ANAVATANA DÖNÜŞ ÜZERİNE - 6

21.04.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Anavatana Dönüş konusunda yapılan en büyük yanlış,  Dönüş olgusunun, Dönüşçülerle özdeşleştirilmesi olsa gerek. Anavatana Dönüş için, ister “bir düşünce” diyelim, ister “çözüm önerisi”… Dönüş “Bir ideolojidir”, “bir düştür” diyebilir ya da kendimize göre başka bir ad da verebiliriz. Ancak, dönüşçülerle çok sıkı ilişkisi bilinmekle birlikte, Dönüş’ün, dönüşçülerden bağımsız olduğunun da ayrımında olmalıyız.

Evet, Dönüş’ün başarısız sayılmasının en önemli nedeni bize göre, olgu ile olguyu savunanlar arasındaki ilişkinin yeterince farkında olunmamasıdır. Üzücüdür ki, bu “birlik içinde ayrılığı” kavrayamayan azımsanmayacak sayıdaki dönüşçü de, Dönüş’ü başarısız bulanların kervanına katılmaktadır. Ben, Dönüş olgusu ile dönüşçüler arası ilişkinin, bir öğreti ve öğretiyi benimseyenler arasındaki ilişki ile açıklanabileceğini  düşünüyorum.

Evet, Dönüş’ü dönüşçüler tanımlamıştır. Çerçevesini dönüşçüler çizmiştir. İlkelerini dönüşçüler belirlemiştir. Dönüş tanımlanır, ilkeleri belirlenirken halkımızın çeşitli ülkelerde ve her ülkedeki dağınıklığı, anavatan ve diaspora ülkelerimizin konumu, dünya gerçekleri, göz önüne alınmış ve olgunlaştığı ölçüde de Dönüş, dönüşçülerden bağımsız bir fenomen olmuştur. Öyle ki -bunu bütün benliğimle inanarak söylüyorum- dönüşçü bilinenlerimizin hepimiz bir anda “Dönüş”ten vazgeçsek bile “Anavatana Dönüş” yeni dönüşçülerini bulacaktır.

Evet bana göre sürgünden bu yana anavatan, diasporaya hiç bu kadar yakın olmamıştır. Dönüş’ün ulusal sorunumuzun alternatifsiz çözüm önerisi olduğu, hem anavatan hem diaspora kesimi için “ulusal düşünce” olduğu hiç bu denli net kabul görmemiştir.  Diasporanın anavatana kavuşabilme koşulları, sürgünden bu yana hiç bu kadar elverişli olmamıştır. Anavatan kesimi için de Dönüş, hiç bu kadar karşı çıkılamaz bir düşünce olmamıştır. Yönetim kademelerinde be denli önemde ele alınmamıştır. Durum bu iken başarısızlıktan yani Dönüş olgusunun başarısızlığından nasıl söz edilebilir anlamak güç.

Eski, dönüş karşıtları, eski, yeni dönüşçüler dahil herkes çok iyi bilmeli ki, beklenen ölçüde dönüşün gerçekleşmemiş olması, Dönüş’ün değil, dönüşçülerin, dönüşçü bilinenlerin, dönüşçü sanılanların, hala kendisini dönüşçü sananların eksiği, yanlışıdır.

Bilindiği gibi, Dönüş’ü başarısız bulanların, hiç gerçekleşmeyeceğini sananların en sık dile getirdikleri şey, Dönüş’ün yetmişli yıllardaki düzeyde halkımızın gündeminde olmayışı, dönemin önde dönüşçülerinden çok azının anavatana dönmüş olmasıdır. Yanılgı, Çerkeslerin sadece Türkiye’de yaşamadıkları anavatan kesiminin Rusya Federasyonu üyesi cumhuriyetler kurabildikleri bilinmesine karşın, bilinenlerin davranışlara yansımamasındadır.

