ZORUNLU BİR YANIT

31.03.2007

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Aslında bu hafta da “Anavatana Dönüş Üzerine” serisini sürdürmeyi, Dönüşe ilişkin yanlış algılamaları, bilinçli yanlış algılatma çabalarını irdelemeyi düşünüyordum. Ancak Marje’de saldırılar öyle boyutlara vardı ki, hiçbir karşılık bulmadıklarında, yaklaşımlarının, tavırlarının doğruluğuna inanacakları, kimilerinin de söyleyecek söz bulamadığımızı sanmalarından korktum.  Bu sorumlulukla zaten bilinen şeylere yeniden değinmenin doğru olacağını düşündüm. Olayları gerçek boyutları ile yaşayanların, neyin, niçin yapıldığını bilenlerin, bu “yanıtımsı” yazıyı bana yazdıran sorumluluğu anlayacaklarını umuyorum...

Sayın Kahraman ve onu haklı bulanları en çok üzen yada kızdıran konu, bizlerden kendilerine yanıt alamayışları olsa gerek. Ama bence bunda da haksızlık yapıyorlar.

Öyle ya, tek tek kişilere olmasa bile bu zihniyette olanlara yıllardır yanıt vermiyor muydum? Hemen her yazım açık adres belirtmesem de genelde yapılan yanlışlıklara birer yanıt olarak değerlendirilemez miydi?

Ayrıca herkeslerin bildiği gibi, sözü edilen arkadaşların da içinde olduğu sayısı çok olmayan grup, sergilenen zihniyetle kırk yıl aşkın zamandır mücadele etmiyor muyuz?

Yani önce, şimdiki gençlerin “Çerkesler etnik olarak da Türk’tür” diyen dedelerini, sonra babalarını şimdi de kendilerini hep yanıtlamadık mı?  “Köklerimiz topraklarından sökülmez”,  Allah da sağlık verirse bir süre sonra, ortadan kaybolacak günümüz kahramanlarının çocuklarına da yanıt vermek durumunda kalmayacak mıyız?

Günümüzde ürettikleri karalamaları, eleştiri sanısı ile sanal ortama döken arkadaşlarımızın, yukarıda söylediklerimin kanıtlarını daha önce yayımlanmış dergi ve gazetelerde bulabilmeleri zor olmayacaktır. Ayrıca, çok yakın arkadaşım Yemıj Ruslan’ın dediği gibi “her yeni uyanan ile, yeniden uyanmak” zorunda olduğumuzun bilincinde olmak da, saldırılara her dönem aynı heyecanla yanıt vermeye yetmeyebiliyor. Emek vermeniz gereken, daha önemli saydığınız başka işleriniz vardır.

Kimileyin, yazılanları anlamamayı, anlamak istememeyi, genetik özellikmiş gibi birbirine aktaran kuşaklara söz anlatmaya çalışmaktansa, daha yararlı olduğunu yaşayarak gördüğümüz çalışmalara öncelik vermek gerekliliği ağır basar. Yanıt bekleyenlerin, rasyonel yanıt bekleyenlerin hiçbirinin, daha önce sorulan soruların hiçbirini yanıtlamamış olmaları yanında, yazı dizisini görmemiş olmayı haklı çıkaracak, daha bir çok gerekçe sayılabilir…

Tüm bunlara karşın bu kez bir yanıt vermeyi daha uygun buldum.

Çünkü;

Sayın Kahraman ve onu haklı bulanların, kimi yazılarda söylenmek isteneni kavrayamamış olmasına, kimi yazıları yanlış yorumlamış olmasına, kimi yazılarda yazarı için önemli olanı değil, kendileri için önemli sandıkları tümceleri ön plana çıkartmış olmasına karşın; yazılarımı, söyleneni anlayan bir çok arkadaşımızın okumasını, kimi dostlarımızın yeniden okumasını sağladığı için borçlandığım teşekkürü, kamuoyu önünde ödemek istedim.

