FORUM SAYFALARI

11.12.2008

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Bir süre önce Ş’ımaf arkadaşımız CC'da yazanlarımızın -yazarların değil- yazılarını konu edinmişti. Konu başlığı, açan arkadaşın da beklemediği kadar ilgi gördü. Ben de çok sevdim. “Keşke beğenen beğenmeyen daha çok sayıda arkadaşımız yazsa” diye de düşündüm. Zaten biz CC’da yazanların yazılarımızı okuyanlardan yada forumda tartışanlardan farkımız ne ki... Biraz daha fazla zaman ayırabilmek, düşündüklerini paylaşmayı yapılabilecek başka birçok işe göre daha çok önemsemek değil mi?

Buna karşın kimi arkadaşlarımızın üslubunu “forum”un sözcük anlamı, sitelerde forum açma amacı ile de pek bağdaştıramadığımı söylemeliyim. Bu arkadaşların üslubu forum sözcüğünü ilk duyduğum yıllara götürdü beni. 1968... Tıp Fakültesi öğrencisiyim... Öğrenci hareketlerinin, okul boykotlarının, üniversite işgallerinin başladığı yıl... Boykot öncesi güya konunun tartışılacağı forumlar düzenlerlerdi öğrenci önderleri. Güya demokrat oldukları için... Alınacak kararda her öğrencinin görüşünü güya önemsedikleri için.

Ben ilk foruma katılmış daha sonrakilere katılmak içimden gelmemişti Hiç demokrat bulmamıştım önderleri... Okulun boykot edilmesi yönünde ateşli bir söylev çekmiş arkasından da hiç unutmam “İşte bu doğrultuda konuşmak isteyen arkadaşlar kürsüye buyursun” demişti. Yaklaşımın yanlışlığını söyleyebileceklerin anlayışla karşılanmayacağı çok açıktı. Yine de karşı görüş belirtebilmek için araksından gelmesi olası daha başka şeyleri göze almak gerekiyordu...

O gün bugündür “dediğim dedik öttürdüğüm düdük” yaklaşımı ters gelir bana. Bunu her söylenen desteklensin anlamına söylemiyorum elbette ki. Doğruluğuna inandığımız görüşümüzü değiştirmemek, sürekli savunmak, belgelendirmek, açıklamak, daha inandırıcı argümanlar bulmak hakkımız saklı olmalı. Dahası ben bunları, sadece temel hak olarak değil sorumluluk olarak da algılıyorum. Ters düşsek de görüşlerini savunanları, hiç tepki vermeyenlere, duyarsızlara göre saygın buluyorum. Yanlış olan da forumların amacı ile bağdaşmayan da,  karşı görüş belirtmek değil, görüşler yaklaşımlarla değil kişiliklerle uğraşılması, aşağılanmaya çalışılması. Hele dile getirilmiş bir yaklaşımın destekleyenlere “yalaka” kimilerine de “avukat” yaftasının yapıştırılması...

Son günlerde sitemizde de bu yaklaşımlar dikkat çektiği için “acaba forumu benim algılayışım mı yanlış” diye kendime sormazlık edemedim ve internette biraz dolaştım, “forum nedir?” sorusuna yanıt aradım.

Vikipedi sözlükteki kimi karşılıklar şöyle:
Forum, Eski Romalılar zamanında, Roma'da kamu işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan.
Forum, ABD'de genel söylemler için oluşturulmuş alan.
Forum, İnternet tartışmalarının yapıldığı alan.

Bir başka internet sitesinde şunlar söylenmiş Forum için: Bir başkasının veya seçilen üyelerin yönetiminde toplumu ilgilendiren bir konuda farklı gruplardan oluşan dinleyicilerin söz sırası alarak konuşma kuralları içerisinde yaptıkları tartışmalara forum.

Esasen forumdan amaç belirli kararlara varmak değil konuyu değişik anlayışlarla farklı boyutlarıyla ortaya koymaktır. Forumda söz alan dinleyiciler konuyla ilgili olmayan özel sorunlara değinmemelidirler. Sorular kısa açık ve net olmalı tartışma saygısı kuralları içerisinde kırıcılıktan uzak samimi bir hava içinde yapılmalı tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır.”

Şunlar da Arkitera Forum'da ''ankara mimar'' rumuzlu bir katılımcının benim de çok yerinde bulduğum yakınmaları:

“Bu forumun amacı ne?

Neden bu forumda paylaştığımız hemen her fikrin arkasından kendimizi savunmak zorunda kalıyoruz? Yazdığınız şeyler biri tarafından bir noktasından tutuluyor ve yerden yere vuruluyor. Sonra o kişi ile soru cevap şeklinde ağız dalaşına giriliyor.

