SEVGİLİ WUBIH DEDEYE BİR MEKTUP

31.12.2005

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Koca Meşe’ye saygıyla…

Ne kadar özlemişsindir bizleri; ya ben seni ne kadar özledim bir bilsen. Bizlerden ayrıldığın tam on üç yıl oldu. 1992 yılı Ekim ayının yedisinde “elveda” demiştin dünyaya. Ancak senin gibi iz bırakanlar unutulur mu hiç? Adını yazıp tıkladığımda internet sayfalarında sana ilişkin yüzlerce makale başlığı çıktı. Çoğu da İngilizce. Seni hep Wubıh dilinin son sesi olarak tanımlayan yazılar…

Senin Wubıh dili ile dolu yaşamında, anımsanmaya değer çok anıların vardır. Bense, seninle yaptığımız anavatan yolculuğunu  unutamıyorum bir türlü. Bu yolculuğu birlikte yapabildiğimiz için de kendimi şanslı sayıyorum. Her anışımda da o günlerin coşkusunu, korkularını yaşıyorum yeniden. Sadece ben değil; dönemin dönüşçülerinin her birimiz, senin mutlaka anavatanı görmen gereğine inanıyorduk. 1990 Ekim'indeki anavatan ziyaretimizden önce de Şamil Jane anavatanı görmeniz için çabalamıştı. Her şey iyi gidiyorken sağlık nedeni ile son anda vazgeçmek zorunda kalmıştınız.

Hatırlar mısın bilmem? Senden önce sesin ulaşmıştı anavatana, Nalçik’e. Nihat Bidanuk, İsmel Özdemir, Fahri Huvaj ile birlikte, 1978’de Kabardey-Balkarya Rodina Derneği’nin davetlisi ve Türkiye’deki derneklerimizin temsilcisi olarak anavatanı ziyaretimizde, sesinin kaydedildiği  bir kaseti de birlikte getirmiştik Nalçik’e. Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü’nde, bizleri görmek, dinlemek için toplanan bilim adamlarına, Türkiye’deki durumumuzu anlatmış, genç arkadaşlarla birlikte hazırladığımız raporumuzu sunmuştuk. Sonra da senin sesini, Wubıhca’yı armağan etmiştik. Bilemezsin ne kadar sevinmiş, ne kadar duygulanmışlardı…

Peki, anavatanın sadece sesini duyması yeterli miydi? Senin anavatanı görmen gerekli, anavatanın seni görmesi zorunlu değil miydi? Elbette gerekli, elbette zorunluydu ancak, seksen altı yaşındaydın, hastaydın da ama yine sen “Koca Meşe”ydin, yürekliydin. Hani köyünüzdeki koca meşe gibi… Nasıl unuturum… Bandırma Kuş Cenneti Festivali için gelen İstanbul Televizyonu Günaydın Programı ekibine senden söz ettiğimizde hemen çekim yapmak istemişlerdi. Kırmamıştın onları…  Anlatmıştın, kendi köyün Hacı Osman’ın nasıl yerleştiğini, yerleşme sırasındaki sancıları, bağımsızlık savaşı sonrası Gönen-Manyas sürgününü, Anadolu ortalarından, henüz yoldayken geri dönüşünüze nasıl izin verildiğini… Döndüğünüz köyün, komşu Türklerce işgal edilmiş olduğunu, evlerinizi tarlalarınızı yeniden sahiplenmek için yine mücadele etmeniz gerektiğini… Büyük dilci, büyük insan, Profesör George Dumezil ile birlikte yaptığınız çalışmaları… Profesör Şeraşidze’nin Wubıhca’yı ne kadar iyi öğrenmiş olduğunu anlatmış, anlatmış sonra da bastonunla koca meşeyi göstermiş ve  “işte” demiştin, “benden sonra bunları bilebilecek, anlatabilecek bir bu ağaç, bu koca meşe kalıyor”...

Nasıl da tüylerim diken, diken olmuştu… Hala ürperirim aklıma geldikçe. Hele çekilen filmde, elinde bastonun koca meşe ile birlikte göründüğün kareler, önerimiz üzerine çekim ekibinin film müziği olarak İstanbulak’ue’yi seçmesi. Kısa filmin son sahnesinde, İstanbulak’ue eşliğinde sırtın bizlere dönük köy yolunu yürüyüşün ve ağır, ağır  bizden uzaklaşışın… Son sahneyi her anımsadığımda da anavatandan kopuk halkımızın yok oluşunu, içim sızlayarak düşünmezlik edemiyorum.

