BAYRAMLAŞMA

28.01.2006

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Sitemizin sevgili izleyicileri, bildiğiniz gibi Bayram öncesinden beri Türkiye'de Ankara'dayım. 12 Ocak 2006 Perşembe günü Kafkas Federasyonu Ankara Şubesi'nde bayramlaşma vardı.  

Ankara'da olup da böylesi bir günde derneğe gitmemek, benim için mümkün değildi. Ankara’da bulunduğum kısa süre içerisinde de derneğe iki kez uğramıştım. Birinde davet üzerine Dil Komisyonu toplantısına da katılmış, AB destekli proje çerçevesinde gerçekleştirilen yoğun çalışmaya tanık olmuş mutlu olmuştum. Çalışmalara katkıda bulunmaya çalışırken İçimden “nereden nereye” diye düşünmezlik de edememiştim.

Öyle ya Yamçı’da bizler “TC’de yaşayan herkesin anadili
Türkçe'dir'' anlamında çıkartılmış bir yasaya karşı mücadele etmiştik.

Sevgili arkadaşımız, dostumuz Alhas İbrahim, anavatandaki akrabaları ile anadilde yazıştığı için dönemin Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği yöneticilerince, dernekten ihraç istemi ile Onur Kurulu'na verilmişti.

Şimdi, arkadaşımızı savunduğumuz derneğin devamı diyebileceğimiz kurumun, Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun merkezinde, yöneticilerimiz sağlanan kredi ile anadilde eğitim verebilecek yöneticilerin nasıl eğitileceği kurs programını yapıyordu. Dahası TC Milli Eğitim Bakanlığı bu kursu başarı ile bitirenlere sertifika verecekti. Siz de yaşadıklarımızı, yaşamışlardan biri olsaydınız, hem Türkiye’deki demokratik gelişme hem de yöneticilerimizdeki bu bilinçlenme karşısında mutlu olmaz mıydınız?

İşte bayramlaşma için çağrıyı, böylesi güzel bir toplantı sonrası almıştım. On dört olan toplantı saati, on üç olarak aklımda kalmıştı benim. Eski alışkanlıkla, “biraz erken gider, erken gelenlerle görüşür, laflarız” diye düşündüm. Saat on iki dolaylarında dernekteydim. Bir süre sonra iflah olmazlardan biri daha, sayın Alhas İbrahim düştü derneğe. Sonra da federasyon yeni dönem Dönüş Komisyonu Başkanı sayın Bahri Kazbek ve
sayın Şükrü Güner.

Doğrusu bu bayramlaşma; dil çalışmalarında yaşadığım mutluluğu vermekten çok uzaktı, yüreğim sızladı… Katılım, beklenen, en azından benim beklentilerim düzeyinde değildi. Belirli bir yaşın üstündeki hemşerilerimizin yarıya yakını resmi konuktu, Birleşik Kafkasya Konseyi ya da Pınarbaşı Derneği resmi temsilcileri idi. Bayramlaşmada, büyüklerin önce yerini alması, daha gençlerin onların yanına giderek tokalaşması xhabzemiz ya da başka bir protokol uygulanmadı. Toplantıya gelen biraz genç de yaşlı da olsa sıra ile daha önce gelmiş olanlarla tokalaşmak, bu seremoni bitinceye kadar da herkesler ayakta kalmak durumunda kaldı.

Bizleri kimin topladığı, ne için bir araya geldiğimiz konusunda kimsecikler bir şey söylemedi. Yani günün anlam ve önemi açıklanmadı. Bu tip toplantılarda duymaya alıştığımız bir fon müziğimiz yoktu. Görmeye alıştığımız bir cegu herhalde hiç akla gelmedi...

