FORUM SAYFALARI VE... -2

01.07.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Tanımsız, takma adlı katılımcı 29 Haziran'da forumlarımızda şöyle diyor:

''Sayın Hatam'ın yazdıkları üzerine çok düşündüm. Evet ben dilimi bilmiyorum. Hatta meşhur Adige mantığından, mentalitesinden hiç haberim yok. Belki en acısı bu benim için. Çok düşündüm. Bana ne verdiniz ki ne istiyorsunuz Sayın Hatam. Siz ve sizin nesliniz benim benden sonrakilerin faydalanacağı ne yaptınız da ne istiyorsunuz?

Dil öğrenmek istedim. Beginner seviyesinden başlayan bir tek kitap var mı sayın Hatam? Dil kursuna gittim burada yasal olarak sadece okuma yazma kursu yapıyoruz dediler. Büyüklerime gittim ilk yanlış telaffuzuma güldüler. CC'de dil öğrenelim dediler, kimin ne yazdığını hangi alfabeyi yazdığın anlayamadım gitti. Döneyim vatanıma dedim önce Rusça öğrenmen lazım dediler.

Soruyorum bütün kurumlarımıza; benim ve benim gibiler için ne yaptınız? Bize ne mirası bıraktınız da literatür takibi etmekten dem vuruyorsunuz.

Sayın Hatam sizin Adigece yazdıklarınızı kaç kişi anlıyor da eleştiri getiriyorsunuz? Türkiyeli Çerkes çemberi diye eleştiri yapmak kolay. Bana hangi Çerkes kurumunu bıraktınız da eleştiriyorsunuz? Beni Türkiyeli çemberine sıkışmaktan başka şansım mı yolum mu vardı? 6 yaşımdan beri beni eğiten yoğuran kültür belli değil mi? Benim seçme şansım var mıydı?

Kitap diyorsunuz, eser diyorsunuz. Hiç bir bilimselliği olmayan araştırma tekniklerine eğitim felsefesi ile alakası olmayan bir kaç kitap dışında ne miras bıraktınız bize?

Sayın Hatam siz bile bana Türkçe eleştiri getiriyorsunuz. Bu benim suçum mu?

Size yapılan eleştirileri düşünüyorum da; kendinizi kurtarmış olmak -ki, o da belli değildir- bizim gibileri miğfer giydirmek hakkı mı veriyor?

Artık kimse kusura bakmasın. En az sizler kadar Çerkes'im. Kimsenin miğferli özellikli bakışına da bakmaya ihtiyacım yok artık.

Benim vatanım Türkiye, diasporam Kafkasya'dır. Dönüşçüyüm diyenlerden tek farkım sadece düşünceleri açıkça söylemem, birilerinin hoşuna gitsin diye ikiyüzlülük yapmamamdır.''

Sevgili Tanımsız,
 

Eleştirinize “Sayın Hatam’ın yazdıkları üzerinde çok düşündüm…” diye başlamışsınız. İzninizle bu görüşünüzü paylaşmayacağım. Hatam’ın yazdıkları üzerinde çok değil azıcık düşünmüş olsaydınız, “Aslında tüm bu yanlış davranışların nedeninin, arkadaşlarımızın bir türlü kıramadıkları, kafalarındaki Türkiyeli Çerkes Çemberi, daha da ötesi Türkiyeli Çerkes Miğferi olduğunu düşünüyorum.” cümlesi ile eleştirilenlerin siz ve sizi destekleyenler olmadığını anlardınız. Yada  eleştirdiğiniz yazım “Kafalarında bu miğferi taşıyanların özellikleri mi? İzninizle, bir sonraki yazıya…”  diye sonlandığına göre biraz daha sabır gösterir, Türkiyeli Çerkes Miğferi giyenleri nasıl tanımlayacağımı bekler bu tanımın içine sizi ve sizin gibileri alıp almadığımı anlardınız. Bu denli üzülmenize, öfkelenmenize de gerek kalmayabilirdi.

 

Buna karşın yazımı okuduğunuz, olayın tartışılmasını sağladığınız, görüşlerimi daha ayrıntılı yazmama gerekçe hazırladığınız için teşekkür ederim.

