BU YAZI AP ÇERKES GÜNÜ ELEŞTİRİSİ DEĞİLDİR

17.11.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
CC'deki son yazımı kafkasfederasyonu.org.com sitesine ayırmıştım. Uzunca zamandan beri, içinde yetiştiğim, bizim gençliğimize göre gelişip serpilmiş, olanakları büyümüş, yetmişli ve sonraki yıllara göre daha rahat çalışma ortamı yakalamış derneğimiz yönetiminin bu sorumsuzluğuna ne zamandır üzülüp duruyordum. Biz-bize, kapalı ortamlarda yaptığım eleştiriler de sonuç vermemişti... Bir kez daha açıktan eleştirmek zorunda kalmıştım.

On beş Ekim’de de AP Çerkes günlerinin ikincisi gerçekleştirildi. Marje sanal platformunda organizatörlere yöneltilen eleştirilere, geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da doyurucu yanıt verilmemişti. AP Çerkes Gününün düzenlenmesine destek vererek, katkıda bulunarak sorumluluğu paylaşan Kaf-Fed’den de doyurucu bir açıklama gelmemişti. AP’de neler konuşulduğu, AP’den halkımız adına neler istendiği sorularına, haber ajanslarına bakmaları yanıtı verilmişti. Bakmıştık. Haberi geçen tüm ajanslarda vurgulanan, danslarımızın izleyicileri büyülediği idi. Demek ki AP’ndan çözümü için katkısını beklediğimiz bir sorunumuz yoktu. Yaşadığımız her ülkede kimliğimizle yaşıyor, dilimizi kültürümüzü geliştirebiliyorduk. İçinde bulunduğumuz koşullar o kadar uygun, bizlere sunulan olanaklar o kadar geniş ki, izleyenleri büyüleyen dans gösterisi ağırlıklı bir gün düzenlemiştik.

Haksızlık etmeyelim Sürgün de dile getirilmişti, hem de “keşke hiç konuşulmasaydı” dedirtecek, AP Çerkes gününü hazırlayanların olayı ciddiye almadıklarının kanıtı sözlerle. Evet Çerkesler anavatanlarından 1864 de değil, İkinci Dünya Savaşı sonrası sürülmüş, dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardı. Olayı bilenlerin AP parlamenteri Sayın Cem Özdemir’i neden doğru bilgilendirmediklerini anlamak güçtü. 1864 Sürgününü unutturmak istedikleri düşünülebilir miydi?.. Ajans Kafkas haberi verirken sorumluları kollamış, haberi, verirken, konuşmanın, Sürgün’ün İkinci Dünya Savaşına bağlandığı bölümünü es geçmişti. Ancak mızrak çuvala sığmayacak kadar büyüktü… “Aynı yanlışlık, 450. yıl kutlama konuşmalarından birinde yapılsaydı, Ajans Kafkas haberi nasıl verirdi acaba” diye düşünmezlik edememiştim. Ciddi eleştirimi de bir sonraki yazıya bırakmıştım. Konuya ilişkin geçen yılki yazışmalarımızı da açıklayacak, olayı tüm boyutları ile irdelemeye çalışacaktım.

Yazıma tepki gösterenler olacaktı. Bu doğaldı. Ancak doğrusu, daha eleştiriler bile beklenmeden, yazdıklarımın da mürekkebi kurumadan (bilgisayar öncesi bir deyim) ve bu kadar şiddetli tepki beklemiyordum. Yazı yayınlandıktan hemen sonra iki ileti geldi mail adresime. Yazımdan bir bölümü alıntılayan iletinin biri şu:

“Dört sayfa doldu… Saat de artık sabahın dördü, ancak asıl eleştireceğim konuya, Ankara Derneği Halk Dansları ekibinin çok alkışlandığının ön plana çıktığı, bizleri küçük düşürdüğünü düşündüğüm, ciddiyetten uzak olduğu ölçüde, daha ciddi eleştirilmeyi gerektiren, AP Çerkes Günü haberlerine henüz sıra gelmedi. Onu da kısmetse gelecek yazıya bırakalım… Böylece AP Çerkes gününü ikinci kez düzenleme başarısını gösterip tarihimizdeki yerlerini garantileyen organizatörleri biraz merakta bırakmış, hem de öncülere tuşlarını bilemeleri fırsatı vermiş oluruz.