Daha önemlisi;

- Sayın Kahraman’ın yazıları ile Kahraman’a destek iletilerinin hemen tümünde yazıların, içeriğine göre değil de sahibine göre değerlendirilmesi,

- Dünya gerçeklerine göre değil de duygu temelli yorumlanması,

- Önerilenin eleştirilmesi ile kalınıp karşı öneri getirilmemesi,

- Karalamaların eleştiri sanılması, sanki “çamur at izi kalsın” yöntemi ile hareket edilmesi,

- Türkiyeli Çerkes çemberinin bir türlü kırılamaması,

- Olayların Türkiye merkezli, kendileri merkezli değerlendirilmesi, kendilerine, olmayan gücün vehmedilmesi…

- Yapılabileceklerin değil yapılması çok zor ya da mümkün olmayan şeylerin, yapılmaya çalışılması bile değil, sadece tartışılması…

- Gözbebeğimiz gibi korumamız gereken anavatanın ve anavatan bekçilerinin izlemedikleri sitelerde, yayın organlarında, anlamadıkları dilde eleştirilmesi, yani arkalarından konuşulması…

Tüm bunların, toplum olarak ilkel düşünce yapısını hala aşamadığımızın kanıtı olduğu inancımı, tüm başarısızlıklarımızın temelinde çağı anlayamadığımız, çağın gerektirdiği yaklaşımı geliştiremediğimiz gerçeğinin yattığı inancımı, dizi dolayısı ile bir kez daha vurgulamak istedim.

Daha önce de bir çok platformda dile getirdiğim, anlama yetileri yüksek (!) kimilerinin; halkımı sevmediğim, küçümsediğim gibi algılayabileceği ve  benim paradigmamı büyük ölçüde biçimlendiren bu düşüncemi, ünlü ozanımız Meşbeşşe İshak’ın 75. doğum yılı nedeni ile, anavatan gazetelerinde, dergilerinde radyo ve televizyonda, Türkçe’si de Nart Dergisi’nde yayımlanan yazımda şöyle dile getirmiştim:

''Dolayısı ile “Bulutlar Çöküyor”u her okuyuşumda yürek sızısı ile özlemin sarmalında bir duygu kaplardı bütün benliğimi. “Ah keşke Şamset gibileri dinleyip çoğunluk anavatanda kalabilseydi. Bizler de anavatanda dünyaya gelseydik… Anadilimizle eğitim görebilseydik… Gazetelerimizi kendi dilimize okuyabilseydik… Şarkılarımızı dinleyebilseydik…”

Elbette, atalarımızın anavatandan sürüldüklerini, büyük sıkıntılar çektiklerini de bilmiyor değildim. Ama yine de “Ah keşke Şamset’i dinleselerdi” demekten kendimi alamıyordum.

Peki, atalarımızın suçu muydu sayısız ülkeye dağıtılmış olmamız?

Hayır onu da söyleyemem.

Allah, hiçbir halkı, tek bir kişiyi bile, öylesi zor durumda bırakmasın… Hem kim bilebilir, zor karşısında sergileyeceği davranışı ya da çok mudur dara düştüğünde kendisine olan güvenine, insanların kendisinden beklentilerine uygun davranabilen kişilerin sayısı?

Şimdilerde de okuyorum “Xıway” poemini, “Xıway” olduğunu bilerek. Her okuduğumda yine sarmalıyor beni ozanın düşünceleri. Ayrıca Şamset, sadece poemi okuduğum sıra değil her zaman  gözümün önünde... Hem, nasıl göz önüne gelmez Şamset, karşılaştığın ulusal sorunların her birine temel olan da çözümünü güçleştiren de anavatandaki nüfus azlığı ise...

Anavatandaki nüfus azlığımız hep baş kakıncı yapılıyorsa?

Yineliyorum “atalarımız kıyılmadı, sürülmedi, aldatılmadı, kendilerine çok büyük acılar çektirilmedi” demem, diyemem. Ancak çağı anlayamadıklar için de onları bir türlü affedemiyorum.

Dahası, bugün de çağı anlayanlarımızın sayısı az değil mi? Halkımızın toparlanması, gelişmesi, diasporanın anavatana dönüşü, şansını yakaladığımız bu günlerin, değerini anlayabilenlerimizin sayısı çok mu? Yöneticimiz, aydınımız,  sıradan insanımız olsun, ulusal sorunun çözümü için gerektiği gibi çaba gösterdiğini, kim söyleyebilir? Peki bu gün çağı anlamadığımız, çağın gerektirdiği çabayı göstermediğimiz, halkımız yararına çalışmadığımız için yarın af edilmemeyi hak etmiyor muyuz?”

Sadede gelirsek
;

Bence sayın Kahraman ve Kahraman’ın yazılarını eleştiri sananların en büyük yanılgıları, bizlere gereğinden çok büyük önem atfetmeleri. Hemen her yazımızda, konuşmamızda dönüşün, sürgünün ilk günlerinde başlamış ve bizlerle bitmeyecek bir süreç olduğunun altını çizmemize karşın, sayın Kahraman’ın  “köklerimizi topraklarınızdan -sorulduğu gibi hangi topraklardan- söktüğünde”  dönüşü bitirebileceğini sanmasını da anlamak çok güç.

