Haftalık
yazılarımdan birinde değinmiştim, toplantılarımızda kadınlarımız,
çocuklarımız ile ilgili konularda bile genelde biz erkekler
tartışır kararlar alırız. Kadılarımızı Çerkes toplumsal
hayatımızın dışına ittiğimiz duygusunu yaşarım.
Kadınların toplumdaki yeri konusunda, Bandırmalı hemşehrilerimizle
görüş birliğimiz vardı ki sekiz kurucu üyenin üçünü bayanlardan
seçmiştik. Bandırma’da kaldığım sürece kadınlarımızın en az biz
erkekler kadar aktivite göstermesi, sadece erkeklerle
çözemeyeceğimiz bir çok sorunda çok kısa sürede sonuç almamızı
sağladı.
İşte bir sekiz mart daha. Dünya Kadınlar Günü. Bu hafta köşeme,
yazısında anlattığı kadınlarımız benzerlerinin yetişmesi umudu ile
toplumsal uyanışımızda büyük emeği geçen Rahmetli Dr. Vasfi
Güsar’ı konuk ediyorum.
Analarımız, bacılarımız, eşlerimiz, kızlarımız… Gününü kutlu
olsun…

İSTANBUL ÇERKES KADINLARI TEAVÜN CEMİYETİ
Dr. Vasfi Güsar
İstanbul’da bulunan Çerkes hanımlar,sosyal, ulusal yaşantıda daha
iyi bir yöne yönelmek ve birbirlerine her yönden yardımcı olmak,
bu arada kültürel amaçları da ihmal etmemek kaygısı ile bir dernek
kurmayı düşünmüşler. Ünlü Tarihçi Met Çunatıko izzet Paşa’nın
önderliğinde, 1918 yılı, Eylül başlarında Beşiktaş, Akaretlerde,
“Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti” adı altında bir dernek
kurmuşlardır. Kurucuları, idealist beş hanım Hayriye Melek Xunç,
Makbule Berzek, Emine Reşit Zalique, seza Poox ve Faika hanım.
Hayriye melek Xunç, kültürlü güzel Fransızca bilirdi. (Bir süre
sonra Met Çunatıko İzzet Paşa ile evlenmişti.) Emine hanım emekli
General Reşit Paşa’nın hanımı, konuşkan, bilgili, erkek gibi bir
hanım. Seza Poox; General Nazmi Paşa’nın kızı, üniversite
öğrencisi. Makbule Hanım, milletvekili Mahzar Müfit Bey’in eşi.
Faika Hanım da Mısırlı Çerkes İshak Paşa’nın eşi idiler.
Aralarında yaptıkları ilk toplantıda, Hayriye Melek Hanım’ı
başkanlığa, Emine Reşit Hanımı sekreterliğe, Seza Poox Hanımı da
veznedarlığa getirdiler.
Çerkes kadıları Cemiyeti’nin en büyük amacı; sosyal, kültürel,
ekonomik konular. Bu arada en çok düşündükleri, bir okul açmak ve
Çerkes çocuklarının ulusal geleneklerle birlikte iyi birer insan
olarak yetişmelerini sağlamak. Ulusal dilleri ve iyi ahlak ile
yetiştirilmeleriydi. Türkiye ile birlikte anayurdu da onlara
tanıtmak, yetişecek gençlerin ülkeye yararlı, dürüst, bilgili,
kültürlü iyi karakterli bulunmalarıdır. Arkasından bir de kültürel
dergi…
O sıralarda yine Akaretlerde mali durumu biraz bozulmuş, kapanmak
üzere olan bir ilkokul vardı. Yöneticileri de Galatasaray Lisesi
öğretmenlerinden Mustafa Bütbe ile yine hemşerilerimizden Hafide
Bey idiler. Bunlarla yapılan konuşma ve anlaşma ile bu yapı
“Çerkes Numune Okulu” adı altıda ilden izin alınarak Vakıf
İdaresinden kiralanmıştır. Mustafa Bütbe ve Halid Beyler birtakım
mobilyaları parasız, sıralarla, sandalyelerin bir kısmı da ücreti
dernek tarafından ödenmek yoluyla devralınmış ve okul faaliyete
geçmiştir.
