FORUM SAYFALARINDAKİ KİMİ SORULARA YANIT

27.04.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Bu haftaki yazıyı izninizle, Forum’da yer alan kimi değerlendirmeler, sorular, yaklaşımlara, bu konulardaki görüşlerime ayırayım. Forum için başladığım yazı bir hayli uzun, yanıtların çoğunluk için de önemli olabileceğini düşündüğüm için bu köşeyi işgal ettim.

Örneğin Shebatnuko adlı arkadaşımız, “Sayın Hatam`ın söyledikleri de bilim dışı ve gerçekleri saklayan yerel yönetimlerin gönüllü avukatlığıdır. Hükümet ve parlamentolarında kabulü mevzusuda yalnızca çarkın nasıl döndüğünü anlamanıza yeter sanırım. Aşağıdan gitmiş gibi gösterilmeye çalışılması da meşru zemin arama çabasından başka bir şey değildir.'' demiş.

Ama bu çok genel bir değerlendirme değil mi? Hangi söylediklerimin bilim dışı olduğu, hangi söylemlerin gerçekleri saklamaya yönelik olduğu belirtilseydi yanıt da daha açık olurdu. Ancak çok akıllıca sanılmakla birlikte, yazanları gülünç duruma düşüren değerlendirmeler yapılmasının nedenini anlamakta zorlanıyorum. Bu arkadaşımıza göre de kendileri kendi görüşlerinin avukatı, ancak görüşünün ne olduğunu bile tam anlayamadığı Hatam yerel yöneticilerin “gönüllü avukatı”.

Ne kadar “primitif”, ne kadar gerçek dışı bir yaklaşım. Bu primitif yaklaşımı artık bir yana bırakmamızın, daha gerçekçi olmamızın zamanı gelmedi mi? Yazılanları daha anlamaya çalışarak okumamız  gerekmez mi?

Örneğin gönüllü avukatlık konusu:

Yöneticilerimizin sizlerden ne gibi bir beklentisi olduğunu sanıyorsunuz ki, sizlerin nezdinde puan kaybetmemek için gönüllü ya da ücretli avukat tutacaklarına vehmediyorsunuz. Bulunduğu coğrafyada bile örgütlü güç olamayan kendini önemsetemeyen sizler, bir başka ülke yetkililerinin  önemseyeceklerini, ciddiye alacaklarını, sizleri ikna için avukatlar görevlendireceklerini sanmanıza nasıl şaşılmaz. Şunu bilin ki, diaspora, ancak birbirinden güzel nitelemeler bulduğunuz dönüşçüler, dönebilmiş olanlar, anavatana dönüşü destekleyenlerce yönetimlerin gündemine girmiş, ancak daha tam yerleşmemiştir. Yerleşmesi de bir süreç sorunudur, bir süre alacaktır.  Diasporanın sanal ortama yansıyan değil ölçülebilir isteği, bu isteğe uyumlu politika geliştirmesi anavatan yetkililerinin gündeme yerleşme sürecini sağlıklı kılacak, süreyi de kısaltacaktır.

Yine arkadaşımız, “Hükümet ve parlamentoların da kabulü mevzusu da yalnızca çarkın nasıl döndüğünü anlamanıza yeter sanırım. Aşağıdan gitmiş gibi gösterilmeye çalışılması da meşru zemin arama çabasından başka bir şey değildir.” demiş.

Bu cümlelerle de arkadaşımız, kimselerin bilmediği, anlayamadığı ya da herkeslere yutturulan bir gizi açıkladığını sanmıyordur umarım.  Dünyada ve yaşadığımız ülkelerde bu uygulamanın sayısız örneğini fark etmemek için herhalde tümden saf olmak gerekir. Sadece üç kişinin vereceği karar için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayının belirlenme süreci sizce neyin çabasıdır? Birilerine danışıldığı gibi yapıldığının değil mi?

Hem, bağımsızlığını yedi düvele karşı kazanmış, seksen beş yıldır demokrasiyi yerleştirmeye çalışan, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha ulaşamadığı demokratik olgunluğu, demokrasiyle henüz tanışmış koca Rusya Federasyonu’nun 500 bin nüfuslu üye cumhuriyetinden beklemek haksızlık değil mi?

Oturma izni için verildiği söylenen rüşvet konusunda diyecek bir şey bulamamış sadece gülümsemiş: ”Bu arada 2.000-2.500 dolar rüşvet konusunda acı bir gülümsemeden başka söyleyecek bir şey bulamıyorum.”

