ÇERKES HALK KONGRESİ

16.12.2008

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Diasporanın, anavatana yol gösterici role soyunmaması gerektiğini hep savuna gelmişimdir. Anavatanı, anavatan insanını sevmenin, sorumluluğunun bilincinde olmanın birinci koşulu, diasporanın, “anavatanda yaşayanların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkına” saygı göstermesidir. Anavatan kesimi tıpkı diasporanın çoğunluğu gibi “yok olmayı” seçecek olsa bile “kendi kaderini tayin hakkına” saygı gösterilmelidir. Asimilasyona, yok sayılmaya, yabancı evliliklere, dilinin yasaklanmasına, vatanın her bir karış toprağını kanı ile sulamış olmasına karşın, hala hain sayılmasına direnmeme hakkını seçen diasporanın, anavatandaki kardeşinden bu hakkı esirgemeleri anlaşılır bir şey mi? Esirgemekle kalmayıp diaspora düşleri doğrultusunda politika geliştirmeyen anavatanlı kardeşine hakaret etmesi aklın alacağı bir şey mi? Peki sizce diaspora; ulusal politikayı, neden anavatandakiler üzerinden yürütür, kendisini daha kahraman, daha yiğit sanmasına karşın yiğitlik, kahramanlık gösterilerini neden anavatandakilerden bekler? Anavatandakileri sonuçta etnik gerginlik belki de bir iç savaş ile sonuçlanabilecek adımlara neden zorlar? Adını soyadını yazma cesaretini gösteremeyenler, bu halkın kaderini karartabilecek eylemlere neden sanal destek verir?

Bence bu sağlıklı olmayan davranışlar, ancak ve ancak “ruhun savunma mekanizmaları” ile açıklanabilir.

- Diasporanın çok büyük bir bölümü bulunduğu koşulları kabullenmiş ölmeye yatmıştır. Bizlerin yazdığı çizdikleri ile ancak kendisini rahatsız ettiği oranda ilgilenmektedir, ilgilenecektir. “Trabzon-Sohum Hattının Açılması” ve benzeri kampanyaların görmediği ilgi diasporanın büyük çok büyük kesiminin ölmeye yattığının kanıtıdır. Kimseleri rahatsız etmeyen, rahatsız da edilmek istenmeyen bu kesimin davranışının en azından kendi içinde tutarlı olduğunu kabullenmek durumundayız.

- Diasporanın bir bölümü yok edildiğinin bilincindedir ve bu yok edilişten rahatsızlık da duymaktadır. Yok oluşa nasıl direnilebileceğini de bilmektedir. Ancak yok oluşa direnebilmek için gereken adımları atamamakta, bu adımları atmadığı için de bilinç altında kendisinin korkak olduğuna, onur yoksunu olduğuna inanmaktadır. Ruhu, düştüğü bu durumdan kurtaracak şey dirençtir, amaç uğrunda çabadır, amaç uğruna özveridir. Ancak bunları yapacak cesareti yoktur, olası sonuçlarını göze alamamaktadır. Ruhun sağlığını koruyabilmesi için yapabileceği ve yapabildiği tek şey kendi içinde bulunduğu durumu karşıya yansıtmaktır, saldırmaktır. Bilinmeli ki kişilerin saldırganlığı, bilinçaltı duydukları suçluluğun büyüklüğü ile doğru orantılıdır.

