MİKRO MİLLİYETÇİLİK

14.10.2006

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Son bir iki yılın sanal ortamımızdaki moda terimiyle, siz de sık, sık karşılaşmış belki de suçlanmışsınızdır: Mikro Milliyetçi. 

Ancak doğrusu ben, terimin ne anlamda kullanıldığını tam olarak algılayamıyorum.

Bilimsel yapıtlara göre Çerkes'in tanımını yaparsınız. Katılmayanlar bilimsel yapıtları kaynak göstererek yanıldığınızı anlatmaya çalışacak yerde hemen yaftayı yapıştırıverirler: Mikro Miliyetçi.

Kuzey Kafkasyalı halkların her birinin kendi adıyla kendi sivil örgütünü kurması gerektiği görüşünü gerekçeleri ile birlikte savunursunuz, suçlama hazır: Mikro Milliyetçi.  

Adigeler dışındaki Kuzey Kafkasya halklarının kendi sivil örgütlerini yıllar öncesinden beri kurmuş olduklarını örnek gösterir, Adigelerin de derneklerine kendi adlarını vermeleri gerektiğini dile getirirsiniz. İlginçtir ki oklar yıllar öncesinden ayrılıp kendi derneklerini kuranlara değil de size yönelir: Mikro Milliyetçi. 

Diğer halklar zaten Çerkes olmadıklarının bilincindedir,  Çerkes oldukları iddiaları  da yoktur. Dolayısı ile de Çerkes olduklarını dayatmak, onurlarına dokunur dersiniz. Yanıt bir Çeçen, bir Dağıstan: bir Oset bilim adamının eğer varsa yapıtından bir alıntı, kendi halklarının da Çerkes olduğunun kanıtı olabilecek bir alıntı değildir, bir suçlamadır: Mikro Milliyetçi.

Kuzey Kafkasya’daki halkların yerleşimini  gösterir 1830 baskı en yaygın haritada Osetya, Çeçenya  ve Dağıstan’ın Çerkesya dışında kaldığını söyleyip, bunu belgelediğinizde de Mikro Milliyetçi’siniz.

Anavatanda yaşayan Adigelerin Bağımsızlık düşlemediklerini, bağımsızlık mefhumunun değiştiğini, geçerli olanın karşılıklı bağımlılık olduğunu, nüfusu on milyonları bulan ülkelerin bile tam bağımsız olmadıklarını, konumları nedeni ile bağımsızlık mücadelesinin Adigelerin yok olması ile eş anlamlı olduğunu söylersiniz. Bu kez sizi tanımlamaları için Mikro milliyeçi’lik yetmez. Bu tanıma  ayrıca Rusya Federasyonu kalemşörü, gizli örgüt çalışanı…benzeri bir çok sıfat da eklenir.

Ben, tarihin kimin, kimlerin kalemşörü, kimin kimlerin silahşörü, kimin kimlerin gizli yada açık çalışanı olduğunu mutlaka ortaya çıkaracağından emin olduğum ve tarihin yargısından da hiç korkmadığım için bu suçlamaları ancak ulusal varlık mücadelemize zarar verdikleri ölçüde önemserim. Dolayısı ile belirli çevreler pek hoşlanmasalar, sunulan belgeleri görmezden gelseler de  görüşlerimizi belgelerle desteklemeyi  sürdürelim derim:  

1996 yılı. Sürgünün 132. yılı nedeni ile DÇB delegeleri olarak Türkiye’deyiz. Anavatan’dan değerli konuklarımız ve, dönemin dernek yöneticileri kalabalık bir grup halinde Tokat derneğimizin düzenlemiş olduğu anma etkinliklerindeyiz. Toplantıya katılanlar anımsayabilir, meraklıları dernek yetkililerinden konuşmaları içeren video bantlarını bulup izleyebilirler. Konuşması sırasında Sayın Fahri Huvaj Çerkes sözcüğünün tüm Kuzey Kafkasya Halklarını içerdiğini dile getirmiş, rahmetli Tarık Cemal kutlu da konuşma sırası kendilerine geldiğinde her zamanki kibar üslubu ama çok açık, çok anlaşılır bir dil ile bu yaklaşımın yanlış olduğu, bu tanıma katılmadığı yanıtını vermişti.

Bu olay ile birlikte, Sayın Şahabettin Özden’in başkanlığı döneminde, 1991 yılında  yayımlanan, “Yalova Kuzey Kafkas  İki Aylık Tarih Kültür ve Haber Dergisi” birinci sayısında çıkan ekteki yazı, Çerkes sözcüğünün, bütün Kuzey Kafkasyalı halkları kapsadığı dayatmasının Çerkes olmayan Kuzey Kafkasya Halklarını  rahatsız edebileceği görüşümüze kanıt değil midir?