Halbuki bizler, kendilerine saldırılarak “kahraman” olunacak kadar büyük olmadığımızın, ancak izninizle, “kahramanların” saldırıları ile yıkılacak, bitecek kadar da küçük olmadığımızın hep bilincinde olduk.

Ayrıca geçmişte, halkımız adına yapılan çalışmalardan sadece, sorunu doğru tahlil eden, bu doğru tahlilin yol göstericiliğinde çaba göstermiş olan Çerkes Teavün Cemiyeti kuşağının çalışmaları değil mi bugün anımsananlar. Anımsanmayan,  takipçileri tarafından bile sahiplenilmeyen, anımsandığında utanılan çalışmalar da, dönüşe karşı olanların yazdıkları, eylemleri değil mi?

Günümüzün geleceğe kalacak olan çalışmalar da dönüşçülerin yazdıkları, eylemleri ürünleri değil mi?

Dolayısı ile anavatana dönüş bağlamında önemimizin, olumlu yöndeki çabalarımızla sınırlı olduğunu anımsatıyor, yolumuzdan saptığımızda, biz önemsenenlerin yok olacağı, biteceği ya da “kahramanlar” tarafından bitirilebileceğimiz buna karşın dönüş idealinin son sürgünümsünün anavatanına kavuşuncaya kadar hiç bitmeyeceğinin bilinci ile de saldırıları sürdürecek, saldırılara destek verecek, daha ileriki tarihlerde konuyu ısıtıp, ısıtıp yeniden gündeme getirecek arkadaşlara, “boşa kürek çekmeyin” diye sesleniyorum.

Sayın Kahraman ve onu destekleyen arkadaşların en büyük yanlışı, bizleri sayın Kahraman’dan daha az sevmeyen bir arkadaşımızın, yine Marje’de “Sayın Hatam’ın uzun yazısını bir kaç kez okudum. Yeni bir şey söylemiyor çizgisi itibariyle. Ama her şeyi net söylüyor. Ezmeden bükmeden. O açıdan kendisini tebrik ediyorum. Herkes kucağındaki taşları dökmeli yavaş, yavaş.” şeklinde hakkı teslim edilen Hatam’ın açıklama eski, deyimle tefsir gerektirmeyen yazılarını, açıklarmış gibi yapıp anlam kaydırma çabası içinde olmaları. Bu amaçla yazılarımı inceleyen, sayfalar tutan yazılardan cümle çekenlere de “boşa kürek çekmeyin” istediğiniz sonucu alamayacaksınız diyorum.

Hep soru soran, yanıt bekleyen, yanıtlanmadığında galip geldiğini sanan arkadaşlar, sanırım iki yıl kadar önce Marje’ye ilk yazdığım, alıntılar yaptığınız yazımdaki şu soruları yanıtlamadığınız sürece ne yaparsanız yapın, ne yazarsanız yazın, nasıl saldırırsanız saldırın, tarafımdan muhatap kabul edilmeyeceğinizi artık anlayın lütfen:

“Durumu bilmeyen biri Marje’deki yazıları temel aldığında ilk olarak ''Türkiye Çerkeslerinin tüm ulusal sorunlarının çözümlendiğini, çözümlenmemiş sorunları kalmadığı için de anavatandaki sorunların çözümünü kendilerine görev edindikleri'' yanlış sonucunu çıkarır.

Sanki, Türkiye’de köylerimiz boşalmıyor, başka halklar tarafından doldurulmuyor, sadece kentlere yerleşenlerin değil köylerde de anadil hızla unutulmuyor. Sanki tüm derneklerin üye toplamı, Türkiyeli Çerkes sayısına (her kim uydurduysa 6-7 milyon deniyor) göre “devede kulak” bile değil.

Ki, bu konuların da tartışılması gereğini dile getirenler de olmuyor değil. Ancak yine de platform Türkiye Çerkeslerinin sorunlarının irdeleneceği, eyleme dönük girişimlerin olabileceği umudunu vermiyor.

