Kimi
yazılarımda biraz değindiğim gibi çok uzun süre anavatana dönüşü
düşündüm ve yaşadım. 1992 Mayıs’ında bu düşüm gerçekleşti. Düşümün
gerçekleşmesinin mutluluğu ile birlikte, ulusal mücadeleye,
“Anavatana Dönüşe” anavatanda katkıda bulunmanın mutluluğunu
yaşıyorum. Biz dönüş yapanların, bu şansı yakalayamamışlardan,
salt daha ulusalcı olduğumuz için dönüş yapabildiğimizi hiçbir
ortamda ileri sürmedim. Kendimizin bilinç düzeyi, azmi yanında
ondan daha önemli olarak uluslar arası konjonktürün, amacımızı
gerçekleştirmedeki katkısını önemsiyorum.
Bu konuda bilinçlendiğim lise yıllarımdan beri; hep üretimi,
çabayı, üretime yönelebilecek tartışmayı önemsedim. Site forum
sayfalarından özellikle uzak durmaya çalıştım. Üretimle
sonuçlanmayacak, birbirimizi geliştirmeyecek, amaca
yaklaştırmayacak tartışmaları hep zaman kaybı, enerji kaybı olarak
değerlendirdim. Bizlerin boşa harcayacak zamanı olmamalı diye
düşünüyorum. Seçtiğimiz her alanda çok çalışarak, çok öğrenerek,
en iyi olamaya çalışarak, üreterek ama mutlaka üreterek ayakta
kalabileceğimiz inancındayım.
Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kimi kavramların mutlak
olmadığını hep sezinledim. Kişi ya da toplumların çıkarı söz
konusu olduğunda bu kavramlara farklı yaklaşıldığını hep yaşadım.
Bu soyut kavramların somut içeriği, o günlerde geçerli dünya
görüşüne, uluslar arası örgütlerde etkili olan ülkelerin
çıkarlarına, kişinin, kendi algılayışına, bakış açısına,
paradigmasına bağlı olarak hep değişe geldiği de artık bir giz
değil. Dolayısıyla, soyut kavramlar, soyut söylemler, hele hamasi
söylemlerden çok bunların somutlaştırılmalarını, nasıl
somutlaştırılabileceğini önemsedim. Bu yaklaşımımı pekiştiren
kanıtları da hep gözler önünde değil mi?
Kendi özelimizde; her zaman, hemen her konuda farklı görüşlerin
olmasını çok doğal karşıladım, doğal karşılıyorum. Hiç
alışamadığım, hep yadırgadığım, anlaşamayan grupların kişilerin,
analaşamadıkları konularda salt polemik düzeyinde kalan
tartışmaları neden sürdürdükleridir. Eski dergilerimize
bakıldığında bu tartışmaların yeni olmadığını göreceğiz.
Anlaşmazlık konularının ön plana çıkarılması, anlaşılabilen
konularda üretme sorumluluğunu yüklenmekten kaçmak olarak
değerlendirdim hep.
Tıp Fakültesi'ni yeni bitirdiğim yıllarda, biraz daha doktorken;
bu davranış biçimine tıpta, rasyonalizasyon- akla uydurma-
dendiğini yazmıştım. 1976 yılında ''Yamçı” da yer almıştı. Akla
uydurma, kişinin, yapılması gerekeni yapamadığı halde yine de
kendisinden memnun oluşunu sürdürebilmesi, parçalanmaması için,
insan ruhunun geliştirdiği bir savunma mekanizması. Bu ruh hali de
pratiğimize kişilerin konumlarına uygun geliştirdikleri politika
ile yansıyor.
Çerkesler olarak, tanıdığımız diğer toplumlardan çok farklı, adını
koyamadığım bir psikolojimiz olduğundan artık eminim. Örneğin,
özellikle yakın geçmişte yaşadığımız, kendi aramızdaki kavgaların
nedenleri… Bu kavgalarımızın Çerkes Ulusal sorununa yaklaşım
farklılığımızdan (çoğunluk öyle sansak da) kaynakladığını
söyleyebilsek de, kanıtlayabilir miyiz? Örneğin Çerkes Ethem ile
Çerkes Aznavur, Çerkes sorununun konuluş biçimi, çözümü konusunda
analaşamadıkları için mi birbirlerini tepelemeye çalıştılar ya da
on iki Eylül öncesi, çeşitli kamplarda, fraksiyonlarda yer alan
arkadaşlarımızın, bulundukları fraksiyonda yer alış nedenlerinin
Çerkes sorununa yaklaşım olmadığını söyleyemez miyiz? Görüş
ayrılığı nedeni ile birçok Kürt’ün ayrı kamplarda yer aldığını,
birbirleri ile kavga ettiklerini, kimi kavgaların ölümle
sonuçlandığını hep gördük yaşadık... Onlarla birlikte Çerkesler de
bu kavgalarda yer aldı, öldü, öldürdü. Bir Kürt’ün, Kürt Sorunu'na
getirdiği çözüm önerisini doğru bulduğu
için, bir fraksiyonda yer alması elbetteki anlaşılır bir davranış.