Yine de toplantı süresince ilginç konuşmalar geçmedi değil. Babası Temirbolat’ın anılarını ''Muhacirin Hicrandır Ömrünün Yarısı“ adıyla kitaplaştıran sayın Aytek Kubat, Nart Dergisi’nin yayın politikasını tartışmaya açmak istedi. Derginin “Sürgüne“ çok yer ayırdığını, hep gündemde tutmaya çalıştığını, bunun yanlış olabileceğini düşündüğünü söyledi. Konuştuğu, anavatandan bir bilim adamına göre, anavatan kesimi, sürgünü kabul etmiyordu, dahası 5 bin aileyi göçüren Bekir Sami Kunduk'a çok kızılıyordu, hain sayılıyordu. Bu göçürülme olayı yaşanmasaydı nüfuslarının bugün daha çok olacaktı... Başta sayın Ata Katı olmak üzere söz alan hemen herkes, anavatan kesiminin bazı şeyleri bilmedikleri, sürgün konusunu işleyemedikleri bağlamında konuştu. Ancak sayın Kubat’ın aktardığı ve katıldığı değerlendirme hem doğru hem de yanlıştı.

Asetinler, daha geniş deyimle Kuzey Doğu Kafkasya halkları bağlamında ele alındığında doğru idi ve sürgün yoktu. Ancak Asetinler için olmayan sürgünü genelleştirmek de yanlıştı. Abhaz-Adige-Wubıh halkı için sürgün en büyük trajedi idi. Günümüzdeki tüm sorunlarının da kaynağı... En büyük yanlışlık da Birleşik Kafkasya Konseyi'nden gelen konukların nerede ise koro halinde katıldıkları, anavatan kesiminin sürgünü bilmedikleri, dillendirmedikleri görüşü idi ki, doğru olmadığını söyledim. Anavatanda sürgünün doksanlı yıllarından beri devlet töreni ile anıldığını ekledim.

Bu kez konuşmaya katılan kimilerince, bunun perestroikaya bağlı olduğu, ondan önce konunun bilinmediği söylendi. Yine yanıtlamak durumunda kaldım. Bağımsız Devletler Topluluğu Yazarlar Birliği Başkan Yardımcısı, değerli yazarımız, Meşbeşe İshak’ın Sürgünü anlatan manzum eseri ''xıway''ın daha 1956 yılında yayımlanmış olduğunu anımsattım. Sadece bu örnek bile Kardeş Kuzey Kafkasya halklarının sorunlarının, önceliklerinin farklı olduğunun kanıtı idi. Sorunları ve öncelikleri farklı olan halkların örgütlenmeleri çalışma programlarının da bu önceliklere uyumlu olması gerekmez miydi? Bu önceliklere koşut örgütlenme ve çalışma programları ile daha kolay sonuç alınamaz mıydı? Buna karşın, sayın Aytek Kubat ve düşüncesini paylaşanlar Kuzey Kafkasya halklarının bir bütün olarak görülmesinden yanaydılar...

Önemli sohbet konularından biri de Perşembe günleri yarım saat olarak verilen anadildeki yayınların yasadaki değişiklikler çerçevesinde yeniden önem kazandığı idi. Bunu da konuklardan biri, programın yeterince ilgi görüp görmediği sorusu ile dile getirmiş, bu hali ile ilgi görmeyeceğini de eklemişti. Eleştiri haklı idi. Sayın Muhittin Ünal geniş açıklamalarda bulundu. Aslında yayın saati yönetmeliğine uyulmadığı haberler dışındaki kültür, müzik ve folklor un bilerek es geçildiği, programların yönetmeliğe uygun hazırlanması için Federasyon Başkanı olduğu dönemde sürekli girişimlerde bulunduğunu, ancak engellerin bir türlü aşılamadığını, anlattı. Bundan böyle de yeni yönetimin bu başvuruları yinelemesi gerektiğinin altını çizdi. Ben de aslında herkesçe kabul edildiği gibi televizyon yayınlarının bir çok sorunun çözümünde çok önemli rol oynayacağını, yeni yasayla özel televizyonlara tanınan haklardan en geniş şekilde yararlanılması gerektiğini anımsatıp, Federasyon Genel Kuruluna
sunduğum görüşü, burada da dile getirdim.