Hararetle Kafkasya’yı gündeme getirenlerin konuya ilgi, dünya olaylarına ilişkin bilgi düzeyini, insan hakları anlayışını kavramakta da zorlanıyorum. Bulunduğu, yaşadığı, vatandaşı olduğu ülkeden bir talepleri olmayan muhacerette yan gelip yatanların anavatanı bugünlere getirenlere, var olma mücadelesi verenlere acımasız eleştirilerini, hakaretlerini ise; bırakın politikayı, insan haklarını, ''insan'' olmakla bağdaştıramıyorum. Bunlar, değerli yazarımız Uıtıj Boris’in anavatan-muhaceret ikilisinin iş bölümüne ilişkin sözlerini anımsatıyor bana:

''1994 yılı. Sürgün etkinliklerine katılmak üzere DÇB adına, Ueşhamafe Dergi’si genel yayın yönetmeni, şimdilerde DÇB başkan yardımcısı, ünlü yazarımız Uıtıj Boris’in de yer aldığı bir grup oluşturmuştuk. Etkinlikler sonrası akşam yemeği için bir sosyal tesisteyiz. Çoğunluğunuz katılmıştır böyle yemeklere. Bol ulusalcılık yapılan, katılan diaspora insanına, halkına ve anavatanına karşı görevlerini yerine getirdiği duygusunu, bir dahaki yemeğe kadar yaşatan yemekler ama o akşam, genellikle olduğu gibi tek büyük bir masa değil de küçük masalarda yemeğimizi yemiş sohbet etmiştik. Uzun çok uzun bir süre sabırla, bir yemeklik Çerkeslerden anavatandakilerin neler yapmaları gerektiğini dinleyen Boris sonunda dayanamamış şunları söylemişti: “Değerli arkadaşlar, bizlerin kardeş olduğumuz doğru. Vatanımızın sizin de vatanınız olduğu da doğru. Yapılacak işler de çok. Sizlere göre anavatanın bekçiliğini yapmak bizim görevimiz. Anavatanın nüfusunu arttırmak bizim görevimiz, dili kültürü yaşatıp geliştirmek bizim görevimiz. Geleceğimize ilişkin her çalışmayı yapmak bizim görevimiz. Peki geleceğimize ilişkin size düşen görev sadece bu masalarda kadeh tokuşturmak mı?... Bu iş bölümünde sizce de bir haksızlık yok mu?''

Anavatan eleştirilerini akılla, mantıkla, sağlıklı değerlendirme ile bağdaştırmak çok güç. Hep merak ederim. Kuzey Kafkasya’nın sınırlarını değiştirmeye kalkanların;

Acaba kaçınız anavatanınızı gördünüz?

Acaba kaçınız bir Avrupa gezisi yerine anavatanınızı tercih ettiniz?

Acaba kaçınız anadilinizi biliyorsunuz?

Acaba kaçınız anadilinizde üretilmiş literatürü takip edebiliyorsunuz?

Acaba kaçınız anadilinizde üretebiliyorsunuz?

Acaba kaçınız kültür değerlerimizi yaşamaya geliştirmeye çalışıyorsunuz?

Acaba kaçınız anadilinizi öğrenek okur yazar olmak çabası içindesiniz?

Acaba kaçınız Abhazya’da şehit düşenlerin yetim çocuklarının eğitimi için, harcamalarınıza göre devede kulak kalacak yıllık 120 Dolarlık programa katıldınız?

Mali durumu el vermediği için bu programa katılamayanlardan; kaçınız, ekonomik durumu elverdiği halde bu programı katılmayanları eleştirdiniz? Acaba kaçınız her güzelliği üreten kültür işçilerimizin kimi bölgede 50 Doları, hiçbir bölgede 100 Doları bulmayan aylık gelirlerine katkıyı düşündünüz?

Zevkle dinlediğiniz, kasetlerini birbirinize aktardığınız müzikler için kaçınız telif ücreti ödemek gereğini duydunuz? Acaba kaçınız çevirisi yapılan hemen hiçbir kitabın yazarının izninin alınmadığını, hemen hiçbir yazara telif ücreti ödenmediğini, dahası eserlerinde değişiklik yapıldığını biliyorsunuz? Bunları bilenlerden kaçınız bu medeni olmayan davranışa tepki gösterdiniz, bunu yapanı en azından kınadınız?

Bu sorulara alacağımız yanıtların çok yüz güldürücü olmayacağını sizler de biliyorsunuzdur. Göstergeler, Bağımsız Birleşik Kafkasyacılar bir yana anavatana dönüşü savunanların çoğunluğunun da bu çaba içersinde olmadığının kanıtı. Durum buyken görmediğiniz, görmek çabası içinde olmadığınız, başka birçok ülkeyi yöreyi kendisine tercih ettiğiniz anavatanınızın kaderi üzerine ahkam kesmek sağduyu ile bağdaşır mı?