 

Değerli arkadaşlar,

Yazılarımda sık geçen, “hariçten gazel okuyanlar”, “sürgünümsüler”, “gıyabi milliyetçiler”, “Kafalarında kıramadıkları Türkiyeli Çerkes Çemberi bulunanlar”, “Kafalarına Türkiyeli Çerkes Miğferi giymiş olanlar” tanımlamalarımı hiçbir yazımda, tüm diaspora, tüm Türkiyeli Çerkesler karşılığı kullanmadım. Kırk yıldır özü, çizgisi hiç değişmeyen yazılarım, yazılarımla uyumlu yaşamım, yukarıdaki cümlenin savunma amaçlı olmadığının kanıtı olabilir diye düşünüyorum.

 

Yazılarımın çok açık olmasına karşın beni eleştirilerin eleştirilerini, söylemediklerim yazmadıklarım üzerine kurgulamalarının nedeni, “yazılarımın, ne demek istediğimi anlamaya çalışan bir anlayışla değil de pusuya yatmış, eleştirilecek sözcük, cümle arayan bir anlayışla okunması, daha doğrusu okunur gibi yapılması mı acaba” diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Öyle olmasa, Adıghe ve Abazalar için diasporalarının ne kadar önemli olduğunu vurguladığım, yıllardır örgütlerinin kendi adını taşıması gerektiğini savunduğum,  yazılarımı okumamış olsanız da üzerinde çok düşündüğünüzü söylediğiniz yazımdan diasporayı hele gençleri küçümsediğim sonucunu nasıl çıkartabildiğinizi anlayamıyorum. Hele eleştirdiğiniz yazımı okumadığı halde sizi haklı bulan arkadaşımıza ne demeli bilmem ki…

 

Hele benim gibi en az kırk yıldır “Tek Yol Anavatana Dönüştür” diyen birinin, diasporada anadilin öğrenilebilecekken öğrenilmediğini savunabileceği, öğrenmeyenleri küçümseyebileceği düşünülebilir mi? Diasporada anadilin yaşatılabileceğini, kültürün korunup geliştirilebileceğini ileri sürmem, 17 haziran  1990 tarihli Nokta Dergisinde rahmetli Yasin Çelikkıran tarafından çok yalın bir şekilde dile getirilen ve Dönüşü zorunlu kılan en önemli gerekçemizi yok saymam anlamına gelmez mi?

 

“Günün birinde, hadi bakalım her şey serbest, geliştirin bakalım kültürünüzü deseler bile artık çok geç. Türkiye'nin her yerine dağıtmışlar bizi çünkü. Ondan sonra da evlenerek falan biz dağılmışız. En büyük kent İstanbul'da bile yapabileceklerimiz sınırlı. Diyelim Kadıköy'deki 30 Çerkes öğrenci için bir okul, Beşiktaş'taki 20 öğrenci için başka bir okul kuramayız. Diyelim Taksim'de kuracağımız merkezi okula da Bostancı'daki çocuk gelmez. Yani, ulusal kimliğimiz tescil edilse bile, burada yapacak fazla şey kalmadı." Necdet Hatam Dönüş adına böylesi bir yanlışa düşer mi?

 

Dahası, diasporada dilin kültürün yaşatılamayacak oluşunun, Dönüş’ü zorunlu kılan en temel gerekçelerden biri olduğunu bir an için görmezden gelsek bile kendi çocuklarına dili öğretemeyen Hatam, diaspora insanını salt dil bilmedikleri için küçümser kendini gülünç duruma düşürür mü? Hele dili çok önemser gibi yapanlara getirdiğiniz eleştirileri daha 1975 yılında Yamçı dergisi birinci sayısında yayımlayan Hatam bunu yapar mı?:

 

“Biz Bize… Son yıllarda Çerkes kalmayı, geleceğimizi konu alan tartışmalara katılmayanımız, tanık olmayanımız yok gibi. Ancak bu tartışmalar ulusun sorumluluğunu yüklenmiş, bu sorumluluğun bilincinde olan Çerkes’in nitelikleri, davranışları konusuna dökülür çoğu zaman.

 

Bu dönemde “dil” deriz kimimiz en önemli olan. Geleneklerimizin küçümsendiğinden yakınanlarımız onlara gerekli önemin verilmesi gerektiği görüşünü savunanlarımız yanında bu savda olanları “çağdışı” sayanlarımız çıkar. Halk oyunlarımız  konusu da öyle. Tüm zamanını ona ayıranlarımız yanında, onu yok sayma eğiliminde olanlarımızın da konuşmalarını izleriz. Ve uzayıp gider tartışma, gecenin çok ileri saatlerine kadar daldan dala atlayarak. Sonra bırakırız tartışmayı orada ve dağılırız ele tutulur bir sonuca ulaşamadan.

