PARADİGMA - III

08.04.2006

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Şimdiye kadar yazdıklarımızın ışığında, sorunumuzu çözebilme konusunda sağlıklı bir paradigma geliştirebilmek için birinci koşulun sağlıklı bilgi olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Yani köşeyi tutan birinin söylemlerine dayanarak kuduz olamayabilecek olan kediciğe, kuduzmuş gibi davranmamalı, bilginin doğruluğunu kesinleştirici ya da yadsıyıcı incelemelerde bulunmalıyız. Yine seçtiğimiz hedefe varabilmek için doğru harita elde etmeliyiz. Yani üzerinde İzmir yazılı Bursa haritası ile İzmir’de yer aramamalıyız. Aramaya kalksak bile hedefi bulamadığımızda elimizdeki haritanın yanlış olabileceğini düşünmeliyiz.

Kişinin yaşamı değerlendirişi, beklentileri konusunda etkili olan psikolojik gözlüğünü, paradigmasını dış ve iç uyaranların oluşturduğunu, bilgi düzeyini değişimi ile, zaman içerisinde koşulların değişimi ile bu paradigmanın değişebileceğinin de bilincinde olmalıyız. Tartıştığımız, bunun böyle olmasının doğruluğu, yanlışlığı, etik olup olmadığı değildir. Bunun bir olgu olduğudur. Örneğin “önemli olan insanlıktır. Anadilin, bir halkın bireyi olmanın bence hiçbir önemi yoktur. Önemli olan insan olduğumun bilincinde olmamdır.” Paradigması ile yaşamı gören birinin Çerkes olması, Çerkes ulusal sorununu sorun edinmesine, bu sorunun çözümü için gösterilen çabaları önemsemesine yetmeyecektir. Çerkes sözcüğünün hangi kardeş halkları içerdiği, anavatan kavramından neyin anlaşıldığı, dönüş vb konular ise tanımlanan bu paradigma ile yaşamı değerlendiren kişinin gündemine hiç giremeyecektir… Peki, aynı halktan olmak, Çerkes ulusal sorunu ve çözüm yollarına öncelik veren bir Çerkes ile bunları hiç gündemine almayan bir Çerkes’in anlaşması, birlikte üretmesi için yeterli zemin oluşturabilecek midir?

Ya da yaşamında dini motifler ağır basmaya başlayan bir Çerkes, bu anlayışı, karşı cinsten birinin elini tutmamaya kadar götürürse, düğünlerimizde bulunabilecek wuıc oynayabilecek midir? Düğün sonunda wuıc oynayarak atacağı iki tur için saatlerce ayakta kalan, el çırpan biri tanımladığımız yaklaşımı olan kişi ile anlaşabilecek bir arada olabilecek, birlikte üretebilecek midir? Ulusal devlet kurma tarihsel gelişimini tamamlayamadan, dünyanın dört bir köşesine dağıtılan, dolayısı ile uluslaşamayan halklarımız için politika belirlerken, ulus oldukları, bir ulusu taşıması gereken nitelikleri taşıdıkları varsayımından hareketle doğru sonuçlara varılabilir mi? Örnekler çoğaltılabilir. Bizim ilgi alanımıza girenler, ulusal sorunu sorun edinen ve ulusal soruna çözüm arayan Çerkeslerdir.

Soruna çözüm arayanları, yada aradığını söyleyenleri, paradigması “Anavatan’a Dönüş” olanlarla diğerleri olmak üzere iki büyük öbeğe ayırabileceğimizi, olayları değerlendirmekteki gerçekçilik anlayışı ve anlaşmazlığın da bu paradigma farklılığından kaynaklandığını düşünüyorum. Evet bu paradigma farklılığı, konumuza ilişkin terimlere verdiğimiz anlamları, yapılması gerekenler konusundaki önceliklerimizi, kullandığımız kimi terimlerin sonuçlarını önemseyip, önemsememeyi etkilemektedir. Dahası bu öbeklere ilişkin günümüz verileri, “Anavatana Dönüş”e katkıda bulunmayan –dikkat dönmeyen, ya da dönüşü sadece terennüm eden değil,- Adige ve Abazaların ulusal sorunu sorun edindikleri ve çözümü konusunda çaba gösterdikleri konusunda kuşku duymayı, diğerlerinin de eylemlerinin söylemlerine paralel olup olmadığını irdelemeyi gerekli kılmaktadır.