Anavatanı bugüne getirenlere, bugünlere getirmek için sıkıntılara katlananlara onların temsilcilerine hakaret etmek kendilerini onlardan daha Çerkes, daha yiğit, daha halkının düşüneni saymak doğru olur mu?

Sol-sağ herhangi bir düşünceyi savunduğu için yaşamını yitiren yüzlerce insanımıza karşın ulusalcı olduğu için zindanlarda çürütülen, yaşam hakkı elinden alınan sürülen tek bir kişi yetiştirmemiş sayısı milyonlara varan diasporanın, ulusalcı oldukları için yüzlercesi, binlercesi zindanlarda çürütülen, kurşuna dizilen, vatan savunmasında şehit olan ve sayıları da yüz binlerle ifade edilen anavatanı, vatanını, halkını sevmemekle suçlaması için çatlamamış ar damarının kalmamış olması gerekir. Yukarıda saydığımız şeyleri gerektiği gibi ve gerektiği oranda yerine getirmeyenler bir yana, ekonomik ya da başka bir sıkıntıdan dolayı anavatandan kaçabilecek olan -ki bunun örnekleri de az değil artık- biz anavatana dönmüş olanların bile eleştirilerimizde kantarın topuzunu kaçırmamaya özen göstermemiz gerekemez mi? Cepheye hiç gitmediği için, cephedekilerin neler çektiğini bilmeyen ya da cephedeki en küçük sıkıntıdan kaçanların cephede kalanları bu kadar acımasız eleştirmesi nasıl bir mantıktır?”

Değerli okuyucular; sizlerin paradigmanızı, olayları irdelediğiniz psikolojik gözlüğünüzü değiştirmeden bizleri anlamanız mümkün görünmüyor. Aşağıdaki satırlar da okuduğunuz bir başka yazımdan görmek istemediğiniz bir bölüm. Belki paradigmanızı değiştirmenize bize yardımcı olmanıza yarar:

“Değerli Arkadaşlar,

İster ilahi, ister insan düşüncesinin ürünü olsun hiçbir öğreti kişiyi kendisine zarar verecek davranışa zorlamaz. İslamiyet'te Allah, "darda kaldığında beni bile inkar edebilirsin" der. Modern hukuk da, "kişi kendisi aleyhine olacak ifadeye zorlanamaz" der.

Rusya Federasyon'u içerisinde kalanlar "Varsın bağımsız olmayalım, varsın kendi kaderimizi tayin hakkımız olmasın, ölümden başka her şeyin çaresi vardır. Ölenimiz az olsun, sürgünümüz az olsun" diye düşünmüş olamazlar mı? Dahası can tatlı deyip, varsın hayatta kalmak için onursuzluğu (size göre) seçmiş olsalar bile, onlara karışma hakkınız var mı?

Hem ben, insan olarak korkak olamaz mıyım? Korkaklığımın bilincinde olamaz mıyım? Hayatta kalmak için onursuzluğu, köleliği tercih edemez miyim? Bunlar da insani duygular değil mi?

Hem birilerini onursuzlukla suçlayan insanların kendilerinin daha onurlu olması gerekmez mi? Diaspora Çerkes'i daha onurlu da, ne pahasına alındığı bilinen kısmi özgürlüklerin mücadelesi verilirken nerelerdeydi acaba? (Kurumlarımız olarak.)

TC Cumhurbaşkanı, Genel Kurmay Başkanı politikanıza tam ters demeçler verdiğinde neden onurlu bir davranış gösterilmedi? Türkiye'deki kurumlarımız, Avrasya kaçırıldığında (tesadüfen Türkiye'de idim) tepki göstermek için neden TC'nin tavrını beklemişlerdi dersiniz? Daha sonra gemiyi kaçırmanın bir nefsi müdafaa olduğunu TV. ekranlarına taşıyan büyük adamlarımız da çıktı. TC'nin birinci savaş sırasındaki tutumu ile şimdiki tutumu arasındaki farkı neden irdelemiyorsunuz? Bağımsız Kuzey Kafkasya uğruna ölümü, kan dökmeyi, yurdundan olmayı güya göze alan kahramanlar, Putin'i protesto ettiği için gözaltına alınan dernek başkanına neden sahip çıkmaz? Peki protesto edilen TC'nin bir yetkilisi olsaydı ne olabileceğini hiç düşündünüz mü? Bence kurumlarımız dernek başkanını kınamak için sıraya gireceklerdi. Çünkü hep yazdığımız gibi milliyetçilik gıyabi olunca çok tatlı oluyor, değil mi?