“KUZEY KAFKASYA VE HALKLARI
 

Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar uzanan Kafkas Sıra Dağlarının kuzey kesimi. Eskiden batı kesimine Çerkezistan, doğu kesimine Dağıstan denirdi.
 

En eski diller olarak LENG Kafkasca iki öbeğe ayrılabilir. Güney Kafkas ve Kuzey Kafkas.
 

Güney öbeği Gürcüce, Mingrella dili, Savanet dili ve Lazca’yı kapsar.
 

Kuzey öbeği:
 

Doğuda, Çeçen-Lezgi dilleri(Çeçence, İnguşça, Avarca, Lezgice, Dargice, Lakça, Tatça, Agulca, Rutulca, Tabasaranca ve diğer Dağıstan dilleri.
 

Batıda; Abask-Kerket dilleri Abhazca, Wubıhca, Adigece (Çerkesce)
 

Kuzey Kafkasya’daki coğrafi durum devrimle değişmiş, (1920’lerde) şu anda batıdan itibaren : Abhazya, Adigey Bölgesi; Karaçay-Çerkessk Bölgesi, Kabardey-Balkar, Osetya, Çeçenistan ve Dağıstan olarak 7 özerk bölge ve cumhuriyete sahiptir.
 

Yukarıda bahsedilen lisanları konuşan halklar en eski ve yerli olarak bilinir. Bunlarla birlikte sonradan geldikleri söylenen (yaklaşık iki bin yıl evvel) Kuzey Kafkasya’ya yerleşen ve aynı kültüre sahip belirli halklardan, Karaçaylar, Balkarlar, Asetinler, Kumuklar vs. ile Kuzey Kafkas halklarını teşkil ederler.
 

Görüldüğü gibi Kuzey Kafkas halklarının adı geçen yedi yörede ayrı, ayrı hatta bazı  yörelerde birkaç lisan ve bilhassa Dağıstan’da 28 lisan, 80 lehçe konuşulduğu bilinmektedir.
 

Fakat son yıllarda ülkemizde maalesef bazı hemşehrilerimiz Kuzey Kafkasyalıların tümünün Çerkes olduğu iddiasını yayma çabasındadırlar. Buna neden gerek duyuldu, bilmiyoruz. Adige=Çerkes kelimelerinin eş anlamda olduğu bilinen bir gerçek. O halde bize de gerçekçi olmak yaraşır.
 

Kimileri, Kuzey Kafkas Halklarını birleştirici tek isim altında toplamak gayesi ile  ÇERKES diye adlandırmayı uygun bulduklarını söylüyorlar. Birleştiriciliğe ve birlikteliğe elbette ki evet. Hepimizin arzusu kuşkusuz böyledir. Fakat kaş yapalım derken göz çıkarmak değil.
 

Kuzey Kafkas Halklarının birlikteliği, orada yaşayan 20’nin üzerinde belirgin halklardan birinin ismiyle anılmakla sağlanamaz. Bilakis mevcut birliğin kopmasına ve parçalanmasına neden olur. Bu halkların birlikteliğini sağlayacak ve ve temsil edecek ortak bir isim zaten vardır. O da Kuzey Kafkas olarak tespit edilmiştir. Halbuki Çerkesler Kuzey Kafkasya nüfusunun %10’unu bile teşkil etmiyorlar. Abhazlar biraz yakındırlar, fakat onların da Çerkes olduğu söylenemez, çünkü bir milletin tek lisanı olur. Kaldı ki diğer Kuzey Kafkas halklarının Çerkeslikle hiçbir alakası yoktur.
 

Her milletin bir lisanı ve kendine has özellikleri vardır. Bunları Çerkeslik potasında eritmeye çalışmak, o halklara karşı haksızlık ve saygısızlık değil midir?
 

Bu tür olayları bazı yörelerde, Abhaz-Çerkes çekişmesi olarak üzülerek duyuyoruz. Neden ise basit, yine Çerkeslik mefhumu. Bu iş nereye vardı. Ta ki Abhazlara ayrı bir dernek kurdurma zorunluluğuna kadar ve yine Asetinlere ayrı bir vakıf kurdurmak gibi. Korkarız bu tutum böyle sürerse, diğer Kuzey Kafkas halkları da ayrı birer cemiyet kurma zorunluluğu duyarlar.”
 

Gelelim Kuzey Kafkasya Halklarından her birinin kendi örgütünü kurmasının ayrımcılık, birliği (sunulan biçimi ile hiç birlik olmuş gibi) parçalamak olarak algılanmasına, bu yaklaşımı savunanların Mikro Milliyetçi olarak suçlanmasına.  