- Diasporanın bir bölümü ulusal kültürel değerleri koruyup geliştirebilmenin biricik yolunun anavatana dönüş olduğunun bilincinde olup bunu da dillendirebilmektedir. Ancak hemen arkasından dönüş önündeki engeller sıralanmakta, yani yapılması gerekeni yapmamalarını haklı çıkartmaya çalışmaktadır. Engellerin kaldırılması, anavatanın daha dönülesi bir vatan olması için gerekli adımların hiçbirini atmamakta, tüm bunları da anavatandan beklemekte, kendi katkıları ile yapılması gerekenleri yapmayanları, rahatlıkla suçlamaktadır. Çünkü bu grup da kendinden memnun değildir. Ruhun sağlıklı kalabilmesi için eylemsizliğine gerekçe bulması buna inanması yani psikolojideki adı ile “akla uydurması-rasyonalizasyon” gerekmektedir. Bu grup anavatanın daha iyi olmasını içtenlikle istedikleri için olumsuzluklara üzülmekte anacak akla uydurma konusundaki haklılıklarına gerekçe olabileceği için de bu olumsuzlukları, iyiye değişmişleri de dahil geveleyip durmaktadır. Ruhun kendisini olduğundan daha vatansever, daha halk sever, daha fedakar sanmasının ve huzura kavuşmasının yolu budur.

Daha önce de çok açık olarak yazmıştım. Bir yönü ile halkın kaderine ilişkin, diğer yönü ile halkın anavatanda yaşayan her bireyini birebir ilgilendiren böylesi konularda, bırakın anavatanı biz dönmüş olanların bile ahkam kesme, görüşünde ısrarlı olma, diretme hakkımızın olmadığına inanıyorum. Çünkü istenmeyecek gelişmeler olduğunda diaspora hiç gelemeyecek, daha doğrusu gelmeyecek, dönüş yapanların çoğunluğu da anavatandaki kardeşlerini kendi sorunları ile baş başa bırakıp, bu sorunların olmadığını sandığı bir ülkeye kaçmanın yollarını arayacaktır. Abhazya ve Çeçen savaşları ve sonrası zaman dilimindeki gelişmeler diasporaya ilişkin bu görüşümüzü, Maykop’ta anavatanlı kardeşlerimizden birinin ölümü ile sonuçlanan kavgadan sonra Maykop’taki dönüşçülerin azımsanmayacak bir bölümünün Abhazya’ya yerleşme hazırlıkları, bizler gibi dönüş yapmışlara ilişkin görüşümü kanıtlar gerçeklerdir.


Tüm bunlara karşın, diasporanın anavatanın iç politikasına karışmaması, hariçten gazel okumaması, deplasman sever futbolculuktan kurtulması, Türkiyeli Çerkes miğferini çıkartması, Türkiyeli Çerkes çemberini kırması beklentilerimizin asıl gerekçesi, diaspora kafası ile anavatanın sağlıklı değerlendirilemeyeceği gerçeğidir.


Bu görüşümüzü doğrulamak için çok gerilere gitmeye de gerek olmadığını. CC'nın “Üç Cumhuriyet Tek Parlamento” başlığı ile açtığı tartışmanın sunum yazısının yeterli olacağını düşünüyorum.

Sizlerin de okuduğunuz gibi sunumda, “Bilindiği gibi, Çerkes Halk Kongresi 23 Kasım 2008'de Karaçay Çerkesya’da olağanüstü toplandı” denmektedir.

Bu durumda, “Çerkes”i;

- Karaçay ve Balkarlar dahil tüm Kuzey Kafkasya Halkları olarak,

- Kuzey Kafkasya’nın yerli halkları olarak,

- Adige-Abaza olarak algılayan diaspora kesimleri buradaki “Çerkes Halk Kongresi” deyimini farklı algılamayacak mıdır?

- Anavatanda Çerkes'in Adige anlamında kullanıldığını bilenler tüm Adigelerin olağanüstü “Halk Kongresi” yaptıklarını düşünmeyecek midir?

Halbuki gerçek,Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti’ndeki Adigelerin Halk Kongresi’dir.

Bu güne kadar bu olayı yaşamamış, hiç gerçekleştirememiş diaspora insanı “Halk Kongresi” olayını anlamakta bile güçlük çekecektir. Böylesi kongreleri toplama yetkisi halkın örgütü kabul edilen Adige Xase'nindir. Ancak kongre (lhepq zefes) xase genel kurullarından daha yetkilidirler. Muhataplar bu kongrelerin kararlarını, xase genel kurul karalarından daha çok önemserler.