Sakın "Türkiye'de olsaydım sizlerin bu yapmadığınız şeyleri ben nasıl yapardım" demeye getirdiğimi sanmayın. Ben Türkiye'de iken de korkaktım. İlkokul birinci sınıfta iken, konuşmalara Çerkesce sözcük karıştıranlardan alınan 5 Kuruş cezanın atıldığı kumbarayı, öğretmenimin benim boynuma asmasına itiraz edemedim. Gerçi bunun bir baskı olduğunu büyüklerim de dile getiremedi. Anadil hakkımı savunamadım. Olanaklar sağlanmaz ise verilen hakkın sözde bir hak olduğunu hiç dile getiremedim. Okula, Radyoya, tüm kültür hizmetlerine ayrılan parada benim vergi payımın olduğunu bildiğim halde bu haksızlığı haykırmak aklımın köşesinden bile geçmedi. Çünkü ben zaten kokaktım... Belki de korkak Çerkesleri, rahatsız etmek istemeyecek kadar sorumlu...

İnanın bunları Türkiye'de size zararı dokunabilecek girişimlerde bulunmanız için de, sizi kışkırtmak için de yazmıyorum. Ancak bir şeyin altını hep çiziyorum.

Lütfen ziyaret bile etmediğiniz anavatanı rahat bırakın.

"Aşk derdi ile hoşem el çek ilacımdan tabip" demişti şair sanırım. Alıştığımız korkaklığımız, ruhsuzluğumuz, Rus işbirlikçiliğimiz ile bizi rahat bırakın lütfen. Hem bu yazdıklarınızın sadece Rusya Federasyonundaki nasyonalistlere malzeme olmaktan öte bir etkisinin de olmayacağını bilin.

Özetle biz bulunduğunuz ülkelerde gösterdiğiniz (ya da göstermediğiniz) kahramanlığa saygı gösteriyoruz, siz de bizim korkaklığımıza saygı gösterin lütfen...

Aslında keşke, bir başka bakış açısı, başka bir paradigma geliştirebilseniz diyorum. Örneğin bizlerin, salt vatanımızda yaşayabilmek, havasını solumak, halkımızın kaderini paylaşmak, bilgi ve becerisini halkının yararına sunabilmek için, konuşturulmamayı, baskı görmeyi, ikinci üçüncü sınıf vatandaş sayılmayı, siz kahramanlar tarafından "ruhunu Ruslara satmışlıkla" "Putin köleliği" ile suçlanmayı göze alabilen yiğitler olduğumuzu düşünebiliseniz. "Bizim göze alamadıklarımızı göze alıyorlar, bizim katlanamayacağımız şeylere katlanıyorlar, kendilerine hakaret ettiğimiz halde bizlere hakaret edemeyebiliyorlar. Bunlar ne onurlu ne sabırlı insanlarmış" demeyi bir deneseniz. İnanın o zaman insan olmanın, başkasına zarar vermemiş olmanın mutluluğunu duyacak daha bir insan olduğunuzun ayrımında olacaksınız.”

İzninizle, hemen her yazısı çifte standart yaklaşımın örneği K’eref kardeşim için yukarıdakilere, “Açık Çağrı”sına yanıt küçük bir ek:

Değerli kardeşim,

Bizler aradığımızı bulduk. En azından aradığımızı bulduğumuzu sanıyoruz. Tek çözümün anavatana dönüş olduğuna inanıyoruz. Dönüşün sorunlarını  dönüşü doğru bulmayanlarla tartışmayız ama bu; elbetteki, arama toplantısı yapmanıza engel değil. Siz aradığını bulamayanlar, dünya görüşleri, inanç sistemleri, demokrasi anlayışları, yaşam biçimleri, Türkiye’deki siyasal yapılara karşı tutumları, daha bir çok şeyleri farklı ama “Dönüş Karşıtı” oluşları ortak bütün gruplar, lütfen en kısa sürede toplanın. Aramalarınızı sonuçlandırın. Dişe dokunur bir sonuç elde ederseniz, Dönüşün tek çözüm olduğu inancımızı sarsabilirseniz kamuoyu önünde söz, sonraki aramalara bizler de katılırız. Söz!..

Hodri Meydan….