Olaylara yakından değil uzaktan bakıldığı sürece, olaylarla gerçekten ilgilenmeyip ilgilenir gibi yapıldığı sürece daha uzun süre gülümsenecek demektir. Korkarım süreç içerisinde ağlanacak hallerimize gülümsemekle kalmayıp, kahkahalarla gülünecek. Eğer amaç gerçekten sorun çözmek olsaydı, çağımızda sorunların nasıl çözüldüğü en azından nasıl çözülmeye çalışıldığı bilinecek, “madem öyle siz de rüşvet verin” anlamındaki söyleminin “rüşvet verseniz de kota dolduysa oturma iznini alamazdınız” anlamına geldiği anlaşılacaktı.

Değerli arkadaşlar Adigey’e yerleşen Kürtler Türkiye Irak ya da İran’dan gelmiyorlar. Rusya Federasyonu’nun bir başka yöresinden geliyorlar Adigey’e. RF’nun vatandaşı, yaşayanları. Bunların şu an için Adigey Cumhuriyetine yerleşmesini önleyecek  federal  bir yasa yok. Aksine oturma izni verilmeyen Kürt ve Ermeniler bunu mahkemelerde kazanıyorlar.  Çünkü bunların kolay vatandaşlık kazanmasını sağlayan Federal yasa var. Elbette yasada Ermenilere kolay vatandaşlık verin demiyor. Yada Fransız Ermeni’sine de bu hak tanınmıyor. Bu hakkın tanındığı kişiler Sovyetler Birliği eski cumhuriyetlerinin vatandaşları. Vatandaşlık başvurularında bunlara öncelik verilmesi federal yasa gereği. Rusya Federasyonu Bağımsız Devletler Topluluğu adı verilen ülkelerde kalan Ruslara daha kısa yoldan RF vatandaşlığı kazandırmak amacı ile ve etnik ayrımcılık yapmayan federal bir yasa kabul etmiş bulunuyor. Adigey Cumhuriyeti’nin federal yasaların üstünde yasa çıkartma ve bunu uygulama gücü yok, yarın da olmayacak.

“Madem öyle o halde bizim işimiz ne?” diyebilirsiniz  Böyle düşünmek de dönüş yapmamak da hakkınız. Ancak bizim Rusya Federasyonu ile olan ilişkilerimizin nasıl olması gerektiğine karışma hakkınız da gücünüz de yok. Tıpkı anavatandakilerin, Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerinize karışma hakkı ve gücü olmadığı gibi. 

İşin ilginci, bu yaklaşımın, Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu ilişkilerini zedeleme olasılığının, bu olasılığı  içinde barındıran politikanın da başarı şansının olmadığının fark edilmemesi.

Ayrıca bizler eski Sovyetler Birliği vatandaşlarına tanına benzer bir şansı 1991 de kabul edilen 1992 de yürürlüğe giren ve 1999 sonlarına kadar yürürlükte kalan RF vatandaşlık yasası ile kazanmıştık. Bulunulan ülkeleri değiştirme zorunluluğu olmadan vatandaşlığını da bırakmadan, RF vatandaşı olma hakkı veriyordu bu yasa. Peki, yasanın yürürlükte kaldığı bu kadar uzun süre boyunca, sayıları milyonlarla ifade edilen Türkiye diasporasından tek bir kişinin bile usulüne uygun başvuru yapmamasına ne demeli. Daha elverişli yasa karşısında bu denli vurdum duymaz olanların, oturma izni konusundaki bu duyarlılığı ne derce inandırıcı olabilir dersiniz?

Günümüzde yürürlükte olan yasalara göre vatandaşlık başvurusu için önce geçici oturma izni başvurusunun kabul görmesi, arkasından bunun sürekli oturma iznine çevrilmesi ve beş yıllık sürenin dolması gerekiyor. Her cumhuriyetin her yıl kabul edebileceği kişi sayısı da RF hükümeti tarafından belirleniyor. Elbetteki bir çok faktör yanında istekli sayısı, başvuru sayısı da önemli oluyor kotanın belirlenmesinde.

Kotanın arttırılmasına yardımcı olacak ve vize alma, buralara gelme, oturma izni çıkmadan vizesi  dolduğu için tekrar geldiği ülkeye dönme sıkıntılarını da yaşatmayacak bir madde var yürürlükte olan yasada. Yasa, geçici oturma izni için, vatandaşı olunan ülke konsolosluklarına başvuru hakkı tanıyor. Başvuruların da altı ay içinde yanıtlanması gerekiyor.

