YAŞAMIMIZI ETKİLEYEN UNSURLAR

03.06.2006

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Daha önceki yazılarımdan birinde her yönü ile insan hakları, demokrasi savunucusu ülke, uluslararası örgüt olmadığı düşüncesinde olduğumu, dile getirmiştim. Bu konuda yalnız olmadığımın da, bu düşünceyi ilk dile getirenin ben olmadığımın da bilincindeyim. Ancak kimi ülkelerin demokrasi ve insan haklarına duyarlı olduklarına içtenlikle inan, politikalarını bu inanç ve güven üzerine kuranların sayılarının az olmadığı da bilinen bir gerçek. İşte böylesi bir kabulü olan kişilerin,  yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmelerini gerektirecek iki olay daha yansıdı gazetelere yakın geçmişte. Biri, bizleri daha yakından ilgilendireni, 18 Mayıs’ta Fransız Parlamentosu’nda oylanması ertelenen Ermenilere ilişkin yasa tasarısı.

Bilindiği gibi, bu yasa tasarısı oylanıp kabul görse idi, Türklerin Ermenilere soykırım uygulamadığını söylemek, Fransa'da, para ve hapis cezası gerektiren bir suç olacaktı.  Ne kadar ilginç değil mi? Daha ilginci de, Fransa'ya getirilen eleştirilerin çoğunlukla, Fransa'nın da geçmişte, soykırım olarak adlandırılabilecek uygulamalarının olduğu, tarihinde böylesi uygulamalar olan bir ülkenin, böylesi bir yasa hazırlığı içinde olmasının ne kadar yanlış olduğu bağlamında oluşuydu. Bizce asıl vurgulanması gereken ise bu yasa tasarısının, insan haklarının olmazsa olmaz ögelerinden biri olan düşünce özgürlüğüne temelden aykırı olmasıdır.

Siyasiler, tarihçilerin, bilim adamlarının üzerinde henüz anlaşamadıkları bir konuyu, kesin sonuca bağlamayı, dahası karşı görüş belirtmeyi de yasaklamayı planlamışlardı. İnsanın havsalası almıyor. Bu nasıl bir demokratlıktı. Bu ne biçim bir insan hakları anlayışı idi. Hani demokratlık, karşıt görüşte olanların bile düşüncelerini dile getirme özgürlüğünü savunmaktı. Hani düşünce suçu kabul edilemezdi. Hani AB demokrasi ve insan hakları savunucusu idi. Hani Kopenhag Kriterleri vardı AB'nin. Bu kriterlere göre bireyler düşüncelerini özgürce dile getirebilmeliydi. Gibi, gibi…

Sanırım bu olay, dünya siyasal tarihinin, ekonomik çıkarlar mücadelesi tarihi, zenginliklerin paylaşım savaşları tarihi olduğunun, hemen her gün gözlerimize sokulan kanıtlarını, inatla görmezden gelenler için epeyce şaşırtıcı olmuştur.  TC ise tasarının yasalaşmasını engelleme mücadelesinde, gerçekçi bir değerlendirme ile taslağın yasalaşması halinde, Fransa'nın uğrayabileceği ekonomik  kayıplar argümanını ön plana çıkartmıştır. Büyük olasılıkla da yasa tasarısının görüşülmesinin ertelenmesinde asıl etken, bu ekonomik kayıplar korkusu olmuştur.

Bizlere düşen, bu gerçeklerin analizini iyi yapabilmek, kimi ülke ve bölgelerde insan hakları havarisi, demokrasi savaşçısı kesilen dünya güçlerinin, ulaşmak istedikleri asıl hedeflerini kestirebilmek, bu hedeflerin kendi hedeflerimiz ile örtüşüp örtüşmediğini, ne kadar örtüştüğünü değerlendirebilmektir.

Sözünü etmek istediğim ikinci olayın haberini 25 Mayıs 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinde okudum. Köşe yazarlarının da ilgisini pek çekemeyen haberi birlikte okuyalım:

«Alt Kast“a Eğitim Kotası

Dış haberler Servisi: Hindistan'da hükümet «üst kast» mensubu doktor ve öğrencilerin protestolarına rağmen  devlet üniversitelerinde «alt kast» mensuplarının kotasını arttırma kararı aldı. Kararla ilgili tartışmalarla birlikte gözler bir kez daha, yasak olmasına karşın  başta kırsal kesim olmak üzere ülkede hala varlığını sürdüren bu ayrımcı uygulamaya çevrildi.