Ne dersiniz?

Aslında konuya ilişkin haberin kendisi zavallılığın da gösterisi. Ama inanın düzenleyiciler bu şekilde haberlere konu oluşlarını bile başarı sanıyorlar. Sorunumuzun daha kıyısına bile gelememiş Sayın Cem Özdemir’i de davamızın savunucusu…

Çerkes oyunları büyüledi

15 Ekim 2007 Pazartesi 14:25

Avrupa Parlamentosu'nda (AP) düzenlenen Avrupa Çerkesler Gününde Türkiye'den gelen halk oyunları ekibinin gösterisi büyük ilgi gördü.

Türk asıllı Alman AP üyeleri Cem Özdemir ve Vural Öger'in himayesinde düzenlenen gösteriyi, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, çok sayıda parlamenter ve AP çalışanı izledi.

Cem Özdemir, burada yaptığı konuşmada, kendisinin de Çerkes asıllı olduğunu ifade ederek, Çerkeslerini her zaman, içinde yaşadıkları toplumlara sadık kalsalar da özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Ruslar tarafından farklı bölgelere ve ülkelere sürüldüklerini ve tarih boyunca zorluklar içinde yaşamak zorunda kaldıklarını anlattı.

Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gelen Çerkes örgütlerinin temsilcileri, bugünkü etkinlikler kapsamında düzenlenecek törende AP Başkan Yardımcısı Luisa Morgantini'ye Çerkes bayrağını teslim edecekler.
Evet haftaya buluşmak dileği ile…

''-bu saçmalıkları karaladığın sayfadan yine zehirlerini kusmaya devam ediyorsun.

sen güzel bir sopayı hakkettin kesinlikle başka dilden anlamayacaksın

eğer o sulanmış beyninle bu etkinlik ve insanlar hakkında saçmalarsan suna inanmanı isterim ilk gördüğüm yerde,
anladığın dille hesabını sorarım sana yaşına başına kültürel duruma konuma bakmasızın seni perişan ederim.

yeter artık sen tedavi ol şerefsiz

olki bukadar insanın emeğine çabasına moral motivasyonuna etme aşşalık herif

senin gibi adigenin senin gibi düşünenlerin allah belasını versin çek çirkin ellerini kalemden sulanmış beyninle rahat bırak bu insanları artık.

Yukarda yazdıklarımı ciddiye almanı tavsiye ederim zira daha evvelki tehtitler lede karıştırma.”

(Yazı karakterini değiştirmedim, size aynen aktardım, isimleri ben sildim. NH)

”Hesabınıza eklendi” adını taşıyan ikinci iletiyi ise okumadan sildim.

İletiler, elbette ki beni çok üzmüş, keyfimi de kaçırmıştı. Çünkü eleştirilerimi hiçbir zaman, birilerini üzmek, birilerini kızdırmak, birilerinin utanılası tepkiler vermesine neden olmak için yapmıyordum. Ama iletiyi okudunuz. bu konuda bir kelime daha söylersem ilk gördüğü yerde beni döveceğini söylüyordu Çerkes yiğidi. Böyle nahoş bir olaya neden olduğum düşüncesi ile benzer bir tartışmadaki geri çekilişimi de korktuğuma yoruyordu yiğit Avrupalı Çerkes.

