ÖNEMİNE BİNAEN -2

28.01.2008

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Sevgili Şamis,

Sanırım zülfü-yare dokunmuş oldum. 

Ben senden asıl beklentimi yazının sonuna eklemiştim:

Not: Dilerseniz, Adigelerin, yada tüm Kuzey Kafkasya’nın, bağımsızlığını göndermeler yaparak değil, daha ciddi olarak da tartışabiliriz.” Yani Adigelerin ya da Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlık ilan etmesini daha doğru buluyorsan, gerekçelerini yaz, somut koşullarını anlat, olabilirliğini ortaya koy, hangi dünya güçlerinin niçin destekleyebileceklerini, desteğe rağmen başarı şansını anlat. Ben de olayı ciddi bir şekilde tartışayım demiştim. Sence de olayın özü bu değil mi?

Ama sen bunu anlamazdan geldin ve kendi göndermelerini unutup, müstehzi, küçümser üslubunu, somutumuza hiç uymayan, somutumuzun yanlış anlaşılmasına neden olacak imalı anlatımını unuttun, saldırıya uğramış mağdur gibi davrandın, olayın özünden uzak şu kısacık mesajı geçtin.

“Ağabey,

Yazılarına kızmıyorum. Ama şaşırıyorum: (Ben de yazılarına şaştığımı söylemiştim.)Yazında vermek istediğin mesajları bana hiç değinmeden de verebilirdin. (Yazılarımda mesajlarım genelde çok açıktır. Yazılarımın açık olmadığından çok gereğinden çok açık olduğu uyarısını aldım şimdiye kadar.)

Hem ''halkımıza yararlı olabilir“mişim, ''birikimli“ymişim; hem de işkenceden, cezaevinden korkmuşmuşum! Çelişmiyor mu bu söylemler? (Bana göre bu söylemler çelişmiyor. Eksiklerini tamamlar, paradigmanı değiştirirsen gerçekten yararlı olacağına inanıyorum.)

Cezaevinden çıktığımdan beri kaç kez tekrar tutuklandığımı söylememişler sana. Söylemişlerdir de, bunları anlatmak işine gelmiyor herhalde. Evcilik oynadığım için mi bu kadar sık ziyaretime geliyorlar? (Burada da ne demek istediğimi anlatamamışım.  İşkenceden, cezaevinden korkmayı hiçbir zaman ayıplanacak bir davranış olarak değerlendirmedim. Bunu gayet iyi biliyorsun. Sen bana bu hakkı görmesen de her insanın korkma hakkı olduğuna inanırım ben. Kabullenemediğim kendinde bu hakkı görenlerin, başkalarını korkulacak durumlar ortaya çıkartması kesin eylemeler için tahrik etmeleri. İnsani olmayan bu.  Defalarca yazdık bedelini kendinizin ödemeyeceği eylemleri başkalarından beklemeyin, bu eylemlerde bulunmayanları küçümsemeyin diye. Küçümsenecek, ayıplanacak davranış arıyorsanız kendinizde arayın uzaklarda aramayın diye.

Coğrafyamızda, “Bağımsızlık” sözcüğünü ağzına alanların bomba ve füze yağmuruna tutulduğunun bilincinde olduğun halde, “darısı başımıza” dileğinde bulunman, “üzerinize füze ve bomba yağar inşallah” anlamına gelmez mi sence de?)

Kaç kezdir söylüyorum: Lütfen bırak bu 'Derin Devlet“ yöntemlerini. Düşüncelerini anlat. Anlat da o ''bilgeliğinle“, ''sağduyunla“ koru halkımızı felaketlerden… (Bu sözlerin hakkında bir şey diyemeceğim. Ama yine de anlattıklarımın senin ya da bir başkasının düşünceleri ya da başkalarını bağlayacak düşünceler olduğunu sanmıyorum. Düşüncelerimi anlatıyor, elden geldiğince gerçekleştiriyorum. Kendimin yapamayacaklarını, yapmayacaklarını değil, yapabildiklerimin çok azını başkalarından bekliyorum. Sense, mağdur konumunda bile, gerçekten ne olduğunu anlamadığım “Derin Devlet yöntemleri” gönderisini yapmakta sakınca görmüyorsun. Hani sizlere her şey serbest ya…)

Sevgili CC, böyle bir yazı yayınlanır mı Allah'ını seversen?

