PARADİGMA - IV

15.04.2006

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Bu yazımızda da diasporada kullanılan kimi terimlerin, somutta ne anlama gelebileceğini, kimi söylemlerimizin halkımızın yaşadığı diğer diaspora ülkelerindeki halklarımıza nasıl yansıyabileceğini, en önemlisi de anavatan ile ilişkilerimizi nasıl etkileyebileceğini, bu davranışların sağlıklı olup olmadığını, ahlaki olup olmadığını irdelemeye çalışalım ve kendi paradigmamıza göre de halkımızın yararına olanın neler olabileceğini değerlendirelim:

Diyelim ki, Suriye’deki Esad yönetimini beğenmeyen Türkiyeli bir Çerkes ya da diğer kardeş Kafkas halklarından biriyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak ifade özgürlüğü sınırları içerisinde Esad yönetimini eleştirebilir, dahası, değiştirilmesi konusunda çaba da gösterebiliriz. Ancak bunu, Kafkas Dernekleri’nin genel kurullarında dile getirir, dergilerinde yazar, örgütlerimiz de bu içerikli bildiriler yayımlarsa, halkımıza yarar getirmeyecektir görüşündeyiz. Eleştirdiğimiz yönetim, azından mensubu olduğumuz kurumlarla, Suriye’deki kurumlarımız arasındaki ilişkiyi kesebilecek, daha ileri gidildiğinde örgütler kapatılabilecek, yöneticileri sorgulanabilecektir.

Yine Türkiyeli bir Çerkes olarak, şimdilerde  komada olan, İsrail eski başbakanı Ariel. Şaron’u, İran devlet başkanı Ahmedinecad’ın değerlendirdiği gibi değerlendirebiliriz. Bu görüşümüzün doğruluğunu kanıtlayan sayısız gerekçe de bulabiliriz. Ancak bunların, Kafkaslı kimliği ile, örgüt resmi görüşü anlamına gelen, örgüt yayım organlarında dile getirilmesi, İsrail’deki halkımızla ilişkilerimizi zedeleyebilecektir. Örgütlerimizin aynı dünya örgütünde yer alması engellenebilecek, İsrail’deki iki köyümüzün ulusal haklarının kısıtlanması, dil özgürlüklerinin kaldırılması sonucunu getirebilecektir.

Yine örgütlerimiz yayın organlarında, kraliyet yönetimlerinin demode olduğu, tüm ülkelerdeki kraliyet yönetimlerinin bu arada Ürdün kraliyetinin son bulması gerektiğini dile getirir, bunda ısrar da edersek, Ürdün yönetimi, Ürdün’deki derneklerimizin, kendi varlığına karşı olan örgütlerle ilişki içinde olmasına hoş görü ile bakabilir, Adigece eğitim de verilen özel liseye katkılarını sürdürebilir mi? Kafkas halklarının Ürdün parlamentosundaki üç kişilik kontenjanları tehlikeye girmez mi?

Özetle diyebiliriz ki, ülke yönetimleri, devlet yetkilileri
-eleştirilerde haklı olunsa bile- kıyasıya eleştirilerek, eleştirilen ülkelerdeki soydaşlarımızla sağlıklı ilişki kuramayız, buna olanak verilmez. Bu dünyamızın, en azından halklarımızın yaşadığı ülkelerin gerçeği. Bu gerçek karşısında kimin haklı kimin haksız olduğunun, söylemlerinizin temelindeki haklılığın, eylemlerimizdeki demokratik söylemin önemi de yoktur. Çeşitli ülkelerde yaşam mücadelesi veren halkımız insanları, örgütleri arasında gittikçe gelişmesi gereken sağlıklı ilişkiler daha kurulma aşamasında kopacak, halklarımız yararına olan çalışmalar yapılamayacaktır.