Ertesi gün tatildi. Ancak yapılması gerekli işler de yok değildi. Bense keyifsizdim, elim işe varmıyor, televizyon karşısındaki sallanan sandalyemde (dede sandalyesi) oturuyordum tembel, tembel… Türkçe Tv. kanallarından birini tıklıyorum. Bir Kızılderili filmi. Filmin başlangıcında ne gibi olaylar yaşandı, artistleri kimler, yönetmeni kim?... Şimdi de anımsamıyorum. Ama rastlantı buya filmde, içinde bulunduğum ruhsal durumla nerdeyse örtüşen olaylara vurgu yapılıyordu. General komutasındaki askerler bir Kızılderili kabilenin peşinde idi. Kimi gençlerin itirazlarına karşın kabile başkanı kaçmaya hep kaçmaya çalışıyordu. Bu arada pusuya düştüğü, yaşamlarından sorumlu olduğu kabile üyelerinin öldürüldüğü de oluyordu. Gençlerden durulması, savaşılması gerektiğini önerenler de az değildi. Ancak Kabile başkanı kararlı idi. Savaşmayacaktı, sorumluluk bilinci, bunu gerektiriyordu. Bu bilinç kendisine, kabile gençlerine karşı koyabilme gücü veriyordu. Önemli olan kahramanca ölmek değil, daha çok sayıda insanın hayatta kalmasını sağlamaktı… Ayrıca sorumluluk bilinci taşımak için reis olmak zorunluluğu da yoktu…

Yıllar, yıllar öncesinin Ankara derneğindeyiz. On iki mart öncesi. Cumartesi Pazar günleri iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık oluyordu derneğimiz. Bu kalabalık On iki Mart sonrası ilk cumartesi yirmi beş kişiye, evet yirmi beş kişiye düşmüştü. Konumuzun ayrı bir boyutu. Dernek merkezimiz konut olarak düşünülmüş iki katlı küçük bir yapı. Salonu Haççes olarak döşemiş, odaların büyükçe olanını kütüphane yapmıştık. Yine çok kalabalık tatil akşamlarından birindeyiz. Herkes kendisine ancak ayakta durabilecek kadar yer bulmuştu. Çorumlu genç arkadaşlarımızdan biri bana, bugün bile bilmediğim bir nedenle yakası açılmadık şekilde küfretmişti. Ben de gençtim o sıralar. Hemen benzer bir tepki vermek en kolayı belki de ruhumu en çok rahatlatacak olanıydı. Hemen yanı başımda, arkamda, kardeşim amca oğlum hemşerilerim, delikanlının üzerine çullanmaya hazır, elimi kaldırmamı bekliyordu. Kalabalıktan kimileri de mutlaka ona arka çıkarlardı. Zaten o kalabalıkta bizleri kavga da ettirmezlerdi. Özetle doğal tepkiyi vermek, çok daha kolaydı küfrü sineye çekmekten…

Ancak sorumluluk bilinci buna engeldi. Çünkü beni rahatlatacak olan davranış, Reyhanlılarla Çorumluların dernekte kavga ettikleri sonucunu verecekti. Dernek grupların kavga ettiği mekan olarak nam salacaktı. Sineye çekmek kimilerine göre mutlaka korkaklıktı. Daha sonra, küfrü duymazdan gelmenin, topluma karşı duyulan sorumluluğun büyüklüğünden kaynaklandığını anlayanların sayısının hiç de az olmadığını görmek, olayı sineye çekmenin keyifsizliğini azaltmıştı.

Bir yandan izlediğim Kızılderili filimi de kendi akışı içinde sürüyordu. Kaçış yolu gerçekten çok yorucu idi. Herkeslerin, özellikle yaşlıların dayanabileceği gibi değildi. Yaşlı bir Kızılderili kabilesinden ayrılıp gerilerde kalmıştı. Amerikalı öncü askerler, tek başına bir ağaç dibinde oturur buldukları yaşlı Kızılderili’yi generale getirirler. General, Kızılderili dilini bilen, Kızılderililere daha insanca yaklaşan, Generalini onaylamayan ancak emirleri de yerine getirmek zorunda olan genç subayı aracılığı ile yaşlı adamla konuşur. Yaşlı adam bildiklerini anlatır. General, yaşlı Kızılderili’nin cephe gerisine götürülmesini emreder. Ancak genç subay bunun nafile olduğunu söyler. Kızılderili geleneklerini bilmektedir. Geleneğe göre, yolu yürüyemeyeceğine kanaat getiren yaşlılar, yakınlarına yük olmamak amacı ile, kabileden ayrılıp ölmeye kalmaktadır. Romanına “Ölmeye Yatmak” adını verirken Sayın Adalet Ağaoğlu acaba bu geleneği biliyor muydu diye düşündüm.

