DİRENÇ = MAZİ x (HAL+İSTİKBAL)

15.09.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
“Sayın Yrd. Doç. Dr. Fethi Güngör “Kafkasya’da Soykırım ve Sürgün -Kısa Bir Sosyolojik Tarih-“ (1) adlı yazısına şöyle başlıyor:

“Bir halkın varlığını sürdürebilmesi, direnç kuvveti ile doğru orantılıdır. Sosyolog Prof. Dr. Ali Murat Daryal bu olgunun harika bir formülünü ortaya koymuştur:

Direnç = Mazi x (hal+istikbal). Bu formülde mazi bilgisi ve bilinci, mevcut durumu hakkıyla kavrayabilmek ve isabetli gelecek projeksiyonları yapabilmek için hayati öneme haizdir. Zira mazi bilgisi ve bilinci formülde çarpan halindedir.”

Sayın Daryal’ın, halkının sorumluluğunu duyan her bireyinin ilgisini çekebilecek bu formülü, benim de ilgimi çekti. Çok da doğru buldum. Ancak ilginçtir halkımıza ilişkin yazanların çok büyük bir çoğunluğu daha çok maziyi irdelemekte ve formülün diğer çarpanlarını göz ardı etmektedir. Halbuki direnç formülümüzde çarpanların her biri önemlidir, sonucu bire bir etkilemektedir.

Hali yani günümüzü sağlıklı değerlendiremezsek, istikbal yani gelecek öngörüsünde yanılırsak, halkımızın mazisini yani geçmişini ne kadar iyi tahlil edersek edelim umut verici bir Direnç değeri bulamayız. Örneğin, halkımızın mazisi çok derinlemesine irdelenmiş ve 100 gibi büyük bir değer bulunmuş olsun. Buna karşın parantez içindeki hal ve istikbal değerlerinin biri -15 diğeri de +15 ise eğer, toplamları sıfır olacaktır. Ayrıca sayı ne kadar büyük olursa olsun sıfır ile çarpımı sıfır olacağından mazinin çok iyi değerlendirilmiş olması, Direncin sıfır olmasını engelleyemeyecektir. Parantez içindeki hal ve istikbal toplamı sadece bir ise eğer bu kez direnç de sadece mazinin kendisi olacaktır. Parantez içindeki değer, eğer eksi olursa Direnç de eksi olacaktır.

Dolayısı ile halkımızın varlığını sürdürme direncini büyütme çabası içinde olanlar, sadece maziyi irdelemekle yetinmemeli, günümüzün de sağlıklı bir değerlendirmesini yapmalı geleceği kurgularken gerçekçi olmalıdır.

Evet günümüzü anlamak, geleceğimizi kurgulamak için geçmişi çok iyi bilmenin önemi çok sık vurgulanır. Bunun yanında ben Sayın Yalçın Küçük’ün “günümüzü ne kadar iyi tahlil edebilirsek geçmişi olayları daha iyi değerlendirebiliriz” anlamındaki yaklaşımına da çok değer veriyorum. Sonuçta günümüzü iyi tahlil eder geçmişimizi iyi değerlendirirsek geleceğimizi de daha gerçekçi kurgulayabiliriz.

Yani günümüzde Irak’taki, Filistin’deki, Lübnan’daki savaşların nedenleri iyi tahlil edilebildiğinde ancak, Rusya-Kafkasya savaşları da daha iyi kavranabilecektir. Bilindiği gibi adı geçen bu topraklarda savaşan güçler, bölge güçleri değil, dünya güçleridir. Savaş, dünyanın en güçlüsü olma savaşıdır. En güçlü olabilmek için enerji kaynaklarının kontrolünü ele geçirme savaşıdır. (General İsmail Berkok değerlendirmesi yeniden okunabilir.)

Dünya enerji kaynaklarının kontrolü konusunda, Rusya Federasyonu ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki anlaşma sezilmediğinde, Rusya’nın Arapları yakın geçmişte desteklediği gibi neden daha açıkça desteklemediği, Birinci Çeçen savaşı sırasında İstanbul ve Ankara oto garlarında yardım toplanmasına izin veren TC.’nin sayıları bini bulmayan sığınmacılara neden hala oturma izni, vatandaşlık vermediği anlaşılmayacaktır.