Kast sisteminin, yasak olmasına karşın varlığını sürdürdüğü Hindistan'da hükümet, üniversitelerde, alt kasta ayrılan  kotayı yükseltme kararı aldı. Ancak «üst kasta» mensup doktorlar ve öğrenciler kararı protesto ediyor.

Devlet üniversitelerinde «alt kast» mensubu öğrenciler için konulan yüzde 22,5 lik kotanın yüzde 49,5 e çıkarılmasını öngören plan geçen ay gündeme geldiğinden beri protestolara hedef oldu. Protestolar özellikle on gündür artarken teklife karşı geçen günlerde çok sayıda doktorun greve katılması yüzünden birçok şehirde sağlık hizmetlerinde aksamalar yaşandı.

Ancak Kongre Partisi liderliğindeki koalisyon hükümeti, koalisyon ortağı Komünist Parti'nin  baskıları ve «alt kast» mensubu yoksulların oylarını alma hesabıyla önceki gün teklifi onayladı. Kararın kabul edilmesiyle birlikte, Gucarat eyaletinde doktorlar ile tıp öğrencileri, on gündür sürdürdükleri eylemlerini arttıracaklarını açıkladılar. Yeni Delhi'de de tıp fakültesi öğrencilerinin, protesto için başlattıkları açlık grevinin süreceği belirtildi.

«Üst Kast» da memnun edilecek.

Hindistan Savunma Bakanı Pranab Mukherji, yasanın 2007 de başlayacak yeni akademik takvimde uygulanabileceğini söyledi. Mukherji, bir komisyonun okulların öğrenci sayısına göre kotanın nasıl ayarlanabileceği konusunda çalışma yapacağını da sözlerine ekledi. Bu şekilde toplam öğrenci sayısının arttırılması yoluyla «üst kast» mensuplarının memnun edilmesi de hedefleniyor.

Hindistan'da temel dört kastın dışında bir de «dokunulmazlar» sınıfı bulunuyor. Yasalara karşın, özellikle kırsal kesimlerde, aşağı kasttan olanlar şiddeti de içeren ayrımcı uygulamalara maruz kalıyor. 1990'da «alt kast»a ayrılan kotanın arttırılmasını protesto eden üst kasta mensup bazı öğrenciler kendilerini yakmışlardı.»

Evet ben bu haberi de okuyup geçemedim. Yanlış okumadınız, yirmi birinci yüzyıl dünyasında, «dokunulmazlar» ve temel dört kast. İnsanlık dışı bir uygulama. Ancak nedense, Hindistan ilişkilerinden ekonomik, politik çıkarı olan, güya insan hakları savunucusu, demokrasi savaşçısı ülkeler, bu insanlık dışı uygulamadan rahatsızlık duymuyorlar. Azından rahatsızlıklarını dile getirmiyor, ilişkilerin sürmesi için kast sisteminin kaldırılması, insanların eşit sayılması  koşulunu, öne sürmüyorlar.

Temel ilkelerinden biri olması gereken Komünist Partisi, eşitsizlikleri sürdüren, belki de sürdürmek zorunda kalan bir hükümetin koalisyon ortağı olabiliyor. Kim bilir, belki de hükümette yer alarak, ilkeleri doğrultusunda yapılacak mücadeleyi daha gerçekçi buluyor. Bu davranışının, kimilerince, ilkelere, insanlığa ihanet olarak yorumlanabileceğinden de, çekinmiyor.

Dahası, karara kızan «üst kast» mensuplarını da memnun etmek amacı ile uygulama, bir komisyona havale edilerek, uygulamanın sulandırılabileceği izlenimi verilmek zorunda kalınıyor.