Ölümle, hele sivillerin ölümü ile sonuçlanan olayları hiç
kabullenemesek de bu davranışın kendi içinde bir mantığı olduğu
söylenebilir. Buna karşın Kürt Sorunu'nun (Çerkes Sorunu değil)
çözümü konusunda yaklaşımları farklı olan Çerkeslerin, Çerkes
Sorunu'nu hiç dert edinmeyen farklı fraksiyonlarda yer almalarını,
-yineliyorum, kavgaya tutuşmalarını, ölmelerini, öldürmelerini-
anlayabilmek mümkün mü?
Kendilerini çok bilinçli, çok demokrat, çok insan hakları
savunucusu sansalar da kendi halkının sorunlarına, çözüm önerisi
getirmeyen bu arkadaşlar için, ulusal bilinci de, demokrasiyi de,
insan haklarını da yanlış algılamışlardı diyemez miyiz? Bizlerin
de, farklı fraksiyonlarda, partilerde yer alma nedenimizin, yer
aldığımız fraksiyonun Çerkes Sorunu'na getirdiği çözüm önerisi
olması gerekmez miydi? Bence gerekirdi ve bu doğal olanıydı.
Halkın düşünürlerinin, politikacılarının farklı örgütlerde yer
aldıran düşünce, Çerkes sorununun algılanışı, soruna önerilen
çözüm yolları olmalıydı. Yaşadıklarımız ise elbette ki doğal
olmayan bir durumdu.
Şimdilerde de ulusal kültürel değerlerimizi yaşatmak geliştirmek
çabası içinde olanların gruplaşır gibi, ayrışır gibi olduğunu
görüyoruz. Ayrışmada temel olan düşünce görünümde, Çerkes sorununa
bakış açısı olduğu için, sağlıklı sanılsa da ben bu sürecin de
doğal olmadığını düşünüyorum. Çoğu arkadaşımız, halkımızın somut
koşullarını, çalışmaların geldiği aşamayı, ulaşılabilecek olanı,
dünya konjonktürünü, dünya devlerinin, etki alanı paylaşım
savaşını, bu savaşın coğrafyamız üzerindeki olası etkilerini,
yeterince analiz etmeden hedefini belirlemektedir. Sonra da
gerçekte bilimin konusu olan (etnisite dahil) bir çok tanımı,
bilimsel verilere göre değil, kendi öngörülerine ve “hep kahraman
Çerkes'e” göre belirlemektedir. Daha ilginci, bilimsel kalmaya
özenenlere, olayları daha iyi değerlendirdiklerini sananlara
karşı, etik olmayan söylemler geliştirilmekte, farklı görüşte
olanları, ihanetle, ruhunu satmışlıkla suçlayabilenler bile
çıkmaktadır. Anavatandaki kardeşlerinin, bugüne kadar
vatan bekçiliği yapanların görüşü alınmadan, dahası onların arzusu
hilafına sınırlar değiştirilmektedir, Günümüz Kuzey Kafkasya’sında
Çerkes halkları dışında halk yaşamıyormuş, onların bu konularda
söz söyleme hakkı yokmuş gibi söylemler geliştirilmektedir. Tüm
bunlar da demokrasi adına, insan hakları adına ileri
sürülmektedir. En ilginci de tüm bunların hep uzaktan, yapılır
gibi yapılmasıdır. Sayın Tanıl Bora’nın deyimi ile “gıyabi
milliyetçilik” yapılmakta kendi deyimimizle oyun için hep
deplasman tercih edilmektedir. Politikaların, tek tip Çerkes, tek
tip Türk varmış gibi tek tip Rus olduğu, bunların da tüm halklara
düşman oldukları temeli üzerine kurulduğu da olmaktadır. Gibi,
gibi, gibi…
Bence ilk elde yapılması gereken, kulağa çok hoş gelen ve çok
rahat kullanılan soyut kavramların; bizim özelimizde, somutta ne
anlama geldiğini irdelemektir. Onu da bir dahaki yazıya yapmaya
çalışalım. |