Ben bu forumu bir düello alanı değil bir paylaşım ve bilgilendirme alanı olarak görüyorum. Fikirlerim ne kadar yanlış, tehlikeli olursa olsun değer verilmesini ve iyiniyetle eleştirilmesini bekliyorum. Benim için fikirlerim değişmez şeyler değil. Onları paylaşmak ve geliştirmek için buradayım. Tek bir doğruya ve iyiye inanmıyorum.

Sürekli birbirimizi pohpohlayıp "aman ne iyi ne güzel geçinelim gidelim" demek istemiyorum. Kavga da edelim yeri geldiğinde, doğru bildiklerimizi savunalım, bir süre önce savunduğumuz fikirlerin aslında o kadar da doğru olmadıklarını iki mesaj sonra kabul edebilelim. Beni rahatsız eden nokta yazılanları okurken "acaba bu yazının ne açığını bulsam da eleştirsem" yaklaşımı. Bir şeyleri paylaşırken tüm forumu karşımıza almış gibi hissetmek yerine, hep beraber daha iyiye gittiğimizi hissetmek istiyorum.

Burada kendimizi anlatmayı, karşıdakini anlamayı, eleştirmeyi, eleştirilmeyi ve bunları anlatımı en zor olan yazı dilinde yapmayı öğreneceğiz umarım.

"(...) Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum (...)"

- Katılmamak mümkün mü?
- Evet ben de...
- Forumları karar platformu olarak görmüyorum.
- Forumları düello alanı gibi görmenin yanlış olduğunu düşünüyorum.
- Katılımcılara,  “yalakalık”, “avukatlık” yaptıkları suçlamalarından korkmadan paylaşılan görüşlere katılma ya da karşı olabilme özgür, rahat bir ortam oluşturulması gereğine inanıyorum.
- Katılımcıların gerçek adlarını kullanmalarını daha ahlaki buluyorum.
- Gerçek adları ile yazmayanların savundukları görüşlerin sorumluluğundan kaçtıkları kuşkusunu duyuyorum.
- Eleştirilerin söylenmişler, yazılmışlar üzerine kurulmasını sağlıklı forumun olmazsa olmazı olarak görüyorum.



Şimdi bu yaklaşım çerçevesinde “Bir öneri” başlığı altındaki bana yöneltilen, yöneltilir gibi yapılan eleştirileri irdeleyelim. Önce Ado rumuzlu arkadaşımzın yazdıklarından başlayalım:

“Ado
09 Aralık 2008

Sayın Soner Koçsav, siz her mesaja cevap vermeseniz de olur. Kimse böyle bir şey beklemiyor sizden. İki kişi kendileri yazışıyorlar zaten size mi düşer avukatlık yapmak? Bırakın da ilgilisi sorulan soruların cevabını versin.”

Görüldüğü gibi sayın Ado, Soner Bey’in “avukatlığını” yanlış bulmakla kalmıyor, bir  “hakim” imiş gibi de hüküm veriyor... Peki sayın Ado,  “İki kişi kendileri yazışıyorlar zaten...”  cümlesi ile, “birileri kavga etsin biz de seyredelim gülelim”i amaçlamış olabilir mi?  Ayrıca yazışanlar sizce de sayın Ado’nun göstermeye çalıştığı gibi gerçek iki kişi mi? Yoksa biri görünür, tanınır, ulaşılabilir, diğeri ise  görünmez, bilinmez, ulaşılamaz, saklı, saklı olduğu için de yazdıklarının sorumluğundan kaçabilecek  iki kişi mi?

Gelelim beni çok iyi tanıyan, her şeyleri bilecek kadar işlerin içinde olan ama nedense adını saklama gereği duyan sayın Misafir’e...

Sayın Misafir neye  karşı olduğunu açıkça söyledi mi sizce? Sayın Misafir 

- “Tüm Adige diyalektlerinin yazılabildiği bir ortak alfabe kabul edilmeli, Adigeler birinin konuştuğunu diğeri anlayacak kadar birbirine yakın olmalı, bu yakınlaşmanın tek dili getireceği umulmalı” görüşüne mi,
- Sunulan alfabe taslağının teknik yetersizliklerine mi?
- Ya da bunu taslağı sunanın Necdet Hatam olmasına mı karşı olduğunu anlayabilmiş değilim.

- Ya da;

“Herkes kendi lehçesini korurken o zaman nasıl gelecek?
Bazı lehçelere diğeri lehine feragat etmeli değil mi? Mesela Bjedugh lehçesi Kabardey lehçesi lehine niçin feragat etmez. Bakın Hatukuay ve Besleney ve kısmen Abzegh lehçeleri Kaberdey lehçesi lehine feragat ettiler ve neredeyse kaynaşma noktasına gelindi.

