ÇİFTE STANDART DEĞİL Mİ?

18.08.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Kafkas Vakfı 21 Mayıs 2005 yılında düzenlemiş olduğu “Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi.” konferans sunumlarını kitaplaştırdı. Kitap henüz elime geçti. Değerli bir çalışma. Kafkas Vakfı’nı ve katkıda bulunanları kutlarım.

Kitaptaki sunumların biri de Adigey Cumhuriyeti Ulusal Müze Müdürü Sayın Abreg Almir’in. Sayın Abreg sadece Adigey’de değil tüm Kafkasya dünyasında tanıyanı çok olan, ulusal konulara ne denli duyarlı olduğu bilinen bir aydın. Özellikle Adigey Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında gösterdiği performans o günleri yaşayanlarca unutulacak gibi değil. Almir Türkiye’de daha çok, yönetimlere muhalif yüzü ile tanınır. Sanırım konferansa çağrılmasındaki temel etmen de Sayın Abreg’in bu yönü olmuştur.

Sayın Abreg’in sunumunda katıldığım bölümler olduğu gibi katılmadığım bölümler de var elbet. Ama amacım yazıyı bu yönü ile irdelemek değil. Anavatan sorunlarını diaspora sanal ortamında tartışılmasına ilke olarak karşı olduğumu artık biliyorsunuzdur. Amacım yazının ilginç bulduğum ve ilginç bulacağınızı düşündüğüm kimi bölümlerini konferansa katılmayanlara, kitabı göremeyenlere ulaştırmak, yazıda sözü edilen konuların, özellikle Adige (Çerkes) dernekleri konusunun üzerinde düşünülmesini sağlamak.

“Dr. ALMİR ABREG

- Kuzey Kafkasya, yüzyıllar boyunca uluslar arası ilişkiler sisteminde büyük rol oynamıştır. Kafkasya, XIX. yy.da dünyanın güçlü devletlerinin bu bölgedeki hedefleri haline geldiğinde, Kafkasya sorunu çok önemli bir anlam kazanmıştır. Tarihçiler bunun temelinde, her şeyden önce, Rusya ile Türkiye arasındaki ihtilafların yattığını kabul etmektedir. Devletlerin Kuzey-Batı Kafkasya’ya olan ilgileri, onların askeri, stratejik, jeopolitik ve ekonomik çıkarlarından kaynaklanmaktaydı.



Adigelerin özgürlük ve bağımsızlıkları için verdikleri savaş Avrupa’da büyük bir yandaş bulmuştur. Çerkes Savaşı’na (Kafkas Savaşı XIX.yy.da Avrupa’da bu şekilde adlandırılıyordu) olan ilgi, Kafkas dağlılarının Rusya’ya gösterdikleri mukavemetin Avrupa ülkelerindeki güçler dengesi üzerine büyük etkide bulunması sebebiyle ortaya çıkmıştır.



Polonya’dan, Macaristan’dan, İngiltere’den gönüllüler Çerkesya’ya gelmişler ve bu kişiler Avrupa’daki demokrasinin gelişmesinin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselmesinin pek çok anlamda Polonya ve Kafkas’larda özellikle de Çerkesya’da meydana gelen olaylara bağlı olduğunu açık bir şekilde görmüşlerdir.

Tüm bunlar, Çerkesya’nın kesinlikle bağımsız bir ülke ve uluslar arası ilişkilerin bir öznesi ve Rusya’yla karşılıklı ilişkilerde savaşan taraflardan biri olduğunu göstermektedir.



Çerkeslerin yenilmesi trajedisini, başka bir trajedi olan yığınsal bir şekilde Osmanlı imparatorluğu topraklarına zorla gönderilmeleri izler. Rus-Kafkas savaşına katılmış Avrupalıların (T. Lapinskiy, J. Bell, E. Spenser) bildirdikleriyle temel olarak çakışan Rus istihbaratının (Novitskiy) resmi verilerine göre, Adige (Çerkes) halkı o dönemde 1 milyondan daha fazladır.

Rus subayı Novitsky’in Rus Genel Kurmayı için hazırladığı Kafkasya’nın coğrafik ve İstatistik Durumu” adlı raporunda Adigelerin (Çerkeslerin) 1 milyon 82 bin kişi oldukları sonucuna varılmaktadır. Akademiyse A. Berge’nin verilerine göre Türkiye’ye zorla sürülen Adigelerin sayısı 493 bindir. Eğer anavatanlarında kalan Adigelerin sayısının 80 binden fazla olmadığı göz önünde bulundurulursa, askeri harekatlar ve Adige halkının yaşam kaynaklarının yok edilmesi sonucunu doğuran Rus birliklerinin ölümcül saldırıları neticesinde 500 binden fazla insanın öldüğü öngörülebilir.



Bununla birlikte, Rusya’da Şamil’in adı bilge bir kişi ve Kuzey Kafkasya’nın müstesna bir lideri olarak tanınırken: Adige (Çerkeslerin) liderlerinin isimlerinin suskunlukla geçirilmesi ve Kuzey-Batı Kafkasya’daki savaşın ise “bilinmeyen bir savaş” haline gelmesi görmezlikten gelinemez. Bu kolayca açıklanabilir.

