BİZLERDE GRUPLAŞMA

10.12.2005

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Kimi yazılarımda biraz değindiğim gibi çok uzun süre anavatana dönüşü düşündüm ve yaşadım. 1992 Mayıs’ında bu düşüm gerçekleşti. Düşümün gerçekleşmesinin mutluluğu ile birlikte, ulusal mücadeleye,  “Anavatana Dönüşe” anavatanda katkıda bulunmanın mutluluğunu yaşıyorum. Biz dönüş yapanların, bu şansı yakalayamamışlardan, salt daha ulusalcı olduğumuz için dönüş yapabildiğimizi hiçbir ortamda ileri sürmedim. Kendimizin bilinç düzeyi, azmi yanında ondan daha önemli olarak uluslar arası konjonktürün, amacımızı gerçekleştirmedeki katkısını önemsiyorum.

Bu konuda bilinçlendiğim lise yıllarımdan beri; hep üretimi, çabayı, üretime yönelebilecek tartışmayı önemsedim. Site forum sayfalarından özellikle uzak durmaya çalıştım. Üretimle sonuçlanmayacak, birbirimizi geliştirmeyecek, amaca yaklaştırmayacak tartışmaları hep zaman kaybı, enerji kaybı olarak değerlendirdim. Bizlerin boşa harcayacak zamanı olmamalı diye düşünüyorum. Seçtiğimiz her alanda çok çalışarak, çok öğrenerek, en iyi olamaya çalışarak, üreterek ama mutlaka üreterek ayakta kalabileceğimiz inancındayım.

Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kimi kavramların mutlak olmadığını hep sezinledim. Kişi ya da toplumların çıkarı söz konusu olduğunda bu kavramlara farklı yaklaşıldığını hep yaşadım. Bu soyut kavramların somut içeriği, o günlerde geçerli dünya görüşüne, uluslar arası örgütlerde etkili olan ülkelerin çıkarlarına, kişinin, kendi algılayışına, bakış açısına, paradigmasına bağlı olarak hep değişe geldiği de artık bir giz değil. Dolayısıyla, soyut kavramlar, soyut söylemler, hele hamasi söylemlerden çok bunların somutlaştırılmalarını, nasıl somutlaştırılabileceğini önemsedim. Bu yaklaşımımı pekiştiren kanıtları da hep gözler önünde değil mi?

Kendi özelimizde; her zaman, hemen her konuda farklı görüşlerin olmasını çok doğal karşıladım, doğal karşılıyorum. Hiç alışamadığım, hep yadırgadığım, anlaşamayan grupların kişilerin, analaşamadıkları konularda salt polemik düzeyinde kalan tartışmaları neden sürdürdükleridir. Eski dergilerimize bakıldığında bu tartışmaların yeni olmadığını göreceğiz. Anlaşmazlık konularının ön plana çıkarılması, anlaşılabilen konularda üretme sorumluluğunu yüklenmekten kaçmak olarak değerlendirdim hep.

Tıp Fakültesi'ni yeni bitirdiğim yıllarda, biraz daha doktorken; bu davranış biçimine tıpta, rasyonalizasyon- akla uydurma- dendiğini yazmıştım. 1976 yılında ''Yamçı” da yer almıştı. Akla uydurma, kişinin, yapılması gerekeni yapamadığı halde yine de kendisinden memnun oluşunu sürdürebilmesi, parçalanmaması için, insan ruhunun geliştirdiği bir savunma mekanizması. Bu ruh hali de pratiğimize kişilerin konumlarına uygun geliştirdikleri politika ile yansıyor.