(Keşke bu soruyu birilerinin, zengin olma hayali ile birilerinin kucağında oturduğunu söylediğin yazından önce kendine sorsaydın ya da bu yazıya bir başkasının gözü ile bakabilseydin.)

Sevgili Hapae, Yavuz, Nartan, Kuban… Bu mu sizin düzeyli yazı anlayışınız? Hani o sizin Forum sayfalarındaki sataşmalara duyarlılığınız?” (Demek ki, benim de yapmam gereken arkadaşları senin yazın için yardıma çağırmakmış.)

İzninle şimdi de “düzeyli” yazını benzer yöntemle irdeleyelim:

Ama geçen ay neredeyse tüm basın yayın kuruluşlarının gündemine ''flaş haber“ olarak giren ve sevgili Sousiriko tarafından da forum sayfalarına taşınan haber bir gerçek.

İnsanlarımızın, kıyıda köşede kalan ''haberleri“ bile forum sayfalarında tartışan kimi katılımcılarımızın pek ilgisini veya dikkatini çekmedi. Halbuki bizi de yakından ilgilendirmesi gereken habere göre Amerika’nın yerlileri (Kızılderililer) ''Artık ABD yönetimini tanımadıklarını“ ilan etmişlerdi.

Kimilerinin ''bağımsızlık ilanı“ diye yorumladıkları bu ilan, yine kimilerince ''Oturan Boğa ayaklandı“ tarzında küçümsenerek veya alaycı bir dille verilmişti. Kimse bu çıkısın, bu onurlu başkaldırının sembolik de olsa ne anlam ifade ettiği üzerine kafa yormadı.

Ya bizimkiler?

Onlar da ''sessiz kalarak“ ölüme mahkum etmeye çalıştılar bu haberi veya gerçeği!
Küçümsendi, alay edildi veya ''sessiz ölüme“ mahkum edildi…

(Örneğin şu sizinkiler neden size göre daha sorumlu olmak zorunda. Birilerine değinmeden kendi düşüncelerinizi yazsan a…)

Öyle ya, dünyanın en zengin ve güçlü ülkesi ABD’den niye ayrılmak istensin ki? Birileri AB’nin veya RF’nin kucağında büyüme ve zenginleşme hayalleri kurarken; (Geleceğini Rusya Federasyonu ile birlikte kurgulayanları, RF’nun kucağında büyüme ve zenginleşme hayalleri kurdukları nitelemesi çok ahlaki, düzeyli bir niteleme olmasa gerek. Ayrıca daha önce de yazmıştım kimin kucağında daha rahat edeceğine bırakın herkes kendisi karar versin.) bir başkalarının, hem de AB ve RF’den daha güçlü ve zengin ABD’den ayrılmak istemesi ciddi olabilir miydi? (Benim açımdan neden ciddi olmasın. İleride sayacağın ‘’acılası’’ durumlarını iyileştirmeye yönelik bir çıkış. Ayrıca kendi konumlarına, koşullarına uygun da olabilir. Onu da kendileri bilir. Ama benim işimi de kendim bilirim, başkaları değil.

Hem Allah aşkına bu bağımsızlık ilanını Amerika dışında yaşayan Kızılderililer mi ilan etti yoksa Amerika’da yaşayanlar mı?)

