''BİR GÜN GELİR...''

16.06.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Hoş geldin sevgili Erhan…

Seni CC de görmek gerçekten güzel… 

Ulusal sorunumuzun çözümü konusunda seninle  aynı şeyleri söylemediğimiz dönemler de olmadı değil… Ama ben bugün olduğu gibi geçmişte de halkını seven, söylemlerinde içten olan, söylemleri doğrultusunda üreten insanlarımızı, sadece laf üretenlerden hep daha yakın buldum kendime… Onun içindir ki, farklı şeyleri söylediğimiz zamanlarda da görüşlerine saygı duydum, çabalarını önemsedim… Kimileyin çok az sözcükle o kadar çok şey anlatabildin ki… İmrenmemek mümkün değil… Örneğin “Bir gün Gelir…” başlığı altında “yamçı”da yayımlanan  şu dizelerin:

          bazen,
          öyle durumlarla karşılaşır ki insan
          susarsa,
                        yalan söylemiş olur şüphesiz
          koca bir asrı yalan söylemekle geçirdik
                                                 demek biz…

Bilmem bu dizelerin, hala yalan söylemeyi sürdürenleri; dahası, yalanı bir yana bırakıp politikalarını söylenmemişler üzerine kurgulayanları, olayları bilerek çarpıtanları, çamur atanları, “yaşadığım coğrafyada söyleyemediklerimi anavatandakiler benim adıma neden söylemiyor, benim yapmayı aklımın köşesinden geçirmediğim şeyleri, anavatandakiler neden yapmıyor, benim için neden bedel ödemiyorlar” diyenleri, ödeyeceğimiz bedellerin, sanal kahramanlıklarına malzeme olmaktan öte bir getirisi olmayacağını anlamazdan gelenleri, durmadan ajitasyon yapanları, bir nebzecik olsun uyandırabilir, düşündürebilir mi?

Pazartesi günü sevgili kardeşim Abdullah Hatam’ı kaybettim. Başta CC ailesi olmak üzere acımızı paylaşanlara ailemiz adına teşekkür ediyor, mutlulukları acılarına galebe çalan sağlıklı, uzun bir yaşam diliyorum… Dostlar birbirlerine doysun diliyorum… Vade gelip göçtüklerinde yarım kalmış işleri az olsun diliyorum…

Abdullah anavatana 1991'de dönüş yapmıştı, yani benden önce… İlk gelenlerden… Çerkeslik için canını vermeye hazır olanların (!), “sabun bile yok” diye eleştirdikleri yıllarda dönmüştü anavatana. Sayıları çok değildi. Evet Sovyetler Birliği yıkılmıştı. Geçiş döneminin tüm sancıları yaşanıyordu. Gerçekten, paranız olsa bile zorunlu ihtiyaç maddelerini satın alamıyordunuz. Buna şeker de dahildi, onsuz artık hayatın düşünülmediği televizyon alıcıları da… Bunları alabilmeniz için paranın yanında, yetkililerce dağıtılan talon (karne) de gerekiyordu… İşte o sıkıntılı dönemde dişleri, tırnakları ile anavatan toprağına kenetlenen sayıları çok olmayan gruba talonları Abdullah buluyordu…

Benim dönüşümden sonra sessizliğe gömüldü… Xabzemizin belki de en eleştirilesi yönlerinden biri… Ağabeyin olduğu yerde daha gençlerin gölgede kalışı, kendilerini gösteremeyişleri…

Zorunlu kalmadan Maykop’tan ayrılmadı… Kısa süreli ayrılıklar bile çok ağır geldi ona… Ama kader, çok genç yaşta, henüz elli üç yaşındayken Abdullah’ımızı bizden aldı. Kim bilir, belki de anavatan toprağı ile bütünleşmek, anavatana toprak olmak için acele etti...Yakın arkadaşlarından birinin söylediği ve tanıyan herkesin hemfikir olduğu “şakadan olsa bile yalan söylemezdi, yalana tahammülü yoktu” sözü, sevgili kardeşimin kişiliğinin bence de en belirgin özelliğiydi.

Kendisi anavatan toprağına karışma yolculuğuna çıkarken, anavatana da henüz yedi ve üç yaşlarındaki Psenef ile Gunef’i hediye etti… Ve…Çocuklarının anavatanda daha iyi bir eğitim göreceğinin, daha iyi yetişeceğinin bilincinde olan, çocukları için kendi kardeşlerinden uzakta yaşam mücadelesi vermeye kararlı, anavatana kenetlendikleri ölçüde eşinin ruhunun daha rahat edeceğine inanan eşini, çocuklarının anasını…

Evet sevgili Erhan, bir gün gelecek ama mutlaka gelecek… ve…

Anavatanda sıkıntı çekmenin, anavatanda ihtiyaç maddesi karnesi bulup-buluşturmanın, anavatanda yuva kurmanın, anavatanda iş kurmanın, anavatanda çocuk büyütmenin, anavatanda yürümenin, soluk almanın, anavatanın sıradan insanı olabilmenin, dahası kerameti kendilerinden menkul kimilerine göre “çanak antenli maganda” olmanın bile, hariçten gazel okumaktan, deplasman sever futbolculuktan, gıyabi milliyetçilikten, sanal kahramanlıktan, sanalda devlet merkezli örgüt kurmaktan çok ama çok daha önemli olduğu, asıl kahramanlığın, anavatanın sıradan bir insanı olabilmek olduğu mutlaka anlaşılacak… O gün geldiğinde de diaspora insanının samimi olanları, bizlere dönülebilecek bir anavatan hediye eden, anavatan bekçilerine ve koşullara bakmaksızın 'dönüş’lerini gerçekleştirenlere içtenlikle teşekkür edecekler…

Evet dönüş öncüleri, sevenlerinden uzak ölecek, sevdiklerinin ölüsüne yetişemeyecek, kendi mesleğini yapamayacak, doğup büyüdüğü ülkedeki sosyal statüyü belki hiç kazanamayacak, düğünleri, cenazeleri yeterince kalabalık olamayabilecek ama anavatanda toprak olacak, çiçek olacak, ağaç olacak, yapı olacak, şiir olacak, şarkı olacak… Halkını, vatanını sevenler her ne oluyorsa onu olacak… Oluyor… Tek beklentileri de, daha sonrakilerin derleyeceği anavatan güzelliklerinde, zerrecik de olsa kendilerinin de paylarının olduğunun anımsanması… Evet sadece anımsanmak…

Sevgili Erhan, Sevgili Mefewud Nartan, kurulduğundan beri sözünü ettiğim bu gerçeği anlatmaya çalışan sevgili CC sizlerle artık daha güçlü… Göreceksiniz yeni katılımlar da olacak, CC daha, daha da büyüyecek, büyüdüğü ölçüde de olayımıza katkısı da büyüyecektir.

Son söz gıyabi milliyetçilerimize: Değerli arkadaşlar Allah’tan en büyük dileğimiz, anavatan için ölmeyi gerektiren olayların yaşanmaması…  Ancak şu da biline ki, bu zorunluluk ortaya çıktığında, anavatanda ölebilmeyi seçenler arasından çıkacaktır, anavatan uğruna ölecekler de…

Evet biline ve hiç unutulmaya…