Daha sonra ben de sormuştum Dumezil ile nasıl buluştuğunuzu. Önce Dumezil’in bir anısını anlatmıştın. “Hacı Yakup köyünde, Wubıhca konuşanları nerde bulabileceğini soran Dumezil’i, uzak olmayan köy mezarlığına götüren 10 -12 yaşlarındaki çocuk mezarları göstererek “işte” demiş, “Wubıhca konuşanlar işte burada yatıyor”…

Sonra da eklemiştin: “Dumezil, Profesör Namıt’ekhue Ayteç (Aytek Namitok) ile daha önceden tanışıyordu. Namıt’ekhue, Manyasa bağlı Dümbe’den birkaç yaşlıyı gönderdi onun yanına... Dumezil iki ay onlarla çalıştı ancak yeterince tatmin olmadı. Bu arada ben de gidiyor onları izliyordum. Konuşmaların tam olmadığının, eksik olduğunun farkına vardı. Benimle çalışmak istedi. Ben thamadeleri, yaşlıları ileri sürdüm ama içten, içe ben de istiyordum. Sonunda kabul ettim. Ertesi yıl geldiğinde doğruca bizim köye geldi.” Daha başka bir çok şey anlatmış ben de küçük notlar almıştım:

''Bir gün Paris’te iken Dumezil:
    - Keşke Çerkes olsaydım başka bir şey istemezdim.
    - İltifat ediyorsunuz. 
    - Hayır gerçek söylüyorum, Keşke Fransız olacağıma Çerkes olsaydım. Dünyada başka bir şey istemezdim, dedi.

Çok güzel Türkçe konuşurdu. Zaten Türkçe’yi iyi bilmese bu çalışmaları birlikte yapamazdık.

(…) Norveç’te seriograf ile filme alındı. Ses bantlarımın filmi. Daha sonra Paris’te de aynı çalışmalar yapıldı. Dumezil’e Norveç'te de bu çalışmayı yaptığımızı söyledim. Çekimlerden sonra Dumezil ısrarla bir daha bu çalışmayı yapmamamı istedi. Ses tellerimin bozulacağını söyledi. Ben bunu daha çok bilimsel bir kıskançlık olarak değerlendirdim. 1989’da Boğaziçi Üniversitesi’nden Sumru hanımın ricasını kıramadım. Yaşadığım ülkeye bir borcum olarak değerlendirdim ve İstanbul Amerikan Hastanesi'nde Wubıh bir doktor ile çalıştım. Ancak Dumezil’in dediği doğru imiş, sesimi büyük ölçüde kaybettim” 

Yolculuk için çoktan hazırdık ikimiz de… Birbirimizi ikna etme çabasına gerek yoktu ama birbirimize cesaret vermemiz gerekiyordu. Çünkü yineliyorum, seksen altı yaşındaydın artık ve hastaydın. Sonunda kendimizde bu cesareti bulabildik. İnanıyorum ki, senin için hayati tehlikesi olan, benim için büyük sorumluluk isteyen bu yolculuğu göze alabilmemizi sağlayan aynı duyguydu. Anavatanı, Avrupa’ya defalarca çağrılmış Wubıhca’nın son sesini, ağırlamamış olma ayıbından kurtarmak, yüzü anavatana dönük olanlara da, Son Ses’i anavatana götürememiş olma utanıcını yaşatmamak…

Bandırma’dan kalabalık bir hemşehri grubuyla uğurlanış, feribot yolculuğu ve akşamın alaca karanlığında İstanbul Karaköy.

Karaköy’de bizi bekleyen sürpriz. Ünlü Nartolog, ünlü derleyici Hadeğel’e Asker. Halkımızın siz iki büyük insanının karşılaşması, tanışması, bunu yaşayanlar hiç unutulabilir mi? İsrail’e gitmekte olan “Nart” Hadeğel’e Asker İstanbul’daymış o gün. İstanbul’da olacağını duyunca da mutlaka görüşmek tanışmak istemiş seninle. Ev sahipleri Çürey Ali, Çüpe Ertekin İşcan, kendi çocuklarınız, Heşehri Grubu. Hele o akşam heyecanla  resimlerimizi çeken Okancık, Çüpe Okan.. Nasıl da halkını seven, donanımlı bir genç oldu şimdi.