Xase, köylerdeki nüfusu sayılarını, entelektüel, politik potansiyeli, kendilerine özgü daha başka kriterleri göz önünde bulundurarak delegeleri tespit eder. Kararlarda oy kullanma yetkisi olanlar da kararlardan sorumlu olanlar da bu delegelerdir. Cumhuriyetteki Abazinler de kongreye diğer bölgelerden gelen Adigeler gibi konuk olarak katılmışlardır. Söz verildiğinde -ki konuğa söz verilmediği pek olmaz- görüş belirten konukların karar aşamasında oy hakları bulunmamaktadır. Özetle diasporanın farklı her kesimi, sunumdaki “Çerkes Halk Kongresi” deyimini gerçek anlamı ile değil, kendi özlemleri doğrultusunda algılayacak, tartışmadaki görüşlerini de bu temel üzerine kurgulayacaktır.

Ancak Toplantının ana teması 3 Adige Cumhuriyeti'nin tek çatı altında toplanmasıydı” cümlesi, kongrenin bu amaçla toplandığı izlenimini vermektedir ve temelden yanlıştır. Evet kongre bu gündemle toplanmadığı gibi, böylesi bir kara kongre sonuç bildirisinde de yer almamıştır. Verilerin sağlıklı olması, tartışma alanının doğru belirlenmesi, tartışmanın sorumlu ve yetkin kişilerce yapılması, söylenenlerin yazılanların sorumluluğunun üstlenilmesi sağlıklı sonuç almanın ön koşuludur.

Karaçay-Çerkesya Cumhuriyetinde birbirlerine eşit hakka sahip oldukları düşünülen -en azından kağıt üzerinde- beş halk yaşamaktadır. Karaçaylar, Ruslar, bu cumhuriyette Çerkes adı ile bilinen Adigeler, Abazinler ve Nogaylar. Yine kağıt üzerinde de olsa beş halkın her birinin dili cumhuriyette resmi dildir. Ancak daha önceleri kadro dağılımı ve benzer konularda uyulan centilmenlik anlaşmalarına uzun süredir uyulmadığı için Adigeler büyük hak kayıplarına uğramıştır. İşte Halk Kongre’sini toplanmasındaki asıl amaç, Adigelerin, bu arada cumhuriyette yaşayan diğer az nüfuslu halkların kaklarının anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Bu hak dağılımının iktidardaki kişilerin tutumuna bırakılmaması gerektiğini vurgulamaktır. Bu olmadığı takdirde 1922 sınırları ile ayrı iki cumhuriyet oluşturulmasının talep edileceği vurgulanmıştır.

Peki üç cumhuriyetin birleştirilmesi hiç dile gelmedi mi? Gelmez olur mu. Gençlik örgütü bu konuda bildiri yayınlamış çok da alkışlanmıştır. Sadece bildiri değil, onları destekleyen hemen her konuşmacı alkışlanmış, takdir görmüştür. Gençlerin bildirisi sadece konuklarca değil delegelerin büyük bölümünce de alkışlanmıştır.

Ancak;

- Gençlerin önergesi, alkışlayanlar dahil delegelerin neredeyse oy birliğine yakın bir çoğunluğu ile ret edilmiş ve kongre sonuç bildirisine alınmamıştır.

- Birleşmeyi savunanların her biri bu birleşmenin Rusya Federasyonu Anayasası ve yasaları çerçevesinde olması gerektiğini vurgulamıştır.

- Bu birleşmenin Rusya Federasyonu, Rus halkı ve cumhuriyette yaşayan diğer halkların yararına olduğu, bu anlayışın süreç içerisinde federasyon yetkilileri ve tüm halklara anlatılabileceği umudunun altı çizilmiştir.

- En çok alkışlanan konuşmacılardan birinin Rusya Federasyonu için asıl tehlikenin Rusya Federasyonu bütünlüğü içinde üç cumhuriyetin birleşmesi değil, Pan Türkizm ve Pan İslamizm olduğu görüşü salondakilerden büyük onayını almıştır.