Sürekli olarak “birlik” ten söz edenlerin en temel referansları sanırım 11 Mayıs 1918 de kuruluşu ilan edilen “Bağımsız Birleşik Kafkasya  Dağlıları Cumhuriyeti Devleti”dir (Nedense söz edilirken Dağlılar sözcüğü görmezden gelinir) Bu devletin kuruluş aşamalarından biri Videonda toplanan İkinci Kafkas Kongresidir. “Bu kongrenin kabul etmiş olduğu geçici anayasa’nın temel hükümlerinden bazıları da şunlardır: 

1) Kafkasya halkları politik  bir birlik oluşturur.

2) Birlik sınırları içinde her halk özerktir.

3)
Birliğin ortak menfaatleri konusunda karar vermek üzere iki yapıdan oluşan bir yasama organı oluşturulur. Alt yapı özgür halkların görüşlerini ifade eder ve her otuz bin kişide bir temeline dayanılarak seçilmiş Halk Temsilcileri vardır. Üst yapı halkların birliği düşüncesini temsil eder ve her halk üç delegeyle temsil edilir.

4)
Her iki yapı birlikte hükümeti seçer.” (1)
 

Diğer yandan bilindiği gibi sağlıklı birliktelikler, sorunları ortak, çözüm öncelikleri aynı olan kişilerin, halkların oluşturduğu birliklerdir. Sözü edilen yıllarda amaçları bir olanlar böyle bir birlik oluşturmuşlardır. Ancak dikkatinizi çekmiştir kadrolar “birlik sınırları içerisinde her halkın özerk olduğu” politik bir birlik oluşturmuşlardır. Bu durumda gerçekçi olmaya çalışan her birimizi “Mikro Milliyetçi’likle suçlayan arkadaşların bakış açısına göre “Bağımsız Birleşik Kafkasya Dağlıları Cumhuriyeti Devleti”ni kuran kadroların da Mikro Milliyetçi olması gerekmez mi ya da, bir devlet yapısında bile halkların özerk olması daha doğru bulunmuşken, dernek yapılarında da özerkliği, yani her halkın kendi derneğini kurma girişimlerini Mikro Milliyetçi’lik olarak değerlendirmek saçmalık olmaz mı? 

Bu durumda Kuzey Kafkasya halklarının her birinin kendi örgütünü oluşturması ve birliğin de Adige ve Abaza Birliği olması gerekmez mi? Yıllardan beri yazılıp söylendiği gibi, diasporik Kuzey Kafkasya halkları içerisinde anavatana dönüşün salt öncelikli değil zorunlu olduğu halklar Adige ve Abazalar değil mi?

Gerekçelerine gelince; 

Bilindiği gibi Adige ve Abaza halklarının diaspora nüfusları anavatan nüfuslarından kat be kat fazladır.

Diğer halkların diaspora nüfusları anavatan nüfuslarına oranla devede kulaktır. 

Anavatana dönüş, Adige ve Abaza halklarının anavatan kesimi için de yaşamsal önemdedir. 

Diğer halkların anavatan kesimi için anavatana dönüş yaşamsal önemde olmadığı gibi anavatan, diasporalarının, anavatanın sesi olarak diasporada kalmalarını tercih edebilir. Bununla birlikte diasporada, anavatana dönüşü tercih edenler olur ise anavatan kesimi diasporanın katkısına gereksinme duymadan bunu sağlayacak örgütlülük ve güçtedir. 

Halbuki Adige ve Abazalar için yaşamsal olan dönüşün gerçekleştirilebilmesinde diasporanın da katkısı zorunludur. Ayrıca çalışma ne kadar başarılı olursa olsun diasporada anavatanın sesi olacak yeteri kadar Adige ve Abaza kalacaktır. 

Bunlarla birlikte daha sayılabilecek olan birçok gerekçe Adige ve Abaza birlikteliğini zorunlu kıldığı içindir ki, DÇB Adige ve Abaza Birliği olarak doğmuştur. Diaspora örgütlerinin de bu yapıya uyum sağlaması gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.  

Tüm bunlara karşın, bu gerçekçi yaklaşımı dile getirenleri ulu orta Mikro Milliyeçi’likle suçlayan Adige ve Abazaları, Sayın Cem Kumuk’un, sözünü ettiğimiz anayasaya ilişkin bilgileri de aldığımız, “Neredesin Prometheus?” adlı yapıtındaki ekteki değerlendirmesini, yeniden, yeniden okumaya, anlamaya, günümüzde ne anlama geldiğini kavramaya çağırıyorum: 

“1829’da imzalanan Edirne Antlaşması’nda olduğu gibi, kendilerinin taraf olmadığı Mondros Ateşkes Antlaşması’nda da Kafkasya ve Kafkasyalılar hakkında kararlar veriliyordu.
 

