450. YIL ve RAHATSIZLIKLAR

04.09.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
450. yıl etkinlikleri, kutlamaları diasporanın bir kesimini çok rahatsız etmişe benziyor. Kimileri Anavatan yönetimlerinin yanlış buldukları yaklaşımını eleştiriyor, kimileri de eleştirilerde kantarın topuzunu kaçırıyor…

Ben 450. yıl kutlamalarına ilişkin yazılanların çoğunun, olayları tek yönlü değerlendirme yaklaşımının, tipik örnekleri olduğunu düşünüyorum. Bilindiği gibi, olaylara böyle yaklaşanlar için renk, siyahtır ya da beyaz. Ara renkler yoktur. Olay, çok kötüdür ya da iyi. Söylenenler, bilinenlerden çok, söylenmeyenleri tartışırlar. Yargıları us değil daha çok duygu zeminlidir. Eleştiride kantarın topuzunu hep kaçırırlar. Kendi gözlerindeki koca merteği görmez, başkasının gözündeki çöpü görürler… gibi.

Çekilmekte olan kılıçların şakırtısını, hemen başına geçilen klavyelerin tıkırtılarını duyar gibiyim. Ama yine de, görüşlerime katılmayacakların da, görüşlerimi dile getirme hakkını savunacak kadar demokrat oldukları iyimserliğimle, konuyu bir başka bakış açısı ile irdelemeye çalışayım.

Ama daha önce, bir tespitimin altını çizeyim:

“Adigelerin kendi istekleri ile Rusya’ya katıldıkları ve bunun anısına yapılacak 450. yıl kutlamalarına karşı çıkanların değil ama bunu, soykırım ve sürgünü tarih sayfalarından kazıyacağı, dönüş hakkını yok sayacağı, özetle “sonun” başlangıcı gibi görenlerin kafalarında “soykırım ve sürgün”e ilişkin, soru işaretleri olduğunu, bu gerçekleri yeterince içselleştiremediklerini düşünüyorum. Evet, Adigelere soykırım uygulandığına, Adigelerin sürüldüğüne güçlü bir inançları olsaydı bu arkadaşlarımız, olayı bu kadar ciddiye almaz, olayı trajedi saymazlardı. Açıktır ki, ne imzalanan kararname, ne görkemli kutlamalar, ne de, hiç ama hiçbir güç, soykırım ve sürgün gerçeğini ortadan kaldıramaz. Acısı henüz çok taze büyük Üstadımız da bu olayı, trajedi olarak görmüyordu ki Moskova’da gerçekleştirilecek devlet kutlamalarının senaryosunu yazıyordu. Necdet Hatam için atış serbest olsa da, Khuyekhue Nalbıy’ın halkını sevmediğini, halkı için üretmediğini, halkının geleceğine güvenmediğini kim söyleyebilir? Nalbıy gibi halkının dirlik- düzeni, geleceği için çabalamış kaç kişi bulunabilir. Nalbıy’in, Kutlamaların senaryo yazarlığını üstlenmesinin nedeninin, halkını yadsımak olduğunu kim ileri sürebilir?

Bence neden, ozanımızın, halkına, halkının geleceğine olan güveniydi. Bakın Üstat, halkına olan bu güveni, gelecek kuşaklardan beklentilerini “Khuışhe Yabgh” adlı uzun öyküsünün ilk sayfalarında nasıl dile getirmişti:

(…) Şimdi güneş Mezağue’nin kalbinde batıyor, batıyor hiç doğmamacasına. Kendisi verdi bu kararı. İki yüz yıl yaşadı, bir hastalığı yok, göğü kendisinden bıkmış değil, toprağı da kendisini yormadı. Ancak güneşini geri alıyor, ağaçlarını akarsularını da alıyor. Onlarla birlikte söndüğünde, sesin her maddede soğurulduğu gibi, ürettiği ile uğrunda çabaladığı şey; küçük bir soluk gibi birbirine karıştığında; izleyen kuşaklar tırnak aralarındaki toz tanelerini alsın, onunla yeniden ovalar oluştursun; bir gün koca bir nehre dönüşeceğe, alın terinin damlasını kaynak yapsın; kirpiklerini eksin ormanlar yetiştirsin; acı dolu ıhlamalar, temiz havaya dönüşünceye kadar beklesin; yürek ağrısını, boş imrenmeyi söze dönüştürsün…

