ESKİ DOSTLAR

11.01.2008

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
31 Aralık 2007 Pazartesi. Gece saat on iki suları. Düzce'den henüz döndüm. Düzce Türkiye’ye hemen her gelişimde uğramaya çalıştığım bir kent. Bu kez de bir günlüğüne de olsa uğradım arkadaşlarla, Brant’ Şefik, Abrec İlhan, Guığuejü Musa, Neğuıçü Hikmet ile hasret giderdim. Dernek başkanı Sayın Afitap Atlan ile de çok yararlı bir görüşme yaptım. Anavatandan davetiye bekleyen genç arkadaşımızın coşkusunu paylaştım. Mutlu oldum…

Ama bir başka yönü ile de Düzce boş gibiydi. Düzce’ye her gelişimde uğradığım İzzet ağabeyi ziyaret edemedim. Onu kaybettikten sonra da evine gitmiş Sümer anamızla İzzet ağabeyi konuşmuştuk uzun, uzun. Kaybedileni sevenler için tesellinin bir yolu idi bu. İzzet Ağabey, son yıllarında ne kadar özlemini çekmişti Maykop’un. Ne kadar görmek istemişti Maykop’u. Dillendirmemişti ama kimileyin, “Maykop’ta mı can vermek istemişti acaba” diye düşünmezlik edemiyorum. Her zaman, her koşulda birlikte olduğu, hiç yalnız bırakmadığı sevgili eşi İzzet ağabeyimizi, çok bekletmedi Sümer anamız. O da ayrıldı aramızdan. Bu Düzce ziyaretimde Sümer anamızla da konuşamadık İzzet ağabeyi… Özetle bizler için Düzce’nin bir yanı boştu ve hep boş kalacaktı…

Düzce yöresi, dönüş için en önemli, beklentilerimizin en büyük olduğu bölgelerimizden biri. Bir diğer önemli bölgemiz Uzunyayla… Dönüş’ün Uzunyayla’nın artık gündeminde olduğunu biliyorum ve çok mutluyum. Düzce’nin de dönüşü ciddi olarak gündeme alması, daha bir mutlu edecek bizleri. Çünkü her iki bölge de salt kendi yöresini değil başka bölgeleri de etkileyebilecek önemde…

Ve saat gece on bir suları. Yıllardır yaptığımız gibi yeni yılı evde karşılıyoruz. Ancak yıllardan beri yeni yılı Türkiye'de karşılamamıştım. Doksan üç yılından beri hep Maykop'ta, Maykop Parkı girişinde umutla gülümsedim yeni yıla. Yine evde olduk ama saat on iki sularında da diğer arkadaşlarımız, her ülkeden dönüş yapanlarımız gibi, çoluk çocuk park girişinde toplandık Adigey’in her halktan insanı ile. Her yeni yılda park girişine dikilen koca çamın çevresinde birbirimizi kutladık. Kurulan yılbaşı sahnesinde şarkı söyleyenlerle yeni yılın coşkusunu paylaştık. Olanaklar ölçüsünde de halkalar halinde cegu yaptık.

İşte Ankara’da on bir suları yani Maykop’ta saat on iki olmak üzere… Yani Maykop park girişinde toplandığımız, birbirimizi coşku ile kutladığımız, gelecek yıllarda daha kalabalık olma dileklerimizle birbirimizi kucakladığımız saatler.

Bir bilebilseniz ne kadar büyük mutluluktur, İlk yıllarımızda havalara atarak sevdiğimiz, çocuklarımızın genç kız olduklarını, delikanlı olduklarını görmek. Dahası, artık genç anne, genç baba olmuşlarla, anavatanda doğan, biz yaştakilerin hepimizin torunlarını bağrımıza basmak. Farklı diaspora ülkelerinden Dönüş yapanların, Dönüş yapanlarla anavatan bekçilerinin kurduğu ailelerde, kokladığımız çocuklarımızda anavatanda sadece çoğaldığımızı değil, anavatanda bütünleştiğimizi de görmek, yaşamak… Bizlere yeni katılanlarla, yeni yılı bizlerle birlikte karşılamak için, mutluluğumuzu paylaşmak için Maykop’a gelenlerle birlikte coşmak… Bu mutluluğumuza, bu coşkumuza bu duygu seline, diasporada kalanlarımızın yürek sızısının dolanmasını engelleyememek…

Herkes birbirini kucaklıyordur şimdi. Kimler gelmiştir acaba park girişine, kimler çakır keyiftir, kimler kutlamalardan sonra da sofrasına dönecek, sofrasını sürdürecektir… Coşku, mutluluk bu yıl daha büyüktür diye düşünüyorum. Çünkü gelecek yıllarda daha bir çoğalacağımız inancı çok daha büyük artık… Daha çok kişi ile paylaşacağımız için atasözümüzün dediği gibi, mutluluğumuz da elbette daha bir büyük, daha bir coşkulu olacaktır.

Bu duygu karmaşası içinde Kanal D yılbaşı özel programını da izlemeye çalışıyorum. Ancak Huysuz Virjin de programın içine çekemiyor beni. Derken Huysuz Virjin kendisi olarak, yani Seyfi Dursunoğlu olarak ta şarkılar okuyor… Okuduğu şarkıların biri de “Eski Dostlar”...