Gelenek gereği yaşlı Kızılderili, asla başka yer gitmeyecek, kaldığı yerde ölümü bekleyecektir. Zaten kahramanımız, subaylar daha kendi aralarında konuşurken, bir yana çekilmiş, ölüm ağıtını, kendi ağıtını söylemeye başlamıştır....

Yaşlılarına ilişkin benzer gelenekler, çok yaşlı halkların hemen hepsinde var mıydı acaba? Örneğin Eskimo geleneklerine göre elden ayaktan kesilen yaşlılar, aileleri tarafından kulübeden uzakta buz üstüne bırakılırmış, yanlarına yiyecekler de bırakılarak. Nartların da yaşlanan babalarını sürükleyerek götürüp yardan atma gelenekleri olduğunu mutlaka biliyorsunuzdur. Günlerden birinde Nartın biri yardan atılma yaşına gelmiş babasını sürüklüyormuş ki baba bir ağaç köküne takılmış. Acı dayanılmazmış… Ama baba ıhlamamış bile gülüş. Oğul şaşırmış. bu durumda nasıl, neden gülebildiğini sormuş babasına.

-Oğlum -demiş babası. Rastlantıya güldüm. Yardan atmak üzere sürüklerken benim babam da tam bu ağaç köküne takılmıştı.

Nart hemen babasını sırtlayıp eve dönmüş, geleneğe karşı geldiği için de görülmesin diye bir sepete koyup , sepeti tavana asmış. Daha sonra da xaselerin sorunlara en güzel çözüm yollarını öneren kişisi olmuş Nart. Çünkü Nart'ımızın, diğer Nartların evinde olmayan yaşlı ama gün görmüş yaş yaşamış bir danışmanı varmış artık evinde. Diğer Nartlar, sorunlara en akıllıca çözüm yollarını bulan Nart'tan kuşkulanmış, onu gizlice izlemiş ve danışmanını da görmüşler. Rivayet olunur ki o günden sonra Nartlar yaşlanan babalarını sürükleyip yardan atma geleneğini bırakmış, sepetle tavana asar olmuşlar…

Yakınlarda kaybettiğimiz ünlü ozan-yazarımız Kuyekhue Nalbi de Çerkesi anlattığı “ölüler şarabı” adlı yapıtında kendini yiğit bilen Çerkesin, kendisine yenileceği açık, güçsüz kişilerle boy ölçüşmediğini yazar. Öylelerini görmezden gelirlermiş namlı yiğitler, Güçsüz birini, “beyni sulanmış” birini dövmenin, öldürmenin ünlerine ün katmak bir yana, toplumca küçük görülmelerine neden olduğu bilirlermiş…

Genlerinde bu özelliği taşıyan Adigelerin neslinin tükenmiş olduğunu yada tükeneceğini de sanmıyorum. Köyümüzün artık hayatta olmayan, kendilerini rahmetle andığımız iki Kahramanı. Biri yiğitliği dillere destan Kkuaş Fuat. Diğeri de Habraçü Ramazan. Anasının taktığı adla Haxhuı diye çağırırdı onu küçük büyük herkes. Çeşitli konularda söylediği şeyler hala fıkra diye anlatılır köyde. Güldürürken düşündüren Nasrettin Hoca fıkraları gibi. Örnekleri hemen her köyümüzde olan, kendisi ile alay ettiklerini sananları çok rahat ti-ye alabilen, gerçek değeri anlaşılamamış, özü filozof kahramanlardandı Haxhuı.