Çerkesler olarak, tanıdığımız diğer toplumlardan çok farklı, adını koyamadığım bir psikolojimiz olduğundan artık eminim. Örneğin, özellikle yakın geçmişte yaşadığımız, kendi aramızdaki kavgaların nedenleri… Bu  kavgalarımızın Çerkes Ulusal sorununa yaklaşım farklılığımızdan (çoğunluk öyle sansak da) kaynakladığını söyleyebilsek de, kanıtlayabilir miyiz? Örneğin Çerkes Ethem ile Çerkes Aznavur, Çerkes sorununun konuluş biçimi, çözümü konusunda  analaşamadıkları için mi birbirlerini tepelemeye çalıştılar ya da on iki Eylül öncesi, çeşitli kamplarda, fraksiyonlarda yer alan arkadaşlarımızın, bulundukları fraksiyonda yer alış nedenlerinin Çerkes sorununa yaklaşım olmadığını söyleyemez miyiz?  Görüş ayrılığı nedeni ile birçok Kürt’ün ayrı kamplarda yer aldığını, birbirleri ile kavga ettiklerini, kimi kavgaların ölümle sonuçlandığını hep gördük yaşadık... Onlarla birlikte Çerkesler de bu kavgalarda yer aldı, öldü, öldürdü. Bir Kürt’ün, Kürt Sorunu'na getirdiği çözüm önerisini doğru bulduğu için, bir fraksiyonda yer alması elbetteki anlaşılır bir davranış. Ölümle, hele sivillerin ölümü ile sonuçlanan olayları hiç kabullenemesek de bu davranışın kendi içinde bir mantığı olduğu söylenebilir. Buna karşın Kürt Sorunu'nun (Çerkes Sorunu değil) çözümü konusunda yaklaşımları farklı olan Çerkeslerin,  Çerkes Sorunu'nu hiç dert edinmeyen farklı fraksiyonlarda yer almalarını, -yineliyorum, kavgaya tutuşmalarını, ölmelerini, öldürmelerini- anlayabilmek mümkün mü?

Kendilerini çok bilinçli, çok demokrat, çok insan hakları savunucusu sansalar da kendi halkının sorunlarına, çözüm önerisi getirmeyen bu arkadaşlar için, ulusal bilinci de, demokrasiyi de, insan haklarını da yanlış algılamışlardı diyemez miyiz? Bizlerin de, farklı fraksiyonlarda, partilerde yer alma nedenimizin, yer aldığımız fraksiyonun Çerkes Sorunu'na getirdiği çözüm önerisi olması gerekmez miydi?  Bence gerekirdi ve bu doğal olanıydı. Halkın düşünürlerinin, politikacılarının farklı örgütlerde yer aldıran düşünce, Çerkes sorununun algılanışı,  soruna önerilen çözüm yolları olmalıydı. Yaşadıklarımız ise elbette ki doğal olmayan bir durumdu.

Şimdilerde de ulusal kültürel değerlerimizi yaşatmak geliştirmek çabası içinde olanların gruplaşır gibi, ayrışır gibi olduğunu görüyoruz. Ayrışmada temel olan düşünce görünümde, Çerkes sorununa bakış açısı olduğu için, sağlıklı sanılsa da ben bu sürecin de doğal olmadığını düşünüyorum. Çoğu arkadaşımız, halkımızın somut koşullarını, çalışmaların geldiği aşamayı, ulaşılabilecek olanı, dünya konjonktürünü,  dünya devlerinin, etki alanı paylaşım savaşını, bu savaşın coğrafyamız üzerindeki olası etkilerini, yeterince analiz etmeden hedefini belirlemektedir. Sonra da gerçekte bilimin konusu olan (etnisite dahil) bir çok tanımı, bilimsel verilere göre değil, kendi öngörülerine ve “hep kahraman Çerkes'e” göre belirlemektedir. Daha ilginci,  bilimsel kalmaya özenenlere, olayları daha iyi değerlendirdiklerini sananlara karşı, etik olmayan söylemler geliştirilmekte, farklı görüşte olanları, ihanetle, ruhunu satmışlıkla suçlayabilenler bile çıkmaktadır. Anavatandaki kardeşlerinin, bugüne kadar vatan bekçiliği yapanların görüşü alınmadan, dahası onların arzusu hilafına sınırlar değiştirilmektedir, Günümüz Kuzey Kafkasya’sında Çerkes halkları dışında halk yaşamıyormuş, onların bu konularda söz söyleme hakkı yokmuş gibi söylemler geliştirilmektedir. Tüm bunlar da demokrasi adına, insan hakları adına ileri sürülmektedir.  En ilginci de tüm bunların hep uzaktan, yapılır gibi yapılmasıdır. Sayın Tanıl Bora’nın deyimi ile “gıyabi milliyetçilik” yapılmakta kendi deyimimizle oyun için hep deplasman tercih edilmektedir. Politikaların, tek tip Çerkes, tek tip Türk  varmış gibi tek tip Rus olduğu, bunların da tüm halklara düşman oldukları temeli üzerine kurulduğu da olmaktadır. Gibi, gibi, gibi…

Bence ilk elde yapılması gereken, kulağa çok hoş gelen ve çok rahat kullanılan soyut kavramların; bizim özelimizde, somutta ne anlama geldiğini irdelemektir. Onu da bir dahaki yazıya yapmaya çalışalım.