Çalışmaya giren okul 6 sınıflı özel bir okuldu. İlk ve ortaokul
dengindeydi. Okulun diğer okullarından bir ayrılığı Türkiye’de ilk
kez kız ve erkek öğrencilerin bir çatı altında birlikte ders
görmeleri olmuştu. Ayrıca 4-6 yaşlar arsında bulunan kız ve erkek
çocuklar için de bir ana sınıfı eklenmişti.. Bu da Türkiye’de
görülmemiş bir şeydi. Üçüncü bir özelliği de İslam dünyasında
ilk kez olarak Latin harfleriyle yazı yazan bir Müslüman ulus
olmasıdır. Okul müdürlüğüne Seza Poox, Başöğretmenliğe Lami Cankat
getirildi. Seza hanım coğrafya dersini Türkçe, Lami Cankat dil
derslerini ve Kafkas tarihi ile coğrafyasını Çerkesçe olarak
veriyordu. Öğretmen Himi Tsey Çerkesce edebiyat, şiirler ğıbzeler
ve dersler gösteriyordu. Öğretmen Zekiye Venje (sonradan İsmail
Berkok ile evlendi) Hanım iki sınıfta Türkçe dersi öğretmeniydi.
Öğretmen okulu mezunu İhsan Bey de yönetim işleri ile
görevlendirilmişti. Uzunyaylalı bir hemşerimiz de ayrıca
öğretmenlik yapıyordu. Fransızca dil öğretmenliğini Lozan
Üniversitesinden mezun Lütfullah Şav (sonradan Türkiye’nin
Suudi Arabistan elçisi oldu.) Resim dersini ünlü ressam Namık
İsmail Zeyf (İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Kurucusu olan
Namık İsmail Zeyf) veriyorlardı. Namı İsmail profesör olunca
yerine Muhsin Bey hemşerimiz getirilmişti. Çerkesce dil ile tarih
ve coğrafya derslerini, Çerkesce olarak öğretmen Blenaw Harun
üzerine almıştı. Müzik dersi öğretmenliğini Prof. Hege yapıyor,
Uzunyayla ve Gönen’den getirtilen Çerkes müzisyenlerin
çalgılarıyla uğraşıyor, notalar topluyor, armonize ederek piyanoda
çalıyor ve dersler veriyordu.Çerkes ulusal müzik çalgısı pşıne
bunlara ekleniyordu.
Avukat Şemi Time Çerkesce telaffuz eğitimi ile uğraşıyor, solfej
öğretmenliğini Galatasaray Lisesi Müdürü Sati Bey’in üvey annesi
İkbal Hanım -ki kendisi Çerkes- veriyordu Okulun dikişhanesini
Anzavur’un kızı Saime Beşuk Hanım yönetmekteydi. Mali durumları
yetersiz olan Çerkes kadınları da dikiş işleri ile
uğraşıyorlar, şehrin ileri gelenlerinin elbiselerinden aldıkları
gelirleri de kendi aralarında paylaşıyorlardı. Okulun Jimnastik ve
beden eğitimi derslerini Şam ve Edirne Askeri Liseleri beden
eğitimi öğretmenliğinden emekli Binbaşı Sait Nexuş Bey
yüklenmişti. Trapezler, halkalar, paraleller ve diğer jimnastik
oyunları gösteriliyordu. Öğrencilere bir Ermeni kızı, meliha
Polka, mazurka, kadril, vals gibi o dönemin modası olan oyunları
gösteriyor, hep birlikte oynuyorlar, müzikte bunlara katılıyordu.
Öğrencilerden alınan okul aidatı; kiraya gerekli giderlere, birkaç
yönetici ve öğretmene aylık olarak verilirdi. Aylık alan pek azdı.
Çoğunluk ücretsiz ders verirdi. İlk ve ortaokul dengi olan bu özel
örnek okulun öğrenci sayısı 150-180 idi ve dershanelere 25-30
öğrenci sokuluyordu. 4-6 yaşlarında olup ana sınıfta bulunan
küçüklere masalar, şezlonglar, bolca oyuncaklar ayrılmıştı.
Başlarında İffet Hanım bulunur, bakar, anne gibi onlarla uğraşırdı
Erkek çocukların kalpakları, kız çocukların modern giysileri her
zaman ilgi çeken güzel giysilerdi. Ulusal oyunlar, ulusal
elbiselerle yapılırdı. Okul giysisi herkeste aynıydı.