Özetle eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri ülkelerinden gelenler rüşvet vermeseler de oturma iznini alırlar. Diğerleri de rüşvet verseler de kota dolduysa oturma iznini alamazlar. Yasal hakları olmasına rağmen rüşvet veriyorlarsa, bir çok ülkede olduğu gibi bürokrasiyi, normalde olabilecek bir işi zora koşan bürokratları aşmak içindir ki bu yönteme sizler de aşina olsanız gerek. Başvurular artarsa önümüzdeki yıllarda kota da artabilir bunu çalışması yapılır. Gerçekten dönüş yapma kararlılığında olanlar için bir yıl sonra olması çok kayıp olmasa gerek. Yüz elli yıldır bekleyenlere birkaç yıl bu kadar uzun gelmez sanırım.

Sayın Semih Turan ise Bir Tarih, Bir Şarkı, Bir Proje başlıklı sayfadaki tartışmaları ne kadar sığ bulduğunu şu keskin sözcüklerle dile getiriyor.:

“Gerçekten ilginç bir konu. Toplumsal değişmenin yada değişmenin bu kadar dar kapsamlı tartışıldığı, hatta değişimsel yönlendirme senaryolarının açıkça ortaya konduğu başka bir tartışma hatırlamıyorum.”  Arkadaşımızın elbetteki böyle düşünme, tartışmaları yetersiz bulma hakkı var. Ancak bu  görüşlerine çok değer verdiğim araştırmacı Dr. Cahit Aslan’ın  “Değişmeyi bir kültür için problem haline getiren değişmenin ardından bir çözülmenin gelip gelmediğidir. Yada değişen birimin kültür bütününe bozucu etkide bulunup bulunmadığıdır” görüşünün, Hatam’ınmış gibi sunulması, yazılanları okuma dikkatimizin yetersiz olduğunu göstermez mi?

Sayın Kabartay,

Buraya dönüş yapmış arkadaşların, en azından benim bu konulardaki yaklaşımımı yine daha önceki yazılarımdan birinde tüm çıplaklığı ile açıklamıştım. Ben, kendileri yada açıklamaları Türkiyeli Çerkes çemberini kıramayanlarca, kendileri yada açıklamaları “primitif”  sayılsa da anavatanı bugünlere getiren vatan bekçilerini ülkenin asıl sahibi sayarım. Soruna dönüşme ihtimali olan konularda olabildiğince çekimser kalmaya çalışır, daha çok politika dışı konulara daha yoğun emek veririm. Dönüş yapmış olan kuşağın değil,  belki de üçüncü kuşağın gerçek sahip olacağına inanırım.

Bilirsiniz savaş, kıtlık, yangın sel yaşam kişiye göre çekilmez hale geldiğinde sivillerden imkan bulanlar ülkeyi terk ederler. Bugün son savaşlardan sonra ülkesinden ayrı düşen Çeçenlerin sayısının Adigey Adigelerinin üç katı kadar olduğu sanılıyor. Sadece Türkiye’dekiler bu kadar yılda Adigey’e dönüş yapanların iki katı kadar. Bugünlerde Arap ülkelerine sığınan Iraklıların sayısını kim bilebilir?

Sığınmacının, çalışma ve oturma izni, vatandaşlık,  çocukların eğitimi gibi sorunları, yeni dil öğrenme zorunluluğu gibi çözümlenememiş sorunları yok mu? Peki anavatanda rahat edemeyip Dönüş’ten geri dönen dönüşçülerin hiçbiri, sığınmacıların bu sorunları ile karşılaşıyor mu? Hatta anavatanda kaldıkları sürece eğer Rusça'yı da öğrenmişlerse bu onlar için avantaj olmuyor mu?

İşte Türkiye’ye dönmek zorunda kalacak dönüşçü ile sığınmak zorunda kalacak Adigeyli arasında böyle bir fark göz önünde iken, bir dönüşçünün kendisini vatan bekçilerinden daha sorumlu sayması, daha keskin davranması yakışık alır mı?

Ben diasporadakiler ve dönüş yapanlar olarak buna hakkımız olamadığını düşünüyorum.

450. yıl ile ilgili görüşlerimi, forum sayfalarının birinde de dile getirdiğimi sanıyorum. “Sözü edilen tarihte bir Adigey devleti yoktu ki tüm Adigeleri kapsayan bir anlaşma yapılabilmiş olsun demiştim.” Evet yapılan anlaşma politik-askeri birliktelik anlaşması. Ancak devletler yada yönetimler, gerçek tarihi değil kurguladıkları geleceğin tarihini yazıyorlar.  –gerçek tarih yazmış devlet var mı zaten.-  Üç cumhuriyetin yöneticileri de bu olaya böyle bir anlam vermenin bu anlaşmayı bu biçimi algılamanın ülke gelecekleri için daha doğru olduğuna karar vermişler bunu “aşağıdan geliyor gibi süsü verip” kararnameyi imzalatmışlar. Sizin bilgilendirenler nasıl bir bilgi veriyor bilemem ama biz burada yaşayanlar,  ciddi bir muhalefet, bir halk hareketi göremiyoruz. Muhalefet gerçekten var sesini de duyurursa, doğru buluyorsanız siz de onlara katılır, sanal ortamdan çıkar gerçekte onlara katkıda bulunursunuz.