Evet bence, anadilde televizyon sorunu ancak, Rusya Federasyonu ve cumhuriyetlerimizin katkıları ile kesin olarak çözümlenebilirdi. Dolayısı ile federasyon en kısa sürede Rusya Federasyonu yönetiminden, cumhuriyetlerimiz yönetimlerinden yayınlarımızın uyduya verilmesi isteminde bulunmalı, bunda ısrar etmeliydi...

Böyle bir araya gelinir de ''dilimizin hızla unutuluyor olması“ gündeme gelmez miydi. Türkiye’deki demokratik gelişmelerden, bundan mutlu olunması yanında yararlanmak gereğinden söz edildi. Federasyonun projesi anlatıldı. Bunun büyük bir başarı olduğu vurgulandı. Kursların yararlı olabileceği üzerinde duruldu. Sayın Muhittin Ünal, Kabardey-Balkar Üniversitesi ile anlaşma yapıldığı, internet üzerinden dil öğretimine başlanacağı müjdesini verdi.

Ben bunların bile yeterli olamayacağını, yüzü anavatana dönük olmayan ailelerin çocuklarını kurslara göndermeleri olasılığının zayıf olduğunu, bu konuda da kesin çözümün anavatandan uydu yayın olduğunu söylemeye hazırlanırken sayın Ata Katı aldı sözü. Meğer dilin yaşatılması, geliştirilmesi için bunlara gerek yokmuş. Asıl sorun dilin ailelerde öğretilmemesiymiş. Sevgili Özdemir’in hiç dil bilmeyen bir gencimizin, Abhazya’da çok kısa bir sürede her iki Abaza diyalektini öğrenmiş olduğu örneği de yıldırmadı sayın Katı’yı. Çocuklarımızı köylere göndererek bu sorunu çözebilirmişiz. Hepimiz anadilimizi köylerimizde öğrenmemişmiydik.

Sayın Özdemir Özbay’a dönüp dili kendi köyü Kazancık'ta öğrenip öğrenmediğini sordu muzaffer bir komutan edasıyla. Özdemir’in, herkesi acıyla gülümseten yanıtı ise çok ilginç, ilginç olduğu kadar da düşündürücüydü:
    - Ata ağabey ben Kazancık’a gittiğimde sadece birkaç çöplükten başını uzatan birkaç hindi görüyorum… İnsan mı kaldı köylerimizde...

Doğrusu, sayın Ata Katı’nın dil eğitiminde kursları, okul eğitimini, televizyon programlarını değil de köylere kadar ulaştırılan yayınlarla dilin unutturulan, zaten yaşayanı insan sayısı da çok azalan köylerimizi önemsemesini yadırgamazlık edemedim. Söylediklerine de bir anlam veremedim.

Evliliklerin önemli olduğu, ana dilin anneler tarafından öğretildiği kendi eşi Adige olmadığı için çocuklarına anadilini öğretemediğinden yakınanlar da oldu. Ancak bizler gibi Adige ile evlendikleri halde çocukları dil bilmeyenlerin sayısının hiç de az olmadığı gerçeği, bunun da yeterli olmadığının,  yaraya merhem olamadığının kanıtı değil miydi?

Daha ilginci bayramlaşmaya katılma inceliğini gösteren çok sayıdaki analarımıza, anadili konusunda bile söz vermeyişimizdi. Onların bulunduğu yerde, onlar adına konuşmuştuk. Böylesi zamanlarda hep yıllarca önce okuduğum, Adigece mizah öyküsünü anımsarım. Öykünün kahramanı çok sevdiği eşinin doğum gününde, çok gezip çok düşündükten sonra  sevgili eşine değil erkeklere özgü bir hediye almıştı. Kendisi rahat eder mutlu olursa eşi de mutlu olmayacak mıydı?

Bayramlaşma çok uzun sürmedi. Başladığı gibi sessiz ama çok hızlı bir şekilde dağıldı. Üzülerek söylemek gerekirse tadı da damağımızda kalmadı.

Sayın Şükrü Güner’in, CC'deki yazılarımızı, forum tartışmalarını, özenle okuduğunu öğrenmem benim için günün tatlı sürpriziydi...