Çocukluk
yıllarımızda, hatta gençlik çağlarımızda bile oynadığımız bir oyun
vardı, hatırlarsınız; kulaktan kulağa.
Herkes birbirinin
yanına sıralı bir şekilde oturur, oyunu yöneten kişi baş tarafta
duran arkadaşının kulağına fısıltı ile bir cümle söyler, herkes
birbirinin kulağına aynı şekilde ama hızlı bir biçimde cümleyi
söyler, cümleyi duyan diğerinin kulağına anladığı şekilde aktarır
ve bu şekilde en son kişiye kadar fısıltı ile kulaktan kulağa
cümle tekrarlanmış olurdu. Sonda duran kişi ise cümleyi herkesin
duyacağı biçimde yüksek sesle söylerdi.
Oyunu yöneten
kişinin söylediği cümle, bazen aradaki birkaç kişi tarafından
muziplik olsun diye değiştirilir bazen de –çoğunlukla- hızlı ve
bir kez söylenmesinin verdiği etkiyle ister istemez değişirdi. Ama
sonuçta ilk cümle öyle bir değişirdi ki, sonda duran kişinin
kulağına geldiği şekliyle uzaktan yakından ilgisi olmazdı.
Gelin, şimdi bu
oyunu birlikte oynayalım.
Oyun
Yöneticisi:
Kafkasya’da bizi
bir otele götürdüler, otelin suları akmıyordu. Sanırım o gün su
borularında geçici bir arıza oluşmuştu.
Son Kişi:
Kafkasya’daki
oteller o kadar berbatmış ki suları akmıyor, pislik içinde
yüzüyorlarmış.
Oyun
Yönetici:
Kafkas yetkililer,
Rus yetkililerle ekonomik kalkınma konusunda görüşmek üzere masaya
oturdular.
Son Kişi:
Rus yanlısı
hükümet, yüzyıllık düşmanımız Rusya ile ortak hedef belirleyecek.
(Buda mı gelecekti başımıza)
Oyun
Yöneticisi:
X derneği
yönetimin kurulu başkanlığına seçilen Y, demokratik, özgür
düşüncenin hakim olacağı bir anlayış içerisinde faaliyetlerini
yürüteceklerini açıkladı.
Son Kişi:
X derneği
solcuların/sağcıların eline geçti.
Bu oyunu uzatmak
mümkün. Çevrenize bakmanız yeterli.
Yıllarca kulaktan
dolma bilgilerle yargıladık birbirimizi. Çerkesliğimizi,
kültürümüzü hiçe sayarak. Ne olduğumuzu, ne için mücadele
ettiğimizi hiç düşünmeden.
Harcadık,
harcandık. Kazanan hiç olmadı, hep kaybettik.
Kendimiz
düşünemedik, başkaları düşündü biz onları seyrettik. Üretmedik,
üretemedik. Üretilenleri tükettik. Biz de tükendik.
Birbirimizi hiç
sevmedik, farklılıkların güzelliğini, zenginliğini göremedik.
Saygı’yı yanlış anladık, hep yerimizde saydık.
Uzandık ama
tutamadık. Tuttuk, kavrayamadık.
Konuştuk,
bağırdık, çağırdık. Söyledik, söylediğimizde boğulduk.
Yapmadık, yıktık.
Ne demişler;
Başkasının bilgisi ile bilgili olabilirsin, ancak kendi aklın ile
akıllı olabilirsin.
Artık düşünmenin,
düşünerek üretmenin zamanı gelmedi mi sizce.
Ne dersiniz?
|