YOLUN AÇIK OLSUN FK 1864

01.03.2008

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Artık Türkiye diasporasında bir futbol takımımız da var. Ne mutlu. Adı da çok güzel, çok anlamlı. FK 1864. Bütünü ile kendimize özgü. Kuruluşunun üzerinden yıllar geçse de, çok başarılı, çok ünlü bir kulüp olsa da en azından adından dolayı yine bizim kalacak bir kulüp.

Kulübü kuran, bu adı bulan arkadaşları kutluyorum.  Bu adı taşıyan bir derneğimiz olduğunu bilmiyor değilim. Ancak 1864’ün yaşlı genç, kadın erkek herkeslerin ilgilendiği futbol için seçilmiş olmasını çok anlamlı buldum. Çünkü FK 1864’ün, Anavatana Dönüş’ü halkımızın, sevenlerimizin gündeminde tutacağını, Dönüşe katkıda büyük katkılarda bulunacağını umuyorum.

Halkımızın sorunları ile ilgilenen hemen herkes için 1864, elbette ki 21 Mayıs 1864 demektir. Bu tarih Çarlık Rusya’sı-Kafkasya savaşlarının bitim tarihidir. Yenilgiye uğrayan taraf olsanız da savaşın son bulması bir anlamda sevinçtir. Hele yenilginin  artık mukadder olduğu kesin olarak ortaya çıkmışsa... Savaşın bitimi ile ölümler de son bulacaktır çünkü. Yaralar sarılacaktır. Savaşın bittiği gün yenilen taraf için de yeniden doğuşun ilk günüdür. Doğa da doğumu hep sevinçle karşılamaz mı?

Ama halkımıza, yenilgiye dolanık bu buruk sevinç de çok görülmüştür. 21 Mayıs günü aynı zamanda bilincimize, halkımızın yüzde doksanlara varan çoğunluğunun, anavatanımızdan sürüldüğü, yok oluş girdabına atıldığı  gün olarak da kazınmıştır. Ve Sürgün, halkımızın çok büyük çoğunluğun anavatandan koparılışıdır. Yokluk, yoksunluktur. Salgın hastalıktır.  Karadeniz’in her iki kıyısında savaşın neden olduğundan daha yoğun ölümdür Köhne gemilerden sadece ölülerin değil soyup soğana çevrilen canlıların da denize atılışıdır. Çoktan canını vermiş ananın kuru memesini emen bebedir…

Bunlar, kimselerin  yadsıyamayacağı sürgün gerçeğimizdir. Öyleyse anmalar yine yası, yeisi, çöküşü, çöküntüyü, umut yitimini, özetle “ölmeye yatmayı” çağrıştırmalıdır. Böyle düşünüldüğü için olsa gerek 21 Mayıs 1864 anavatanda ilk kez  “Şığue maf -yas günü-” olarak anılmıştır. Türkiye’de “Kültür Haftası” olarak başlayan anmalara son yıllarda bir sahtelik, sahte bir kahramanlık hakim olmaya başlamıştır. Daha dün ölen ana babalarını unutanlarımız şehit atalarımız için güya üzülüyor, görmek için olsun gitmedikleri anavatanın kaybına güya ağlıyorlar… Ulusal sorunlarının  çözümü için, kendileri en küçük çabayı bile esirgerken, tüm dünya halklarının seferber olmasını beklemekte bir terslik görmüyorlar. Bir de hamaset, yani kahramanlık yiğitlik yüklemeye çalışıyorlar söylemlerine, tavırlarına. Ama bu hamaset herkeslerin tanık olduğu gibi, çoğunlukla anma törenlerinden hemen sonra kurulan eğlencelerde erkeklerin sert hareketleri ile sınırlı kalıyor. Sözde kalıyor. Etkinlikler, “Sürgünümsülerin”, “yasımsı” toplantılarından öteye geçemiyor.