Ayrıca bir önceki yazıda açıklamaya çalıştığım gibi doğru bildiklerimizi birbirimize anlatmayı bırakıp doğru bildiklerimizi yaşama çabası içine girmenin zamanı gelmedi mi sizce de?

ayın Kabardey, ister mandacılık sayın isterseniz insafsızlık ama gerçek durum bu. Geleceğinize ilişkin kararlarınızı da bu gerçeklere göre verirseniz bizce hayal kırıklığına uğramazsınız. Sayın Hak’un’a gelen bilgilerin daha sağlıklı olduğuna inanıyorsanız o doğrultuda hareket edersiniz.

Sayın Hak’un

Tanımadığınız, az tanıdığınız kişileri ne kadar kolay yargılıyorsunuz böyle. Sorunu bitmiş saysam, bu sayfalarda işim ne? Sizin gibi sadece söylenmişi gerçekleşmiş gibi algılayanlara -Çerkesya’nın yeniden kurulması gibi- neden yanıt vereyim. Hem sizi hem kendimi üzeyim.

Hem ben, dönüşün çok kolay olduğu savında olan hiçbir yazımı da hatırlamıyorum. Aksine zorlukları olduğunu sıkıntıları olduğunu vurguladım hep. Daha dün akşam bir arkadaşımın haber vermesi üzerine You-Tube’de Sürgün belgeselinde söylediklerimi yeniden dinledim. “Olumlu yada olumsuz sizlere söylenenlerle yola çıkmayın. Mutlaka kendi gözlerinizle görün. Başarabileceğinize mutlu olacağınıza inanırsanız yola çıkın” anlamında şeyler söylemişim.

Evet hep söylediğimiz gibi, Dönüş ulusal kültürel değerlerini yaşatmak geliştirmek isteyen Çerkeslerin sorunu. Bizler, Anavatanı kurtarmak için değil, kendimiz burada mutlu olmayı düşlediğimiz için dönüyoruz. Diaspora ülkelerinde ulusal kültürel değerleri yaşatamayacağımızı bildiğimiz için dönüyoruz. Dönüşle hemen her şeye yeniden başlanacağını buna hazır olunması gerektiğini vurguluyoruz. Sosyal statüde bir düşme olacağının bilincinde olun diyoruz. Türkiye’de telefonla bir çok önemli işi halleden, bir çok kişiye yardım edebilen insanların dilekçe yazmak için bile yardım almak zorunda kalacağını, kaldığını bilmenizi istiyoruz….

Daha sayılabilecek bir çok sıkıntıyı, değerlerini yaşatmak konusunda samimi olan insanların göze alabileceğine inandığımız için bunların hiçbirini saklamıyoruz. Yöneticilerimizin kimilerinize çok ters gelen düşüncelerini, davranışlarını saklamadığımız gibi. Çünkü  Dönüş’ün gerçekleşme şansının Bağımsız Çerkesya kurma, Bağımsız Birleşik Kafkasya kurmayı imkansız sayıyor, ve tüm sıkıntılarına karşın da diğer Dönüş’ün gerçekleşebilir çözüm önerisi, en az acılı öneri olduğunun bilincindeyiz.

Sayın Hak’un,

Siz sadece yazıyor hiç okumuyor musunuz yoksa. Dönüş’ü kendisinin icat ettiğini söyleyen hiçbir dönüşçüye rastladınız mı siz? Dönüş düşüncesinin sürgünün ilk günlerinden beri var olduğunu, yollara dökülenleri Çarlık Rusya’sının kabul etmediğini, Osmanlı’nın askeri güçle engellediğini defalarca yazmadık mı? Denizde fırtınaya tutulan kişiler örneği ile açıklamadık mı? Anavatana korkak olduğumuz için döndüğümüzü yazmadık mı?