Yeni kuşaklar, hayallerin gerçek olamayacağının bilincinde olurlarsa eğer, kendi gerçeklerini güzel hayaller izler. Göğüs kafeslerinde çarpacak boş yürekleri, hep kulak olsun; ve kurbağa vaklamasını, vahşi hayvan kükremelerini, çocuk harıltısını, çatı çatırtısını, çıplak çölü, bataklıkta kuruyan sazlığı şarkıya dönüştürsün”


Şimdi sorarım size halkına, halkının gelecek kuşaklarına büyük ozanımız gibi güvenen biri, 450. yıl kutlamalarını “sonun başlangıcı” olarak değerlendirebilir mi? Böyle değerlendirenlerin halkımıza, geleceğimize, yeterince güvendiklerine inanılabilir mi? Yoksa tüm bunlar, “Yol bitti, yolu biz değil “ruhlarını satmışlar” “yalakalar” “maskaralar” “hainler” bitirdi. Bizler yol bitmesin diye kahramanca çaba gösterdik. Olayı kutlama kararı alanların, izlemedikleri sitelerde, anlamadıkları dilde yazdığımız yazılarla kahramanca direndik, ancak elimizden bir şey gelmedi. 450. yıl kararnamesi ve kutlamaları ile geleceğimiz karartıldığına ve bunda bizlerin bir suçu olmadığına göre, huzur içinde kalırız diasporada. Ayrıca gelecek yoksa eğer, diasporada var olma çabasına da gerek yok” diyebilmek için mi? Yada bu yaklaşım, sıkça dile getirdiğim, ruhun savunma mekanizmalarından biri olan, “akla uydurma”nın bir sonucu mu?

Bilindiği gibi bu kararname, Adigey, Kabartay-Balkar ve Karaçay-Çerkes yönetimlerinin başvurusu üzerine imzalandı. Benzer kararnameyi Kumuklar ve Başkırlar da imzalattı. Ne diasporalarında ne de anavatanlarında kutlamaları maskaralık diye adlandıran, kutlayanları yalakalık, hainlikle suçlayan olmadı. Ben, günümüzde imzalanan, “450 yıl önce Adigelerin kendi istekleri ile Rusya’ya katıldıkları”nın dile getirildiği bir kararnamenin, soykırımı soykırım olmaktan, sürgünü sürgün olmaktan nasıl çıkarabileceğini anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Hele bunun, “Ermeni soykırımı”nın gündemde olduğu TC. insanlarınca böyle algılanmasına hiçbir anlam veremiyorum. 1915 öncesi, Ermenilerin Osmanlı teb’ası olmasının, Ermenilerin “soykırım” iddiasını engellemediğini görenlerin, bu kararnamenin soykırım ve sürgünü tarihten kazıyabileceğini sanmalarına şaşıp kalıyorum.

Evet, hep yaşadık yaşıyoruz. Zaman, zaman kimi ülkelerde, yasa gücünde kararnameler çıkartıldığı olur. Ama hiçbir ülkede, hiçbir zaman eğer kişiler lehine değilse kararname, yasa “makabline şamil-öncesini de kapsar” olamaz. Ülkenin yetkili organlarınca kabul edilse bile uygulama hukuki olamaz. Hele daha önceki gerçekleri, tarihi, anlaşmaları yok sayamaz. Bu durumda, içinde böylesi maddeleri barındırmayan kararnamenin, tarihi tersyüz edebileceğinin düşünülmesi gerçekçi olur mu?