Günlerden bir gün Kkuaş Fuat nedense çok kızar Haxhuı’ye. Üzerine yürür. Zaten güçsüzdür, zayıftır Haxhuı. Ama kaçmaya kalkmaz, kımıldamaz bile. Başına dikilmiş, kolu havadaki Fuat’ın ta gölerinin içine bakara ve “Yew, yew welehe bew llı değuım wızawerer- Vur, vur vallahi de çok yiğit biri döveceğin kişi” der. Fuad’ın havadaki kolu anında yana düşer. Utanmıştır Haxhuıye el kaldırmış olmaktan. Hikaye de köyümüzde hala anlatılır durur…

Geleneklerden… destanlar… öyküler… Günümüze gelirsek.

21.10. 2007. Dolaylı bir yoldan, Sayın Cem Özdemir’in, babası ile birlikte Maykop’a geleceği haberini alıyoruz. Bilgiyi Bağ Mahmut’a Xhuade Adnan iletmiştir. Yedic Batıray, Çürmıt Mustafa, Çetaw İbrahim, Almanya’dan konuğumuz Dzıbe Fehim ve Bağ Mahmut hep ilgileniyor, ancak haberi doğrulatamıyor, haberin ayrıntılarına ulaşamıyoruz. Ertesi gün. Akşam üzeri. Kent merkezinde gezinirken Devlet Sergi salonu yakınlarında içlerinde yabancıların da olduğu 6-7 kişilik bir grup görüyorum. Nalmes’in sanat yönetmeni Quıl Muhamet ile Nalmes’in meneceri Xhuıt Abrec’i tanıyorum. Evet tahmin ettiğiniz gibi Cem Özdemir ve babaları Dzıbe Abdullah da Alman konuklarla birliktedir.

Selamlaşma ve tanışma… Cem beye kendilerini beklediğimizi anacak sağlıklı haber alamadığımız, programını bilmediğimizi, söylüyorum. Şaşırıyor… Derneğe haber verdiğini, bizlere haber verilmiş olması gerektiğini söylüyor… Doğayı Koruma amaçlı bir STK’nun “Kuzey Kafkasya’da turizm geliştirilirken doğanın azami derece nasıl korunabileceği” konulu, uluslar arası bir konferansın onur konuğudur.

Babası ile tanışırız. Abdullah Bey dili iyi derecede bilmektedir. Dili paslanmıştır ama konuştukça da açılmaktadır Hep birlikte Maykop’un taşıtlara kapalı yaya yolunda parka kadar yürürüz. Konukları, parkta gruplar halinde sohbet eden tiyatromuz emektarları ile tanıştırıyorum. Anavatanında kendi yaşıtı kültür emekçileri ile tanışmak dahası kendileri ile anadili ile konuşabilmek çok mutlu etmiştir Abdullah Bey’i..

Artık hava kararmaya başlamıştır. Yol yorgunu olduklarını düşünüyor, gece otellerine gitmiyoruz. Arkadaşları bilgilendiriyor ve kararlaştırdığımız gibi ertesi gün konferansta buluşuyoruz. Onur konuğu Cem Bey’in, Adige olduğunu, AP’nda Almanya adına bulunduğunu, kendisini Türkiye’nin de temsilcisi saydığını, kabul edilirse Adigey temsilcisi olmaktan mutluluk duyacağını da dile getirdiği konuşması sık, sık alkışlarla kesiliyor…

Öğle yemeğini birlikte yiyoruz. Ben de söz alıyorum. Doğayı koruma amaçlı bu güzelim toplantıda korunması amaçlanan doğanın ruhunu taşıyan Adigece yankılanmazsa doğanın güceneceğini dile getiriyor kısa bir teşekkür konuşması yapıyorum. Çeviride Bağ Mahmut kardeşimiz yardımcı oluyor.