Okulda Çerkes
olanlar çoğunlukta, öğrenimin çoğu Çerkesce, Yazılar Çerkes Teavun
Cemiyeti’nin kabul ettiği Latin harfli alfabe ileydi. Çerkesce
bilmeyenler, Çerkesce'yi başarıyor ve öğreniyorlardı. Okulun çok
güzel bir kitaplığı, tiyatro yeri ve sahnesi vardı. Erkek ve Kız
çocuklar u sahnede Çerkes ulusal giysileri ile katılıyorlar,
oyunlar oynuyorlardı. Bir zaman müdür Seza hanım’ın “Kafkas’a
Doğru” adlı piyesi oynanmış alkışlanmıştı. Yöneticilerin en büyük
amacı okulu tam yatılı bir okul biçimine sokmaktı. Bunun için de
çalışıyorlardı.
Derneğin “Diyane” adında bir dergisi vardı. Diyane (veya tiyane)
adı Çerkesce “annemiz” anlamına gelir. Pek eski Yunan
Mitolojisi’nde “Diyane” özellikle iffet ve namusun tanrıçası
olarak bilinir Bu dergi 1920 yılı 10 Mart’ında çıkmaya başladı.
Sahibi seza Poox, baş yazarı Hayriye melek Xunç olan
Çerkesce-Türkçe bir dergi. Onlardan başka met İzzet’in, Harun
Blenaw’ın, Lami Cankat’ın yazıları da yer alırdı dergide. Derneğin
ve okulun yönetim üyeleri illiyetçi, kültürlü ve ünlü kimselerdi.
İnsancıl bir durumları var. Örneğin 1922-1923 yıllarında
Kafkasya’dan Varangel Ordusu artıklarıyla bir kısım Çerkes
göçmenleri, Karadeniz yoluyla Kafkasya’dan Kırım’dan
ayrılmışlardı. Bir İngiliz gemisiyle Kafkasya’dan gelen Çerkesler
İstanbul’a inmek istiyorlar ama gemi kaptanı izin vermiyordu.
Onları Avrupa’ya götürmek istiyordu. Gemideki Çerkesler diretiyor,
üstelik ağlıyorlardı. İngiliz kaptan “eğer size burada bakmayı
üzerine alacaklar çıkarsa indiririm, yoksa götüreceğim” der.
İstanbul’a vardıklarında kendilerini ziyaret eden Çerkes kadınları
Cemiyeti yönetim kurulu: “Eğer yer bulursak onarı konuk edelim,
Türkiye’de bulunan hemşerilerden yardım isteyelim” demiş, ayrılan
grup, Beşiktaş’ta Serince Bey’de bir konak bulup dönmüş,
hemşerilerine de müjdeyi vermişlerdi. Kaptanın “bunlara bakmayı
taahhüt ediyoruz” diye istediği belgeyi, Müdür Seza Hanım
imzalamış ve hemşeriler gemiden alınarak konağa
yerleştirilmişlerdir. Bir süre sonra da onlara iş bulunmuş ve
yaşantıları daha iyi bir düzene koyulmuştur. Bu konakta birkaç yıl
kalmışlardı...
OKULUN KAPATILMASI
İsviçre’de
Türkiye ve yabancı devletler arasında yapılan Lozan konferansında
İngiliz Dış İşleri Bakanı Lord Curzon ile Türk Delegasyonu
başkanı İsmet İnönü arasında Türkiye’deki “azınlık” konusunda uzun
tartışmalar olmuş, Curzon Çerkeslerin de azınlık hakkından
yararlanmasında üstelemiş, Dış İşleri Bakanı İsmet PAŞA “Çerkesler
öz kardeşimizdir. Onları Hıristiyan ve Museviler gibi bizden ayrı
göremeyiz, ayıramayız” demiş, tartışmalar bir hayli sertleşmiş ve
sonunda 24 Temmuz 1923 de imzalanan “Lozan Antlaşması”nda
Çerkeslere azınlık hakkı tanınmamıştır.