Sizde bazı ağır ağabeyleriniz gibi manevra yapıyor olmayasınız bu konuda.”  Cümlelerini “tek dile gidilmek isteniyorsa diğer tüm lehçeler Kabardey lehçesi adına feragat etmeli” anlamında mı algılanmalı?

Ayrıca Misafir’miz bu konuda yeni bir başlık açabilecekken, sataşmalarını sayın “Tegulan”ın açtığı başlıkta dile getirmesini de doğru bulmadığımı belirmeliyim.

Hani “platformu düello alanı gibi değerlendirmiş olabilir” de diyemiyorum. Çünkü “demagog” suçlaması ile demagoji yapan sayın Misafir buna da belki bir kulp bulacak ama - düelloya niyeti olanın ilk koşulu kişinin adı ile sanı ile ortaya çıkmasıdır. Kendine güvenen şövalye, adını saklamak bir yana düello yer ve zamanını dahası silahın forumumuzda görüşünü destekleyecek bilgi ve belgelerdir- seçimini de karşıya bırakır. Bizimkinin davranışı ancak, düelloya davet edip, randevu yerine uşağını gönderen şövalye özentisi bir ruh haliyle açıklanabilir belki?

Sayın Misafir’in 06 Aralık 2008 tarihli iletisindeki;

Sayın Tegulan bu konuda dönen dalavereleri bilmediği için iyi niyetle bir şeyler yazıyor. Fakat çok geçmeden kendiside yanıldığını anlayacaktır.

Asıl bu işi baltalayanlar işin başındakilerdir. Mesela ortak yeni alfabe icat etmeye çalışan bey, mesela dil komisyonunun başındaki bey, mesela sürekli ortalığı bulandırmaya çalışan bey, mesela bu sinsi mikro-milliyetçi sitenin sahibi bey, vs.vs”  cümlelerini tam “misafirin asıl derdi benim” diye yorumlayacak,  “ben neymişim be” diye düşünecektim ki, daha sonraki iletilerin birinde “Seni bir konuda suçluyor değilim ama yaratmaya çalıştığın imajın sadece bir yanılsamadan ibaret olduğunu bilecek kadarda bu işlerin içindeyiz.”  cümlesini okudum. Sevincim de kursağımda kaldı. Her ne kadar beni suçlamıyor, beni sorumlu görmüyor ise de ben konuya ilişkin bildiklerimi söyleyeyim:

- Sayın misafir, “хьащ1эр бысымым и гъэрщ” sözü benim değil, atalar sözüdür. Çok eskimiş tedavülden de düşmemiştir. Misafir eve düzen vermek, aile içi ilişkileri düzenlemek bir yana ev sahibinden izni olmadan başka bir yerdeki davete bile katılamaz. Karşılıklı anlaşarak bile olsa bısım değiştirmenin kefareti en azından yeni bısım tarafından kesilecek bir koçtur. Aslında bunları siz her şeyi bilen için değil benzer olayları yaşamamış genç arkadaşlar için yazıyorum. Forumu okuduklarına göre kimin demagoji yaptığını bilme hakları olmalı diye düşünüyorum.

- DÇB yeni bir alfabe icat et diye beni görevlendirmedi. Görevlendirmiş olduğunu da herhangi bir yerde yazıp söylediğimi de anımsamıyorum. Ancak, daha kolay, dilbilim kurallarına daha uygun bir düzenleme yapılması, dil bilgisi kurallarının yeniden yorumlanması önerilerimiz de içeren “dil politikamız” başkanlar toplantısında okundu ve onay aldı. Metin de “Adige Psalh” gazetesinde yayımlandı. Ayrıca birazcık ilgi ile inceleyenler, taslağımızın günümüz alfabesini ret etmediğini, çok küçük değişikliklerle daha kolay okunur, yazılır olmasına çalışıldığını net olarak göreceklerdir.