Şamil, Rus Çarı'nın saygın bir esiri ve Kuzey-Doğu Kafkasya’ya boyun eğdiren Knyaz Baryatinskiy’in dostu olmuştur. İmam Kaluga’ya gönderilmiş, geçimini sağlaması için kendisine hatırı sayılır bir miktar para verilmiş, kendisi için küçük bir cami inşa ettirilmiştir. Şamil başkente götürülmüş, orada kışlık saraya konuk olmuş ve dinleyenleri hayran bırakan “Çarın sarayında ''size Cennet lazım değil, çünkü siz onu burada, dünyada kurmuşsunuz” sözlerini söylemiştir. Ancak imamın en üstün yararlılığı 1864 yılında dostu Knyaz Baryatinsky’e bir telgraf göndererek Batı Kafkasya’yı egemenlik altına almasından dolayı kendisini kutlaması olmuştur!

Bu konunun aydınlatılması görevini, gelecekteki tarihçilere bırakalım ve kendimiz için de, günümüzde her yerde hazır ve amade olan gazetecilerimizin Çeçenistan’ı ve Dağıstan’ı yıkıntılar içinde bırakıp teslim olan Şamil’i överek son istiratgahına kavuştuğu Mekke’ye kadar olan yolculuğunu saygıyla araştırdıklarını belirtelim.



Türkiye’de, bu ad altında ne olduğuna bakılmaksızın sadece adında “Kafkasya veya Kafkas” geçen türlü vakıf, kültür derneği ve organizasyon göze çarpmaktadır. “Adige” ya da en azından “Çerkes” adını taşıyan herhangi bir hayır kuruluşunu veya vakfı aramak boşunadır. Aslında bu durum Türkiye yasaları ile çelişmemektedir. Bu ülkede Abhaz-Abazin, Çeçen, Asetin, Dağıstan toplulukları bulunmaktadır. Bu topluluklar kendi aidiyetlerinin korunmasına yönelik özel sorunların çözümüne yönelmişlerdir ve Rusya’da Kuzey Kafkasya’da, Abhazya’da, Çeçenistan’da, Kuzey ve Güney Osetya’da meydana gelen olaylara duyarlı biçimde tepkide bulunmaktadırlar. Bunun yanı sıra bu insanlar yine etnik meselelerini çözmeye çalıştıkları genel Kafkas vakıflarında, derneklerinde yer almaktadırlar.

Eğer bu ülkede Adige (Çerkes) dernekleri ortaya çıkarsa ne olur?

Bu sorunun cevabı zor değil. Türkiye’deki malum “Kafkas” diasporası bir kısım verilere göre üç ila beş milyon kişiden oluşmaktadır ve bu sayının % 80’inden fazlası etnik Adigelerdir. Eğer bu “Kafkas” örtüsü aralanacak olursa altından, tümüyle somut bir halk olan ve er ya da geç Türkiye tarafından ulusal azınlıklardan biri olarak ve bundan doğan bütün yükümlülükleriyle birlikte resmi bir şekilde kabul edilmesi gereken çok büyük Adige etnik kitlesi çıkacaktır.

Bu durumda Adigeler (Çerkesler) Türkiye ve Rusya’nın önüne üç milyonluk bir halk olarak çıkacaklar sorunlarının çözümünü her iki ülkenin gündemine taşıyabileceklerdir. Ve artık adı “Kafkaslı” olan amorf bir insan kitlesi değil Türkiye’ye gelişi ile ilgili somut tarihini bilen ve belirli tarihi olaylar nedeniyle terk etmek zorunda kaldıkları Batı Kafkasya’daki somut etnik topraklarının varlığıyla ilgili net tahayyülleri olan bir halk olacaktır. Türkiye!deki, Orta Doğu’nun diğer ülkelerindeki, ABD’deki ve Avrupa’daki Adigeler (Çerkesler) sadece “Kafkaslı” prangalarını atarak ulusal çıkarlarını kavrayabilirler ve XIX.yy.daki Çerkes sorununun nihayet çözümleneceği ümidi doğabilir.

Diğer taraftan, Adige diasporasının kendisini sadece “Kafkaslı” olarak değil de tanımlanmış bir halk olarak algılaması, yurtdışındaki Adigelerin konumunu, uzun zamandır kendi cumhuriyetlerinde, kendi bağımsız yaşamlarını sürdüren ve problemlerini birbirinden bağımsız şekilde çözümleyen Rusya ve Kuzey Kafkasya’da yaşayan halkların konumuna uygun hale getirecektir.”

Bilmiyorum siz yukarıdaki bölümlerin içerdiği düşünceleri için sayın Abreg’i eleştiren bir konuşmaya, yazıya rastladınız mı? Ben rastlamadım. Hele karşı çıkışların görüşü eleştirmeyi bir yana bırakıp sayın Abreg’i, daha önce benzer görüşleri dile getirenlerin suçlandığı gibi, “mikro milliyetçilik''le, “Rus yanlısı” olmakla, “Kafkas halklarını -aslında olmayan- birliğini parçalamayı amaçlamak”la suçlamış olabileceklerini hiç sanmıyorum…

Peki bu tutum bir çifte standart örneği değil mi?

Ne dersiniz?