiğiniz ad gibi bir “aşe” yani bir silah ama kendi halkına yönelik bir silah mısınız?
 

Ya da Adigelerin Haççe (konuk-yeni insan) örneğiyle  “ha”nın insan anlamına geldiğini ileri sürenlerin yaklaşımını benimsersek “Hapıy” yani insan düşmanı mısınız?
 

Evet sayın Hapi ben her gerçeğin -hele bu sadece söyleyenin gerçeği ise- her zaman her yerde söylenmesinin doğru olmadığı, genel kabul gören yaklaşımı benimsiyorum. Bunu sağlıklı aile, sağlıklı toplum için olmazsa olmaz kural olarak görüyorum. “Halklar düşledikleri geleceklerine göre tarihlerini yazarlar” tespitini bütün kalbimle benimsiyorum. Daha önceki sorumu bir kez daha yineliyorum:
 

Sayın Hapi, halkımız için gelecek öngörünüz nedir?  İlk yanıt vermeniz gereken soru budur. Çünkü yazdıklarınız bu gelecek öngörünüze göre anlam kazanacak, ne olduğunuz ve amacınızın ne olduğu daha bir netlik kazanacaktır.