Unutulmuş birer birer
Eski dostlar, eski dostlar
Ne bir selâm, ne bir haber
Eski dostlar, eski dostlar
Hayâl meyâl düşler gibi
Uçup giden kuşlar gibi
Yosun tutan taşlar gibi
Eski dostlar, eski dostlar
Unutulmuş isimlerde
Bilinmez ki nasıl, nerde
Şimdi yalnız resimlerde
Eski dostlar, eski dostlar

Şarkıyı tüm benliğimle dinliyor ve doğrusu çok hüzünleniyorum. Gözlerim doluyor, eski dostlar geçiyor bir, bir gözlerimin önünden… Geçmişte Dönüşü öncelemiş, Dönüşü öncelediğimiz için kardeşten daha yakın olduğumuz eski dostlar… Ne kadar hüzün verici imiş Allah'ım, salt ilkelerimize sadık kaldığım için, ilkelerimizi birlikte belirlediğimiz arkadaşlarla dostluklarımızın bitmesi. Ne kadar zormuş eski dostları eleştirmek, onları üzmek zorunda kalmak... Eski dostlar tarafından eleştirilmek. Aynı kentte yaşayıp birbirini görmemek…

Zaman, zaman yaptığım gibi, 2008’in bu ilk saatlerinde de “Eski dostlardan acaba beklentilerim mi büyük, haksızlık mı ediyorum yoksa onlara.” diye düşündüm, kendimle konuştum. Bu iç konuşmamı, sizlerle de paylaşayım istedim:

Aslında eski dostların çoğu ile;
aynı köyden, aynı kentten, aynı yöreden değildik.
Akrabalığımız yoktu…
Asker arkadaşı da değildik.
Aynı okullarda okumamıştık, meslektaş değildik.
Komşuluk ilişkimiz de olmamıştı hiç.
Çoğu ile derneklerimizde ya da yayınlarımız çevresinde tanışmıştık.
Bizleri birbirimize ulusal sorunumuza çözüm arayışı yaklaştırmıştı.
Ulusal Sorunumuzun çözümünü, Anavatana Dönüşte görmek bizleri dost kılmıştı.
Bu uğurda yıllar yılı birlikte gösterdiğimiz çabalar, paylaştığımız mutluluklar, paylaşarak azalttığımız acılarımız dostluğumuzu pekiştirmişti…
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindik…
Çevremiz de bizi nerede ise tek kişi olarak görüyordu…
Birimizin yanlış buldukları söylemi, eyleminden hepimizi sorumlu tutuyorlardı…

Sovyetler Birliği dağılmasaydı eminim dostluğumuz da sürecekti. Ama tarih bu, dostluğumuzu pek önemsemedi. Sovyetler Birliği dağıldı. Ansızın yıllardır uğruna mücadele ettiğimiz Dönüş’ü gerçekleştirebileceğimiz koşullar oluştu. Birkaçımız –koşullarımız daha uygun olduğu için diyelim- anavatana dönebildik. Çoğunluk bu şansı yakalayamadı. Sonra olanlar mı?... Tam bir paradoks… Neden mi?...

Bilinen, alışılan, yaşanan, bu gibi durumlarda, birlikte saptanan ilkelere sadık kalanların, yürüyüşü sürdürenlerin, ortak ilkelere aykırı davranışlarda bulunanları, en azından hainlikle suçladıkları, kimileyin haklarında vurulma emri çıkarıldığı, çok seyrek olmayarak da bu emirlerin de uygulandığıdır. Ancak Dönüş hiçbir dönemde zorlamaya dayalı bir örgütlenme olmamıştı. Daha büyük özveride bulunanlar, daha büyük sorumluluk alanlar, daha çok, daha sürekli çaba gösterenler zaman, zaman öne plana çıkmış, ancak hiçbir zaman emir-komuta ilişkisi içinde bir örgüt olmamıştı. Özetle Dönüşe en çok katkıda bulunanlar önemli olmuş, ancak katkıda bulundukları sürece ve katkıda bulundukları ölçüde önemli kalabilmişlerdir. Gönüllülük, sevgi, sempati, hoşgörü, katlanma evet katlanma temeli üzerinde yükselmiştir Dönüş.

Bu bugün de böyle… Dönüşün temelinde yine gönüllük var, hem anavatanımız, anavatanımızın üyesi bulunduğu Rusya Federasyonunu, hem de Diaspora ülkelerimizi vatan saymak onları sevmek var. Farklı görüşte olanlara hoşgörü var. Dönüş için her türlü yanlış anlaşılmaya, iftiraya, önemsenmemeye, aşağılanmaya katlanmak var…

Dolayısı ile de geride kalanlar için hiçbir zaman;
“Anavatana dönmeyen davadan dönmüştür vurulmalıdır” denmedi.
“Dönüşü, onlarca yıl savundunuz, sizlerden etkilenenler bile Anavatana Döndü siz hala dönmediniz. Anavatana Dönmediğiniz için ihanet içindesiniz” denmedi.
“Dönüşü savunduğunuz günlerde Dönüşe inanmıyordunuz, her biriniz yalancısınız” demek akla bile gelmedi.

Tam tersi;
“Dönüşü savunduğunuz günlerde inanarak savundunuz. Ancak Sovyetler Birliği’ne Dönüş koşulları ile Rusya Federasyonu’na Dönüş koşulları çok farklı. Özelinizde bu koşullar olgunlaşmadı ise Dönüş yapmak zorunda değilsiniz” dendi.
“Daha mutlu olacağınızı düşündüğünüz ülkede yaşamak hakkınızdır” dendi ve bu hak her platformda savunuldu.
Tüm bu hoşgörümüze karşın geride kalanların, “Eski Dostların” bizlerden kaçması, ama bizleri uzaktan eleştirmesi alışılmışa, bilinene ters değil mi, paradoks değil mi?...

Peki Eski Dostları hiç mi eleştirmiyoruz? Eleştirmez miyiz? Elbette eleştiriyoruz.

Peki onlardan hiç mi beklentimiz yok? Olmaz olur mu, çok..

Neler mi? Gelecek yazıya.