Halkımızın bu somutu karşısında, insan haklarına değer veren, insan hakları savunucusu olsak da,  ne kadar demokrat olsak da sözü edilen ülkelerdeki halklarını savunduğumuzu sandığımız halklarımıza zarar vereceğimizin bilinci ile susma, görmezden gelme “özverisinde” bulunmalıyız. Bir yarar getirmediği artık bilinen, dahası zarar getirdiği yadsınamayacak şekilde görülen eylemlerin sürdürülmesi ise. önceliğimizin kendi egomuzun, ilkel benimizin doyuma ulaşması olduğu anlamına gelecektir.

Şimdi diaspora internet sitelerine yansıyan, dergilerde, bildirilerde yer alan Kuzey Kafkasya’ya ilişkin kimi görüşlerin, anavatan somutunda ne anlama gelebileceğini ve bunların ne ölçüde gerçekleştirilebilir olduğunu irdelemeye çalışalım:

Örneğin Birleşik Bağımsız Kuzey Kafkasya söylemini ele alalım.

Diasporada, neyin ne anlama geldiği yeterince bilinmediğinden, ilk elde, Abhazya ile Çeçenlerin bağımsızlığı amaçlamış kesiminin bu amaçta birleşebileceği, eylem birliği yapabilecekleri sanılır. Abhazya bağımsızlık savaşının kazanılmasında Çeçen gönüllülerin katkısının bu birlikteliği getireceği umulur. Ama Abhazya böyle bir eylem birliğine uzaktır. Çünkü Abhazya, Gürcistan’dan bağımsızlığını büyük ölçüde Rusya Federsyonu’nun katkıları ile kazanmıştır. Bağımsızlığını koruma, ekonomisini geliştirme konularında da federasyonun yardımlarını görmektedir. Bugün için Abhazya’nın dışarı ile bağlantısı Rusya Federasyonu üzerinden olmaktadır. Abhazya’nın Çeçenlerin bağımsızlığını amaçlayan kesimi ile eylem birliği, Abhazya’nın kendi bağımsızlığını tehlikeye sokacak, ekonomik olarak da zor durumda bırakacaktır. Dolayısı ile Abhazya’dan kendi zararına olacak böyle bir politikayı beklememiz yanlış olacağı gibi, sonuç da vermeyecektir. Diasporaya göre durumu daha iyi bilen anavatan Çeçenlerinin de böyle bir beklentisi yoktur.

Salt bu da değil, Bağımsız Birleşik Kafkasya’yı amaçlamış bir Abhazya,  RF ile birlikteliği seçmiş Çeçenleri, İnguş Cumhuriyeti’ni, Dağıstan’ı, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkessk ve Adigey cumhuriyetlerini Rusya Federasyonu’na karşı kışkırtır duruma da düşecektir. Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan etmekle birlikte RF üyesi Kuzey Osetya ile birleşmek isteyen Güney Osetya’nın da amacına ters düşecektir. Bütün bunlar da yine hem defacto bağımsızlığını tehlikeye düşürecek, hem de ekonomik gelişimini güçleştirecektir.

Doğaldır ki; anavatan kesimi, diasporanın azınlıkta olduklarını bildiğimiz kesiminin düşleri doğrultusunda değil, kendi gerçekleri doğrultusunda hareket etmekte, birbirlerini kardeş halkların kendi zararına olacak eylemlere zorlamamaktadır. Her halk diğerinin, kendi geleceğine ilişkin kararı, kendisinin vermesine saygı göstermektedir. Çeçenlerin, RF ile birlikteliği tercih eden ana baba bir kardeşleri İnguşların kendilerinden ayrılmalarına hoş görü göstermeleri, diğer cumhuriyetleri kendileri ile birlikte olmaya çağırmamaları bu saygının hemen sayılabilecek kanıtlarıdır. Kardeş Kuzey Kafkas Halkalarına zarar vermemeyi paradigma edinmiş anavatan kesiminin,  birbirlerine bu kadar hoşgörü göstermesine karşın, paradigması farklı olan diaspora kesimi, Çeçenlerin, İnguşlar ve diğer kardeş halklara gösterdiği bu hoş görüyü anlamazlıktan gelmekte, halklara kendi zararlarına olacağı kesin olan eylemleri önerebilmektedirler.