Bir ay sonra, “Çerkes Teavün Cemiyeti” ile “İSTANBUL Çerkes
Kadınları Cemiyeti” kapattırıldı. Çerkes Örnek Okulu’nun da Milli
Eğitim Bakanlığı’nın İstanbul Maarif Müdürlüğü’ ne 5 Eylül 1923
tarihinde kapatılması, okul müdürlüğüne bildiriliyor. Osmanlı
Hükümetinin olumluluğu ve emri ile açılmış olan okul, Türk
Hükümetinin olumsuzluğu ve emri ile kapanıyor.. Öğrenciler ana ve
babalara teslim edilmek üzere gönderiliyor. Okulun eşyaları
satılış, daha önce de İngiltere’nin emri ile kapatılmış olan
Şimali Kafkasya Cemiyeti’nin korunmuş olan bütün evrak ve
dosyaları Nazmi Paşa’nın Maçka Caddesi’ndeki evine taşınmıştı.. Bu
duruma çok üzülen Seza Hanım Mili Eğitim Müdürü Saffet Bey ile
görüşürken, Saffet Bey, “şimdi yangın var, okuldan çok memnunuz,
belki sonra açarız” diyerek Seza Hanımı avutmuştu. Okulun
kapatılmasına çok üzülen öğrenci velileri, Seza Hanım’a gelmişler
ve “bu okul gerçekten başka bir okul, biz başka bir okul(doğal
olarak bir Türk Okulu açalım, yönetimini siz üzerinize alırsız.”
Demişler, fakat Seza hanım ricalarını kabul etmeyeceğini
bildirmişlerdi. Birkaç gün sonra Seza Hanım tutuklanarak, İstanbul
Polis Müdürlüğü’ne, daha sonra Ankara’ya gönderilerek gözaltına
alınmış, birkaç ay sonra güçlükle yakasını kurtarmıştı.
25 Kasım 1925 tarihinde çıkan Şapka Yasası’ndan biraz önce, 23
Ağustos 1925 günü Emekli General Nazmi paşa ile General Doktor isa
Ruhi paşa ve arkadaşları “Bunların Çerkes beyleri üzerine etkisi
çoktur. Nazmi Paşa da dindar bir kişidir” kadı ile tutuklanmışlar,
evleri basılmış, Nazmi Paşa’nın evindeki kitaplar, Şimali Kafkas
Cemiyeti ile özel Okul’un bütün evrakı, kitapları çuvallara
doldurulup, Ankara’ya götürülmüştür. İsa Ruhi Paşa’nın bulunduğu
Ankara Merkez Komutanlığı’nda hapsedilmiş, yedi ay süre “İstiklal
Mahkemesi’nde, Kılıç Ali, Kel Ali dedikleri ikinci Ali ve Süreyya
Beyler mahkemesi”nde yargılanmışlar ve salıverilmişlerdir ama
bürün o evrak ve kitapların hiç birisi geri verilmemiş, yakılmış,
yok edilmiştir. Gerçektir ki, her iki general, temiz, dürüst
yurtsever kişilerdi. Nazmi Paşa, Türk-Yunan Savaşı’nda Elena’da
yararlık göstermiş, tarihe geçmişti. İsa Ruhi Paşa da İstanbul’da
Harbiye Nezareti’nde Sağlık İdaresi başkanıydı… Rahmetle anarız.
İsmet Paşa’nın Lozan’da “öz kardeşlerimiz” dediği, Çerkeslerden
Gönen’de 14 köy, (Gönen Bandırma Manyas dolaylarında) 2 Mayıs 1923
tarihinde doğuya sürülmüş, Askeri Okullarda okuyan Çerkes
çocukları, okullardan çıkarılmış, okullara “öz Türk Irkından
olmak” kaydıyla bir daha Çerkes öğrenci alınmamıştır. Yine o
diktatörlük döneminde, 24 Haziran 1934 tarihinde çıkan soyadı
kanunu ile Çerkesler atalarından kalma kendi soyadlarını bırakıp,
“katıksız Türkçe soyadı” almak zorunda kalmış, böylece
kişiliklerini, birçoklarının da yakınlarını yitirmesi yoluyla
Çerkeslerin yok edilmesi, sindirilmesi yoluna gidilmiştir. Bu
durum Türkiye’de demokrasinin, İnsan hakları’nın başladığı 1950
yılına değin sürmüştür.
(Kafkasya Kültürel Dergi, Sayı 48 Sahip ve sorumlu Yazı işleri
Müdürü İzzet Aydemir)
|