Türkiyeli Çerkes çemberi Dönüş’ün, daha doğrusu diasporanın anavatana kavuşturulması çabalarının anavatanın en önemli gündem maddesi olmaya başladığını görmeye engel olmaktadır.Halbuki asıl olan Dönüş’ün anavatanca benimsenmesi, bunun Rusya Federasyonu’na anlatılabilmesidir. Dönüş’ün ne denli başarılı olduğu, ne denli karşı durulamaz olduğunun anlaşılması, Dönüş’ün, artık dönüşçülerden bağımsız bir fenomen olduğu algısı ile mümkün olacaktır. Tarihsel sürece bir göz atmak bile Dönüş’ün artık ne denli somut olduğunu, ne denli elle tutulur gözle görülür olduğunu, anavatan ve diasporanın birbirine ne kadar yakınlaştığını görmeye yetecektir.

Hep vurgulandığı gibi; Anavatana Dönüş düşüncesi sürgünün ilk günlerinde ortaya çıkmış, girişimlerde bulunulmuştur. Ancak ne Çarlık Rusya’sının ne de Osmanlı Devleti’nin engelleri aşılabilmiştir. Geri dönmek isteyen Adigelerin din değiştirmeyi bile kabullenmeleri Çarlık Rusya’sınca göz önüne alınmamış, Osmanlı Devleti kimi dönüş hareketlerini silah zoru ile bastırmıştır. (Çerkes Soykırımı, Kasımov)

Çerkes Teavün Cemiyeti kuşağı, Dönüşü;

Wızışişım k’ui xehaj
Wilhepkhıme afelaj
Wımılajew sıd bğuetın
Çıle pçheuım wıuıtın

“Git kendinden olana karış
Halkların için çalış
Çalışmazsan ne bulursun
El kapısında durursun“ (Tıme Seyın)

diye formüle edebilmiş olmasına karşın, dönemin Rusya’sının iç karışıklıkları, devrim süreci, halkımızın ve yaşanılan ülkelerin eğitim düzeyi, çok ileri düzeydeki aydın hareketinin, halk hareketine dönüşmesini engellemiştir.

Sovyetler Birliği döneminde, halkımız anadili ile eğitim görme, kültürünü geliştirme olanaklarına kavuşmuş, bölgesel yönetimler, yerel cumhuriyetler  kurabilmiştir. Ancak Sovyet yönetimi tarihi çarpıtmış, -Suriye ve Ürdün’dekilerle sınırlı bir yakınlaşma dışında-salt anavatan ile muhaceret arasına değil, anavatandaki halkımızın farklı parçaları arasına da engeller koymuş, daha yakın olunmasına izin vermemiştir.

TC’nin ilk yıllarında, Çerkes dernekleri, Çerkes Örnek Okulu kapatılmış, aydın hareketi baskı altına alınmış;  öyle ki, ilk Çerkes Sivil Toplum örgütü ancak 1946 yılında ve “Dosteli Yardımlaşma Derneği” adı ile kurulabilmiş, süreç içerisinde yayım çalışmaları da başlatabilmiştir... Dosteli Yardımlaşma Derneği ancak 1952 yılında Kafkas adını alabilmiştir...

Türkiye’nin Batı'ya yakınlaştığı ölçüde, TC ve  Sovyetler Birliği birbirinden, Türkiye ile birlikte Türkiye Çerkesleri de anavatandan uzaklaşmıştır.

Sonra 61 anayasası, sınırlı demokrasinin verdiği ivme ile sosyal-siyasal değişim, 12 Mart hareketinin beklen ölçüde etkili olamayışı,  80 müdahalesine kadar, dönüş/kalışın toplumun sadece aydınları arasında değil her kesimde konuşulur, tartışılır olması. Dergilerde yer alması, dernek yönetimlerinin seçiminde kriter olmaya başlaması.