lginç olan Osmanlı Devleti’nin tüm dikkatini Kafkasya’nın doğusuna yöneltmesiydi. Yani Orta ve Batı Kafkasya ilgi alanlarına girmiyordu. Bunun nedeni çok açıktı Öncelikle Doğu Kafkasya Pan-Türkist emellere ulaşılması için mutlaka kontrol altında tutulması gereken bir bölgeydi. Doğu Kafkasya olmadan Orta Asya’daki Turani  unsurlarla temas kurulması imkansızdı. Ayrıca bölgedeki güçlü dini potansiyel ve bazı Turani kökenli  kavimler burada yapılacak çalışmaları kolaylaştırıyordu. Petrol kaynakları da bölgenin cazibesini iyice arttırıyordu.
 

Kafkasya’ya gönderilen Osmanlı askeri gücüne bakıldığında durum daha da ilginç hal almaktaydı. Osmanlı topraklarındaki Kafkas diasporasının çok büyük bölümü Orta ve Batı Kafkasyalı Adige ve Abazalardan oluştuğundan, doğal olarak bu askeri gücün de hemen, hemen tamamını Adige ve Abazalar oluşturuyordu. Bu asker ve subayların mücadele için Kafkasya’ya gelmelerinin asıl sebebi anavatanlarının bağımsızlığını korumaktı, ama hiç biri doğuda Turan emellerini korumaktan Kafkasya’nın orta ve batısı için bir şey yapma fırsatı bulamamıştı.”
(2) 

Ayrıca, doğrusunu söylemek gerekirse, Kuzey Kafkasya Birliğini, Tam Bağımsız Adigey Cumhuriyetini amaçladıklarını söyleyenlerin;

Çeçenlerin RF ile birlikte olmayı tercih edenleri,

Mücadele alanını terk eden, nüfusları  yüz binlerle ifade edilen Çeçenleri,

Savaşa beş kala ana baba bir Çeçen kardeşlerinden ayrılıp RF içinde kalayı tercih eden, yeniden birleşme önerisini yakınlarda reddeden İnguşları,

Yine yakınlarda Çeçenistan'la birleşmeyi reddeden Dağıstanlıları,

Kuzey Osetya ile birleşme yani RF’na girme çabası içinde olan Osetleri,

Sayılan halklardan Çeçen direnişçilerle birlikte savaşmayanları,

Hele Abhazya'nın bağımsızlığı uğruna nelere katlandıkları bilinen Çeçenleri desteklemeyen, RF’nun yardımlarını kabul eden Abhazları değil de Adigeleri pasiflikle, işbirlikçilikle suçlamalarının nedenini i anlamakta, gerçekten zorlanıyorum.

Peki, “MİLLET OLMANIN VE ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ VARDIRsöylemini dile getirenlere inanmayanları pasifistlik, kalemşörlük gibi terimlerle ile suçlayan, bizim eleştirilerimizi “alay” olarak değerlendiren sanal kahramanların, rahmetli Dudayev’in diasporaya etek göndereceği mesajını (Mustafa ve Medet Ünlü kardeşler doğrulayabilir) ve Abhazya bağımsızlık savaşına katılan Düzceli üç genç kızımızın “eteklerimizi Türkiye’de bıraktık, erkek arkadaşlarımız giysin diye” anlamındaki demeçlerini alaydan saymamalarına, etek hikayelerini unutmuş görünmelerine ne demeli?

Gerçekten de bağımsızlığı dillerinden düşürmeyenlerin eğer samimi iseler, bedel ödemeye hazır iseler, bağımsızlık savaşı verilen coğrafyada olmaları gerekmez mi? Ayrıca, “halkını sevmek, halkının sorumluluğunu duymak demek, kendi ödediğinden ödeyebileceğinden daha fazlasını bir başkasına ödetme çabasından en azından, kaçınmaktır“ yargımız doğru değil mi? 

Dahası, bizim diasporik Kuzey Kafkasya Halklarına yıllardır anlatmaya çalıştığımız, kendilerinin de anlamazdan geldiği  şeyi Mevlana Celaleddini Rumi daha on üçüncü yüzyılda söylemedi mi: Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.

“Birleşik Bağımsız Kafkasya”, “Tam Bağımsız Adigey Cumhuriyeti” söylemlerinin, geçmişte olduğu gibi günümüzde de “Doğu'da Turan emellerini koruma” amacına yönelik olduğunu, bunun da dünyaya hakim olmak isteyen güçlerin bir aracı olduğunu görmenin, kavramanın zamanı gelmedi mi? 

Ne dersiniz, zamanı gelmedi mi?


1) Nerdesin Prometheus  Alfa yayınları  Cem Kumuk  s:86
2) Adı geçen yapıt s.134