Hipokrat yemini etmiş meslektaşlarımın, daha çok,  haksızlıklara, eşitsizliklere başkaldırı özellikleri ile tanıdığımız öğrencilerin, protesto eylemlerinde başı çekmesi, daha bir yakıcı oluyor. Hele bunların, insanlık ayıbı eşitsizlikleri sürdürmek uğruna, açlık grevleri yapmaları… hele kimilerinin 1990 eylemlerinde kendilerini yakmış olmaları…

İşte beş yazıdır üzerinde durduğumuz paradigma yine çıktı karşımıza.

Siz de takdir edersiniz ki, kişi, ancak doğru bulduğu, doğruluğuna bütün içtenliği ile inandığı bir amaç doğrultusunda açlık grevini, ölümü, kendini yakmayı göze alabilir. Demek ki paradigmaları birilerine, kast sisteminin, eşitsizliğin sürebilmesi için, ölümü, kendini yakmayı göze aldırabilmektedir. Böylesi hastalıklı bir paradigması olanlar için, kast sisteminin gerçekten insanlık dışı olmasının, dünyanın çok büyük bir çoğunluğu tarafından yanlış bulunmasının önemi yoktur. Çünkü ellerindeki harita yanlıştır.

Bu haberi okuduğumda kendi kendime kimi soruları da sormazlık edemedim: Acaba ülkeleri Hindistan'daki kast sistemini kabullenemeyen, sistemin mutlaka değişmesine inanan, bu uğurda mücadele eden «alt kast» mensupları yok mu? Bunların kimileri, baskıya, belki aşağılanmaya dayanamayıp yurt dışına, başka ülkelere gitmişler mi?. Bu dış ülkelere gidenler, acaba kendi aralarında sanal platformlar kurmuşlar mı? Bu platformlarda, anavatan halkının, yöneticilerin anlamadığı, edindikleri yeni dilleri ile, kast sisteminin ne kadar insanlık dışı olduğunu tartışıyorlar mı? Hindistan yönetimini, demokrasi adına, insan hakları adına kıyasıya eleştiriyorlar mı? Ülkesinde yaşamak, halkının kaderini paylaşmak, ülkesinin ve halkının gelişimine katkıda bulunmak uğruna, bu insanlık dışı uygulamaları sineye çekenleri, ruhlarını satmış olmakla suçluyorlar mı acaba?.. Kendilerini, ülkelerinde sıkıntıya katlananlardan daha  kahraman sayabiliyorlar mı? Ya da, Komünist Parti'yi, kast sistemi savunucularına savaş açmayanları, korkaklıkla, vatan hainliği ile mi suçluyorlar?

Hindistan'da yaşam mücadelesi verenlere, kotaları yükseltme mücadelesi verenlere en yapılamayacak şeyleri yapmalarını önerirken, yaşadıkları diaspora ülkeleri yönetimlerine ters düşmeme azami gayretini gösteriyorlar mı acaba? Güya insan hakları savunucusu yeni ülkelerinde neler yapılabileceğini hiç akıllarına getirmiyorlar mı yoksa? Acaba, bu insanlık dışı sistemi sürdüren Hindistan ile, neden, diplomatik, ticari, kültürel ilişkileri sürdürdüklerini hiç sorguluyorlar mı? Yoksa yeni ülkelerinin, ülke çıkarları için bu insanlık dışı sistemi görmezden gelmelerini, kişisel çıkarları uğruna kendileri de anlamazdan mı geliyorlar?  Ya da, ülkeleri Hindistan'ı, anavatanlarını kast sistemine katlanamayacakları, katlanamadıkları için bırakmak zorunda kaldıklarını unutmuş, yeni ülkelerinde kendilerini yok sayan farklı bir kast sistemine mi katlanıyorlar?

Ya da, yeni ülkeleri devlet başkanlarının, anavatanları Hindistan'daki kast sisteminin sürmesi gerektiğine ilişkin beyanlarını, desteklerini  de duymazdan, görmezden mi geliyorlar?

Eğer böyle ise, tüm bunların nedeni, geliştirdikleri çarpık diasporik halk Paradigma'sı dır.  Bilinmesi gereken de, ellerindeki haritanın, yani paradigmalarının yanlış olduğu, kendilerince anlaşılıncaya kadar, bu çarpık yaklaşımı sürdürecekleridir.

Ve paradigma işte bu denli önemlidir ve her birimizin yaşamını da bu denli etkilemektedir.