80 Müdahalesi ile Dönüş’ün uzunca bir süre gündemden düşmesi, 1989 da sürgün sonrası Çerkes bulunan tüm ülkelerin temsilcilerinin ilk kez bir araya geldiği 125. yıl etkinlikleri ile yeniden hareketlenme. DÇB’nin kuruluşu…

Perstroika, Sovyetler Birliğinin dağılışı. Özerk Bölge statülerinin cumhuriyet statüsüne yükselmesi. Karşı olduğu güçler, ve destek bulduğu dünya güçleri bazında birbirinden çok farklı olan  Abhazya ve Çeçenistan bağımsızlık hareketlerinin  karıştırılması… Rusya Federasyonu'nda milliyetçi akımlarla ülkenin çok halklı sistemini temel alan güçlerin çatışıp durması… Bu çatışmaların olayımıza yansımaları… Daha eklenebileceklerle birlikte uzun derin incelemeyi gerektiren, kişilerin durduğu yere, amacına göre farklı yorumlar getirilebilecek başlıklar…

Ancak, farklı yorumların, inceleme sonuçları, yetmişli yıllarda diasporik toplumumuzun hep gündeminde olan konunun Dönüş/kalış olduğunu değiştiremeyecektir. Yani, bir olgu olarak Dönüş’ün en çok gündemde olduğu yetmişli yıllardaki durumu  ile günümüzdeki durumunun karşılaştırılması  başarılı olup olmadığının da göstergesi olacaktır.

Yine özetle:

Yetmişli yıllarda, dünya iki kutupluydu. Sovyetler Birliği elçiliğine, hele Sovyetler Birliği'ne gitmek küçük ya da büyük kimi bedelleri göze almayı gerektiriyordu. Anavatanı ziyaret edebilenlerin anıları dergilerimizde geniş yer buluyordu. Dönüş’ün merkezi Ankara Derneği’nde anavatandaki akrabaları ile yazışanlar. İhraç istemi ile yöneticilerimiz tarafından Onur Kurulu'na veriliyordu. Yaşlılarımız -sayıları çok az büyüğümüz dışında- anavatandan gelmiş konuklardan vebadan kaçar gibi kaçıyor, sorgulanmayı da göze alan çok az sayıdaki genç konukları aldıkları kredi ve burslarla pidecide ağırlıyordu. Konuğu görebilmek için saatlerce yol teptikleri de oluyordu. Hiçbir siyasal örgütün üyesi olmayan dönüşçü gençlerin sağda olanlarca “komünistlik” solda olanlarca da “milliyetçilik, kimileyin faşistlikle” suçlanmayı göze almaları gerekiyordu. Dönüşçülerin ayrıca dernek yönetimlerinde etkili olmak, gençleri silahlı çatışmadan uzak tutmak, anadilde okuma-yazma öğrenmek, öğretmek, derleme yapmak sorumlulukları da vardı.

Anavatana, akrabalara yazılan mektuplar ya yerini bulmuyor yada yerini bulması 2-3 ayı buluyordu. Anavatandan gelen mektupların üzerine, “er mektubu okunmuştur'' uyarısı olmasa da okunduğu belli bir şekilde elimize ulaştığı oluyordu. Soykırım ve sürgünü öncelememek, anavatanla ilişkilerin sürebilmesi için üzerinde konuşulmamış kural gibiydi. Gündeme getirilen Dönüş konusunu anavatan yöneticileri genelde duymazdan geliyor çok sıkıştırıldıklarında yandan cevaplar veriyorlardı. Resmi olarak sorulduğunda diasporanın dönüş hakkı olduğunu dile getiren Sovyet Yönetimi dönüş baş vurularını reddediyordu. Maykop, Çerkessk turistik kent kapsamına alınmadıkları için, ancak özel davetiyeler, özel izinlerle ziyaret edilebiliyordu. Sizlerin de bildiği gibi daha listeyi uzatmak mümkün…

Peki günümüzde;

Diasporada kalınarak ulusal kültürel varlığımızı koruyabiliriz diyen, Dönüşçülerin tanımladığı dönüş tanımı benimsemeseler de “dönüş yanlıştır” diyen hiçbir örgüt, grup kalmadı. Özetle Dönüş-Kalış mücadelesini Dönüş kazandı. 