Halbuki doğanın temel ilkesi, ölmeye yatmaktan çok yaşama direnci  değil midir? Doğa bize ölüyor gibi gelirken, hep yeni doğumlara gebe kalmıyor mu?. Kaybettiğimiz sevgiliye her gün ağlamak mıdır, yoksa ne kadar ağlansa da geri gelmeyecek sevgiliyi, sevdiklerinde yaşatmak mıdır doğal olanı, güzel olanı? Kaybedilen sevgiliye üzülmek ne kadar doğalsa, kaybedilen sevgili için ölmeye kalkmak da, o kadar, hatta daha fazla hastalık değil midir?  Her olayı da paradigmamıza, gözlerimizdeki psikolojik gözlüğe, gelecek kurgulamamıza göre algılamaz, anlamlandırmaz mıyız?

Evet biz bilincinde olsak ta olmasak ta olayları algılama, anlamlandırma, yorumlamada temel etken paradigmamız, taktığımız psikolojik gözlüktür. Buna koşut kesinlikle söyleyebileceğimiz şey, Türkiye’de sürgün ilk kez anıldığında dernekte etken olan paradigma, Dönüş paradigması idi. Yasımsı yaklaşım değil, geçmiş acıları unutmamakla birlikte, geleceği yeniden kurma yaklaşımı öncelikliydi. Bu paradigma idi daha sonraki her olumlu gelişmenin mayası da… Ankara’daki Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Yönetim Kurulu'na, 23 Kasım 1987 tarih ve 39 sayılı toplantısında 1989 güz aylarında gerçekleştirilecek etkinliklerin kararını aldıran da, ilk girişimler için görevlendirilen Necdet Hatam’a ekteki çağrıyı yazdıran da bu paradigmaydı:

Sayın….

Bilindiği gibi 1989, Çerkeslerin anavatanlarından koparılış sürecinin hızlandığı, büyüdüğü 1864’ün 125. yılı. 124 yıl önce dedelerimiz Karadeniz’in iki yakasına dökülmüştü. Köhne gemilerdeydi. Osmanlı topraklarına yerleştiriyorlardı yokluk yoksunluk içerisinde.

Yokluğa, yoksunluğa, amansız yol koşullarına, hastalıklara, kıtlığa dayanabilenlerin, kimi yerlerde sıtmadan arta kalanların, tüm güçlüklere karşın ayakta kalabilenlerin biz torunları anavatandan kopuşun 125. yılını anmak, kapsamlı bir değerlendirme yapmak istedik: Ata toprağımızdan nasıl koparıldık, kopuşta etken olan nedenler nelerdi, nerelere nasıl yerleştirildik. Koşullar nelerdi, neler kaybedip neler üretebildik. Ülkelerimiz tarihine, politik kültürel sanatsal yaşamına ne gibi katkılarda bulunabildik.

Tüm bu konulara, önereceğiniz başka konulara ilişkin çeşitli etkinlikler düşünüyoruz. Konferanslar, paneller, açık oturumlar, sergiler, etkinlikler öncesinde ve sonrasında yayınlar…

Hemen görülebileceği gibi bunları gerçekleştirebilmek, bu kapsamı ile amaca ulaşabilmek çok güç ama olanaksız değil. Ancak büyük ölçüde sizlerin özverisine bağlı. Kültürel varlığımızı korumak, geliştirmek gereğine inanan, bu bilinçte olduğuna inandığımız sizlerin özverisine, yardımlarına… İlk aşamada önerilerinizi alacağız. Önerileriniz doğrultusunda ve olanaklarımız ölçüsünde programı oluşturacak ve işbölümü yapacağız. Katkılarınız, yardımlarınızla da etkinlikleri gerçekleştirmeye çalışacağız. Şimdi sizlerden dileklerimiz: 


1) 1989 Güz aylarında düşünülen anma-değerlendirme etkinlikleri program  taslağı için önerileriniz.
2) Önerilerinizin hangisinin gerçekleştirilmesine ne ölçüde katkıda bulunabileceğiniz.
3) Çeviri yapabilecek düzeyde bildiğiniz dil/diller.
4) Elinizde bulunan yayınların adları.
5) Kişisel yetenekleriniz, el becerileriniz.
6) Bu konuda katkıda bulunabileceğini umduğunuz, kendilerinde kaynak bulunduğunu bildiğiniz kişilerin ad ve adresleri…


Çok gecikmeden gelecek cevaplarınız için şimdiden teşekkür eder, saygılar sunarız.