Hem sonra buna nasıl cesaret edebilmişlerdi? RF gibi 70 yıllık Sosyalizm ve ''Halkların Kardeşliği“ deneyimi olan ''demokrat“ bir ülke, ''bağımsızlık“ kelimesini ağzına alanı bomba ve füze yağmuruna tutarken, ABD gibi dünyanın eli en kanlı bir süper gücüne kafa tutmak gerçek olamazdı! Ciddiye alınmadı, küçümsendi, alay edildi… (Daha bu akşam bir kitap karıştırıyordum. Tanım şu: “İnsanlık tarihinin kaydettiği en korkunç toplu katliam: Çerkes Sürgünü, 80 milyon Kızılderili’nin katledildiğini bilenler için gülünç bir iddia değil mi? Ama hakkını yemeyim sen Kızılderili katliamının daha büyük ve acımasın olduğunu söylüyorsun. Kızılderili katliamının daha büyük olduğu gibi kendileri de Çerkeslerden daha cesur, daha kahraman olamazlar mı? Şaşılacak ne var bunda?)

Ama haber bir gerçek.

(Gelelim gerçeklere)

Evet Kızılderililer başkaldırıyorlar; çünkü yokluyorlar!

(Evet Adigeler, başkaldırmıyorlar. Çünkü, yok olanın diasporadaki kardeşleri olduğunun bilincindeler ve yok oluşun eşiğine gelmiş kardeşlerinin anavatana döneceği, kendilerine güç katacağı umudunu taşıyorlar.)

Başkaldırıyorlar, çünkü dünyanın bu en zengin ülkesinde Afrika halklarından da beter şartlar altında yaşıyorlar!

(Başkaldırmıyorlar. Çünkü, dünyanın en zengin ülkesi olmaya aday ülkesinde, Afrika halkları gibi değil, ülkenin diğer halklarının yaşadığı şartlarda yaşıyor ve gelecekte daha iyi yaşayacakları umudunu taşıyorlar.)

Başkaldırıyorlar, çünkü kendilerine masal anlatılmasından bıkmışlar!

(Başkaldırmıyorlar. Çünkü, geçmişte kendilerine anlatılan masalların, masal anlatıcıların çıkarları doğrultusunda uydurulduğunu, masal uydurucuların çıkarına hizmet edemez olduklarında bir paçavra gibi atılacaklarını artık biliyorlar.)

Başkaldırıyorlar, çünkü bizim Kıyı Boyu Shapsughlarımız da son zamanlarda yaptıkları gibi tarihlerini ve kültürlerini turistik atraksiyon malzemesi yapmak onurlarını incitiyor!

(Başkaldırmıyorlar. Çünkü, onurlarının incinmesine katlanamayanların, incinecek onurları da kalmadığını yaşayarak öğrendiler.

Ciddiye alınmadılar; ama Yerliler çok ciddi.

(Bizim ciddiye almamızın zaten bir anlamı yoktu. Önemli olan Amerika ciddiye aldı ve bağımsızlık ilanını kabul etti. Sizinkiler bu haberi de önemsemedi ne ayıp…)

Başarırlar mı, başaramazlar mı? Burası aslında o kadar da önemli değil. Çünkü Yerliler artık şunu biliyor:

(İşte filmin koptuğu nokta. Başarıp başaramamak sizler gibi uzaktan izleyenler için önemsiz olabilir elbette ki ama olayı yaşayanlar için; hele bizim olayımızda, hele senin de vurguladığın gibi üzerimize füze ve bomba yağmuru yağması ihtimali de varsa…)

Beyaz Adam’ın sözüne güvenilmez ve uzlaşarak, kendilerini ölüme yatıran önderlerin peşinden giderek ulaşabildikleri tek sonuç, dünyanın en zengin ülkesinde; hem de teslim olmalarının üzerinden (hadi Beyaz Adam’la anlaşmalarının diyelim) 150 yıl geçmesine rağmen hala çadır kentlerde sefalet içerisinde yaşamak olmuş. (Hayret çadır kentler bir yana Adige konutlarının diğerlerinden daha iyi olduğu söylentisini yayıyor, bizleri sevmeyenler.) Hem bu öylesine sefalet ki, ortalama ömürleri sadece 44 yıl. Bebek ölümleri oranı ABD ortalamasının 5 katı ve gençler arasındaki intihar ortalaması yine ABD ortalamasının neredeyse 150 katı. Yanlış okumadınız: Yüz elli katı.
(Rakam vermeyi gerekli görmüyorum. Kriterlerin hiçbirinin genel ortalamadan daha kötü olmadığını bilmen yeter.)