Anavatanı ziyaret  sıradan bir olay oldu. Karşılıklı ziyaretler izlenebilirlik sınırını çoktan aştı. Dernek yöneticileri için Anavatan ziyareti, yöneticilerimizle görüşmek bir prestij konusu oldu. Onun ötesinde bugün Nalçik’te bini aşkın Maykop’ta yaklaşık 500 dönüş yapmış kişi anavatan insanının kaderini paylaşıyor. Çalışıyor, üretiyor, evleniyor, çocuk sahibi oluyor eceli gelenler de ölüyor. Anavatan ile diaspora arasında organik bağlar var bugün, Kaynanalar kayınbabalar birbirini ziyaret ediyor. Anavatana yerleşmeyi rüyasında görmemiş analarımız babalarımız dönüş yapan çocukları ile birlikte anavatanda soluk alıyor, kimileri anavatandan kalkan uçaklarla hacca gidebiliyor. Kendileri çat-pat Adigece'yi burada öğrenen gençlerin çocukları dört dilli olarak büyüyorlar. (Adigece, Rusça, Türkçe ve bir Batı dili.)  İlk yıllarda Türkiye’ye telefon edebilmek için 2-3 gün beklemek gerekirken bugün dünyanın her yeri ile anında iletişim kurulabiliyor.

İstanbul’dan haftada iki gün Nalçik’e dört gün de Krasnodar’a uçak kalkıyor. Haftada bir gün Halep’e uçakla gidilebiliyor.

Türkiye’de Adigece kitapların yakılmak zorunda olduğu dönem bitti. Devletin izni AB parasal desteği ile kurslar açılabiliyor anadilde kitaplar basılabiliyor. Devlet televizyonunda haftada yarım saat de olsa Adige Dili, Adige müziği  duyuluyor.  

Her yıl yapılan etkinliklerde anavatan sanatçıları geniş yer buluyor. Anavatan sanatçılarımızı diasporada da tanıyanların, sevenlerin sayısı hızla artıyor. Tiyatrolarımız, müzik gruplarımız, devlet halk dansı gruplarımız diaspora kentlerini dolaşıyor. Anavatanda düzenlenen festivallere diasporadan alkışlanan katılımlar oluyor.

Soykırım ve sürgün üzerinde konuşulamayan tartışılamayan konular değil artık. Konferanslarda dile getirilmeye,  kitaplarda yer almaya, çeşitli örgütlerce dünya örgütlerinin de dikkatine sunuluyor. Bu bağlamda DÇB başvuruları ile Kabardey-Balkar Parlamentosu iki kez, Adigey Parlamentosu bir kez Soykırım ve sürgünü görüşerek karara bağlıyor.. UNPO bölgesel ve toplantısı ve genel kurulunda gündeme alınıyor ve karara bağlanıyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na sunuluyor. AB’ye başvuruluyor. Bir çok kürsüde sadece Adigeler değil Rus asıllı bir çok yönetici, bilim adamı, yazar Çarlık Rusya’sının Adigelere soykırım uyguladığını dile getiriyor. Sürgünün 130. yılında dönemin Rusya Devlet Başkanı Yeltsin yayınladığı bildiride, Adige halkı savaşının haklı bir savaş olduğunu ilan ediyor. Adigelere çifte vatandaşlık hakkı veren Federal yasa 9 yıl yürürlükte kalıyor.

Yönetimlerimiz artık diaspora ile ilişki kuracak, dönüş yapanların uyumunu kolaylaştıracak birimler kuruyorlar.

Daha da uzatılabilecek bu listeyi, “bugün muhaceret Çerkeslerinin en kolay ziyaret edebildiği, en kolay çalışma ve oturma izni alabildikleri ve en kolay vatandaş olabildikleri tek Batı ülkesi, Anavatan cumhuriyetlerimizin birer üyesi olduğu Rusya Federasyonu’dur”  cümlesi ile bitirelim.

Şimdi soru şu:

Ulusal-kültürel varlığını sürdürmek, Çerkes olarak var olmak isteyen her Çerkes için dünyadaki büyük değişimlerden sonra, olmazsa olmazlığı yanında, olabilirliğini de bu denli netleşen Dönüş olgusunu başarısız saymak mümkün mü? Başarısız saymak nesnel değerlendirme ile bağdaşabilir mi?

Dönüş bu denli başarılı iken, Dönüş’ü Dönüş yapan dönüşçülerin yanlışını da gelecek yazıya bırakalım…