Gelelim kendi değerlendirmemize;

Bilindiği gibi 1557 yılında tüm Adigeler olarak bir devletimiz ve hukuki temsilcimiz yoktu. Dolayısı ile bu olayı Gürcü krallığının Rusya’ya katılışı gibi değerlendirmek elbette ki gerçekçi değil. Ayrıca tarafların yaptığı antlaşma, askeri-politik birliktelik antlaşmasıdır.

Antlaşmanın çok uzun sürmediği –tarihte ezelden gelen, ebede kadar sürecek antlaşma olmasa gerek- dönemin dünya güçlerinin Kafkasya’yı savaş arenasına çevirdiği, Çarlık Rusya’sının Kuzey-Batı Kafkasya’yı hem de Adigelerden arındırılmış olarak topraklarına katma kararlılığı, aynı dönemde Osmanlının bu coğrafyadaki insana olan ihtiyacı, aralarındaki göç anlaşmaları bilinen gerçekler…

Tüm bunlara karşın neden kutlama:

Adını hemen anımsayamadığım bir düşünür, halkların, tarihlerini, kurguladıkları, tasarladıkları, düşledikleri geleceklerine göre yazdıklarını söyler. Gerçekten, hangi ülkedeki tarihin politikadan, düşlenen düzenden, ülkenin tasarlanan geleceğinden bağımsız yazıldığı söylenebilir. Ayrıca, tüm taraflarca gerçek kabul edilen yazılmış tarih olduğu söylenebilir mi?

İşte kararname de Adigelerin anavatan kesiminin gelecek tasarımı ile ilintili. Anavatan Adige'si geleceğini, Rusya Federasyonu ile birlikte düşünüyor. Rusya Federasyonu’nun katkıları ile dilini nasıl geliştirebileceğinin, Adigey'i, Adige yapan kültürü gelecek kuşaklara nasıl aktarabileceğinin, dili ile kültürü ile varlığını nasıl sürdürebileceğinin planlarını yapıyor.

Düşlediği yaşam için diasporanın ne kadar önemli olduğunun da , ancak bu önemin diaspora tarafından yeterince anlaşılmadığının da uzak olmayan bir gelecekte anlaşılacağının da bilincinde. Yani kutlamaların özü; geleceği birlikte kurguladığı ülke ile birlikteliğinin, çok eskilerde başladığının biraz aşırıya kaçan gösterisi…

Peki Anavatan’da olayı kabullenemeyenler, itiraz edenler yok mu?. Olmaz olur mu. Elbette ki var. Olmalı mı, elbette ki olmalı. Yaşadığı ülkedir, vatandaşı olduğu ülkedir, alınan kararlardan bire-bir etkilenecek kişidir. Sadece bu olay ile ilgili değil her olayda görüş belirtme, yazısını yazma, toplantılar yapma, özetle demokratik tepkisini gösterme hakları da var. Peki bu söylediklerimiz çerçevesinde ciddi bir muhalefet, sözü edilir bir demokratik tepki gözleniyor mu? Hayır. Tepkisizliğin yönetim korkusundan olduğu söylenebilir. Ancak demokratik tepki için bile kimi bedellerin ödenmesi gerektiğini, kimi acıların göze alınması gerektiğini sanırım Türk insanı da iyi biliyordur. Hem tepki gösteren, tepkilerini internet ortamına taşıyanlara da en azından şimdilik bir bedel ödetilmediğini de biliyoruz. Peki, belirgin bir tepki olmadığına göre, “demek ki anavatan Adigesi olayı, küçük yada büyük bir bedel ödemeyi göze alıp, tepki gösterilecek kadar trajik bulmuyor; kararnameye “sonun başlangıcı” anlamı yüklemiyor, diyemez miyiz?