Gece kızınızda kalmıştınız sanırım. Ertesi gün havaalanı. Yine kalabalık bir hemşehri grubu ve Moskova… İkimiz de komünist değildik ama işte Moskova’ya gidiyorduk. O günlerde daha Nalçik’e uçak seferleri konmamış. Kolunuza giriyorum. Tam çıkışa doğru yürüyecekken, hatırladıkça hala beni ürperten bir ses, en büyük oğlunuzun sesi: “Doktor, babama bir şey olursa eğer, bunun sorumlusu sensin!”

Nasıl kaynar sular dökülmüştü başımdan. Nasıl da sarsılmıştım. İtiraf edeyim tereddüt de geçirmiştim bir an ama hatırlarsın sen daha bir güçle sıkmıştın sol koltuk altındaki kolumu, yüreklendirmiştin beni.

Moskova’da daha önce birlikte çalıştığınız ünlü dilcimiz Kumaxhue Muhiddin, fizik bilimi alanında kendi adını taşıyan teorisi ile bilinen, fizik profesörü kardeşi Kumaxhue Muriddin ile birlikte  karşılamıştı bizi. Havaalanından almış, bir gece ağırlamış ertesi gün de Nalçik’e uğurlamıştı. Nalçik havaalanında bizi, artık Nalçik’e yerleşmiş Bidanuk Nihat ve dernek yetkilileri bekliyordu. Özel arabalar tahsis edilmiş, konaklamamız için sanatoryumda küçük bir villa ayırmışlardı. Çok güzel planlarımız vardı. Maykop, Wubıh Bölgesi, Abhazya, Çerkessk… Buraları hep görecektik. Sağlık durumunu bildiği için Nihat, bu yolculuklar için helikopter de sağlamıştı ama sağlığın elvermemişti. Wubıh yurdunu görmek kısmet olmamıştı. Abhazya’yı ziyaret edemeyeceğini duyan Abhaz televizyon ekibi gelmiş, sanatoryumda çekimler yapmıştı… Bilim adamları başta Nalo Zavur birbiri peşi sıra gelip görüşmüştü seninle, bir görevi yerine getiren insanların sorumluluğu ile yorgunluğunu dışa vurmamaya çalışıyordun. 

Acısı tatlısı ile o günlerde yaşadıklarımın hepsini nasıl sığdırayım bir mektuba. Ancak katıldığımız konferansı, konferansta söylediklerini, nasıl unuturum? Sovyetler Birliği Tarih Enstitüsü, Kuzey Kafkasya Bilimler Yüksek Okulu, Kabardey-Balkar Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ve Kabardey Balkar Devlet Üniversitesi’nin birlikte düzenlemişlerdi. Çok geniş katılımlı bu konferansta Kuzey Kafkasya halklarının ulusal kurtuluş savaşı ve muhaceret konuşulmuştu. Çüşha İzzet Aydemir ile birlikte konferansa katılanlara sürgünün asıl karşılığının, muhaceret değil tehcir olduğunu anlatabilmiş sonuç bildirisine de sürgün sözcüğünün Rusça karşılığı izgnaniye yazılmasını sağlamıştık.

Senin konuşmanda anavatanı görmüş olmakla yaşadığın mutluluğun altını çizmiş, bunu sağlayanlara teşekkür etmiş. Daha sonra da senden çok sık duyacağım üzüntünü dile getirmiştin. ''Keşke anavatana, ayaklarım beni daha iyi taşıdığı, gözlerimin daha iyi gördüğü, kulaklarımın daha iyi duyduğu, gönlümdekini istediğim gibi söyleyebildiğim bir zamanda gelebilseydim.''