Şimdi konuyu çeşitli açılardan irdelemeye çalışalım:
Ulusal Sorunun çözümü “Anavatana Dönüş”tür paradigmasını içselleştiren, yani bu konuda samimi olan kişilerin, grupların, örgütlerin, her türlü eylemin doğru ya da yanlışlığını sınadıkları, yıllar önce ortaya konmuş bugün de geçerli olan temel ilkeleri vardır. Altının gerçeği ile sahtesini birbirinden ayıran “mihenk taşı” olarak tanımlayabileceğimiz bu ilke “Anavatana Dönüşe Katkı” ilkesidir. Konumuzu ilgilendiren kendi özelimizdeki ya da dışımızdaki her olay, düşünce, söylem, eylem bu mihenk taşına göre değerlendirilecek, Dönüş’ü olumlu etkilemesi ihtimali olanlar, doğru, yararlı, dönüşü olumsuz etkilemesi ihtimali olanlar yanlış, zararlı olarak değerlendirilecektir.

Örneğin paradigması “Anavatana Dönüş” olan diaspora Adige ve Abhazlar Çerkes teriminin bütün Kuzey Kafkasya halklarını kapsamadığının bilincindedir bunu da vurgular.

Bu görüşün bilince yansıyan yansımayan nedenleri şöyle sıralanabilir:

- Öncelikle Çerkes teriminin bütün Kuzey Kafkasya halklarını kapsadığına ilişkin bilimsel yapıt yoktur.

- Kuzey Kafkasya halklarının bilincinde bu anlayış yoktur. Batı Anadolu’da bilimsel olarak aynı kökenden olduklarına inanılan halklarda bile “Çerkes-Abaza” tanımı, bugün de ağızlardan düşmemektedir.

- Adige kabileleri bile hala tam kaynaşmamış, Adige bilinç düzeyine ulaşılamamıştır.

- Adige derneklerini kurulması girişimlerinin, mikro milliyetçilik olarak yorumlandığı, Türkiye ve Türkiye uzantısı Avrupa diasporasında Adigeler dışındaki halklar örgütlerini kendi adları ile kurmuşlardır.

- Diğer diaspora ülkelerinde yıllardan beri Adige adını taşıyan örgütler var olagelmiştir. Bu adlandırma diğer Kuzey Kafkasya halklarınca da doğal karşılanmaktadır.

- 1991 yılında Nalçik’te kurulan Dünya Çerkes Birliği’nin kuruluş aşamasında DÇB’nin, tüm Kuzey Kafkasya halklarının örgütü olması gerektiği hiç gündeme gemlememiş, ancak örgütün yalnız Adige Derneği mi yoksa Adige-Abaza Derneği mi olması gerektiği uzun, uzun tartışılmıştır. Sonunda Türkiye ve Türkiye uzantısı Avrupa örgüt temsilcilerinin kararlı tutumu ile Adige-Abaza birliği olarak kurulmuştur.

- Kuruluşundan bu yana diğer Kuzey Kafkasya halklarından, Çerkes sözcüğünün kendi halklarını da içerdiği için, örgütte kendilerinin de yer almaları gerektiğine ilişkin bir istek gelmemiştir.

- DÇB yönetimi de hiçbir yönetim kurulu, başkanlar kurulu ve Genel Kurul toplantısında diğer Kuzey Kafkasya halklarının da örgüt çatısı altında olması gerektiği gibi bir konuyu gündemine almamıştır.

- Dahası DÇB kuruluşu daha bir yılını doldurmadan DÇB üyeliğini sürdürmekle birlikte Dünya Abaza (Abhaz-Abazin) Birliği de kurulmuştur.

- Sovyetler Birliği, sonra da Rusya Federasyonu’nda gelişen özgürlüklere paralel olarak tüm Adige-Abazaların Sürgünü andıkları 21 Mayıs diğer Kuzey Kafkas halklarının gündemine girmemiştir. Diğer kuzey Kafkasya halklarının önemsedikleri soykırım ve sürgün tarihlerinin de Adige ve Abaza halklarının bilincinde yer bulduğu da söylenemez.

Önemlisi, önceliği Anavatana Dönüş olan halk sever, sayılan, ancak anavatanda yaşandığında gözlenebilecek olan sayılamayan tüm bu ayrılıkları, anavatandakilerin izlemedikleri sanal ortamda, anavatandakilerin anlamadıkları bir dilde tartışmanın Anavatan’a Dönüş’e olumlu katkısı olamayacağının, en azından zaman ve enerji kaybı olacağının bilincindedir.

Politik getirisi olacak, örgütlerin güçlenmesine, Dönüş’ün gerçekleşmesine olumlu katkıda bulunacak ise Çerkes'in, bütün Kuzey Kafkasya halklarını kapsadığı görüşü sosyo-politik gerekçeler ile desteklenebilir. Anacak bu anlayışın, Anavatana Dönüş’e politik getirisi de olmayacaktır.