 

Gerçekte söylenenlerin tümü, özellikle konuşmacılarımızın nitelikleriyle savları arasındaki uyum, üzerinde durulmağa değer. Hele bu uyum bir çaba sonucu kazanılmış olsaydı alkışlanması da gerekirdi.

 

Öyle ya dilin en ateşli savunucuları, rastlantı sonucu Çerkesce'nin henüz unutulmadığı bir köyümüzde büyümüş, anadilimizi doğal olarak, özel bir çaba harcamaksızın öğrenmiş olanlarımızdır çoğun. Gelenek savunucularımız, eksik de olsa, az-çok değişmiş de olsa geleneklerimizin uygulandığı köylerimizde doğmuş, büyümüşlerdir. Bunları “çağdışı” sayanlarımızın ise, gelenekleri uygulamak için kimi alışkanlıklarını bırakmak, yeni alışkanlıklar edinmek zorunda kalacak olanlarımız arasından çıktığını gözlemek bizi şaşırtmamalı.

 

Süregelen tartışmaların uzun sayılabilecek bir geçmişi olmasına karşın, henüz ortak özelliklerin saptanamamış olması üzücüdür. Bunun nedeni, Çerkes aydınının taşıması gereken özellikleri sayar görünerek, gerçek aydının kendimiz olduğunu ileri sürme isteğidir, diyemez miyiz?

 

Bizce bunun böyle olmadığının kanıtlanmasını, konuşmacılarımızdan istememiz gerektiği döneme gelmiş bulunuyoruz. Dile önem verenlerimiz dilciliğe eğilmeli, dilimizin kaybolan değerlerini derlemeli, dili bilmeyenlere öğretme yollarını araştırmalıdırlar. Geleneğe önem verenlerimiz, bu konuda nerden nereye gelindiğini ortaya koyacak uygulamaları, bölgesel değişiklikleriyle saptayacak çalışmalarda bulunmalıdırlar. Gelenekleri yada halk oyunları önemsemeksizin de özlenen yaşama  erişilebileceğini söyleyenler, salt kimi alışkanlıklarını bırakmak, yenilerini edinmek kendilerine zor geldiği için bu görüşte olmadıklarını kanıtlamalıdırlar.

 

Bunlar ve gerekli görülecek konularda yapılacak araştırmalar, ulus sorumluluğunu üstlenmek durumunda olanların taşıması gereken nitelikleri ortaya koyacak, davranışlarımızı kurallara bağlayacaktır. Bunun, amaca yönelik çalışmalarımızda büyük yararlar getireceğine inanıyoruz, bilmem siz ne dersiniz?”   

 

Ancak Adıghece yazılarım konusundaki yaklaşımınız, sizin de başınıza Türkiyeli Çerkes Miğferi giymiş olanlardan olduğunuzu düşündürmüyor değil. Sitedeki yazılarımın çok, ama çok küçük bir yüzdesini oluşturan Adıghece yazılarım için “ne yazık ki ben okuyup anlayamıyorum. Ama sayısı yedi bine varan site okurları arasında mutlaka okuyup anlayanlar, mutlu olanlar vardır ne güzel. Anadilimizin kaybolmaya yüz tuttuğu, zaman, zaman anadilde yazılmış kitapları bulundurmanın suç sayıldığı, geniş katılımlı toplantılarda anadili ile konuşanların sorgulandığı Türkiye’de yetişen birilerinin, Anavatan dergi ve gazetelerinde yazabilmesi ne kadar büyük mutluluk. Bunlar dönüş yapanların anavatanda da çalışmalara katkıda bulunabildiklerinin umut veren, coşku uyandıran örnekleri” diye düşünüp sevineceğinize, bu eleştiriyi getirmeniz bu kuşku için yeterli olamaz mı?

 

Önceki yazılarımda da kimleri eleştirdiğim çok açık olduğu halde, ilginçtir tüm bunların bilincinde olan Sayın Hatko Schamis de hiçbir yazımda geçmemişken Türkiye için “anavatan” dediğimi yazmış, yukarıda saydığım eleştirel terimleri tüm diaspora için söylediğim imasında bulunmuş, yaşamımı adadığım dönüşü engellemeye çalıştığımı söyleyebilmişti.  Halbuki birçok yazımda benim altını çizdiğim, Kafkasya’nın Çerkesler olarak anavatanımız, ayrıca Türkiye’nin de birey olarak her birimizin vatanımız olduğudur.