125. Yıl Anma- Değerlendirme kurulu Adına 
Necdet Hatam


Dönüş paradigması da diyebileceğimiz bu yaklaşım, 21 Ekim 1989 günü açış konuşmasında halkımızın erken kaybı, büyük kaybı Süleyman Yançatoral’a şu sözlerle saygı duruşu çağrısı yaptırmıştır:

“Kuzey Kafkasya’nın yerli halklarından, vatan topraklarını yıllarca sömürgeci ordulara karşı savunup, şehit olanlar, ata topraklarından sürülerek yollarda açlık sefalet ve hastalıktan ölenler,

Gittikleri topraklarda o ülkenin savunmasına katılıp ölenlerle, Türk Kurtuluş Savaşında sömürgeci ordulara karşı tüm cephelerde savaşıp şehit düşenler,

T.C.’nin ilerlemesi. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması için  çaba sarfedenlerle, Kuzey Kafkasya’da dil ve kültürün yaşatılması, geliştirilmesi için emek verip de ebediyete intikal eden şehitlerimizin adına hepinizi saygı duruşuna davet ediyorum.

Ruhları şad olsun…

Kuzey Kafkasya Kültür Derneği olarak, dünyadaki tüm devlet adamı, politikacı, bilim adamı, yazarlar, basın mensupları ile tüm dünya halklarına 125. yıl Kültür Haftası’nda buradan sesleniyoruz.

Öyle bir dünya yaratalım ki;

- Uluslararasında barış ve ilişkileri o denli gelişip güçlensin ki, barış rüzgarı, tüm dillerdeki “savaş” sözcüğünü silsin,
- Büyük toplum küçük toplum demeden insanlık aleminin ürünü olan tüm kültürel değerler korunsun, yaşatılsın.
- Hiç kimse düşünce ve inancından ötürü suçlanmasın,
- İnsanların dil ve kültürünü yaşatma ve geliştirme hakları engellenmesin,
- Nedeni ne olursa olsun hiçbir halk, yaşadığı ata topraklarından sürülerek başka yerlere gönderilmesin,

Sizlere sesleniyoruz tüm insan ve barış severler, gelin el ele verelim TÜM DÜNYAYI SEVGİ ÇİÇEKLERİYLE SÜSLEYELİM.


Dönüş paradigması, etkinliklerin kararının alınması, gerçekleştirilmesi sırasındaki başkanımız Sayın Aslan Arı’ya şu sözleri söyletmiştir:

“125 yıldır ata toprağımız Kuzey Kafkasya’ya duyduğumuz özlem Sawsırıque’nin ateşi gibi hiçbir zaman sönmemiştir ve sönmeyecektir.

Yok oluşa nihai bir çözüm olarak, dünyaya dağılmış, birbirinden kopuk, insanlarımızın, bir coğrafi bütünlük içerisinde, atalarının topraklarında, aynı dil ve kültürü paylaşmak üzere bir araya getirilip toplanmasından başka bir çare bulunmadığı kanısındayız.”


Bu paradigma, etkinliklerin sonunda yayımlanan Çerkes Kültür Haftası Deklarasyonu’na şu cümleleri koydurmuştur:

“Kafkasya dışındaki ülkelerde yaşayan Çerkesler, içinde yaşadıkları ulusla anlaşarak, onların yaşam felsefesine ayak uydurarak, sevinçlerini sevinç, üzüntülerini üzüntü kabul ederek, birlikte yaşamaya çalışmaktadırlar. Onların içinden devlet adamları, iş adamları, kendi benliklerine sahip çıkan büyük önderler çıkmıştır. İçinde yaşadıkları ulusların insanlarından geride kalmadan, paylarına düşen bütün işleri başarıyla yapmaktadırlar. Yabancı ülkelerde dağınık olarak yaşamak zorunda kaldıkları için, kendi öz kültürlerinden kopmaya değişik yaşam biçimleri edinmeye, dilleri yok olmaya başlamıştır. Böylesine olumsuz bir durumun ortaya çıkmasının temel nedeni; bir bütün halinde kendi anavatanlarında yaşayamadıklarındandır. Yabancı ülkelerde yaşamak zorunda bırakılmış Çerkeslerin dillerini kullanma özgürlüğü yoktur. Bundan dolayı da çok şey kaybetmektedirler.



Şu düşüncemizi herkes bilmelidir ki; dünyada hiçbir Çerkes içinde yaşadığı ulusun yaşamına art niyet ve gıpta ile bakmaz. Oralarda toprak sahibi olup ta, devlet kurma isteği olan hiçbir Çerkes yoktur dünyada. Yine dünyada tek bir Çerkes yoktur ki, içinde yaşadığı toplumun kötülüğünü isteyen, yaşam biçimine ve toprağına göz dikip, bölmek isteyen.

Biz diyoruz ki; Dünyadaki tüm halklar bizim de bir ulus olduğumuzu kabul etsinler. Dilimizi ve kültürümüzü koruyarak yaşamak istediğimiz güzel bir gelecek ve kendi topraklarında bütünleşen bir ulus olma çabamızın olduğunu kabul etsinler.”


Geçmiş acıları unutmamakla birlikte, geleceği yeniden kurma yaklaşımı anavatanda, 21 Mayıs’ın “şığue maf-yas günü” tanımını “şığue-ş’ej maf -yas ve bilinç günü-”ne dönüştürmüştür. Bu yaklaşım ayrıca “Şığue-ş’ej mafem mamırığe zezeğınığer yeğepıte  -Ulusal yas- bilinç günü barış ve karşılıklı anlayışı pekiştirir” söylemi çerçevesinde diğer halkaları da acımıza ortak etmiş, gelecek umutlarımıza desteklerini sağlamıştır.

Yine bilindiği gibi sürgünün ilk günlerde, vatandan uzak düşmenin yok oluş olduğunu anlayanlar olmuş bunlar dönüş için din değiştirmeye bile razı olduklarını gösterir başvurular yapmış ancak Çarlık Rusya’sınca kabul edilmemiştir.  Dönüş için yola çıkan kimi grupları da  Osmanlı Ordusu engellemiştir. Özetle 21 mayıs 1864 Çarlık Rusya'sı-Kafkasya savaşlarının bitiş tarihi, ''Büyük Sürgün’'ün sembolü olduğu gibi ''Anavatana Dönüş''ün de sembolüdür. Çünkü, sevilenden ayrı düşenin en büyük amacı ''Dönüş'’tür, sevdiğine yeniden kavuşmaktır. Halkımız da ''Anavatana Dönüş''ü ayrılığın ilk günlerinden beri düşünmeye başlamış ancak ona sevgiliyi kaybettirenler sevgilisine kavuşmasını da engellemişlerdir.

Evet doğanın temel ilkesi, ölmeye yatmak değil yaşama direnci olduğuna göre, inanıyoruz ki, 21 Mayıs 1864 gelecekte bugün olduğundan daha çok ''Anavatana Dönüş''ün düşündürür olacak ve FK 1864’ün, bu yaklaşımın yaygınlaşmasına çok büyük katkıları olacaktır. Ayrıca unutmayalım ki sürgünün bir anlamı da “bir bitkide yeni süren filiz”dir. Halkımızı geleceğe taşıyacak olan da sürgünün “süren filiz” anlamını içselleştirmek, bilincimize kazımaktır.

Sürgün’ün bu anlamının içselleştirmemize büyük katkıları olacağı umudu ile “FK 1864 Sürgün Filizi”ne, yolun açık olsun diyor, kurucularını, emek verenlerini bir kez daha kutluyorum.