Diasporada, yanlış paradigmalar edindikleri için, her ülkenin, her yörenin, her halkın somut koşullarının birbirinden farklı olduğunu, sorunlara getirilecek  çözüm önerilerinin de bu koşullarla bağımlı olduğunu görmezden gelenlere, Kafkasya’nın barışçıl yollarla bağımsız olabileceğini söyleyebilenlere de rastlanmaktadır. İşin ilginci bunlar, görüşlerini, globalizasyonun, yüz yıllardır bağımsız olan devletleri bile birbirine bağımlı kıldığı bir zaman diliminde dile getirmektedirler.

Bir başka kesim, kendi ölçülerinde demokrat bir Kuzey Kafkasya düşlemekte, buna karşın demokrasiyi, ancak iç dinamiklerin mücadelesi ile gelişebileceği gerçeğini bilmezden gelmektedir. Dahası anavatandakilerin anlamadığı bir dille, sanal ortamda yapılan tartışmalarla Kuzey Kafkasya’ya, düşlerindeki demokrasiyi getirebileceğini ummaktadır. Yani üzerinde İzmir yazılı Bursa haritası yardımı ile İzmir’de, bir yerden bir yere gitmeye çalışan kişi durumuna düşmektedir. Yine sanal ortamda birileri, Rusya Federasyonu’nun çeşitli kentlerinde okuyan üniversite öğrencilerinin, devletin çeşitli kademelerinde çalışanların, subayların, polislerin, üst dereceli memurların, Kafkasya’da ürettiklerini RF’nun diğer kentlerine pazarlamaya çalışan iş adamlarının … ne durumlara düşebileceklerini düşünmeden, Rus milliyetçilerinin, “Rusya Ruslarındır” yaklaşımını doğru bulabilmekte, alkışlamaktadır.

Cumhuriyetlerimizin birer üyesi olduğu, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı en sert şekilde eleştiri sürdürülerek de,  başkanlıkları bu makamın kararına bağlı cumhuriyetlerimiz başkanları ile iyi ilişkiler kurabileceği hayali kurulabilmektedir. Anavatan yada saydığımız ülke yönetimleri yada Çerkes örgütlerinin, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine “katil”, “faşist” nitelemelerini yakıştırmaları, kendi ülkelerinde ne yapılabileceğinden çok, Türkiye’de neler yapılabileceğini tartışmaları, kurumlarımız arası iyi ilişkileri zedeleyebileceği hiç akla getirilmemektedir. Türkiye’nin üniter değil Federal Bir ülke olması gerektiği, Çerkeslerin de kendi federal bölgelerinin olması gerektiği amacı ile yayın yapabilecek örgütlerle, Türkiye’deki kurumlarımızın aynı birlik içerisinde yer almasına izin verilmeyeceği unutulmaktadır. Türkiye’deki halkımızın da zarar göreceği böylesi gelişmeler ihtimal dışı tutulmaktadır. Diaspora kesiminin devlet örgütü diyebileceğimiz Diaspora dernekleri, eylemlerinde devlet sorumluluğu ile hareket edememektedir.

Sitelerde, dergilerde yer alan yazıların hemen tamam anavatan ve anavatan sorunlarını irdelemekte, yetkililer eleştirilmekte, eksiklikler sayılmakta, RF’na karşı tavrımızın ne olması gerektiği konusunda anavatana yol gösterilmekte, ilginçtir var olabilmek için diasporada ne yapılması gerektiği konusu çok az işlenmektedir. Az bilinen ve çoğunlukla yanlış değerlendirilen politik yaşam dışındaki anavatan pek gündeme alınmamaktadır. Anavatan ve anavatandaki olaylar, farkında olunmayan Türkiyelilik paradigması ile değerlendirilmekte, çoğunlukla da yanlış sonuçlara varılmaktadır.

Dönüş paradigmasına göre, daha önemlisi başkalarına zarar vermeme gerekliliği evrensel ilkesine göre yanlış bulduğumuz daha çok şey sayılabilecek olmasına karşın bu kadarını yeterli bulalım gelecek yazımızda da  sağlıklı paradigmaya göre neyi nasıl düşünmemiz gerektiğini irdelemeye çalışalım.