- Daha önce birçok platformda dile getirildiği gibi, diaspora nüfusu anavatan nüfusundan daha çok olan Kuzey Kafkasya halkları Adige ve Abazalardır.


- Diğer halkların anavatan kesiminin daha güçlü olması, daha büyük gelişim göstermesi için diasporalarının anavatana dönüşü zorunlu değildir.
- Dahası diğer halkların anavatan kesimi, diasporadakilerin, anavatanın sesi olarak diasporada kalmalarını tercih edebilir.


- Buna karşın Anavatan kesimi, Anavatan’a dönmek isteyen diasporalarını, diasporanın katkısına gerek kalmadan anavatana götürebilecek, yerleştirebilecek güçtedir.


- Anavatana Dönüş, Adige ve Abazaların diaspora kesimi için ne kadar zorunlu ve acil ise, anavatan kesiminin gelişmesi güçlenmesi için de zorunlu ve acildir.


- Anavatan kesimi dönüş için diasporanın da katkısını sağlamak zorundadır.


- Bu öncelik farklılığı da ayrı örgütlenme, çakışan noktalarda birlikte çalışmayı gerekli kılmaktadır.


- Bunun bilincinde olan Abazalar çoğunluğu sandığı gibi perestroykadan sonra değil daha yetmişli yıllarda, devletlerinin adını taşıyan örgütlerini kurmuşlardır.


- Bu kuruluş sırasında olayın bilincinde olan, böylesi örgütlenmenin daha gerçekçi olduğunun bilincinde olan dönemin Dönüşçüleri de destek vermişlerdir.


- Hiçbir yayınımızda -Abhazların mikro milliyetçi oldukları suçlamasını içeren bir tek bir yazı bile yayınlanmamıştır.

Anavatana Dönüşü yanlış bulan, çözümü ulusal sorunun diasporada çözümlenebileceği düşüncesinde olanların paradigmasına göre,


- Çerkes sözcüğünün bütün Kuzey Kafkasya halklarını içermesi doğru bir yaklaşımdır.


- Bu yaklaşımın bilimsel değil ancak sosyo politik temelleri vardır. Türkiye’de kalınacak ve TC’den kimi taleplerde bulunulacaksa cepheyi geniş tutmakta, seçimlerde etkilenebilecek oy oranını çoğaltmakta yarar vardır.


- Aynı amaçla, sadece Kuzey Kafkasya’nın otokton halklarının değil, Kafkas kökenli Türk halkları ile de birlikte olunmalı, sayı arttırılmalıdır.


- İnandırıcı olunursa bu partilerin, devletin nezdinde, örgütü camiayı daha güçlü kılacaktır.


- Ki bu paradigma, Gürcü-Abhaz savaşı çıkıncaya kadar hiçbir yayında 1,5–2 milyondan daha çok gösterilmeyen Türkiye’deki Kafkas kökenli sayısını, sözünü ettiğimiz savaş sırasında 3–3,5 milyona çıkartmış, Çeçen savaşından sonra da arttırarak 5,6,7 milyona çıkartmıştır.


- Sözde dönüşçü olanlar da aynı değerleri paylaşmaya başlamışlardır.


- Anavatana Dönüş’ü savunanlar için anadil, ortak anlaşma dili çok önemlidir. Tüm Kuzey Kafkasya halklarının yabancı olmayan ortak bir dille anlaşabileceklerinin hayalinin bile kurulamayacağının bilincindedirler. Her halkın tek bir diyalektte karar kılıp onu geliştirmesine nasıl katkıda bulunulabileceğini sorun edinirler.


- Anavatana Dönmeyi düşünmeyenler için böyle bir sorunun önceliği yoktur. Ortak anlaşma dili Türkçe'dir, ileride de Türkçe olarak kalacaktır. Gelecekte de anavatan ile birlikte olmak düşünülmediği için anadillerin kaybolması ya da tek dile gidilmesi de sorun değildir.


- Beklenti, parlamentoya daha çok milletvekili vermektir, devlet yönetiminde daha çok yer almaktır. Milli gelirden daha çok pay almaktır… gibi. Bunlar için de anadilin bilinmesi zorunluluğu, en azından bir araya gelenlerin aynı anadili konuşuyor olmasının zorunluluğu yoktur.

Özetle bu paradigmaların halkımıza ilişkin atacağımız her adımımızı, her söylemimizi, her yazımızı, çeşitli olaylar karşısındaki duruşumuzu, diaspora ülkelerindeki kardeşlerimiz ile ilişkilerimizi, bu ilişkilerin sürmesi sağlıklı gelişmesi için diaspora ülke yönetimlerine karşı tutumlarımızı etkilediğini ve etkileyeceğini bir kez daha vurgulayıp, bu çok önemli konuyu sürdürelim derim.