Konumuza ilişkin görüşme için ancak gece geç saatinde Cafe Neris’te bir araya gelebiliyoruz. Abdullah Bey, Cem Bey, ve Çetewe İbrahim ile birlikteyiz. Ben ilk AP Çerkes Günü nedeni ile kendilerine göndermiş olduğum itliden söz ediyorum. Anımsıyor. Birlikte olduğu arkadaşlarla anlaşmazlık konumuzun, Çerkes'in hangi halkları kapsadığı noktasında düğümlendiğini, bu konuda birliktelik olmaz ise yapılmaya çalışılan güzel şeylerin istenmeyen sonuçlar getirebileceğini anlatıyorum. Rusya Federasyonu aleyhine bir gösteriye dönüşebilecek AP. Çerkes gününe karşı olunduğunu, cumhuriyetlerimizin de böylesi bir gösteriye asla katkıda bulunmayacaklarını dile getiriyorum. Bizim önceliğimizin Dönüş olduğunu çizgimizin de dostluk temelli, sevgi temelli olduğunu vurguluyorum. Diaspora ülkeleri ile Rusya Federasyonu’nun ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerin geliştiği ölçüde amacımızı daha kolay gerçekleştirebileceğimizin altını çiziyor, gelişen bu ilişkileri zedeleyecek hiçbir organizasyonu desteklemediğimizin, desteklemeyeceğimizin altını çiziyorum.

Cem Bey de bu görüşlere bütünü ile katıldıklarını, günlerin siyasal amaçlı olmadığını, bundan sonra düzenlenecek olanların siyasal içeriği olmayacağını dile getiriyor. Biz de kendilerine önümüzdeki yıl program anlaştığımız çerçevede oluşturulur ve erkenden açıklanırsa her türlü desteğe hazır olduğumuz sözünü veriyoruz.

Aldığım iletilerden de söz ediyorum kısaca. Hayret ediyor, çok üzülüyor. Düşünce özgürlüğünü AB’ye üyeliğin temel koşullarında sayan AP de gün düzenleyenlerin, aykırı görüşü dile getirenlere bu tepkisini anlamakta zorlanıyor. Eminim bu yazıyı okuduklarında Federasyon yetkililerimiz, Federasyon adına AP Çerkes gününe katılan arkadaşlarımız da çok şaşıracak çok üzüleceklerdir. Azmi Berberoğlu, Hayri Ersoy kardeşlerimiz de tepkinin bu biçimine şaşıracak ve üzüleceklerdir eminim…

İletiye yazan genç arkadaşlara gelince,

Arkadaşlar kendinizi anlattığım olaylardaki kahramanlardan benimsediğinizin yerine koyabilir, bana da istediğiniz rolü biçebilir, yazdıklarıma gönlünüzce tepki verebilirsiniz. Ama şu iki şeyi hiç unutmayınız:

“Dalgınlığımıza geldi, dikkatimizden kaçtı vb.” dışında söyleyeceğiniz hiçbir şey, göstereceğiniz hiçbir tepki. Çerkes Sürgünü’nü İkinci Dünya Savaşı sonucu sayma ayıbını örtmeyecektir.

Beni ilk gördüğünüz yerde elbette perişan edebilirsiniz (günümüzde istendikten sonra zarar verilemeyecek kişi olabilir mi?). “Beyni sulanmış, aşağılık bir herifi” perişan etmek, sizi “Çerkes yiğidi” olmaktan ebediyen uzaklaştıracaktır…

Bana gelince…

Yazdıklarınızdan sonra sizlerden beni sepete koymanızı, xasede tartışılan sorunların çözümünü bana danışmanızı beklemiyorum elbet. Ama siz de, halkımın yürüyüşüne engel olmaya başladığımda, yaşlı Kızılderili gibi “ölmeye kalacak” öz güvenim ve gücüm olduğunu bilmelisiniz. Bunun kararını da benim değil birilerinin vermesi, geleneklere aykırı olur değil mi?..

Her şeye karşın sevgiyle diyorum. Altmışına merdiven dayamış bir Adigenin sorumluluk bilinci, gençlerin aykırı görüşte olanlara da katlanmak zorunda olduklarını bir gün anlayabilecekleri, ve birbirimizi sevebileceğimiz umuduyla.