 

Peki sizi çok üzen öfkelendiren soruların hemen öncesinde, eleştiri oklarımızın kime yönelik olduğunu, “Hep de merak ederim, sanalda Kuzey Kafkasya’nın sınırlarını değiştirmeye kalkanların; öldürme, ölme amaçlı örgüt kurma önerisi getirenlerin, anavatana dönüş için bağımsız olması, birleşik olmasını ön koşul olarak görenlerin;” diye belirtmiş olmama karşın, eleştirileri size yönelikmiş gibi algılamanızı nasıl yorumlayalım?

 

Özetle, sanalda Kuzey Kafkasya’nın sınırlarını değiştirmeye kalkanlardan değilseniz, ölme öldürme amaçlı örgüt kurma önerisi getirenlerden değilseniz, anavatana dönmek için bağımsız olması, birleşik olmasını ön koşul olarak görmüyorsanız,  alınmanıza, üzülmenize, öfkelenmenize de gerek yoktu.

 

Ama beni asıl üzen, sizin ve sizi destekleyenlerin bizim kuşağı, buradan çıkışla geneli  algılayışınızdaki sığlık. Değerli arkadaşlar, yedi düvele karşı kurtuluş savaşını kazanan, Türkiye Cumhuriyetini kuran Atatürk ve arkadaşları öncekilerin kendilerine hazırlamış olduğu yol haritasını mı izlediler. Peki Lenin ve partisine neler yapmaları gerektiğini hangi ağabeyleri öğretmişti onlara. Tüm bilim dünyasının parçalanamayacağında birleştikleri atomu parçalanabileceğini gösteren bilim adamına ne hazırlamıştı kendisinden öncekiler. Allah’ın elçisi İslamiyet'i geniş kitlelere kabul ettirinceye kadar. neler çekti acaba? Bunları “sizler için gerçekten iyi bir ortam hazırlayamadık, özür dileriz.” Anlamına yazdığımı sanmayın sakın. Gençlerimize “armut piş, ağzıma düş” yaklaşımını yakıştırmadığım için yazıyorum. Çoğu gencimizin sizler gibi düşünmediğini de biliyorum. Nerde olursam olayım, hep kulağımda olan, ve  bana yaşama sevinci veren, umudumu büyüten, yıllarımın boşa geçmediğini duyumsatan, bayram coşkusu yaşatan ayak seslerini, üçüncü dalganın ayak seslerini, gençlerin ayak seslerini fark etmeyen siz gibi gençlere de şaşmaktan kendimi alamıyorum.

 

Sizlere ne bıraktığımıza, nasıl bir ortam hazırladığımıza gelince;

Ayrıntılarını yazmaya kalksam inanın kitaplar almaz sevgili Tanımsız. Ancak yapılanların özünün birkaç cümle ile anlatmaya çalışayım.

 

Ulusal kültürel değerleri koruyup geliştirmenin tek yolu Anavatana Dönüştür diyen gurup;

 

-anavatandaki akrabalarına mektup yazanları, dernekten ihraç istemi ile onur kuruluna veren Kuzey Kafkasya Kültür Derneklerinin bulunduğu toplumsal yapımızı, Anavatana Dönüşe, özünde karşı olan kurumlarımızın bile, sözde karşı çıkamadıkları bir yapıya dönüştürmüştür.

“Anavatana Dönüşü” gelişimi, dönüşçülerin(!) yanlışlarının etkileyemeyeceği bağımsız bir yapı kazandırmıştır.

 

Dönüş’ü anavatan devlet yapılarının gündemine aldırmış, dönüşü örgütleyecek birimlerin kurulmasını sağlamıştır.

 

Özetle değerli arkadaşlar, siz istediğiniz eleştiriyi getirebilirsiniz ama bizler, yapılması gerekli daha çok şeyler olmasına karşın, yarım işlerimizin gençlerimizce bitirilebileceği güveni ve başarılarımızın coşkusu ile mutluyuz, huzurluyuz.

 

Ayrıca, olanakları ölçüsünde, halkı için yapabileceklerini yapmış olmanın  mutluluğu, inanın çok, çok güzel. Dileğim her birinizin bu mutluluğu, bu huzuru yaşaması…

 

Miğferliler, izninizle bir dahaki yazıya…