- Daha önce DÇB’nin önerisi ve sayın Carım’ın girişimleri ile kurulup bir süre faaliyet gösterdikten sonra dağılan üç cumhuriyet parlamenterleri koordinasyon kurulunun yeniden kurulması çağrısı büyük destek görmüştür.

- Yine DÇB ilkeleri arasında yer alan, Rusya Federasyonu içinde yer alan Adige Xaselerin kendi aralarında koordinasyon kurulu kurulması ve tüm Adigeleri ilgilendiren konuların bu kurul kararları ile alınması önerisi de uygun görülmüş ve gerçekleştirilmesi yolunda ilk adımlar da atılmıştır.

- Ve evet ve en ateşli konuşmaları yapanların azımsanmayacak bir bölümü, bu konuşma ile halkı için yapabileceği en iyi şeyi yapmış olduğu inancı, bundan sonra işleri başkalarının ilerleteceği rahatlığı içerisinde kongreden ayrılmıştır.

Sonuç, yıllardır yazdıklarımızın yinelenmesi:

- Politik konularda diasporanın anavatanın kendisinden istediği katkı dışında söz söyleme hakkı yoktur.

- Anavatana dönüş yapanların da bu hakkı sınırlıdır.

- Anavatandan evli olanların, çoluk çocuğa karışanların, çocukları burada evlenenlerin, daha anavatanlı olanların söz söyleme hakkı karı koca diasporalıya göre biraz daha fazladır.

- Kimi diasporalıların özlemleri, rüyaları, hayalleri doğrultusunda söz söylemeyen, eylemde bulunmayan anavatan Adigelerine “korkak”, “onursuz”, “ruhsuz”, “ruhunu satmış” benzeri güzel sıfatları yakıştırabilen diaspora kahramanlarının bu sıfatlara uygun kişileri görmeleri, bulmaları için anavatana kadar uzanmalarına gerek yoktur. Baktıkları aynalarda, yakın çevrelerinde böylelerini görmeleri, bulmaları zor olmayacaktır.

- Sağlıklı olmayan veriler üzerine sağlıklı bir tartışma açılamayacağı ve sağlıklı bir karar alınamayacağı, bu sağlıksız kararların ateşleyeceği eylemlerin sonunun hüsran olacağı gerçeğinin bilincinde olunması zamanı gelmiştir.



Not: “Akide şekeri ister misiniz?”,  “Bir çay daha almaz mısınız?”, “Çok eskiyen arabanızdan daya iyi değil mi son model bir Mercedes?”, “Bir villanız olsun istemez misiniz?”, “Özel bir uçağa ne dersiniz?” der gibi üç cumhuriyetin birleşmesini isteyip istemediğim soruluyor. Hangi Adige istemez. Uyuyup böylesine mutlu bir olaya uyanmayı ben de çok isterim ama gerçekçi bulmam.

Peki  siz istemez misiniz;

- Türkiye Cumhuriyeti anayasasında, Çerkeslerin de kurucu öge olduğunun belirtilmesini.

- Türkiye'de gün boyu Adigece radyo televizyon yayını yapılmasını...

- Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerde Adige dili ve kültürü kürsülerinin açılmasını...

- Türkiye'de büyük küçük herkesin anadilini bilmesini?

- İstemez misiniz anadilini bilmeyen Adigelerin Türkler tarafından ayıplandığı bir Türkiye’yi, uykudan böylesine mutlu bir olaya uyanmayı?

Eminim istersiniz. Ancak bu istek ne kadar gerçekçi olur ya da bir başka ülkede yaşayan ve kendi koşullarının daha iyi olmasına çaba göstermeyen bir Çerkes'in, sizlerden “gerçekçi değil” anlamına sayılan şeyleri istemiyorum diyenleri, korkaklık, ruhsuzlukla suçlaması namuslu bir davranış olur mu?

Ne dersiniz, benden yanıt bekleyen arkadaşlar, “namuslu bir davranış olur mu?”