Emperyal güçlerin, “En güçlü olma, en güçlü olunamıyorsa, diğerinin en güçlü olmasını engelleme” evrensel ilkesi anlaşılmadığında, Rusya-Kafkasya savaşları süresince dönemin emperyal güçleri Rusya, Osmanlı, İngiltere ve Fransa arasındaki ittifakların neden sürekli değiştiği kavranamayacaktır.

Filistin’de aynı anadan aynı babadan doğma kardeşlerin nasıl birbirine kırdırılabildiği, birlik olmalarının nasıl engellendiği anlaşıldığında, geçmişte halkımızın ileri gelenlerinin neden anlaşamadıkları daha iyi kavranacaktır.

Günümüzde Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın haritasını değiştirenlerin hangi güçler oldukları bilindiğinde, nüfusu az, gücü sınırlı halkların, bağımsızlık savaşlarının, ancak bir dünya gücünün desteği ile kazanıldığı, bu destek için bağımsızlığı düşleyen halkın potansiyelinin birincil derecede önemli olduğu içselleştirilebildiğinde, Direnç formülünün sonucunu eksi yapacak gelecek projeksiyonlarının neler olduğu daha iyi kavranabilecektir.

Ülkelerin diğer ülke ve nüfusları az, güçleri sınırlı halklara, kara kaş kara göz için yardım vaat etmediği, yardımda bulunmadığı içselleştirildiğinde, günümüzde Ortadoğu’yu kana bulayan ülkenin, üzerinden 150 yıl geçtikten sonra, Çerkes soykırım ve sürgününü önemsermiş gibi yapmasının gerçek nedenlerine ulaşılabilecektir.

Ayrıca, değerlendirmelerde, ilkel dönemlerin duygu zeminli düşünce yapısı değil, çağdaş kriterler temel alınmadığında, sağlıklı sonuçlara ulaşılamayacağı, sonucun hep hüsran olacağı hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.

Örneğin, politikanın karşılıklı çıkar ilişkisi olduğu artık bilinmelidir. Tüm halklar bunu böyle algılar, çıkarları gerektiriyorsa, dünkü düşmanlar bugün dost olurken, duygusal zeminde, sevmek-sevmemek zemininde, politika üretme çabasına girilmesinin çağ dışılık olduğu, ancak ilkel kafa yapısı yaklaşımı olduğu, kavranmalıdır.

Aynı ailede büyüyenlerin bile, dünyayı algılayışları, siyasetleri farklı olabilirken, halkları savaştıranların da dost kılanların da erki elinde bulunduranlar olduğu genel kabul görürken, politik söylemlerin, Çerkesler, Ruslar, Türkler toptancı yaklaşım zemininde geliştirilmesinin ne denli ilkellik olduğunun, bilincinde olunmalıdır.

Diasporanın “hariçten gazel okuyucularının” anadilde eğitim veren okullarını kapatan, dönem, dönem dilinin konuşulmasını bile yasaklayan, Türk Bağımsızlık savaşındaki yararlıklarını göz ardı edip Çerkes sözcüğünün önüne “hain” sözcüğünü yerleştiren TC.’nin, dirlik ve düzeni için her gün dua ederken –tüm içtenliğimle ben de dua ediyorum- anavatan kesiminin benzer davranışlarını “maskaralık”, “yalakalık”, “hainlik” olarak değerlendirmesinin de empati yapma özürlüsü, ilkel düşünce yapısının ürünü olduğu anlaşılmalıdır.

Özetle günümüz iyi tahlil edilerek ancak, geçmişin daha iyi değerlendirebileceği, geleceğe ilişkin daha isabetli kararlar alınabileceği ve Direncin mümkün olan en üst seviyelere çıkartabileceği kavranmalıdır.

Dahası, anavatan kesiminin izlemedikleri sitelerde, anlamakları dilde yapılan “güya eleştirilerin” eleştiri değil dedikodu olduğu artık kabul edilmeli ve eleştirilenlere çağdaş yöntemlerden yararlanılarak ulaşılmalıdır.

Çünkü, halk olarak varlığımızı sürdürme direncimizi en üst seviyeye çıkartma çabalarında anavatan-diaspora bütünleşmesinin önemi, olmazsa olmaz derecesinde büyüktür.

Halkımızın sorumluluğunu duyan her bir bireyi de; Direnç= mazi x (hal+istikbal) formülünün her çarpanının bir diğeri kadar önemli olduğunun bilincinde olmalıdır.

1) Kafkasya Trajedisi Kafkas Vakfı Yayınları