Bu yakınma, bu ses tonu beni yıllarca öncesine götürmüştü, yetmiş sekiz yılına. Yukarda andığım ilk anavatan gezimizde, Adige yazınının büyük ustası Türkçe’deki ilk Adige romanının yazarı Ç’eraşe Tembot ile de tanışma şansını bulmuştuk. Büyük yazara Şıw Zakhuı (Tek Atlı) romanının Yenemukhe Mevlüt tarafından Türkçe'ye kazandırıldığı müjdesini de vermiştik. Büyük yazarımız da artık yaşlıydı senin gibi ve senin gibi sağlık sorunları vardı. O da, halkı için çok şey yapmış olmasına karşın, hala yapabileceklerini yapmasına izin vermeyen sağlık durumundan, yıllar sonra senden duyacağım ses tonu ile yakınmıştı: ''Torunum oldu, mutluluğumun elini tutup parkta gezdiremiyorum. Arabamın direksiyonuna geçip dolaşamıyorum. Yazdıklarımdan çok daha iyilerini yazabilecek birikimim oluştu, parmaklarımı istediğim gibi kullanamaz oldum…''

Şimdilerde de ikinizle birlikte, sağlıkları bozulduğu için birikimlerini yeterince halkımıza sunamayan kendi kuşağım  arkadaşlarımı İsmel Özdemir'i, Yediç Batıray'ı, Alhas İbrahim'i, ağabeylerimiz Çüşhe İzzet ve Hatkho Aslan Arı'yı da düşünmeden edemiyorum. Hele genç yaşta kaybettiğimiz L'ışe Süleyman Yançatoral'ı. On iki Eylül sonrası  yeniden dirilişimizdeki proje mimarımızı… Derneğin yirmi beşinci yılını düşünen oydu. Oydu 89'da gerçekleştirdiğimiz. Tüm Çerkes  dünyasının temsilcilerinin katıldığı, Sürgünün 125. Yılı Kültür Haftası'nı daha 87 yılında düşünen... Hani Ankara'daki etkinliklere katılamadığın için Süleyman ve anavatandan bir gurup konukla seni köyünde ziyaret etmiştik ve Süleyman'ın büyük düşüydü Marmara yöresinde senin adını taşıyan, uluslararası bir dil konferansı düzenlemek. Onun ömrü yetmedi, biz gerisinde kalanların da ufuk genişliği…

Yıllar sonra, 2004 yılında Demokratik Çerkes Platformu'nun senin adına düzenlemiş olduğu afiş yarışması ve açtığı sergi bir nevi teselli oldu bizler için…

Sevgili Wubıh Dede, epeyce uzun oldu mektubum. Seni yordum. Dönüşte yaşadıklarımızı, dil konusundaki sevineceğin yeni gelişmeleri  bir başka buluşmamızda anarız. Ama izin ver de bir sırrımı açıklayayım. Sen de fark etmişsindir, sana olan derin saygımın, sevgimin kaynağı salt senin son ses olman, benim dile olan sevgim değildi. Senin dönüşe olan tutkun, anavatana dönüşün gerçekleşeceğine olan inancındı, umudundu. Dönüşe dönük çalışmalarımızı anlaman, takdir etmen, beni hep yüreklendirmendi…

Halkı için çalıştığını söyleyip, dönüşü anlamayanlara, yönetimlerimizi küçümseyenlere, anavatandakilerden, biz dönenlerden, ''ruhlarını Ruslara satmış kişiler, köleler'' olarak söz edenlere, çok üzülüyor-kızıyorsundur. Ancak bir yandan da kıs, kıs gülüyorsundur. Doğrusu ben de, köle saydıklarının üretimlerinden başka öğünecek şeyi olmayan, ''yok oluşa gidiş kölelerinin'' bu davranışlarına içten, içe acıyla gülmekten başka bir şey yapamıyorum.

Sevgili Son Ses, kimi eski dönüşçülerin inancını kaybetmiş olmasına da üzülme sakın. Hem eskilere inat yeni dalgayı, daha donanımlı genç kuşağı sen de fark etmiş, mutlu olmuşsundur.

Sevgili Koca Meşe, gün gelecek Hacı Osman'da bizlere gösterdiğin Koca Meşe de yok  olacak ama senin bilim dünyasına kazandırdığın koca meşe, inanıyorum, hep gelişip  serpilerek sonsuza kadar yaşayacaktır.

Ayrılışımızın on üçüncü yılında seni saygıyla, sevgiyle rahmetle anıyorum.