Kimliksizlikten ve çaresizlikten kıvranan; yaşamlarını turistler için otantik gösteriler düzenleyerek ve kumarhane isleterek kazanan Yerliler alkol-uyuşturucu-fuhuş batağında çareyi intiharlarda arıyorlar.

(Kimliksiz olanın diasporadakiler olduğu ne zaman fark edilecek acaba?)

İsyan bunadır: Açlığa, yoksulluğa, kimliksizliğe ve yok oluşadır. Tarihsel haksızlığadır. Ve başaramazlarsa da sonuç bundan daha kötü olmayacaktır.

(Başaramazlarsa bile sonucun daha kötü olmayacaksa eğer Kızılderililerin isyan etmeleri elbette ki doğru bir davranış. Adigelerin isyan etmemeleri, başarılsa bile durumun daha kötü olacağı bilincidir. Şu diasporamız anavatandaki kardeşlerine karşı neden bu kadar pinti anlamak güç. Her halka hak gördükleri “Kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkını” nedense anavatandaki kardeşlerinden esirgerler. Ayrıca anavatan kesiminin, “kendi kaderini tayin hakkını” geleceğini RF ile birlikte kurgulamak yönünde kullanama hakkı yok mu? Örneğin savaşa beş kala İnguşlar da “kendi kaderini tayin hakkını” bu yönde kullanmadı mı? Ne zamandan beri “Kendi kaderin tayin hakkı” sadece bağımsızlık olarak anlaşılmaya başladı. Ezilen halkların sosyalistleri artık birlikteliği savunmuyor mu yoksa?)

İsyan ediyorlar, çünkü anlaşmalara uyulmamıştır ve ''itidal“ ile sorunlarını çözemeyeceklerini artık biliyorlar.

(İsyan etmiyorlar çünkü, uyulmayan anlaşmaların getirdikleri dahil, tüm sorunlarının ancak “itidal” ile çözebileceklerini artık çok iyi biliyorlar.)

Yazının bundan sonraki bölümlerinde anlattığın olayların bizde çok farklı geliştiğini, şansın direnenlere değil direnmeyenlere güldüğünü önceki yazımda vurgulamıştım. Yinelemiyorum

Sevgili Şamis, buraya kadarı sana yakıştırmadığım, düzeysiz bulduğum “kucak edebiyatı” içeren, somut çözüm önerilerinin somut koşullara göre belirlenebileceği ilkesini göz önüne almayan yaklaşımın içindi. Şimdi;

Adigelerin, nasıl, kimin desteği ile önemlisi ne için bağımsız olmak gerektiği, ne kadar bağımsız olabilecekleri, vb konuları göndermeler yapmadan tarihi gerçekler, günümüz koşulları temelinde tartışmak istersen eğer, buyur tartışalım.

Değilse dedikodu yapmaktan vazgeçmeni öneriyorum. Çünkü hep yazdım sizler anlayıncaya kadar da yazacağım. Anavatan kesiminin izlemediği sitelerde, anlamadığı dilde güya eleştirilmesi, kişinin gıyabında konuşmak gibidir. Özetle muhatabına ulaşmayan söylemler dedikodunun daniskasıdır ve her kültürde ayıplanır. 

Her şeye karşın, gelecekte büyük işler başaracak bir Dönüşçü olacağın umudumu koruyorum.

Ağabeyden sevgilerle…