- Kumaxhue Muhiddin alfabesi her yerde dile getirdiğim gibi bütün dilcilerimizin üzerinde anlaştığı bir alfabe idi. Kullanılır hale gelmesi için parlamentoların kararı gerekiyordu. Kabardey-Balkar Parlamentosu iki kez karar aldığı halde Adigey Parlamentosu karar almadığı için kullanıma girmedi. Saman alevi gibi başlayıp sönen başka bir çok işimiz gibi sürüncemede kaldı. Ancak rahmetli Kumaxhue!nin alfabesini benden daha çok gündemde tutmaya çalışan dilcilerimiz dahil bir kişi bulamazsınız. Zaten taslağa ilişkin açıklamaları okuma zahmetine girseydiniz, “taslağı oluştururken  -Adige dilbilimcilerin daha önce üzerinde anlaştıkları değişiklik tasarısı göz önünde bulundurulmuştur.” cümlesini de okuyacaktınız. Her platformda dile getirdiğim görüşü burada bir kez daha vurgulama vesilesi olduğunuz için teşekkür ederim: Tüm dilcilerin üzerinde anlaştığı değişiklik taslağı, olaya nasıl yaklaşmam gerektiği konusunda yol gösterici olmuştur.

- Bugüne kadar ki alfabe çalışmalarına her ülkede ve her zaman olduğu gibi “bugüne kadar ben niye düşünemedim” düşüncesinin tutsağı çoğunluk dilbilimciler, yeni alfabe ile daha önce yazdıklarının artık okunmayacağı kuşkusuna kapılan yazarlardır. Zaten bu iki grup benim gibi dil eğitimi almamış olanlar dil üzerine okunur beğenilir yazı yazabilir, dinlenir beğenilir konuşma yapabilir miydi?

- Adigey Cumhuriyeti Başkanı Thakuışıne Aslan bu konudaki son konuşmasını, Kaf-Fed Genel Kurulu’nun ortak alfabe oluşturulması, tek dile gidilmesi önerisi üzerine yaptı. Bana “taş koyan” uzmanlarca önerinin bugün var olan yazı dillerinden birinin bırakılıp diğerinin kabulü anlamına geldiği yanlış bilgisini verdikleri için tek dile gidilemeyeceği görüşünü dile getirdi. “taş koyucuların” bu tavrı ile sık karşılaştığım için bu kadar kesin konuşuyorum.
Söylenmemiş, yazılmamış üzerine politika oluşturanların sadece diasporada değil ki... Örneğin, kurulduğu günden bugüne, hiçbir genel kurul, başkanlar kurulu, yönetim kurulu toplantısında bu yönde bir karar almadığı halde, yaklaşımımız radyo konuşmalarında, televizyon programlarında, gazetelerde defalarca dile getirildiği halde DÇB’nin yazı dillerinden birinin terk edilmesi görüşünde olduğu vurgulanır durur. Yeri gelmişken DÇB Dil Politikası'nı bir kez daha yineleyelim:

- Her iki yazın dilindeki ortak sesleri aynı harfle gösteren alfabe ve yazım kuralları kabulünü sağlamak.

- 9,10,11. sınıflarda tüm okullarımızda her iki diyalektin okunmasını sağlamak.

- Her Adige'nin diğer yazı dilini anlar hale gelmesini sağlayacak çok yönlü bir yakınlaşma programı uygulamak...
- Bu yakınlaşmanın ortak bir anlaşma dili getireceği umudunu taşmak.

Her şey bir yana da sayın Misafir, her fırsatta devletten yana olmakla suçlanan Necdet Hatam’a “Thakuşıne Aslan karşı olduğu halde nedir bu senin yaptığın imasında bulunmak” sizce de çok tuhaf değil mi?

Özetle sayın Misafir neye ya da kime niçin karşı olduğunuzu belirtir, kendi görüşünüzü da açıkça yazarsanız konuya ilişkin tartışmamızı da sürdürürüz.

Eh epeyce yoruldum, sizleri de yordum ama daha kısa yazamadım yine... 

Son günlerin gündemindeki diğer konuda görüş belirtmekten kaçınacağımı sanmayın sakın...

Ancak o da gelecek yazıya kalsın...  Bu arada izlemediği sitelerde, anlamadığı dilde yapılacak yığınsal protestolar bakarsınız başkanı sarsar, pişman eder, geri adım atmasını sağlar ya da belli mi olur yerinden eder; protestocularımız cumhuriyetleri birleştirmekten bile daha zor bir işi başarır, derneklerimizin adını değiştirir ve Adige Dernekleri Birliğini, kurar, yetkililerimize de  “bakın biz daha zoru başardık siz de başarabilirsiniz. Eğer başaramayacaksınız yemin olsun gelir sizleri birleştirir sonra da diasporamıza döneriz. “Hazır anavatana dönmüşken neden” diye sormayın sakın. Şair “Aşk derdi ile hoşem, el çek ilacımdan tabip” dememiş mi, “Aşkların en güzeli de anavatanı uzaktan sevmek” değil mi?

Ne güzel olur, ben de bir dahaki yazımda düelloya davet eder gibi yöneltilen soruları yanıtlamak zorunda kalmam...

Ne dersiniz, olabilemez mi?