“Aslında halk muhalefeti olduğunu ancak işini kaybedebileceği gibi kaygılarla seslerini çıkartmadıklarını söylüyorsunuz”. Zaten düğüm noktası da burada değil mi? Devlet desteği ile, devletin göz yumması ile yapılan şeylere ne zamandan beri muhalefet deniyor. Muhalefet,  kendisine zarar verebilecek olan, zarar veren güçlere karşı bile, doğru bildiklerini söyleyebilmek yapabilmek değil mi.  Örneğin diasporanın çok büyük bir çoğunluğu okullarda anadil okutulsun, gün boyu yayın yapan televizyonu olsun istemez mi? Ancak bunu devletten istememesinin nedeni bir şeyler kaybedebileceği kaygısı, korkusu  değil mi? Anadilleri serbestisi konusunda TC’nin olumlu tavrı olmasaydı kurumlarımız anadilde kitap basmayı göze alabilir miydi? Dolup taşan kurslarda kaç kişi ile ders yapılmak zorunda kalınırdı dersiniz. Devlet derneklerimize gelip gidenleri  rahatsız etmeye başlarsa kaç dernek üyemiz kalır sizce?

Bu satırların yazarı bunların hepsini yaşamış biri. Böyle dönemleri yaşamış biri. On iki Martta derneklerimize hiç dokunulmadığı halde, müdahale öncesi dolup taşan Ankara Derneğine müdahale sonrası gelenlerin yirmi beş kişiye düştüğünü sayanlardan biri. Diasporanın Politikasını belirlerken, devleti ile çatışmayacak yolları aradığını, dahası bunu bilinçaltına yerleşik yol gösterici ile çok kolaylıkla bulduğunu gözleyebilenlerden biri. Bu yol gösterici sayesinde, Abhazya politikasına tamamen ters TC. politikası ve onun sonuçlarını görmezden duymazdan gelinmekte, bu yol gösterici sayesinde, gerçekte Abhazya’ya ambargo uygulamasını sürdüren ülkelerin Rusya dışındaki ülkeler olduğu bilindiği halde, RF’na ambargoyu kaldırma çağrısı yapılmaktadır.

Evet bu satırların yazarı bunları ve daha başka bir çok şeyi bilen biri. Çünkü aynı rahle-i tedrisattan geçmiş biri.  

Onun için biz diyoruz ki;

-Eğer Dönüş istiyorsak, eğer halkımızın kaderini paylaşmak istiyorsak, Eğer halkımızın sıkıntılarını paylaşmakla mutluk duyacaksak İçinde yaşadığımız yıllar, anavatana dönüş için sürgünden bu yana en şanslı olduğumuz yıllardır…

-Politikamızın temeli de karşıtlık değil, dostluktur.

-TC ve Rusya Federasyonu bölgenin iki komşu ve güçlü ülkesidir.

-Ekonomik kültürel ilişkileri gün be gün gelişmektedir. Bu ilişkiler ne kadar gelişir, güçlenirse bizlerin dönüşü de daha kolay olacaktır.

-Dönüşümüz iki komşu ve dost ülke arasındaki bu ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunacaktır.

-Doğup büyüdüğümüz eğitim gördüğümüz TC her birimizin vatanıdır. Türkiye kişi olarak her birimizin vatanıdır. Türkiye’nin gelişmesi güçlenmesine katkıda bulunduk bulunuruz. Diaspora terimini tercih edişimiz. Türkiye’yi kişi olarak vatan bilmediğimiz için, bilmememiz gerektiği için değil, Türkiye’nin tarihsel olarak Çerkes toprağı olmadığını vurgulamak içindir.

-Çerkesler olarak özerk bölge, federasyon talebimizin olmadığını vurgulamak, “Çerkesler Türkiye’yi bölmek istiyor” spekülasyonu yapılmasını engellemek, içindir.

-Dönüşün başarısı, yetmişli yıllarda formüle edilen bu ilkleri, yaşadığımız ülke insanlarına, vatandaşı olduğumuz ülke yöneticilerine anlatabilmekle doğru orantılıdır.

Özetle Sayın Hak’un, biz buyuz. Hiçbir konuda bizimle aynı görüşte olmak zorunda değilsiniz. Ancak siz de farklı amacınızın bizler tarafından gerçekleştirilmesini isteme hakkınızın olmadığını da bilmelisiniz. Düşüncelerinizi kendiniz gerçekleştiriniz. Ayrıca soru sorma ve yanıt bekleyebilmek için en azından, sorulan, yıllardan beri sorula gelen soruları yanıtlama çabası içinde olmanız gerekmez mi?

Evet arkadaşlar bağışlayın ben, bağımsızlık ve Çerkesya konularında sizler kadar büyük düşünemiyorum… Benim hedefim küçük çok küçük: Hem gerçekleşebilir bir hedef, Gerçekleşme şansı kişiye en çok bağlı bir hedef:

Kendini halkının kaderini paylaşmaya hazırlama, hazır olunca da Dönüş…