Kutlamaları maskaralık, kutlayanları yalaka vatan haini olarak ilan eden “onur düşkünlerine”, bu olaydan onurlarının zedelendiğini düşünenlere gelince; Böyle düşünenlerin, onur kırıcı bir şey bulmak için anavatana uzanmalarına şaştığımı söylemeliyim. Bu “onur düşkünlerinin”
- Türkiye’de hala kimliklerinin tanınmayışını,
- Çerkes sözcüğü önündeki Hain sıfatının bir türlü kaldırılmayışını,
- 5-6 milyon olduğu söylenen Türkiye Çerkeslerinin anadilde eğitim veren bir okulları olmayışını,
- Daha yakınlarda verilen, izlenip izlenmediği kuşkulu, haftada yarım saatlik Tv. yayınını,
- Derneklerdeki üye sayısı toplamının var olduğu söylenen nüfusa göre devde kulak bile olmadığını,
- Anadolu’daki söylencelerimizin, anavatandan gelen bilim insanlarınca derlenmesini, anavatanda kitaplaştırılmasını,
- Anavatanda yayımlanan yapıtlarla, anavatanda bestelenen müziklerle beslenmek durumunda kalışını.
- Dinlence için anavatanı düşünenlerin, dinlence için para harcayabilenlere göre az çok az oluşunu,
- Anavatan savunmasında şehit düşenlerin çocuklarına yıllık 120 dolar eğitim katkısının sağlanamayışını,
- Abhazya’da devlet kurumu olan ve çalışan her Abhazya’da her çalışanın maaşının %2'sinin kesildiği dönüş vakfına “anavatanı için ölmeye hazır olanların” bile katkıda bulunmayışını,
- Ulusal haklarını savunduğu için asılmış, sürülmüş, hapislerde çürütülmüş bir tek ulus severinin bile olmayışını,
(Liste daha çok uzatılabilir)

Özetle, kendilerinin yapmamaları gerektiği halde yaptıkları, yapmaları gerektiği halde yapmadıkları şeyleri onur kırıcı saymamaları samimiyetle bağdaşır mı? Samimi olmayanların görüşleri önemsenir mi? Anavatan önemsiyor mu? Önemser mi?...

Halkını gerçekten sevenler, halkına, halkının geleceğine güvenenler Sevgili Nalbıy’ın sözleri ile; tırnak aralarındaki toz tanelerini alıp, onunla yeniden ovalar oluşturuyorlar; bir gün koca bir nehre dönüşeceğe, alın terinin damlasını kaynak yapıyorlar; kirpiklerini ekip ormanlar yetiştiriyorlar; acı dolu ıhlamalar, temiz havaya dönüşünceye kadar bekleyecekler; yürek ağrısını, boş imrenmeyi söze dönüştürüyorlar…

Hayallerin gerçek olamayacağının ama kendi gerçeklerini güzel hayallerin izleyeceğinin bilincindeler. Göğüs kafeslerinde çarpan boş yüreklerini, diasporaya açık kulak yaptılar; ve kurbağa vraklamasını, vahşi hayvan kükremelerini, çocuk hırıltısını, çatı çatırtısını, çıplak çölü, bataklıkta kuruyan sazlığı şarkıya dönüştürüyorlar.


Eğer halkımızı seviyorsanız, bence siz de böyle yapın. Bırakın Anavatan insanının kahramanlıkları ile övünmeyi, “maskaralıklarından” ötürü utanmayı.. Kendinize dönün, kendiniz olun, kendi başarılarınızla övünün. Onurunuz kırılacaksa kendi ayıplarınız için kırılsın. İnanı bunları yaptığınızda Anavatan ile Diaspora daha barışık olacak, anavatana katkınız daha büyük olacak, anavatan sizinle daha mutlu olacak, anavatan sizsiz ne kadar eksik olduğunun daha bir bilincinde olacak… ve

Anavatan sizlerle kendini tamamlamaya daha güvenle, daha hızlı, daha sağlam adımlarla yürüyecek… yürüyecek… inanın daha sağlam adımlarla yürüyecek…